Yemek ocakta, insan Ülkü Ocakları’nda pişer

Stklar
Abdullah Güner’in röportajı Türk gençliğinin milli ülküleri benimsemesini sağlayan ve Türk milletini maziden atiye götüren oluşumlar her daim var olmuştur. Türk gençliğinin milli ülküler etrafında top...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Türk gençliğinin milli ülküleri benimsemesini sağlayan ve Türk milletini maziden atiye götüren oluşumlar her daim var olmuştur. Türk gençliğinin milli ülküler etrafında toplanması için her devirde teşkilatlar kurulmuş ve eğitimler verilmiştir. Türk tarihinin son yüzyılında Türk milliyetçiliği fikrinin önder isimleri tarihten bu yana gelen milli şuurun yeniden canlanması amacıyla farklı yapılanmalara ve dernekleşme faaliyetlerinde bulunmuşlar.

Türkçülük fikrine sahip aydınlar ilk sivil toplum kuruluşu olan Türk Derneği’ni 25 Aralık 1908’de kurdular. Temeli Askerî Tıbbiye öğrencileri tarafından atılan Türk Ocakları Derneği, Yusuf Akçura, Mehmed Emin Yurdakul, Ahmed Ferit Tek, Ahmet Ağaoğlu gibi dönemin Türkçü aydınlarınca 25 Mart 1912’de resmen kurulur. Osmanlı Devleti’nin son döneminde milliyetçi gençlerin bir araya toplanması amacıyla devrin tek üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi öğrencileri tarafından 4 Aralık 1916’da Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) kurulmuş milli mücadelede de etkin bir şekilde yer almıştır.

1940’lı yıllara gelindiğinde Türkçülük-Turancılık davası adı altında Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Nejdet Sancar, Muzaffer Eriş, Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Osman Yüksel Serdengeçti gibi dönemin Türkçüleri hem bu hareketi savunmuş hem de işkencelere maruz bırakılmışlardır.

Başbuğ Alparslan Türkeş’in 1965 yılında Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkanı olmasıyla beraber gençlik faaliyetlerine ağırlık vererek CKMP Gençlik Kolları’nın bir gençlik yapılanması olarak ilk kez ‘ülkücü’ adıyla Genç Ülkücüler Teşkilatı 29 Şubat 1968’de kurulmuştur. Genç Ülkücüler Teşkilatı genel olarak ortaöğretim gençliğine yönelik faaliyetlerde bulunmuştur. Ülkücü Hareketin efsanevi gençlik teşkilatı olan Ülkü Ocakları, “Ülkü Ocağı” adıyla ilk kez Ankara Üniversitesi Hukuk, Dil, Tarih ve Coğrafya ve Ziraat Fakültelerinde milliyetçi gençler tarafından fikir kulübü olarak kurulmuştur. 70′li yılların ikinci yarısında Ülkü Ocakları Derneği mensubu gençler “Türk-İslam Ülküsü” doğrultusunda milliyetçi gençliği teşkilatlandırmıştır.

Türkiye’deki en büyük gençlik hareketlerinden biri olan Ülkü Ocakları, 1980 öncesinde büyük bir mücadeleden geçmiş ve binlerce şehit vermiştir. 17 yıldır ülkücü hareketin içerisinde bulunan Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Gökmen Kantar Bey’le geçmişten bugüne Ülkü Ocaklarını ve Türkiye’de gençliği konuştuk.

ÜLKÜ OCAKLARI

Öncelikle bize Ülkü Ocakları’nı anlatır mısınız? Ülkü Ocakları hangi amaçla ne zaman kuruldu? Neler yapıyorsunuz? Bize yaptığınız çalışmaları anlatır mısınız?

Ülkü Ocakları, 18 Mart 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi kurulduktan bir ay sonra “Türk Milliyetçiliği” fikir hareketini oluşturan rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş ve onun yol arkadaşlarının beraberliğinde oluşturdukları fikir temelinde ortaya çıkmıştır. Bunun temeli de 3 Mayıs 1944 yılından beri ortaya koymuş oldukları fikir mücadelesini siyasi arenaya taşıdıktan sonra, milliyetçi hareketin bir gençlik yapılanmasına da ihtiyacı olduğunu görmüşlerdir. Ama bu gençlik yapısını diğer siyasi partilerin ve Türkiye’de hala faaliyet gösteren siyasi partilere bağlı olan gençlik yapısıyla kurmadılar. Gençliğin geleceği oluşturacağını yani “Siz geleceksiniz ve gelecek sizsiniz” sloganlarından yola çıkarak ‘bunu bir fikir mücadelesinde tutarsak bu kadrolar siyaset şartlarında hem ezilmezler hem de kendilerine bu alanda daha rahat imkanı bulurlar düşüncesiyle kurdular. Ayrıca hem kişilik ve karekter hem de ideoloji sahibi olurlar’ denilerek Milliyetçi Hareket Partisi’nin dışında, sadece gönül bağıyla bağlı olan ama hiçbir resmi bağı bulunmayan Ülkü Ocakları teşkilatını oluşturmuşlardır.

Burada 44 yıldan beri mücadele veren Milliyetçi Hareket Partisi, bir ay sonra oluşan Ülkü Ocakları’yla beraber milliyetçi ülkücü hareketin bütününü oluşturmuşlardır. Milliyetçi ülkücü hareket, Ülkü Ocakları nezdinde Türk gençliğine ve Türk milletine hizmet eden bir kurumdur. Burada Genç Ülkücüler Derneği, Büyük Ülkü Derneği, Ülkü Ocağı Derneği, Ülkücü Gençlik Derneği ve Bizim Ocak dergisi gibi birçok isimlerle 12 Eylül’de kurumsallaşmış. 12 Eylül’den sonra yasa dernek ve siyasi partilerin kurulmasına izin verince ülkücü harekette Bizim Ocak dergisi adı altında teşkilatlanmıştır.Daha sonra 1994 yılında Ülkü Ocakları Dergi Temsilciliği’ne ve Ülkü Ocakları Derneği’ne dönüşürken 1996 yılında da o zamanın Ülkü Ocakları Genel Başkanı Azmi Karamahmutoğlu tarafından da Ülkü Ocakları Eğitim Vakfı haline gelmiş, 1998 yılında ise Atilla Kaya tarafından ‘kültür’ kısmı da eklenerek bugünkü Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı halini almıştır.

1998 yılından bu yana geçen 15 yıldan beri Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Türkiye’de bugün 76 ilde il temsilcilikleri, 500 e yakın ilçe teşkilatlarıyla birlikte Türkiye’de organize olmuş, resmi faaliyet gösteren en büyük vakıftır. Bu vakfı da Türkiye’deki gençlik nezdinde düşündüğümüzde de Türkiye’deki en büyük gençlik hareketidir. Bağımsız ve bağlantısız olarak dünyanın da en büyük gençlik hareketlerinden birisidir Ülkü Ocakları. Diğer siyasi partiler gibi bulunduğu gençlik kolları teşkilatıyla, il ve ilçe teşkilatına bağlı veya genel merkeze bağlı bir yapı değildir Ülkü Ocakları. Ülkü Ocakları kendi içerisinde disipline olmuş bir fikir hareketidir. Kendi içerisinde teşkilatlanmış; ilçe başkanı, il başkanı ve genel başkanın olduğu ve aynı zamanda genel başkanın üstünde de Milliyetçi Ülkücü Hareketin lideri olarak kabul ettiğimiz Başbuğumuz Alparslan Türkeş’i ve onun bugün bayraktarı olan Lider Devlet Bahçeli ile kendini ortaya koymuş bir fikir hareketidir. Bunun haricinde siyasi ne bir il başkanı, ilçe başkanını veya genel merkeze bağlı bir hareket değildir. Böyle bir yapısı vardır.

