Yenilmediniz, mağlup edildiniz!

Olaylar
Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan, Salih Tuna, Ali Bayramoğlu, Cem Küçük, Ali Saydam; Star gazetesinden Taha Özhan, Eser Karakaş, Ahmet Taşgetiren; Sabah’tan Mehmet Barlas, Okan Müderrisoğ...
EMOJİLE

Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan, Salih Tuna, Ali Bayramoğlu, Cem Küçük, Ali Saydam; Star gazetesinden Taha Özhan, Eser Karakaş, Ahmet Taşgetiren; Sabah’tan Mehmet Barlas, Okan Müderrisoğlu; Akşam’dan Turgay Güler; Türkiye gazetesinden Melih Altınok bugün gündemle ilgili önemli konuları ele alıyor. İşte gündemden habersiz kalmamak için okunması gereken yazılar…

Salih Tuna: Ey Dumanlı diyecektim ama

Son günlerde malumunuz ‘Ey değişik’, ‘Ey dangalak’, ‘Ey müptezel’, ‘Ey mal’ serlevhalı yazılar dercettim.

Sırada ‘Ey ahmak’, ‘Ey şapşal’, ‘Ey çakal’, ‘Ey yavşak’ falan var.

Bu yazıların arasına ‘Ey Dumanlı’ başlıklı yazı atmak yanlış anlaşılabilirdi, vazgeçtim.

Gelgelelim, Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı dün öyle acayip bir yazı yazdı ki, olursa o kadar olur.

Sayın Erdoğan kazansa da kaybetmişmiş!

Neden mi?

Türkiye kutuplaşmış, çok gerilmiş, medyaya baskı varmış, hülasa, demokrasi ve özgürlükler attaya gitmiş.

Böyle giderse…

Nasıl ki Ekmeleddin Bey’i tanıdıkça sevdik, Ekrem Bey’i de okudukça seveceğiz galiba.

Yahu mübarek, nerde nasıl bu kadar güzelleştiniz?

Kanser hastası Türkan Saylan’ın apar topar evinden alındığı, KCK’lı belediye başkanlarının toplama kampı görüntüsünü çağrıştırırcasına kelepçelendiği, bir alüfte üzerinden casusluk davası üretip Deniz Kuvvetleri’nin çökertildiği, cezaevinin Kuddusi Okkır’a teneşir yapıldığı, bir kitap yazdı diye Hanefi Avcı’nın mahpusa atıldığı, 28 Şubat’ın büyük mazlumlarından Mirzabeyoğlu’nun 16 yıl boyunca işkenceye tabi tutulduğu, 14 yaşında idamla yargılanıp 7 yıl içerde yatan Yakup Köse’ye ‘Cinnet Mustatili’ne eş bir hayatın reva görüldüğü, Cübbeli Ahmet’in fuhuş ticaretinden, Genelkurmay eski başkanı Org. İlker Başbuğ’un da silahlı terör örgütü kurmaktan tutuklandığı, henüz piyasaya çıkmayan kitabın kovuşturulduğu Türkiye’de basın özgür, demokrasi mükemmel, yargı bağımsızdı da her şey şimdi mi bozuldu?

Ey mübarek insan evladı…

Bi zahmet kendi yazı arşivine bak, görürsün (bence görmekle de yetinmeyip utanmalısın); o dönemdeki bütün uygulamaları yere göğe sığdıramıyor, en ufak eleştiriyi anında mahkum ediyordun.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Ali Bayramoğlu: Türkiye yeni döneme ilk adımını attı.

Sonuçlara ilişkin yapılacak yorum şu:

-Tayyip Erdoğan’ın ilk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alarak cumhurbaşkanı seçilmesi kendisi ve partisi açısından önemli bir başarıdır. Seçmenin birinci turdaki bu tercihi sadece bir kişinin bir makama getirilmesini değil, aynı zamanda o kişinin savunduğu fikirlerin, geleceğe dair siyasi önerilerinin de benimsenmesini ifade etmektedir.

Bu açıdan bakıldığında Tayyip Erdoğan’ın savunduğu kurumsal geçiş ya da etkin, siyasi icraatı himaye edecek lider-cumhurbaşkanı düzeni de önemli ölçüde onay almış görünüyor.

Elbette bu onay, seçilmiş kişinin anayasanın sınırlarını aşmasını, kuralların onun arzusu istikametinde değiştirmesini içermez.

