Gençler artık sorguluyorlar

Stklar
Abdullah Güner’in röportajı Anadolu Platformu’nun gençlik yapılanması olarak faaliyetlerde bulunan Anadolu Öğrenci Birliği ile dün gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci ve son bölümünü yay...
EMOJİLE

Abdullah Güner’in röportajı

Anadolu Platformu’nun gençlik yapılanması olarak faaliyetlerde bulunan Anadolu Öğrenci Birliği ile dün gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci ve son bölümünü yayınlıyoruz.

Anadolu Öğrenci Birliği ile Türkiye’deki gençliğin sorunlarını, yeni anayasayı, özgürlükleri ve gelecek hayallerini Anadolu Öğrenci Birliği Genel Sekreteri Emrah Atila Bey ile konuştuk.

ANADOLU ÖĞRENCİ BİRLİĞİ


"GENÇLER ARTIK SORGULUYORLAR"

Geçmişe nazaran gençlerde bir dertsizlik, amaçsızlık, vurdumduymazlık, başıboşluk mu var? Türkiye’deki gençlerin bugün en büyük derdi nedir sizce?

Ben şu görüşe her zaman karşıyım: “Gençler artık şöyle şöyle değil”. 10 yıl önce de böyleydi, 20 yıl önce de böyleydi, 100 yıl önce de… Sorunlar vardı fakat sorunların şekli biraz farklıydı. Ya da aynı sorunlar farklı formlarda vardı. Böyle bir durum yok. Gençler geçmişte böyleydi şimdi böyle. Bugün bir sürü artısı var bu gençlerin. Daha iyi bakıyorlar olaylara, daha iyi süzüyorlar, inanmıyorlar. İnanmamak önemli bir şey. Sorgulamak önemli bir şeydir. Artık gençler sorguluyorlar. Geçmişte sorgulamıyorlardı. Yani kullanabilirlilik iyi bir şey midir? Hayır, değildir. Kusura bakmasın kimse. Ha burada bizde sorun var. Sorumluluk sahibi insanlarda sorun var. Biz kaç gence ulaştık ve kaç genç bizden yüz çevirdi. Gelin bunu konuşalım!

Biz sahada olan bir gençlik teşkilatıyız. Sahadayız ve insanlarla ilgileniyoruz. Davetimiz insanlara gidiyor mu gitmiyor mu iyi biliyoruz. İnsanlar kabul ediyor mu etmiyor mu iyi biliyoruz. Bizim sorunumuz gençler değil bizim sorunumuz insana ulaşmamak. Ulaşamadığımız takdirde genç kitleler de tabi ki kötü olacaktır. Biz ulaştıktan sonra kötü oluyorlarsa sorun vardır. Ama biz ulaşmadık daha.


"SORUMLULUK SAHİBİ İNSANLAR GENÇLERE MAKSİMUM DÜZEYDE ULAŞMAK İÇİN ÇABA SAR ETMİYORLAR"

Türkiye’de gençlerle ilgili çalışma yürütenler gerçek mana da gençlere ulaşabiliyor mu sizce? Buradaki sorun nedir?

Bu Türkiye genelinde olan bir şey. Sorumluluk sahibi olan insanlar gençlere maksimum düzeyde ulaşmak için çaba sarf etmiyorlar. Bunu yapmamız lazım. Tüm imkanlarımızı gençlere ulaşmaya onların dünyasına girmeye yönlendirmeliyiz. Bunu yaptığımız zaman bu sorun gidecek.