“ÜLKÜ OCAKLARI, TÜRK MİLLETİNİN EN BÜYÜK GENÇLİK AŞISIDIR”

Ülkü Ocakları’nın genel anlamda yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz? Ülkü Ocakları fikir olarak neyi hedefler?

Ülkü Ocakları’nın hizmet alanı genel anlamıyla Türk milletine hizmet etmektir. Ama hedef alanı olarak hizmet alanı Türk milletine hizmet etmek, Türk milletinden kastım Türkiye topraklarında bulunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımız ve bütün Türk dünyasıdır. Yani burada bağımsız Türk Cumhuriyetleri ve bağımsız olmayan Türkler de dahil olmak üzere buralara hizmet eden bir alanımız var.

Hedef alanımızdaki gençler ise 18-24 yaş grubundaki genç, dinamik yapıdır. Burada 16-30 yaş grubunda ortaya koyacağımız eğitim-öğretim faaliyetlerini yürüten gençler ve çalışan genç nüfusu da hedef alanımızdaki gençlerdir. Ülkü Ocakları tariflendirme açısından da baktığımız zaman son kurultayımızda da Sayın Ülkü Ocakları Genel Başkanımız Olcay Kılavuz Bey’de bunu dile getirmişti: “Ülkü Ocakları, Türk milliyetinin de en büyük gençlik aşısıdır”. Yani aşı bildiğiniz gibi insana küçük yaşlarda vücüdunun bağışıklık sistemi kazanması ve vücudunun bir sonraki evrelerde geçireceği vücutsal gelişimi ile alakalı karşı karşıya olduğu zararlı, dışardan gelen etkenlere ve mikroplara karşı bir antibiyotik görevi üstlenen sıvıdır. Türk milletinin de gençlik nezdinde milli hafızasında, milli bütünlüğünde ve kardeşliğinde Türk milletinin aldığı aşıdır Ülkü Ocakları ve ülkücülük. Onun için de Türk gençliği burada hedeftir. Türk milleti de hizmet edilen amaçtır.


“YEMEK OCAKTA, İNSAN ÜLKÜ OCAKLARI’NDA PİŞER”

‘Ülkü Ocağı’ ismini kim vermiştir?

Başbuğumuzun yakın yol arkadaşı ve Ülkü Ocakları teşkilatının kuruluşuna çok emeği geçmiş önemli bir insan olan Dündar Taşer Bey’dir. O şöyle diyor: ”İnsanlar ilkeleri, ilkeler ülküleri belirler”. Ve bu noktada temeline önce insana dayanan temelinde insan sevgisi olan bir hareket insani noktada başlayarak önce insan olacak sonra birey olacak, bireyin vermiş olduğu şahsiyeti geliştirerek ilke sahibi olacak. Ve o ilkeliyle beraber ülküsünü ortaya koyacak. Bu noktada hedefi olan, ilkeli olan ve insan olan hepsini bütünleştirdiğimiz zaman da bunların eşiti ülkücü olan bir kişiyi vücüt etmektir Ülkü ocaklarının görevi.

Ülküde mefkure sahibi, hedef sahibi insan; ülkücü de bu mefkureye sahip çıkan; Ülkü Ocağı da bu mefkurenin olduğu, olgunlaştığı ocak. ‘Ocak’, yurttur Türkçede. Ocak yemeğin piştiği yerdir Türkçede. Ocakta yemek pişer, Ülkü Ocakları’nda da insan pişer. Yani Yunus’un o büyük Türk Tasavvufundaki “Toydum, hamdım, piştim Elhamdülillah” sözünün 21.yy’daki bayraktarıdır. Bu kelime sadece mefkureyi belirtmek için değil Türk dilinin etimolojisinde de derinliği ve kökleri olan bir sözcük olarak kullanılmıştır ‘ocak’ ve ‘ülkü’ kavramı. Ki Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nın da en can alıcısı noktasıdır “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak”. Bu vatan, bu millet son ocak tütene kadar var olacak ve bağımsız şekilde devam edecek. O son ocaktan kastı da bu ocaklardır.


Bize o ‘ülküyü’ anlatır mısınız? Bir insan nasıl ülkücü olur?

Baştan dediğim gibi hizmet alan Türk milleti, Türk gençliği hedef alanıdır ama temeli insan olan bir hareketin temsilcileri ‘nasıl ülkücü olur?’ sorusuna cevap olarak şunları söyleyebiliriz:

Ülkücü önce insan olacak. Bu insan bir kimlikle ifade edilecek ise bizim milli ve manevi değerlerimizin karşılığıyla ortaya çıkacak bir denklemden oluşması lazım ki bu denklemin adı Müslüman Türk milletidir, Türk kimliğidir. Müslüman Türk kimliği bu insani değerin ana noktası ve omurgasıdır. Bunun üzerine koyacağınız telakki ise fikir ise Türk İslam ülküsüdür. Burada insan sevgisini gönlüne alan ve bu noktada insani olarak dünyaya bakan bir kişi ülkücü olmaya adaydır. Eğer insani olarak bakmazsak milliyetçilik algımız kültür milliyetçiliğinin ötesinde ırk milliyetçi olurdu. Türklükten kastımız veya ‘Ne Mutlu Türküm’den kastımız insanların Türklüğü yüksek seviyede tutması veya Türklüğü onlara bir övücü olarak değil, Türküğü onlara bir şemsiye ve onları kapsayıcı olarak söylememizdendir ki; insan Türk olmak zorunda değildir. Ve bu noktada Türk olmadığından dolayı da suçlu da değildir. Böyle bir bakış açımız yok.

“ÜLKÜCÜLÜK SADECE TÜRKLÜĞE HİZMET ETMEZ!”

Peki bununla ilgili eleştiriler daha doğrusu yakıştırmalar oluyor ülkücülere yönelik. Mesela ‘kafatasçı’ ya da ‘faşist’ gibi yakıştırmalar yapıldığını duyuyoruz. Bunlara yönelik gelen eleştirileri nasıl yorumluyorsunuz?

Şimdi insan sevgisinden bahsettiğim nokta budur. Türk islam ülküsünü bildiğiniz gibi telakki ve fikir olarak kitaplaştıran Seyit Ahmet Arvasi’dir. Bu hocamız peygamber neslinden gelen ehliyete sahip bir insandır ki Türk milliyetçiliği ülküsünü kaleme almıştır. Onun Abdulhakim Arvasi diye dedesi vardır. Diyor ki: “Dünyada iki Türk kalsa biri benim. Dünyada tek Türk kalsa yine o benim” diyor. Bunu demekten kastı şudur: ‘Ne mutlu Türküm diyene’nin ne anlama geldiğini en güzel Seyid Ahmet Arvasi Hazretleri anlatmıştır. Seyyid Ahmet Arvasi bunu Türk İslam Ülküsü’nde çok güzel biçimde söylüyor.