Ancak kurumsal ve hukuksal sınırlar içinde esnekliğe ve siyasi yorumlara müsaade eder.

Türkiye yeni bir döneme bu anlamda girmiştir. Parlamenter rejimden adım adım uzaklaşma ve yarı başkanlık ya da başkanlık düzenine geçişin ilk startı böylece verilmiştir. Türkiye 2015 Genel Seçimleri’ne muhtemel bu ana temayla girecek ve yine muhtemelen 2016 bu çerçevede bir referanduma tanık olacaktır.

-CHP-MHP cephesi ‘siyasetsiz bir stratejinin’nin kurbanı olmuştur. Aday belirleme tarzlarını ve ittifaklarını sadece Tayyip Erdoğan’ı engellemek üzerine kuran içi boş hamleleri kendi seçmenleri düzeyinde bile karşılık bulmamıştır. İhsanoğlu’nun iki partinin son seçimlerdeki toplam oyundan 5 puan daha az alması, MHP’nin güçlü olduğu yerlerde AK Parti’nin öne geçmesi bu durumun açık göstergeleridir. Ayrıca bu mağlubiyet 2015 seçimlerindeki olası bir muhalefet ittifakını da şimdiden anlamsız kılmıştır.

-Sonuçlarla ilgili üçüncü husus üçüncü adayın, Demirtaş’ın aldığı oy oranıyla ilgilidir. HDP oylarını son seçimlere göre yaklaşık yüzde 35 oranında arttırmış bulunuyor. Bu durumun anlamı üzerinde durmak gerekir. HDP’nin oy oranı her şeyden önce barış sürecinin Kürt siyasi hareketi üzerindeki olumlu etkisini ifade etmektedir.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

İsmail Kılıçarslan: Çocuklar nerede oynasın?

1970’in hemen başında Jumbo Boeing 747 ilk ticari seferine başlamıştı. Amerika’yı, Cumhuriyetçilerin (sonradan Watergate skandalıyla koltuğunu kaybedecek olan) Başkanı Nixon yönetiyordu. Savaş, en kanlı günlerini yaşıyordu. 1963’ten beri Amerika’nın Vietnam ormanlarında kaybettiği asker sayısı 50 bini bulmuştu. Genç Amerikalılar, sonu gelmez ölümlerden fena halde bunalmış durumdaydı. Sıkıldıkları bir başka şeyse baş döndürücü bir hal almış ‘Amerikan kalkınmacılığı’, yani kapitalizmin kayıtsız şartsız egemenliği idi. Sokaklarda savaş karşıtları, Afro Amerikalılar ve antikapitalistler eylem üzerine eylem yapıyorlardı. 1970’de sisteme itiraz ederek ‘bu böyle gitmez’ diyen Amerikalı oranı %60’ı bulmuştu.

İşte tam o günlerde, içinde ‘Father and Son’, ‘Sad Lisa’, ‘Wild Word’ gibi şahane şarkıların olduğu ‘Tea For The Tillerman’ isimli bir albüm Amerika’nın ‘top ten’ listesine hızlı bir giriş yaptı. Albümün sahibi, sonradan Müslüman olarak Yusuf İslam adını alacak olan Cat Stevens’dı. Elinde gitarı, siyah biçimli sakalları ve gür bıyıklarıyla bu İngiliz delikanlısı o albümünde dünyaya muhteşem bir ‘protesto şarkısı’ da armağan etmişti. Şarkının adı ‘Where do the children play’ idi ve o yıl, bir virüsten daha hızlı yayıldı dünyada.

Şöyle diyordu ‘Çocuklar nerede oynasın’ adlı şarkısının girişinde Stevens:

‘Tamam, büyük uçaklar inşa ediyorsunuz

Kozmik trenlerle yolculuk ediyorsunuz

Düğmeye basıp ortalığı yaza çeviriyorsunuz

Ne isterseniz sahip oluyorsunuz, çünkü siz her şeye sahip olabilirsiniz

Biliyorum, çok uzun yoldan geldik

Günden güne değişiyoruz

O halde söyleyin bana, çocuklar nerede oynasın’

Stevens, tam olarak zamanın ruhunu yakalamış ve ‘her bakımdan köşeye kıstırılmış’ modern insanın isyanını bu muazzam şarkı ile dile getirmişti.