Bir de karşı olduğumuz diğer bir şey; “genç”le “sorun” kelimesini sürekli yan yana kullanmak. Yani kullanmayalım. Hep şu sorular soruluyor “gençlik ve sorun”. İstemiyoruz. Dünyayı değiştiren kişidir genç. Bu sorunlu olmaz ki. Herkesin sorunları vardır, gençlerin sorunları birbirine yapışık ikizler gibi anılması hoşumuza gitmiyor. Başkasının da sorunu vardır. Genç’in sorunu niye göze batar biliyor musunuz? Önde olduğu için göze batar. Onun iyi bir özelliği ona kötü olarak yansıtılmamalı. Öndedir ve önde olanın yaptığı en ufak hata görünür. Ama arkada olanlar daha büyük hatalar yapsalar da görünmez. Gençler toplumun önünde oldukları için bu hatlar sürekli görünür ve sürekli “gençlik sorunları”, “gençlik sorunları” diye bahsedilir… Hayır, gençler bu ülkeyi değiştiren topluluktur. Bu ülkeyi değiştirecek topluluktur. Bu toprakları, bu coğrafyayı yeniden şekillendirecek topluluktur. Hata da yapabilirler doğru da yapabilirler. Ama bunu gençler yapacaktır. Sürekli sen “sorunlu, sorunlu, sorunlu…” dersen, bir adama kırk defa deli dersen o adam deli olur. O yüzden biz bu şeyin bir an önce aşılmasını istiyoruz. Gençlik, gelecek! Biz bu iki kelimenin yan yana olmasını istiyoruz. Gençlik ve gelecek.

Gençlerle ilgili çalışmalarınızı yürütürken gelenekten nasıl besleniyor, geleceğe nasıl bakıyorsunuz? Geçmişinizle bağlarınız nasıl?

Bizim geçmişe karşı bakış açımız geçmişi reddetmemeyi içerir. Biz geçmişimizi sahipleniriz.

Bakın ben Anadolu Öğrenci Birliği daha yeni yeni filizlenirken bir metin kaleme almıştım. Çok eski tarihli bir metindir. Bu sorunun cevabını da yazdığım o metinden verebiliriz. ‘Güç ve şuurunu geleneğinin sarsılmaz duruşundan alıp, geleneğini de eleştirebilen temel anlayış ve bakış açısını muhasır medeniyetler üzerine çıkarabilmek için tarihi çıkarımlarıyla tarihin üst prototiplerini çizebilen bir gençlik hareketi olacaktır’ diye bir şerh düşmüşüz ya da bir açıklama getirmişiz Anadolu Öğrenci Birliği’ne. Geçmiş ve gelenek bizim geçmişimiz, biz buna sahip çıkıyoruz ama hatalarına değil. Bizim geleneğe ve geçmişe bakış açımız da böyle.

 

"TÜRKİYE’DE SORUNLARIN TEK KAYNAĞI VARDIR O DA ULUS DEVLETTİR"

Türkiye’de yakın zamana kadar özgürlüklerle ilgili ciddi sorunlar yaşanıyordu. Bu sorunların birçoğuyla ilgili adımlar da atıldı gelinen süreç içerisinde… Türkiye’de özgürlüklerle ilgili neler düşünüyorsunuz?

Türkiye’deki özgürlük sorunun tek kaynağı vardır o da ‘ulus-devlettir’. Bunu 1789 Fransız Devrimi’ne de, I. Dünya Savaşı’ndan sonra da yenilmişliğimize de bağlayabiliriz. Neye bağlarsak bağlayalım Türkiye’deki özgürlüğe dair tüm sorunların kaynağı ‘ulus-devlet’ yapılanmasıdır. ‘Ulus-devlet’ yapılanması oligarşik bir düzen kurmuştur Türkiye’de. İsmi demokratiktir bu düzenin. Hem oligarşik hem de halka rağmen halkçı ve ‘kerim devlet’ mantığından uzak – Osmanlı’nın kuruluşundaki o ‘kerim devlet’ mantığından uzak-, bir ‘kurt devleti’ yine Kemal Tahir’den mülhem olarak olaylara bakan bir devlet anlayışının özgürlük üretebilme ihtimali yoktur. Onların üretebileceği tek şey baskı ve totaliterliktir. Ve bu baskı ve totaliterlik bir süre sonra vehimlere neden olmuş ve vehimlerle bu baskı ve totaliterlik devam etmiştir. Bu sefer zannetmelerle devam etmiştir. Ama Türkiye’de halkın aklı, halkın kalbi, sağduyusu bunları aşmıştır.