Ülkücülük bana göre bütün dünya milletlerinin, bütün mazlum insanlığın, mazlum milletlerin esaretin çözüm reçetesidir. Ülkücülük sadece Türklüğe hizmet etmez. Ülkücülük sadece Müslümana da hizmet etmez. Ülkücülük Allah’ın nizamına, ilahi kelimetullaha hizmet eder ki bunu da tarihi geçmişte başarmış ve bir nebze de olsun ortaya koymuş olan Osmanlı yönetiminde görebilirsiniz. İşte Yahudi’nin de Hristiyan’ın da Müslümanın da hakanı olan Fatih Sultan Mehmet Han onları vatandaş olarak hizmet isteklerinin hiçbir tanesini farklı neticelerle hizmet götürmemiş, tek bir şey olarak bakmıştır; Allah’ın hizmeti olarak götürmüştür. Yahudiyse Yahudi, Hristiyansa Hristiyan, Ortodokssa Ortodoks, Müslümansa Müslüman… Hepsinin hakanı olarak hoşgörü ve merhametiyle dünyada yönetime damgasını vurmuş, Türk milletinden almış olduğumuz haslettir bu.

Bizim alpliğimiz, yiğitliğimiz, hoşgörümüz, merhametimiz, devletçiliğimiz İslamiyetten öncede Türklükte var olan bir şeydir. 731’de Kültigin “ Ey Türk milleti beyleri işitin; aç olanları doyurdum, bekarları evlendirdim, çıplakları giydirdim” derken de biz bu Türk milletinin hoşgörüsünü, merhametini görüyoruz. Aynı şekilde Fatih Kanunnamesi’nde de “Ben Müslümanın da, Arapın da, Acemin de, Türkün de, Ortodoks ve Ermeninin’de, Yahudi ve Musevi’nin de hakanıyım” derken aynısını görüyoruz.

1923’te de bu cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk “Bizim bağımız kan bağı değil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık bağıdır” diyor ki bu noktada “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde de bunu görüyoruz. 1969 da “İster doğulu olun, ister batılı, ister kuzeyli olun, ister güneyli; buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir ve ne güneydir. Buluşma yerimiz Türk milletinin kalbi insanımızın gönlüdür” diyen Alparslan Türkeş’te de görüyoruz.

Bunun içinde temeline insan sevgisini almış bir hareketin temsilcileri önce insan olacak ve ondan sonra Müslüman Türk kimliğine sahip olacak. Ve Müslüman Türkün kendisinde bulundurması gereken ilkeleri olacak. Bu dürüstlük, ahlaklık, saygı, sevgi, güvenilir olma, gelenekçi olma, milli mirasına sahip çıkma, çağı yakalama, çağdaş olma gibi alanlarda bunu genişletebilirsin… Ve bunlarla beraber de ülkü sahibi olma diyebiliriz. Ülkü sahibi olmanın bana göre en güzel hikaye ve romanize edilmiş karakteri orta sonda okuduğudum Ömer Seyfettin’in Pembe İncili Kaftan romanıdır ki bu kapsamda eğitim gören bütün genç arkadaşlarıma da öneririm. Pembe İncili Kaftan’ı okusunlar. İlkeli insan olma ve kendine verilmiş olan görevi, ülküyü nasıl gerçeklerştirmenin en büyük reçetesidir bu, o noktada da çok önemsiyorum. Ülkücülük bu şekilde olunur. Ülkücülük bir kayıtla, evrakla ya da seçilmişlikle değil; doğuştan gelen genetik kodların Cenabı Allah’ın vermiş olduğu meziyetlerin belli bir zaman diliminde tezahürüdür. İster ailevi bağla ister çevresel şartlarla ister okulda ister bulunmuş olan sosyal bunalımdaki başkaldırma ülkücülüktür. Ülkücülük böyle olunur.

“BİZ KÜRTLERLE DEĞİL KÜRTÇÜLERLE BİR MESELESİ OLAN HAREKETİZ”

Kürt bir vatandaşımız ülkücü olabilir mi?

Evet, ‘Kürt bir vatandaşımız niye ülkücü olmasın’ diye ben bunu cevaplıyım. Bu hareketin 5 bine yakın ülkücü şehidi var. Bunun 600’e yakını güney doğulu Kürt vatandaşlarımızdır. Bugün milliyetçi ülkücü hareket bizim Ülkü Ocakları teşkilatımızın olmadığı üç il var: Biri Hakkari, biri Şırnak biri de Batman. Bunun haricinde bütün güney doğuda da Ergene havzasında da Batı Trakya’da da Ege’de de Ülkü Ocakları var. Oradaki arkadaşlarımızı daha teşkilatlandıramadık ama bireysel olarak çalışma yürüten arkadaşlarımız vardır.

Onun haricinde nasıl ki bu hareketin amentüsünü yazan bir ehlibeyt ise bir Arap’tır kendisi, “dünyada tek Türk kalsa benim diyendir”. Bu hareketin en önemli şehitlerinden bir tanesi Cengiz Bakdemir’dir ve Kürttür, idam edilmiştir: 500 küsur ülkücü şehidimiz yine Kürttür. Ve bunların Kürtlüğü bizim övünç kaynağımızdır. Biz Kürt milletiyle, Kürtlerle meselesi olan bir hareket değiliz.  Kürtçülerle meselesi olan bir hareketiz, bunu insanımızın iyi ayırt etmesi gerekir.

Bu milleti bölmeye ve bin yıllık kardeşliğe dinamit koymaya kalkanlarla Türk milliyetçilerin ebedi ve ezeli problemi vardır. Bunu çok iyi anlatalım, onun haricinde Çerkez ülkücümüz de vardır Dağıstan’dan gelen ülkücümüz de vardır, Arnavut ülkücü de vardır, Kürt ülkücü de vardır elbet. Alparslan Türkeş’in 40 sene yakın korumalığını yapan Tahsin abimiz Kürttür ve Mardinlidir. Ve Başbuğumuz 18 tane Kürtle korunmuştur. Bu bizim için bir mesele değildir. Biz bundan 10 sene öncesine kadar Kürt-Türk diye bir şey bilmiyorduk. Yalnızca insana şu sorulurdu yöre açısından samimiyet ölçüsünde: ‘Kürt müsün Türk müsün?’ denirdi. AKP gelmeden önce biz sadece ‘nerelisin?’ diye sorardık. İnsanlar da derdi ki ‘ben Diyarbakırlıyım, Bayburtluyum, Bursalıyım, Çorumluyum vb.’ ama onun ötesinde 36 etnik parçanın hangisine dahilsin diye bir şey bilmezdik, bilmiyoruz da!

Bugün inanın sorun oradaki insanlara o insanlar bile Kürtçülüğün ne olduğunu bilmiyorlar ve tamamen bunların dışında bir Kürtçülük inşa edilmeye çalışılıyor. Bizim güney doğuda yaşayan hiçbir vatandaşımızla bir problemimiz yok. Biz rahat rahat geziyoruz orada. Ama BDP’liler PKK kontrolünde ya da korumasında orada geziyorlar. Bakın burada bir soru işareti var: BDP, PKK korumasında gezerken; başbakan asker korumasında gezerken biz Kürt halkımızın korumasında oraları geziyoruz. Ben Diyarbakır’da kaldım. Kürt kardeşlerimin ekmeğinin yedim ve onlarla beraber gezdim. Benim korumam onlardı. Misafirleriydik çünkü aramızdaki fark buydu. Diyarbakır’a gidemez dediler, biz Diyarbakır’a gittik ve orada bu insanlarımızın nasıl istismar edildiğini gördük. Bir yerde devlet imkanları ile sadaka kültürünü onlara kazandırmaya çalışılan bir veresiye defteri diğer yandan örgütün veresiye kurşunu, yapmazsan ölürsün!..

“BİZ 12 EYLÜL’ÜN NE MAĞDURUYUZ NE DE MAZLUMUYUZ; BİZ 12 EYLÜL’ÜN MUHATABIYIZ!”