Sonra ne mi oldu? Tabii ki hiçbir şey… Amerikan orta sınıfı ‘sistemin devam etmesini’ Vietnam savaşından da, zenci haklarından da, kapitalist kalkınmacılığın zararlarından da daha çok önemsedi çünkü.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Cem Küçük:  Yenilmediniz, mağlup edildiniz!

Türkiye iki gün önce 12. Cumhurbaşkanını seçerek yepyeni bir dönemin perdesini araladı. Erdoğan 9. Seçim zaferiyle rakiplerini hezimete uğrattı. Girdiği her seçimde -2009 yerel seçimi hariç –hep oyunu artıran, kendisiyle yarışanları sürklase eden Erdoğan tartışmasız bu toprakların en güçlü liderlerinden biri konumunu tescillemiş oldu.

Bu seçimin en büyük galibi Erdoğan. İkinci galibi Selahattin Demirtaş. Ama Demirtaş’ın başarısının kalıcı olup olmadığını anlamak için 2015 seçimlerini görmek lazım. MHP en büyük kaybeden, CHP ondan sonra geliyor. Seçim sonuçları açıklandıktan sonra şöyle bir tweet atmıştım: ‘İddia ediyorum, CHP her seçimde olduğu gibi başarılı olduğunu söyleyecektir.’ Nitekim Gürsel Tekin bu anlama gelen şeyler söyledi. Devlet Bahçeli’nin durumu tam trajik. Başarısızlığını sorgulayacağına, seçmene hakaret ediyor. E tabii, başarısızım dese koltuğu gidecek. Hem Kılıçdaroğlu hem de Bahçeli 2015 seçimlerini de kaybettikten sonra istemeseler de, delege kal dese de artık o koltuklarda oturamayacaklardır.

Cemaatin durumu ise tam trajik. Sürekli kaybetmekte. İrtifası öyle hızlı ki, baş aşağı gidiyor. İyice loser durumuna gelen bir paralel Ankara temsilcisi attığı tweetlerle suikast iması yapıyor. Kaybettiklerini buradan anlayabiliriz. İyice kafayı kırdılar. Millet nezdinde itibarları şu an sıfır. Allah Pensilvanya’nın taksiratını affetsin.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Abdulkadir Selvi: Erdoğan, Başbakan konusunda ne dedi

Süleyman Demirel, siyasette 24 saat uzun bir süredir demişti.

Seçim gecesinde olduğu gibi.

Seçim sandıkları açılmış Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçildiği netleşmişti.

Bakanlar, parti yöneticileri Genel Merkez binasının protokol kapısına inmiş Erdoğan’ı karşılamak üzere bekliyorlardı.

O ana tanıklık etmek üzere AK Parti Genel Merkezi’ndeydik.

Saat 22.30’da geldi.

Yanında ailesi, kurmayları ve bakanlar vardı.

BAŞBAKANLA ÜÇLÜ TOKALAŞMA

Çok rahatlamış bir hali vardı. Seçim kazanmış olmanın ötesinde manevi bir rahatlama hissediliyordu. Tebrikleri kabul etti. Milliyet Ankara Temsilcisi Serpil Çevikcan, Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Çelik’le birlikte partililerden ayrı bir yerde duruyorduk. Bizim bulunduğumuz bölüme geldi. ‘Hayırlı olsun’ dedik. Neşeli bir şekilde elini uzatınca Serpil Çevikcan ile birlikte aynı anda elimizi uzatmışız. Üçlü bir tokalaşma oldu. Başbakan bize döndü, ‘Nasıl böyle daha sağlam oldu değil mi?’ dedi. Güldük.

TORUN ALİ TAHİR’İ ZAPT ETMEK KOLAY OLMADI

O sırada ailesi asansöre binmişti. Bilal Erdoğan kucağında ailenin en küçüğü Ali Tahir’i zapt etmeye çalışıyordu.

Başbakan makamına çıktı biz de bir üst kata. O sırada Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le karşılaştık.

MEHMET ŞİMŞEK’TEN ASANSÖRDE DEĞERLENDİRME

Seçim sonuçlarının ekonomiye etkisini sorduk.’ Piyasalar ilk turda Sayın Başbakan’ın seçileceğini satın almıştı. O yüzden yatay bir seyir izler’ dedi.

Başbakan balkona çıktı biz aşağıya indik. Konuşmayı izleyip, notlarımızı alıp, gazetenin yolunu tuttuk.