Osmanlı’da İslam aklının, Müslüman aklın istikametini ve nasıllılığını belirleyen iki figür vardır. Biz bu iki figürü cumhuriyet dönemi Milli Eğitim sayesinde hep yanlış anladık. Birisini fıkra olarak anladık, birisini aşk şairi olarak anladık. Yunus Emre ve Nasreddin Hoca. Bu ikisi de Müslüman halk topluluğunun, Müslüman aklın istikameti ve nasıllılığının en büyük göstergesi olmuştur. Yunus demiştir ki “Ben rahmeti aramak için göğe baktım. Baktım ki rahmet bana yerden de yağıyordu”. Yani rahmet “gökten, üstten, yüceden, üstünden” oluşan bir şey değildir. Yerdedir. Sıradan olandadır, halktandır. Bu bize bir bakış açısı, nasıllılık belirler. Nasreddin Hoca da göle maya çalar. Göle niye maya çalar? Der ki ben olmasa da bir iş için elimden geleni yaparım sonucu Allah’a bırakırım. Ya da kendi bindiği dalı kesmeyi biz hep yanlış anladık yanlış okuduk. Bir ağacı gürleştiren onu budamaktır. Nasreddin Hoca der ki ben ağacın gürleşmesi için o ağacı budarım velev ki bana zarar vermesin, yeter ki o ağaç büyüsün. Topraktan gelen o ağaç büyüsün. İşte İslam aklının nasıllığının ve istikametinin başka bir göstergesidir. Ve Nasreddin Hoca’nın da Yunus’un da en büyük özelliği de halktan olmasıdır. Ve yine o halkın aklı, sağduyusu, kalbi, vicdanı artık ne dersek diyelim bu sorunların hepsini aşmıştır. Menderes, Turgut Özal, Erbakan hocanın döneminde aşmaya çalışmıştır. Şu an AK Parti döneminde aşmaya çalışıyor. Burada saydığım isimlerin her biri semboldür ama önemli olan bunu aşanın halk olmasıdır. Bugün eğer ulus-devletten kurtulacaksak nasıl kurtulacağız? Halklarımızın o kader birlikteliği yaptığı gerçekliliğiyle kurtulacağız. Yani benim Suriyeli Hüsam’dan hiçbir fakım yoktur, benim Bosnalı Sedat’tan hiçbir farkım yoktur, benim Azerbaycanlı Cengiz’den hiçbir farkım yoktur, benim Tunuslu Semih’ten hiçbir farkım yoktur. “Onlar bendir, ben de onlarımdır” dediğimiz an ulus-devlet yerle bir yeksan olacaktır ve bunu halk yapacaktır. Bunu halk yapmaya çalışıyor ve bunun karşılığı olarak da devlet aklı bunu yapmak zorunda kalıyor. Halk istemese bunlar olmaz.

Bugün Türkiye’nin son 30 yıldır devam eden kadim sorunlarından birisi çözülmeye çalışılıyor. Burada evet siyasi irade çok önemlidir ama siyasi iradeyi güçlü kılan halkın iradesidir. Siyasi irade halkın desteğini almazsa o siyasi iradenin hiçbir kıymeti harbiyesi olmaz. Ama halk buna sahip çıkıyor. Siyasiler halk sahip çıktığı için sahip çıkmaya çalışıyorlar veya sahip çıkıyorlar. Ama halk bir gün desteğini çekerse ki böyle bir şey olmayacak çünkü o kadim kardeşliğin farkına varıldı. O İslam kardeşliğinin farkına tekrar varıldı acı tecrübeler sonucu da olsa… Bu sorun da çözülecek inşallah. Ve halk tek tek işte Kürt sorununu çözecek, ilerde sınırlar var ya birilerinin aramıza koyduğu sınırları da kaldıracak.

Biz kardeşlerimizle tekrar tek sınırda, gönüllerin çizdiği sınırda yaşamaya devam edeceğiz. Ama dediğim gibi bu sorunların tek kaynağı ulus-devlettir. Onun için ulus-devleti inkar edeceğiz. Bu üniter devlet yapılanmasını inkar edeceğiz. Hiyerarşik devlet yapılanmasını, bürokratik devlet yapılanmasını inkar edeceğiz. Bunları değiştirmek için gücümüzün sonuna kadar da mücadele edeceğiz. Biz özgür bir ülke istiyoruz. Biz insanlarının birbirine kardeş olduğu dile, dine, ırka bakmadan insanların konuşabildiği; insanların güce, otoriteye ya da herhangi ‘başkaya’ kurban edilmediği bir ülke tahayyül ediyoruz. Bıktık, usandık bundan… Hakikaten biz özgürlüğü istiyoruz. Şeriati’nin deyimiyle “özgürlüğe de ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar da muhtacız”. Bunun muhtaçlığı da bize ekmeği de suyu da verecektir. Biz özgürlüğe kavuştuğumuz an ekmeğimiz ve suyumuz olacaktır. Ve tek tek o prangalardan da kurtuluyoruz inşallah.