Ülkü Ocakları’nın geçmişten günümüze yaptığı çalışmaları, bugün için taşıdığı önemi anlatır mısınız?

Ülkü Ocakları tabi ki 1980 öncesi bir mücadeleden gelmiştir. Acı günleri göz yaşlarını zihninde taze tutmuştur. Ve burada Türk milletine hizmet ederken, Türk gençliğinin önünü açarken bundan rahatsız olanlar kızıl kurşun elleriyle ülkücüleri şehit etmiştir. Ve onun sonrasında hemen 12 Eylül müdahalesi ve 12 Eylül’ün silindir gibi üzerinden geçtiği ülkücü gençlik… Biz 12 Eylül’ün ne mağduruyuz ne de mazlumuyuz; biz 12 Eylül’ün muhatabıyız! Mağdurluk ve mazlumluk ezilenler için taraf tutup da tarafı tuttuğu el tarafından dövülenler içindir. Biz 12 Eylül’ün muhatabıyız ve bize yapıldı ihtilal. Biz mağdur da değiliz mazlum da değiliz.

Ülkücü hareketin geçmişte yaptığı her şey -acı tecrübeleri, iyi tecrübeleri- hafızamızda kayıtlıdır. Ülkücüleri ne yazık ki savundukları millet bütünlüğü, devlet büyüklüğü kalplerinden sökülmeye çalışılmıştır. Dokuz tane idam edilen ülkücüyle de “Türk milliyetçiliği davası” idam sandalyesine konulmuştur. Aynı şekilde bu vatanın Çorumlu, Vanlı, Antalyalı, Bursalı, Edirneli genci komünist, sosyalistler tarafından devşirilerek ülkücülerin önüne hedef yapılmıştır. Bunlar bizim acı tecrübelerimizdir.


“ÜLKÜCÜLER MUHAFAZAKAR DEĞİL MUKADDESATÇIDIR”

12 Eylül’den önce Türkiye nasıl bir süreçten geçmişti ki bu olaylarla karşı karşıya kaldı? Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreç neydi sizce?

Türkiye’nin tabi ki Avrupa’da NATO’da bulunduğu bölgede II. Dünya Savaşı sonrası ön plana çıktığı bir süreç yaşanıyordu. Burada Türkiye’yi Demir Blok içeresinde paylaşmak isteyen Sovyet Rusya ve Kuzey Atlantik’i güvenlik için elinde tutmak isteyen ABD’nin ameliyat masasına yatırdığı yıllar bu yıllar. Bu yıllarda Türk siyasetini taraflaştırmaya başlandığı yıllar. Türk siyasetini sağ ve sol olarak ne yazık ki ortadan ikiye karpuz gibi yarılmaya çalışılmıştır. Solcular Sovyet Rus devriminin Türkiye’ye gelmesi için çalışmışlardır. Sağcılar ise muhafazakar kimlik adı altında Alman Katolikliğinden ve Amerikan Protestancılığından etkilenerek liberal kapitalist bir düşünce iklimine girmiştir.

Ülkücüler muhafazakar değil mukaddesatçıdır, bir. İkincisi, ülkücüler sağcı da değil solcu da değildir. Bize sağcı diyerek hakaret edenlere aynı şekilde yaptıkları hakaretleri iade ediyorum. Biz sağcı değiliz biz solcu da değiliz biz milliyetperver Türk İslam ülkücüleriyiz.

Ülkücülere sağcı yakıştırması niye yapılıyor o zaman?

Sağcı yakıştırma o zamanın Adalet Partili ve Selamet Partili, kendine göre Amerikancı, iş hayatında liberal, muhafazakar kimliklerinin ortaya koymuş olduğu geleneksel çizgiden kaynaklanıyor. Yani bir tarih şuuruna sahip olmaları, kendilerine göre bir manevi ruha sahip olmaları bize yakınlaşmış bir şekilde ideolojik farklılıkları olsa da öz itibariyle gelenekçi olmaları bizi de onlarla aynı kefeye koymuştur. Rahmetli Başbuğ’un çok önemli bir sözü vardır: “Biz sol ile olan kavgamız yüzünden sağ ile olan kavgamızı erteledik”. Ama bu kavgamıza baktığımız zaman dün 90’dan 99’dan önce ikna odalarında ülkücü başörtülü kız kardeşlerimiz için zulüm yapanlar belki o günün kendine göre ifadesiyle laik kemalistleri aslında bizim için sosyalist marksist tiplemeleriydi. Bugün de ülkücüleri üniversitelerden atmaya çalışan, onlara ceza vermeye çalışan bugünün AKP’lileri; yani lberal cemaatçi ve ve beynelminelci, milli kimlikten uzak, kimliksiz… Bu zihniyetin ne farkı var diğerinden biri yeşil komünist diğeri de kızıl komünist, hiçbir fark yok.

“ÜLKÜCÜ OLMANIN YAŞI YOKTUR!”

Ülkü Ocakları gençlik kavramı nasıl tanımlanır?

Ülkü Ocakları için gençlik 16-30 yaş arasıdır. Ama manevi anlamda yediden yetmişedir. Ülkücülük bir kere damarlara girdikten sonra bir daha içilen çay gibi insanın kolay kolay ayrılmasının zor olduğu bir lezzet, zor oluğu bir görev, zor olduğu bir hedef… Ülkü Ocakları, ülkücülük yediden yetmişe insanın ruhunda bu gençlik olduğu müddetçe var olur. Ülkü bir çoban ateşi gibidir. Nasıl ki çoban ateşleri en zifiri karanlıklarda insanlara kutup yıldızı gibi yol göstericileri ise ülkücüler de öyledir; insanın en bunalımlı zamanında onlara ışık tutar, onları çoban ateşi gibi etrafında toplar. Onun için ülkücülüğün yaşı yoktur.


“BİZ GENÇLERE SEVDALIYIZ ONLARIN SEVDASI DA BİZE OLMALI”

Yaptığınız çalışmalarda gençlik sizin için neyi ifade ediyor?

Bizim için gençliğin ifadesi anlattıklarıma bakıldığı zaman çok önemli. Ama gençliğin de ülkücü hareketi önemsemeleri lazımdır. Bu kadar önemin, bu kadar değerin verildiği başka bir gençlik hareketi varsa buyursunlar oraya baksınlar. Biz onlara sevdalıyız onların sevdası da bize olmalı, biz onlara hasretiz onlar da bize haslet. Onun için de bizim ne kadar önem verdiğimizi yapımızdan, etki alanımızdan görebilirler.

Biz Ülkü Ocakları olarak bir gençlik teşkilatıyız. Burası gençlere ait bir yer, başka kimse yok burada. Kurum olarak da gençlerin hizmetinde, tamamen gençlerin söz sahibi olduğu bir yer. Benim Ülkü Ocakları genel başkanım benden 3 yaş küçük, 27 yaşındadır. Burada bulunan arkadaşlarımız da 20’li yaşlarında, kurum olarak da gençlerin hizmetinde. Gelsinler bu önemli yerde bizimle olsunlar.

“GENÇ ÇAĞIMIZDA KOCA KOCA ADAMLARIN HAYAL EDEM

EYECEKLERİ ÜLKÜLERİ DERT EDİNDİK”

İnsan gençken daha savruk daha gözü kara daha hesapsız oluyor. Bu anlamda gençlerin doğru yönlendirilmesi zorunlu oluyor.  Gençlerin yönlendirilmesinde temel dinamikleriniz (değerleriniz) nelerdir?

