Dücane Cündioğlu: Ülkem için bir kabus gibi…

İbadethaneler
Ertan Altan’ın röportajı Felsefeci-yazar Dücane Cündioğlu, Felsefe ve Mimarlık, Felsefe ve Sanat, Felsefe ve Sinema adlı üç kitabıyla yeniden okurlarının karşısında. Felsefe ve Mimarlık kitabınd...
EMOJİLE

Ertan Altan’ın röportajı

Felsefeci-yazar Dücane Cündioğlu, Felsefe ve Mimarlık, Felsefe ve Sanat, Felsefe ve Sinema adlı üç kitabıyla yeniden okurlarının karşısında. Felsefe ve Mimarlık kitabında Osmanlı ve Cumhuriyet camilerini karşılaştıran Cündioğlu, Çamlıca’ya yapılması planlanan camiyle ilgili önemli bir çıkış yaptı. Önceki gün Yeni Şafak’ta yayımlanan “Çamlıca için yakarış” başlıklı yazısıyla kamuoyuna çağrıda bulunan Cündioğlu, yapılacak camiyi, “İstanbul siluetine çöken bir kâbus” olarak niteliyor. Cündioğlu ile kitaplarını ve Çamlıca’ya ilişkin çağrısını konuştuk.

Üçlemenin Mimarlık ve Felsefe adlı kitabında, Türkiye’de minarelerin yarım asırdan bu yana metafizik anlamını kaybettiğini, politik birer simgeye hatta bir fallik sembolüne dönüştüğünü belirten Cündioğlu’na göre, Çamlıca camii, bu dönüşümün cisimleşmiş bir hali.

Tarih tekerrür ediyor

Çamlıca’da yarışmayı kazanan projeye yöneltilen eleştirilerin başında, Sultanahmet Camii’nin birebir kopyası olması geliyor. İktidarın Çamlıca ısrarını Sultanahmet Camii’nin yapıldığı dönemdeki tartışmalara benzeten Cündioğlu, “Sultanahmet Camii, yıllarca cemaatsiz kalmış, İstanbul halkı ve âlimler de yıllarca o güzelim camide namaz kılmayı içlerine sindirememişlerdir. Çünkü henüz genç bir delikanlı olan 1. Ahmed’in kaprislerinin bir eseri olarak telakki edilmiştir haklı olarak. Ulema da urefa da caminin yapımına destek vermemiştir” diyor.

Cündioğlu,Taraf ’a yaptığı açıklamada da, “Bu örnekleri siyasi erke, halka ve intelijensiyaya yakarışta bulunan yorucu bir yazı yazacak kadar vahim ve ülkem adına bir kâbus olarak değerlendiriyorum” ifadelerini kullanıyor.

Şehri kente dönüştürüyorlar

Cündioğlu, Çamlıca’dan hareketle İstanbul’un gündeminde olan kentsel projelerle ilgili eleştirilere kulak tıkayan Ankara’yı etkili bir üslupla eleştiriyor. Felsefe ve Mimarlık adlı kitabında şehir ve kent kelimelerini karşılaştıran Cündioğlu, “kent” kelimesinin ruhumuza yabancı olduğunu ifade ediyor. Cündioğlu kentsel dönüşüm çalışmalarıyla ilgili şunları söylüyor: “Tıpkı millet-ulus karşıtlığında olduğu gibi şehirkent karşıtlığı da aynı çelişkiden türüyor, geçmişi ve değerleri dışarıda bırakıp bırakmamak arzusunun yol açtığı çelişkiden. Şehir sözcüğü içinde yaşadığımız mekânın geçmişini de kucaklıyor, o geçmişten gelen kimi değerleri de. Kent ise bu ifade gücünden yoksun. Kimse meraklanmasın, İstanbul kentsel dönüşümle şehirden kente dönüşecek, burası kesin. Hem de dindarlığın sayesinde ve azmi neticesinde. Hakikaten iç yakıcı.”

Mağaranın içi ve dışı

Cündioğlu, Felsefe ve Sanat adlı kitabında “Mağara Gevezelikleri” başlıklı ilginç bir makale yer alıyor. Hâlâ mağaranın diliyle konuştuğumuzu belirten Cündioğlu, “Mağara dilini konuşmakla neyi kastediyorsunuz” sorusuna şu cevabı veriyor: “Mağara gevezelikleri terimi aslında Heidegger’den mülhem. “Höhlengeschwâtz” tabirinden. Platoncu anlamıyla, aslında mağara gölge hakikatlerin dünyası. Mağaranın dışı ise hakikatin yurdu. Biz, gölge hakikatlerin dünyasından konuşuyoruz, o dünyaya konuşuyoruz demek istiyorum. Elbette felsefi anlamıyla.

Cemil Meriç ise tam da aksine mağarayı Türkiye olarak yorumlar, Avrupa’yı da mağaranın dışı olarak. Ve ardından “Avrupa idealar dünyası, mağaramızın duvarına vuran gölgeler ise hakikatlerimiz” tesbitini yapar. Gazete ve televizyonlarda hakikatlerden değil, onların temsillerinden, yani gölgelerden söz ediyoruz, etmek zorunda kalıyoruz. Siyaset ve sermaye bu kadarına izin veriyor çünkü.”

Zavallı Müslüman halk, figüran olarak sahnede

Üçlemede yer alan Felsefe ve Sinema adlı kitapta “Günaha Son Çağrı” başlıklı bir yazı yer alıyor. Kazancakis’in bu önemli romanını Martin Scorsese beyaz perdeye uyarlamıştı. Hıristiyan dünyasından tepki gören film ve romanda, İsa için farklı bir aile hikâyesi anlatılıyordu. Ancak Hıristiyan dünyasındaki tepkiler şiddet boyutuna ulaşmamıştı. Bu filmden yola çıkarak, Müslümanların Masumiyeti adlı filme İslam dünyasında gösterilen şiddet içeren tepkileri sorduğumuz Cündioğlu şunları söyledi: “Günaha Son Çağrı” sanat aracılığı ile bir yorum denemesi. Hiç kuşkusuz bu denemenin politik içerimleri de vardı, doğaldı, olmalıydı da. Ancak işaret ettiğiniz teşebbüsler İslam dünyasına yönelik sıradan politik ajitasyon tekniklerinin ürünü. İçinde ne sanat var, ne düşünce. Tamamen siyasi maksatlı propaganda uygulamalarıyla karşı karşıyayız. Zavallı Müslüman halk ise figüran olarak sahneye çağrılıyor. Oyun sadece perdede değil, aynı zamanda sinema salonunda da sürüyor.”

Taraf