 

"ANAYASAMIZ ‘AMASIZ’ VE ‘ANCAKSIZ’ OLMALI"

Söylediklerinize binaen yapılacak yeni anayasada nelerin olmasını isterseniz? Yeni anayasayla ilgili istekleriniz nelerdir?

Genel olarak değinmediklerim dışında birkaç tane özel şey söyleyeceğim: Bir, vatandaşlık tanımı. Bunun düzeltilmesi gerekiyor. Türk vatandaşlığı nedir? Böyle bir şey yok. Biz ırk üzerine bir vatandaşlık tanımı getiremeyiz. Bir defa böyle bir tanım olmaz.

Bir diğeri değişmez denilen kurallar var. Yok böyle bir şey. Devlet millet için vardır. Ve devlet bir araçtır. Asıl olan millettir. Millet istediğini değiştirir istediğini değiştiremez. Sen bunu millete dayatamazsın. Millet ne istiyorsa o. Değişmezlik denilen bir ilke yoktur.

Bir diğeri üniter-devlet mantığı… Anayasadaki bu üniter devlet denilen maddelerin geçtiği her şeyden vaz geçeceğiz. O tür maddelerin hiçbirisi olmayacak. İnsan merkezli bir anayasa olacak, devlet merkezli değil. Yine her şey ulus-devlete dayanıyor.

Yine güvenmezlik denilen bir şey deniliyor anayasada. Mesela açın 24. maddeyi… İnsanların şu şu hakları vardır ama şuna şuna muğayir olmadıkları sürece. Yok böyle. Anayasada ‘ama’yla devam eden, ‘ancak’la devam eden maddeler olmayacak. Özellikle de özgürlüklerle alakalı. Anayasamız ‘amasız’ ve ‘ancaksız’ olacak.

Bir de anayasanın dili mevzusu var. Anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Bakın anayasa toplumsal sözleşmedir. Anayasa devletle millet arasındaki sözleşme değildir. Üstünü basa basa çiziyorum. Anayasa milleti oluşturan bireylerin birbirleriyle arasındaki anlaşmadır. Biz anayasayı da yanlış anlıyoruz. Devletle millet arasındaki sözleşme. Yok böyle bir şey. Milletin kendi iç sözleşmesidir, toplumsal sözleşmesidir. Buna da dikkat edeceğiz anayasada.

Diğeri anayasanın diliyle alakalı. Anayasa eğer toplum sözleşmesiyse benim nenem de okuduğu zaman anlayacak ben de okuduğum zaman anlayacağım. Beni de ilgilendiriyor benim ninemi de ilgilendiriyor, babamı da amcamı da herkesi ilgilendiriyor. Herkes okuduğu zaman rahatlıkla anlayacak. Ve çok uzun olmamalı. 30 maddeyi geçmemeli. Zaten 30 maddeyi niye geçiyor o ‘ama’lar ve ‘ancak’lar nedeniyle. Milletine güvenmeyen bir mantıkla yazıldığı için. Sürekli millete maraza gözüyle, sıkıntı çıkartabilirler diye bakılmış. Böyle bir devlet yok ki! Böyle devlet olmaz olsun. Milletine güvenmeyen devlet olmaz olsun.

Devlet nedir temelde?: Güçlüler arasında dengeyi korur ve güçlülerin güçsüzleri zulmetmesini önler. Devletin en gelir geçer tanımı budur.  Birçok tanımı var ama en temel tanımı budur. Bunu yapmıyor ki. Güçsüzlere en fazla zulmeden devlet. O zaman o devlet sadece ismen vardır. O devlet gayri meşru bir devlettir. Şimdi o meşru hale getirilmeye çalışılıyor. Bunun da tek bir çözümü var: Millet merkezli yeni bir anayasa yapmak.