Burada en önemli şey rahmetli Başbuğumuzun ortaya koyduğu doktrinlerdir: Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlakçılık, Toplumculuk, İlerlemecilik, Hürriyetçilik, Şahsiyetçilik, Köycülük&Gelişmecilik ve Halkçılık, Endüstricilik ve Teknikçilik. Bunlar bizim için ilkesel kavramlar ve Türkiye’nin çözüm reçeteleri. Ama dediğim gibi en önemli şey önce insan olacaklar sonra ahlaklı olacaklar ve ilkeli olacaklar. En önemlisi ilkeli ve ahlaklı olma!  Dün söylediklerini bugün yutmama, bugün söylediklerini yarın unutmama… Belki yaşımız 18 olabilir, belki yaşımız 20 olabilir ama biz o genç yaşlarımızda, o genç çağımızda koca koca adamların hayal edemeyecekleri ülküleri dert edindik. Ve bu noktada da yaşımızın çok çok ötesine de geçtik. Bu noktada da başımıza buyruk değiliz, akılımız bir karış havadada değil. Şu geçmişimize rağmen ben sırtımı cama vererek oturuyorum. Yani bu bir gençlik sivilcesi değil yani kuruyunca sıkınca bitsin. 17 yaşındaki çocukların idam sehpalarına gittiği, 17 yaşındaki çocukların okullarının önünde vurulduğu zor meşakkatli ve çakıllı ve ara engellerin tuzakların pusuların içinden geçmiş bir hareketiz.

Ülkücü olmanın, bu hareketin içinde olmanın ne gibi zorluğu oluyor?

Ne zorluğumuz yok ki! Bakın bugün 15 tane arkadaşımıza 12 tane soruşturma açılmıştır. Tek sebepleri oradaki arkadaşların ülkücü olarak kendilerinin ifade etmeleri.

Bugün Ankara Dil- Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ndeki arkadaşlarımız uzaklaştırılıyor. Marmara Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımız soruşturmaya çekiliyor. Kolay değil ülkücü olmak. Nasıl 1919 öncesi Atatürk Samsun’a çıkarken ‘Türküm’ demek, Türk milletinin birlik ve bütünlüğünden bahsetmek zor iş ise… Nasıl o zamanın Damat Feritleri, Ali Rızaları, Molla Sayidleri vs. cirit atıp bir manda himayesi altında Türklükten uzak bir uşaklığı savunuyorlarsa… Bugün de aynı şekilde ‘Türküm’ demek adeta birilerinin ameliyat masasında mikrop olarak gösterilmeye çalışılmasından başka bir şey değildir. Bugün Ertuğrul Özkök denilen yazar “Türklükten istifa ediyorum” diye yazı yazmış. Türklüğü bu kadar aşağılamaya çalışıyorlar. Bundan zor olacak bir şey var mı?

“12 EYLÜL GENÇLERİN VE GELECEĞİN ÖNÜNE KOYULMUŞ EN BÜYÜK DİNAMİT”

Peki Türklüğün yüceltildiği bir ulus-devlet mantığıyla yıllarca insanlar aşağılanmış, hatta resmi bir ideoloji olarak yürütülmüş bunlar, bu mantık dayatılmış insanlara. Biz biliyoruz ki 80’lerden önce abi, kardeş olmalarına rağmen farklı görüşlerde oldukları için birbirlerine kurşun sıkmışlar. Ve öncesinde, sonrasında yaşanan nice tarihi olayları da sayabiliriz burada. Böyle bir şeyin olmasının nedeni neydi sizce?

Şimdi bunu ortaya koyanlara bakmak lazım. Bugün 12 Eylül zihniyeti “Türk milleti bizi anarşiden kurtardı” diye Kenan Paşa’ya 3 Eylül sabahı alkış tutuyordu. Amerika’n Dış İşleri Bakanı da diyor ki “bizim çocuklar” başardı. Ve başardıkları da nedir? Bizim çocuklar dediği kimdir? Ne yapmıştır ve 12 Eylül’den sonraki Türk milletinin yol haritası nasıl gitmiştir? Türk milleti olarak 12 Eylül’den sonra daha az okuyan, daha az mefkureye sahip,  daha az düşünen, daha az kelimeyle konuşan, daha az şekilde yazan, daha gerizekalı bir nesil haline geldik.

Tamamen pop stara, tamamen yeteneklere, tamamen şarkıya, sporun da fanatizmine, ahlaksızlığın da sapıklığına… Mesela 16 yaşındaki bebe, 17 yaşındaki kızı kesiyor. 12 Eylül gençlerin ve geleceğin önüne koyulmuş en büyük dinamit. ‘Bizim kavgamız vurguncu düzene’ derken bu devleti yönetenleri de karşımıza alarak bağırmışızdır. Biz onlar gibi sadece 1980’de sosyalist olduğumuzdan dolayı eziyet görmedik. Veya birileri gibi yeşil sermayenin büyümesi sırasında cuntanın ve bu önderliğin kucağındaki bebek de olmadık. Biz 1944’te bu cumhuriyetin Milli Şefi’nin yaptığı zulümlerle karşı karşıya kaldık. Alparslan Türkeş, İsmet Tümtürk, Zeki Velid-i Togan, Nejdet Sançar ve birçok Türk milleti tabutlara atıldı. 1metre karelik alanda 500 mumluk amper lambalarla işkence edildiler. Alparslan Türkeş’in tırnakları çekildi. Yani bunlar Türklük aşkı ile Türk milliyetçiliği davası ile bu ülkeyi yönetseler de bu ülkenin öz evlatlarını ezmezler. Asıl burada hedef alınan Türk milliyetçiliği ve Türk milletinin mefkûresidir. Bu devleti Türk milliyetçileri kurmuştur.  Mustafa Kemal ve bütün silah arkadaşları Türk milliyetçileridir.

“SOKAKTA ÜLKÜCÜ OLMAK ÇOK KOLAY”

Türkiye’de derin devlet yapılanmasının ülkücüler üzerinden yapıldığı yazıldı, çizildi. Bunu nasıl açıklarsınız? Sizce böyle bir şey var mı?

Derin devlet yapılanması ülkücüler yaptıysa, ülkücüler kullanıldıysa niye 9 tane ülkücü idam edilmiştir? Niye 158 bin ülkücü mahkûm edilmiştir? Kaç tane solcu idam edildi bu Türkiye’de biliyor musunuz? 5 tane 12 Eylül’de, 3 tane de öncesinde. 110 bin küsur de mahkûmiyeti var. Almış olduğu idam davası da 18 küsur.

Oysa bizde 51 tane ülkücü idama mahkum edilmiştir. Onlardan bir tanesi de Alparslan Türkeş’tir. Hangi derin devlet bizi korumuş, hangi derin devlet bize sahip çıkmıştır? Ülkücülerin içine sokmuş oldukları ajanlar onları bağlar. Aynı şekilde başka yerlere de bunları soktular. Onları kabul ederim, o ayrı bir şey. Bu Gladyo’nun, Amerika’nın ve birçok istihbarat örgütünün burada ajanları olmuş olabilir, onları da zaten oradan bilgi almak için kullanıp daha sonra da geri çekmiştir. O ‘ülkücüyüm’ diye geçinen görevli bugün ‘eski ülkücüyüm’ diye gezenlerin görevleri hiç bitmez. Bunları isimlendirmek istemiyorum.