"ÖNEMLİ OLAN BU ÜLKEDEN NE İÇİN ÇIKTIĞIN"

Bir araştırma sorusuyla devam edeceğim: Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki gençlerin büyük bir çoğunluğu imkanı olsa yurt dışına gidebileceğini ve orada yaşayabileceğini söylüyor. Gençlerin Türkiye’den gitmek istemelerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bunun en büyük nedeni eğitim kalitesizliği. Bir defa böyle bir gerçeklik var. Kaliteli bir eğitim verilmediği zaman mecburen yeni bir eğitim anlayışı yeni bir formasyon için gençler yurtdışını tercih ediyorlar. Bu noktada Türkiye kendisini çek etmelidir.
 
Bir taraftan da yurt dışına çıkmak çok kötü bir şey değildir. Yurt dışına çıkmak, gezmek güzel bir şeydir. Yeni bir dil öğrenmek güzel bir şeydir. Ama bu bizim ülkemizin eksikliğinden kaynaklanmasın. Yeni bir şey öğrenmekten doğan istekten dolayı kaynaklansın. Önemli olan niçin çıktığın? Yoksa yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmak, yeni diller öğrenmek, eğitimini geliştirmek çok iyi ve güzel bir şeydir.



"ÖNEMLİ OLAN İLETİŞİM ARAÇLARINI NASIL KULLANDIĞINDIR"

Bugünkü gençlerin hepsi televizyonla büyüdü. Şimdi buna bir de sanal dünya eklendi. Gençlerin algılamaları, hayal dünyaları, zihinlerinin çalışması, bakışları, görüşleri, kodlamaları, hepsi görsel ya da sanal dünyanın kurallarına göre şekilleniyor. Bu dünyanın nimetleri ya da kötülükleri gençleri nasıl etkiliyor? Bu anlamda gençlere neler yapmalarını tavsiye edersiniz?

Şimdi bir odada oturuyoruz ve sohbet ediyoruz. Bu odada şu an ikimiz varız ve iyi şeyler konuşuyoruz. Biraz sonra kalkacağız ve namaz kılacağız bu odada. Ne olacak? Bu odada namaz kılınmış olacak. Sonra Kur’an okuyacağız, Allah’ı zikredeceğiz, tefekkür edeceğiz. Daha sonra oturacağız gençlerin sorunlarını çözmeye çalışacağız. Üniversitede bursu yoksa burs bulmaya, evi yoksa ev bulmaya buradaki ‘sorun’ daha farklı bir kelime. Bunlara çözüm bulmaya çalışacağız. Sonra gençler gelecek çay içip muhabbet edeceğiz. Böyle bir odada yaşıyoruz. Ya da bizim dışımızda iki kişi bu odaya geldi burada içki içtiler. Daha sonra akşam oldu (şehvetli) eğlence düzenlediler, daha sonra burada kavga ettiler birbirini bıçakladılar. Bu odanın sorunu mu bu yoksa odayı dolduran ve oranın kullanış şekli mi sorun? Bir defa bunu bir düşünelim. Bu, odanın –mekanın- sorunu değil. Bu mekandaki insanın burayı nasıl kullandığının sorunu. Bizim teknolojiye bakışımız da böyle. Nasıl kullanırsak teknoloji öyle iyidir. Ya iyidir ya da kötüdür. Eğer biz teknoloji denilen nimeti eğer iyi anlamda kullanıyorsak bu iyi olacaktır. Ama teknolojiyi kötü anlamda kullanacaksak o kötü olacaktır. Her türlü adet, edevat, araç için geçerli bu.

Sosyal medya veya diğer iletişim araçları nihayetinde birer araçtır. Ve bu araçları sen nasıl kullanıyorsun? Önemli olan budur. İnsanlık mirası denilen şey şu değildir: Teknolojiyi batı buldu diye bu batının değildir. O mirasta benim de katkım çoktur. Gayri müslimler buldu diye bu gayri müslimlerin ürünü değildir. O mirasta Müslüman aklında katkısı çoktur. 100 yıl sonrada biz gelişeceğiz inşallah bu sefer aynısını Batılılar -gayri müslimler- diyecek belki de. Bu onların ortak ürünü olacak. Düşünsel gelişim ve iletişim araçlarındaki gelişim insanlık tarihinin ortak ürünleridir. Reddetmeye dayanmaz bunlar. Bunlar insanlığın ortak ürünleri olduğu için reddedilemez. Önemli olan bunları nasıl kullandığınızdır.



"SOSYAL MEDYA İŞİMİZİ KOLAYLAŞTIRDI"

Sanal dünyanın nimetlerinden biri de gençlerin sosyal medyada kendilerini ifade etmelerinde aracı olması. Hatta son dönemde ‘Arap Baharı’yla sosyal medya üzerinden gerçekleşen ayaklanmaların, devrimlerin olduğu söyleniyor. Katılmış olduğunuz Yeni Ortadoğu ve Kuzey Afrika Sistemi Konferansı’ndan bahsetmiştiniz Bu konferansta neler konuştunuz bu bağlamda? Sosyal medyayla ilgili neler düşünüyorsunuz?

Evet, sosyal medya konuşuldu. Bunu biz birçok uluslararası alanda bazen kendim bazen kendi arkadaşlarım tenkit ettik, eleştirdik. Devrimler sosyal medya sayesinde olmadı. Bir defa böyle bir haksızlık yapmayalım. Sosyal medya bir iletişim aracıydı. Cep telefonu yerine bu kullanıldı. İhvan-ı Müslimin’in bu coğrafyadaki çalışmalarını kimseye yadsıyamaz. Gözyaşlarını, kanlarını, terlerini bu işe adayan nesilleri kimse yadsımasın. Ondan bu devrimler oluşturdu. Allah’ın izniyle onlar bu devrimlerin temelini attı. Onların yetiştirdiği nesiller bu durumu oluşturdu. Ama bu dönemdeki en etkili iletişim aracı sosyal medya olduğu için, cep telefonundan, televizyondan daha etkili bir iletişim aracı olduğu için bu örgütlenmede sosyal medya kullanıldı. Ve bu iyi de oldu, güzel de oldu.

Konferansta konuşan ülke temsilcileri “sosyal medya işimizi kolaylaştırdı” diyorlar. “Birbirimize ulaşamadığımız yerlerdeki örgütlenmemizi kolaylaştırdı” diyorlar. Yanlış anlaşılmasın devrimler sosyal medyada ortaya çıkan fikirler değil. Bu dönemdeki en etkili iletişim aracı sosyal medya olduğu için sosyal medya kullanıldı ve başarılı da oldu. İyi ki de kullanıldı. Biraz önceki sorunun açıklaması buydu. Teknolojiyi iyi kullandığımız zaman iyi oluyor kötüye kullandığımız zaman da kötü oluyor.


"BİZİM SOSYAL MEDYA İŞİNE EL ATMAMIZ LAZIM"

Sosyal medyayla ilgili ne düşünüyorsunuz? Özellikle Facebook ve Twitter’da yaşayan var. Bunun ne gibi etkileri oluyor gençler üzerinde?

Sosyal medyadaki en büyük handikap şu: Birebir iletişim kayboluyor. Ve tartışılması gereken mesele de bu. Yüz yüze, birebir ilişki kayboluyor ve yapay bir ilişki ortaya çıkıyor. Bu da karakter bozukluklarına neden oluyor. Mesela bizim camiada en çok kullanılan deyim nedir? “Klavye mücahitliğidir”. Bir sorunu tespit etmek adına söylüyorum bunu hoşlandığım için ifade etmedim. Hakikaten de öyledir. Sosyal medya çift kişilikli karakter meydana getiriyor insana. Bu nokta tartışılmalı ve çocuk yetiştirilmesinde buna özel bir eğitim verilmelidir. Sosyal medyanın nasıl kullanılacağına dair. Sosyal medyanın insanların böyle istediği her şeyi sunduğu, zaten beni görmüyor istediğim her şeyi söylerim, hakarette bulunurum, küfür ederim sonra da ayrılırım değil!.. Oranın da düzgün bir şekilde kullanılacağının eğitimi verilirse çocuklara, yeni nesile bu sorundan da kurtulabiliriz. Dediğim gibi çift karakterli insanları ortaya çıkartıyor.