Bakın çok önemli bir şey söyledim. Ülkücüleri hiçbir şekilde kullanamazlar. Şahıs bir şekilde kandırılmış, alınmış, götürülmüş olabilir. Birini kullananlar da zaten kendi adamlarıdır. Bir dönem gelmiştir ve deşifre olup uzaklaştırılmışlardır. Parti yöneticisi miydi bu? Teşkilat yöneticisi miydi? Hayır. Şimdi sokakta ülkücü olmak çok kolay. Ben ülkücüyüm diye bozkurt yapıyor adam ülkücüyüm diyor.


“HEM İSLAM SANCAĞI ALTINDA HEM DE TÜRKLÜK YÖNETİMİYLE BULUŞTURMAK”

Bozkurt işareti nereden geliyor? Türk-İslam ülküsünü anlatır mısınız?

Bunu Ebul Feyzi Elçi Bey‘den aldık. Bizim biliyorsunuz sağ yumruktu işaretimiz, sol yumruk ise devrimcilerindi. Bizim rahmetli Başbuğumuz 1992-93 yılında Azerbaycan ziyaretinde kurucu Azerbaycan Cumhurbaşkanı Elçi Bey böyle bir işaret yaptı. Başbuğumuz da sordu “bu nedir?” diye. Bu dedi “Allah’ı, İslam’ı temsil eder. Bu parmak Allah’ın bir olduğunu bu da Türklüğü ifade eder. Ve aynı anda da bozkurt kafasını ifade eder.

Türk islam ülküsü biliyorsunuz Türk milleti cihan mefkuresine sahip bir millettir. İslamiyet’ten önce bunu gökteki Tanrı adına dünyaya nizam verme, yani tanrı kut kavramıyla şekillendiren Türk devletleri nasıl ki İslamiyet’ten önce Atila, gökteki tanrı yerdeki kırbaç olarak ifade ediyorsa İslamiyet’ten sonra da Allah’ın nizamını yine aynı şekilde yeryüzündeki gökteki ve yerdeki temsilcisi olarak kabul etmiştir. Ve bu da Türk İslam ülküsü olarak kabul edilmiştir. Oradaki insanları hem islam sancağı altında hem de Türklük yönetimiyle buluşturmak hem de onları huzurlu, adaletli bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır.


“LİDER ÜLKE TÜRKİYE HEDEFİ ÜLKÜCÜ GENÇLİĞİN ÖNÜNE KONULDU”

Türkiye de yıllarca gençlik önüne bir takım idealler sergilediği ama yapılanların sadece anlatımda kaldığını görüyoruz? Bu anlamda geleceğin inşası için gençlere ne yapmak gerekiyor?

Biz herzaman orta, kısa vadeli hedefleri olan ülkü sahibi insanlarız. Bizim bugün kısa vadeli hedefimiz 2023. 1998 yılında genel başkanımız Devlet Bahçeli tarafından cumhuriyetimizin 100. yılında “Lider Ülke Türkiye” hedefi ülkücü gençliğin önüne konuldu. 2000’li yılların başında 18 yaşında olan bir genç 2023 yılında 40 yaşlarında en verimli yıllarını geçirecek. Devletine, milletine ekonomide, sanatta, siyasette toplumda hizmet edecek bir yaşta olacağı için o zamanın lider kadrolarının bugünden inşa etmek adına ortaya koyulmuş bir hedef, kısa hedefin adı.

Orta vadeli hedefimiz Turan ülkümüz, Türk birliği. Bütün Türkleri ekonomik entegrasyon halinde birlik ve bütünlük içerisinde dili, dini, ırkı ayırmaksızın bir araya getirme.

Uzun vadeli hedefimiz ise nizamı alem, ilahi kelimetullah davamızdır ki, bu Allah’ın nizamını, Allah’ın adaletini, birliğini her yere yayma ülküsüdür. Bu da uzun vadeli hedefimizdir.

Bugün AKP 2011 seçimlerinde ‘2023’ diye bir hedef koydu. Bunun patenti Milliyetçi Ülkücü Hareket’in olmasına rağmen bunu kullandı. Biz patent noktasında üzüldük tabi. Tabi bizim hedefimiz onların hedefiyle aynı değil. Bizim 2023’ümüzde hanedan mensuplarına gemicikler, yumurta fabrikaları, mısır yağ fabrikaları, pırlanta, televizyon sahibi olmak yok. Bizim 2023’ümüzde yandaş medya, besleme basın, besleme mütaitler i kendimize göre uçuş alanları yaratacağımız iş adamlarına da yer yok. Bizim 2023’ümüzde milli üniter yapıyı bozacak, manevi iklimi bulandıracak, ruhban okulu açacak bir hedef  de yok. Bizim 2023’ümüzde yoksulluğun ve yolsuzluğun altında ezilen milletimizi müreffeh seviyeye çıkartmak; gelir dağılımında adalet, eşitlik, demokrasi ve insan haklarına saygı var. Bizim 2023’ümüzde Anadolu toprağının bir bölümünü federatif içerisinde bu milletin kalbinin yarısını kesip atmak yok. Bizim 2023’ümüzde güney doğulusu doğulusu kuzeylisi ve batılısıyla milletimizin bir bütün olması var, milletimizin kangren olmuş yaralarını onarma var, milletimizin gözyaşını silme var. Bunu ayırt edelim. Ve bu hedefler doğrultusunda da gençlik eğitimimizin adı da “2023 Gençlik Eğitimi”, liderlik okulu. Bunu da kendimize sembolleştirdik.

“TÜRKİYE’DEKİ GENÇLİĞİN EN BÜYÜK SORUNU YOKSULLUKTUR”

Türkiye’deki gençlerin en büyük sorunu sizce nedir?

Türkiye’de ki gençlerin en büyük sorunu yoksulluktur. Yoksulluk, Türk milletinin adeta kanını emen en büyük vampirdir. Bu vampir karşısına özellikle medya tarafında empoze edilmeye çalışılan ekonomik eziklik eklendiğinde bu sanal şöhret, sanal üzerinden kolay kazanılan para ve buna zenginlik eklendiğinde Türk milletinin ve Türk gencinin içinden çıkamayacağı bunalımın adıdır yoksulluk.

Bu, her ile bir üniversite açarak gençlerin geleceğini şekillendirmeden binlerce atanamayan öğretmen, mühendis, doktor, birçok yetişmiş elemanın dışarıda kalmasıdır. Bu da gençler için bir umutsuzluktur. Geleceğe bu yönde bakamama koşuludur. Bir diğeri yozlaşmadır. Milli kültürsüzlük adına inaçsızlıklarımızı ve manevi duygularımızı fes etmektir. Aile yapımızı, karekterlerimizi yok etmektir ki işte sahte kabadayılar Türk milletinin yiğit gençlerini, Türk milletinin gözü kara gençlerini mafya babasına özendirmektedir. Efendim bir gecede 300 bin dolar için tanımadığı bir adamın yatağına giren genç kız Türk gençlerini ahlaksızlığa teşvik etmektedir. Aynı şekilde yine Türk gençlerini Yetenek Sizsiniz programıyla şaklabanlığa yönlendirmektir. Popstar gibi programlar Türk gençliğini adeta bir maymuna çevirmektir. Bu ikinci tehlikeli şeydir, yozlaşma.

Ve üçüncüsü yolsuzluktur. Türk gençliği ne yazık ki bu yolsuzlukların önünde bir kaydedici cihaz gibi kendini de yetiştirip ilerde makam ve mevki sahibi olduğunda her şeyi kolay yoldan elde etme, yetimin hakkını gözetmeme, çalma çırpma, her türlü hakkı gasp ederek bir yerlere gelmeye özendirmektir.