Bunun dışında gerçekten çok güçlü bir iletişim aracı sosyal medya. Binlerce kişiye aynı anda ulaşabileceğiniz, sorununuzu, mutluluğunuzu, acınızı, sevincinizi aynı anda binlerce kişiye ulaştırabileceğiniz, duyuru yapabileceğiniz, paylaşım alanı oluşturabileceğiniz bir alan… Artısı çok fazla olan bir alan. Ha şunu es geçmeyeceğiz: Sosyal medyanın analiz serüvenlerine artık gark olduğunu ya da o mantıkla kurulduğunu CIA’dir MI6’dır vs. onlar üzerine kurulu olan bir şey…

Tabi bunun için de bizim oturup sosyal medya işine el atmamız lazım. Bazı çalışmaların olduğunu duyuyoruz Salamword, Demogratis.com, Mister Like Me gibi yeni sosyal ağların kurulduğunu, kurulacağını duyuyoruz. Bunlar Türkiye menşeili ya da Dubai menşeili çalışmalar. Bu coğrafyanın yapmış olduğu bu girişimlere destek vermeliyiz.


"TÜRKİYE’DE GENÇLERİN EN BÜYÜK SORUNU: OKUMAMAK!"

Türkiye’deki gençlerin en büyük sorununun ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Okumamak. En doğru cevap bazen ilk akla gelen cevaptır. Soruyu sordunuz ilk aklıma bu geldi. Yani okusak da bilinçli okumuyoruz.

Bizim kültürümüzde ‘rıhle kültürü’ denilen bir şey vardır. ‘Rıhle kültürü’ sembolik olarak nedir? Bir hoca vardır, hocanın önünde ona ters dönmüş bir rıhle ve rıhlede eğilmiş bir öğrenci, öğrencinin önünde de bir kitap vardır. Kitap bilginin kaynağıdır. Öğrenci bilgiyi alandır. Üzerine bilgiyi ona okutan araçtır. Ama bu üçü tek başına yeterli değil ki bir üçüncüsü vardır, hoca. Şimdi bizde ya rıhle ve kitap yok, okumuyoruz. Ya da okuyacak insan olsa da hoca yok. Üzerinde bir şey eksik.

Vakıflar, cemaatler, dernekler bu okuma kültürünü oluşturmaya çalışıyorlar bir yandan da.

Evet, oluşturmaya çalışıyorlar. Bu iyiye de gidiyor. Olumsuz bir tablo yok ortada. Hem hoca öğrenci ilişkisi gelişiyor hem de kalifiyeli hocalar bu vakıflar, cemaatler ve sivil toplum kuruluşları sayesinde yetişiyor. Hata yapa yapa doğruyu buluyorlar. Ve belki 20 yıl sonra hocaları da olan, rıhlesi ve kitabı da olan bir gençlikle karşı karşıya olacağız inşallah. Tablette olabilir bu, basılı kitap demeyelim.


"HESAP VEREBİLİR BİR NESİL, HESAP VEREBİLİR BİR GENÇLİK İSTİYORUZ"

Türkiye’yi gençler üzerinden düşündüğünüzde nasıl bir gelecek tasarlıyorsunuz? Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyorsunuz? Gelecek hayalinizi kısaca anlatır mısınız?

Biz şöyle bir ülke hayal ediyoruz: Bir defa sınır kavramının olmadığı, sınırlarının olmadığı bir ülke istiyoruz. Bizim sınırlarımız gönül birliğimizin bittiği yerlerdir. Bizim gönül birliği yaptığımız bir yer bir toplum varsa o yer bizim sınırımızdır. Böyle bir Türkiye istiyoruz.

İnsanın bir ‘başka’ya kurban edilmediği… İnsanın özelde gençliğin herhangi bir ötekiye, dil olur, din olur, otorite olur, güç olur, makam olur vb. Hiçbir ‘başka’ya kurban edilmediği bir ülke istiyoruz.

Biz artık gençlerin menfaatler uğruna, çıkarlar uğruna kurban edilmediği bir ülke istiyoruz, tahayyül ediyoruz.

Biz, dünyasını düşündüğü kadar ahiretini de düşünen hatta dünyadaki yaşam serüvenini ahiret merkezli olarak kuran, konumlandıran bir ülke, bir toplum, bir nesil hayal ediyoruz. Yani hesap verebilir bir nesil, hesap verebilir bir gençlik istiyoruz.

Röportajın İlk Bölümü İçin Tıklayın: "Türkiye’de Müslüman gençler başroldeler"


Ayrıntılı Bilgi İçin:

www.anadoluogrenci.org

www.anadoluplatformu.org

On5yirmi5