Bu üç şey Türk gençliğinin en büyük engelleridir. Türk gençliği bunları görerek hakla haram arasında, yani helal ile haram arasında, doğruyla yanlış arasında, kara ile beyaz arasında, hak ile haksızlık arasında bir tercih yapmakta sıkıntı çekmektedir. Düşünebiliyor musunuz bu ülkenin gençleri KPSS sınavında rakibi olan birçok arkadaşının haklarını çalarak memur olabiliyor. İşte yolsuzluk yozlaşmadan kastım budur. Aynı şekilde babasını kesen, anasını kesen, sokakta anası sayılacak insanın Pazar parasını gasp eden, araba yakan, molotov kokteyli yapan devletinin askerine kurşun sıkan… 17 yaşındaki genç kızın ırzına geçen tiplerin Türkiye’de son 10 yılda ki en büyük tehdidi olarak görüyorum.

Sağ-sol kavgası diye bu işi ucuzlatanlar şunun farkındalar mı? Sağ-sol yeşillik olsun diye mi mücadele verildi. Ülkücüler neyi savunuyorlardı, iyi düşünsünler. Bugün yine aynı şekilde PKK’lılar haykırıyor. Karşısında ise sadece ülkücüler var. Aynı şekilde 12 Eylül’den önce de aynıydı. Herkes kol kolaydı. Bugün de aynı şekilde aynı hikaye söyleniyor: “Ülkücüler derin devlet yapılanmasının bir kısmıdır”. Ülkücüler derin devlet yapılandırmasının bir unsuru olsa ülkücülerin bugün bu halde olmamalıydılar. Ülkücüler 12 Eylül’den sonra iktidar olmalıydı. Ülkücüler büroda, iş adamlığında, televizyonda ve her yerde olmalıydılar. Ülkücü olduğu için milli takıma alınmayan bir futbolcuydu Ünal Kahraman. Ülkücü olduğu için TRT korosundan atılan sanatçıdır Yıldırım Gürses. Ülkücü olduğu için sinema filminde oynayamayan bir artisttir Serdar Gökan. Bu örnekleri daha da çoğaltabilirim. Ülkücü olduğu için öldürülen tek Bakan Gün Sazak. Ülkücü olduğu için katledilen 9 tane gazeteci var. Niye hep Abdi İpekçi anılıyor? Niye ilhan Darendeli anılmıyor? Ülkücü olduğu öldürülen tek ses sanatçısı Mürüvvet Kekilli… Ülkücü olmak zor, ülkücü olmak kolay değil. Ülkücüler bu kadar palazlanan bir yapıysa bu kadar cefayı, meşakkati süs olsun diye mi çekiyor? Düşünmek lazım!

“TÜRK GENÇLİĞİNİ GÖRMEK İSTEYENLER ÇANAKKALE RUHUNU TATMALIDIR”

Peki, Türkiye’deki gençlerin en güzel özelliği nedir sizce?

Türk gençliği kendini bilen bir gençliktir. Nerede ne cevap vereceğini iyi bilir. Türk milletinin bütün hasletleri onlarda vardır. Milletine sabırlıdır. Milletimiz kendine göre elindeki ile yetinmesini bilir. Kanaatkardır. Bu millet Rus devrimi gibi Arjantin’deki bir ekonomik kriz gibi devletini, milletini rencide edecek bir millet değildir. O yüzden Türk genci de bu özelliklerle bezelidir. Yeri gelir askere gider, asker ocağında vatanı için şehit olur.

Türk gençliğini görmek isteyenler Çanakkale ruhunu tatmalıdır. Orada her yerden gelen genç mehmetçiklerin nasıl şehit olduklarını öğrenmelidir. Bu milletin öz değerlerini nasıl koparılmayacağının sigortasıdır oradaki gençler.




“GİT OT BİÇ, ÇİMENTO TAŞI BEN DE SANA ÖZGÜRLÜKÇÜ DİYEYİM”

Türkiye’deki özgürlüklerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’de özgürlükler ne yazık ki yeterli manada özümsenmiş durumda değil. Özgürlük alanlarından kastımız milleti ne yazık ki bugün bölmek ve parçalamak olarak ifade ediliyor. Ve böyle bir beklenti içerisine giriliyor. Halbuki bizim özgürlükten kastımız bir fikir özgürlüğü. İkincisi insanların fikrini bu milletin, devletin ve bu gençliğin geleceği için ifade edilebilmesi. Fikir özgürlüğünden kastımız bu. Yoksa fikir özgürlüğü dünyada hiçbir yerde milletini, devletini tetikleyecek şekilde kabul görür mü? Hayır. Özgürlükler de adeta böyle. Ben genç demokrasimizin 66 yıllık çok partili hayatını daha ergenlik dönemini yeni geçirdiğini düşünüyorum. Daha o dönemleri atlatamadık. Daha hâlâ Türkiye’de bazı kavramlar tam yerli yerine oturamadı. Oysa özgürlük, demokrasi, emek bunların hepsi ulvi kavramlar.

Biz iki sene öncesine kadar 1 Mayıs İşçi Bayramını bile bir çatışma alanı olarak kutlayan tek ülkeydik. İşçi misin değilsin işveren misin değilsin. Babanın parasını yiyorsun, gidiyorsun işçi bayramına polisle çatışıyorsun. Git işçi ol, öyle çatış. Bu neye benziyor? Sen marka mont giy, marka bot giy, marka sigaranı iç sonra bir de özgürlükçüymüş, emekçiymiş. Git bir tırpan biç, çimento taşı bakıyım o zaman ben sana özgürlükçü diyeyim.

Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu imkânı olsa yurt dışına gidebileceğini ve orada yaşayabileceğini söylüyor. Sizce gençler Türkiye’den neden gitmek istiyorlar? Gençler Türkiye’de neden memnun değil?

Türkiye’den gitmelerinin tek sebebi Türkiye’deki mevcut ekonomik ve sosyal şartların gençlerin ihtiyaçlarına karşılık verememesi. Sen çıkar da bu ülkenin en dürüst liseleri en ahlaklı liseleri imam hatip liseleri dersen ne yani ben imam hatip lisesine gitmediğim için gayri ahlaki mi oluyorum şimdi. Sen bu memlekete hizmet eden bir insansın. Sırf ideolojin benim gibi olmadığı için sıradanlaştırıyorsan tabi ki de ülkeyi terk edip gidersin. Bizim ideolojilerimiz bizi ilgilendirir. Bizim gibi herkesin düşünmesini istemiyoruz. Türkiye’de Misakı Milli sınırları içerisinde milletinin birliğini, bütünlüğünü ve hizmet aşkıyla çalışan bütün herkese saygımız var tabi ki de yıkanlara da karşıyız.

Bugünkü gençlerin hepsi televizyonla büyüdü. Şimdi buna bir de sanal dünya eklendi. Gençlerin algılamaları, hayal dünyaları, zihinlerinin çalışması, bakışları, görüşleri, kodlamaları, hepsi görsel ya da sanal dünyanın kurallarına göre şekilleniyor. Bu dünyanın nimetleri ya da kötülükleri gençleri nasıl etkiliyor? Gençlere ne yapmalarını tavsiye edersiniz?

Evet, biz televizyon çağının gençleriyiz. Bugün 18 yaşında biri için kullanacağımız nesil ise bilgisayar çağının gençleri. Bugün sosyal medya dünyayı küçük bir küresel sanal medya alemine getirmiştir. Türk gençliğinin istediği ihtiyaç duyduğu birçok eksikliği bugün cok rahatça bulabiliyor ve erişebiliyor. Bu bizim için kendimizi yetiştirme, kendimizi bu noktada daha olgunlaştırma imkanı açısından çok güzel bir şey.

Bugün belki bizden önceki nesil kütüphanede, biz televizyonda, bizden sonraki nesil bilgisayarda bunu daha rahat yaşıyor. Biz herhangi bir bilgi için kütüphane kütüphane gezebilirdik. O kitap için para arardık. Bulamazdık. 50 milyonluk bir kitabın makalesini şimdi 1TL’ye okuyabiliyorsun. Doğru kullanılırsa çok güzel bir nimet.

Sanal dünya ile ilgili bir iletişim hukuku, sanal iletişim alanında oluşabilecek savunma hatları olmadığından dolayı da çok tehlikeli ve tehditkar buluyorum.

“ARAP BAHARI’NIN MİLLİ BİR REFLEKS OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM”

‘Arap Baharı’ ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce yaşananlar bir devrim miydi?

Arap Baharı’nın milli bir refleks olduğunu düşünmüyorum. Bu milli refleks olmadığı için de bu tamamen küresel güçlerin yıllarca kurguladıkları ve o milletin kanını emdikleri, vampir dikdatörlerin görevlerini tamamladığı ve onun yerine yeni vampir diktatörlerinin atanmasıdır. Bu milli bir refleks değildir. Bunu kullananlar da görevli ya misyonerler ya istihbarat elemanları ya da piyonlar bunu kullanıyor. Ne yazık o milletlerin gençleri üzerinden kullanılması.

Bugün Mısır’da bir halk ayaklanması adı altında iddia edilen Mısır milli uyanışı sonrasında Mübarek yollanmış ve ondan daha katı bir diktatör Mursi gelmiştir.  Adamın uşaklık yapmış olduğu tek ülke var o da ABD. Yani Mursi o ülkenin bağrından kopmuş bir şey.

“GÜNEŞ BATMIYOR BU HAREKETİN ÜSTÜNE”

Ülkü Ocakları olarak Ortadoğu coğrafyası ile ilgili herhangi bir çalışmanız oluyor mu?

Ciddi çalışmalarımız var tabi.  Her sene arkadaşlarımız bu bölgelere giderler. Gideriz, bakarız orada ecdat yadigarlarımız var. Türklerimiz var. Mekke’de de biliyorsunuz Ülkü Ocakları var. Nasıl Avusturalya’da varsa Kanada’da varsa Avrupa’da varsa çoğu ülkede olduğu gibi Kerkük’te, Mekke’de de varız. Bir ara Libya’da vardık, Kaddafi kapattı ocağımızı. Ama Singapur’da açtık en son. Yani diyor ya “Güneş batmıyor bu hareketin üstüne”. Ölmez bu hareket ölmez bu dava.

Yeni kuşak gençlik “Y kuşağı gençlik” olarak da adlandırılıyor. Bu kavram genellikle 90’ sonrası doğumlular için kullanılan bir ifade. Y kuşağı gençler; iyi seviyede teknoloji algısı, bilgisi, kullanımı olan gençler olarak ifade ediliyor… Sizce teknoloji gençleri nereye götürüyor? Ya da gençler bu teknolojiyle nereye gidiyor? Gençlerin teknolojiyle irtibatını nasıl buluyorsunuz?

Tabi ki teknoloji birçok iyilik getirdiği gibi götürdüğü birçok güzel şey de var. Birileri gibi ürkütücü birileri gibi onlardan şüphe ve endişe eder gibi bakmıyorum. Bugün onların teknolojik dünyayı okumaları dünyayı pratik olarak algılamaları bizden çok çok öte. Bunu çok rahat bir şekilde ifade edebilirim. Genç yaşta birçok şeyi gördükleri halde, karşılaştıkları halde bu görmüş oldukları zararlı şeyleri kendi kültür haznelerinde almış oldukları değerler gençler için bir antibiyotik görevi görüyor. Ve daha da güçlü hale getiriyor.

Yalnız Anadolu gencinin nasıl başına kötü şeyler geldiğini zaten Yeşilçam filmlerinde izlemiş biri olarak söyülüyorum ki bu gençler dünyanın bi tarafına gittiği zaman bir trenden inen tahta çocuklar değil! En az o çocuklar kadar güçlü ve dünya bilincinde, çok iyi okuma düzeyi olan gençlerdir. Yalnız teknoloji tabi ki de gençliğin önünde bir tehdit alanı oluşturabilir. Bunları ötelemeden, önemseyerek, sahip çıkarak, bir kimlik halinde bir zırh verilirse gençlerimiz dünyanın belki de çağdaşlar içersinde en büyük gençleri olacaklardır. Hiç kimse kusura bakmasın biz nasıl ki bizden önceki gençlikten daha iyi idiysek, nasıl ki bizden önceki gençler onlardan daha iyi ise bu gençler de daha iyiye götürecek inşallah.

Türkiye’de gençlerin yaşadığı evreler var elbet. Artık gençler olarak daha rahat ve anlayışlıyız. Bunlar Türkiye’nin kazanımlarıdır diye düşünüyorum.


“BU GENÇLİK BÖLGEDE VE DÜNYADA EN ÇOK GELECEK VADEDEN GENÇLİK”

Türkiye’yi gençler üzerinden düşündüğünüzde nasıl bir gelecek tasarlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz? Gelecek hayalinizi kısaca anlatır mısınız?

Türk gençliği dünyanın en dinamik gençliğidir. Bu çağda eroin, uyuşturucu madde ne kadar Türkiye’yi tehdit etse de düşünen, okuyan bir Türk gençliği var karşımızda. Daha pratik,  daha özgüvenle kendini ifade eden bir Türk gençliği var. Ve ben dünyadaki gençlik yapısını diğer ülkelerle eşleştirdiğim zaman Türk gençliğinin çok çok gerisindeler. Çünkü var olan ekonomik rahatlıktan dolayı bir sorumluluk alanları yok artık. Ana, baba sevgisi yok. Aile bağı yok. Devletine, milletine bir hizmet yok. İnancı yok. Bir evlenme isteği yok. Aile kurma isteği yok. Onun için bizim gençliğimiz Allah’a şükürler olsun her zaman kendini yenilemiş ve her zaman kendini ifade etmiştir. Hiç olmazsa geçmişin acı fikirlerini zihninde yaşatarak hâlâ insanının bin yıllık kardeşliğini yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyor.

Türk gençliği geleneğine, dinine saldırı olduğu zaman çok geniş güçlü bir refleks geliştiriyor. Yeri geliyor Atatürk’e saldırı geldiğinde en büyük Atatürkçü oluyor. Şehit cenazesi geldiğinde gençleri ben görüyorum. Milletimizin her şeyiyle çok akıllı hareket edip reflekslerini geliştiriyorlar. Bu gençlik bence Türkiye’nin ve dünyanın bölgenin bu noktada en önemli ve en gelecek vadeden gençliği olarak görüyorum.

Ben Türk gençliğine güveniyorum. Bizim içimizdeki bu yeni jenerasyonun Türkiye için şansı olduğuna inanıyorum. Daha güzel okuyorlar ve daha dikkatliler. Kalıplaşmış duyguları yok. Herkesi kabul edebiliyorlar. İçlerinde barındırabiliyorlar. Ne olursa olsun dünya bulunduğu çağda anlam kazanır. Bulunduğu çağa ayak uyduramayanlar geçmişin karanlıklarına mahkum olurlar. Onun için ülkücü hareket de kendini sürekli yenileyen ve yineleyen bir kurumdur.

Ayrıntılı Bilgi İçin: www.ulkuocaklari.org.tr

On5yirmi5