11 Ağustos gününe muhalefetin başarısızlığını, çatının çöktüğünü, Kılıçdaroğlu’nun suskunluğunun istifayı getirip getirmeyeceğini, Selahattin Demirtaş’ın başarısını ve nihayet AK Parti MKYK toplantısını konuşarak başladık.

Kulağımız MKYK’dan çıkacak kararda, gözümüz ise muhalefetin seçim yenilgisinin altında nasıl kalkacağına çevrilmişti ki, Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklaması geldi.

MKYK toplantısının yapıldığı bir sırada zaman ayarlı bir açıklamaydı. Mesajın doğrudan MKYK toplantısının gündemiyle ilgili olduğu açıktı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Ali Saydam: ‘Seçimin galibi CHP’dir’ (!)

Değişen bir şey yok. Bu bir aylık kampanya döneminde ‘Sandığa gitmeyin!’ diyenler dahil, herkes tuttuğu takımı başarılı buluyor. (Aralarında eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer beyefendinin de bulunduğu 13 milyon kişi sandığa gitmemiş.)

Mağlup olanın bile kendini iyi hissetmiş gibi görünmeye çabaladığı, yeterince verimli çalışmadığı halde elde edilen sonucu burnu yere düşse almayacak kadar büyük bir kibirle karşılayan vatandaşlarımızla, çok başarılı bir siyasi iletişim örneği verdiği için tam hedefledikleri sonuca ulaşamasalar da ipi göğüsleyenlerin kıyasıya yarıştığı bu seçim, millet olarak ‘ortak ruhi şekillenme’mizin temelinde yatan bazı ‘komplekslerimiz’in ve de diğer yanda ‘azmimiz’in ipuçlarını vermiyor mu? Veriyor elbette. Karpuz sendromuyla ortasından çat diye ikiye, sonrasında da üçe ayrılmış bulunan zihinlerimizdeki ‘hayatı anlama kılavuzları’mız aralarına geçit vermez bariyerle ‘anlamama’ üzerinden yol almaya devam ediyor. (Bekir Ağırdır kardeşimiz Türk siyasetinin dört partiye, dolayısıyla dört kimlik siyasetine kilitlendiğini söylüyor: Muhafazakârlar, Laikler, Türkçüler ve Kürtler.)

10 Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi, Türkiye’de son yüzyılın en önemli kırılma noktalarından birisidir. Liberalizmin önündeki son engel olan her türden bürokratik vesayetin ortadan kalkması için yeşil ışık yakılmıştır. Bu kırılma noktasının ardından Yürütme, Yasama ve Yargı dediğimiz ‘Kuvvetler Ayrılığı’ndaki denge ve ilgili kurumlararası iletişimin eskisinden hayli farklı bir ‘üslup’ içinde devam ettirilmesinin önemini bilmem ne kadar derinden hissedebiliyoruz? (Sayın Cumhurbaşkanı’nın Balkon’a bu kez tek başına çıkarak, AK Parti ile kendisini ayrıştırmasını, bu yeni dönemin atılan en önemli ilk adımı olarak görmek mümkün. Diğer yandan demokrasinin ‘olmazsa olmaz’ı ‘Seçimler’ konusundaki altyapının tıkır tıkır işlemesi, Kemal Öztürk’ün altını çizdiği, ‘2 saat 45 dakikada sonuçların belli olması’ gerçekliğini de katiyen hafife almamak lazımdır.)

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Taha Özhan: Erdoğan ve Normalleşme

Çok geriye gitmeden, sadece 1990’lardan başlayarak gözünüzün önünden yaşanan siyasi kırılmaları geçirin. Bunu yaparken bir an için Erdoğan’ın vesayet rejimi tarafından tamamen siyaset dışına itildiğini farz edin. Ortaya nasıl bir manzara çıkacağını tahmin etmek zor değil. 12 Eylül darbesinin ağır siyasal, toplumsal maliyetlerinin hem de kanlı bir şekilde üzerine çöktüğü 1980’leri, tarihimize kayıp yıllar olarak geçen 1990’lar takip etmişti. 28 Şubat darbesiyle ulaşılan tefessühün zirvesiyle, milenyumun başında vesayet rejimi siyasi ve ekonomi-politik anlamda iflasını ilan etmiş oldu.

Erdoğan’ın olmadığı bir senaryoda öncelikle milletin mükemmel bir siyasal mühendislikle ortaya çıkardığı 2002 meclis tablosunu göremeyecektik. Kuvvetle muhtemel toplum sert bir şekilde siyasetten uzaklaşacaktı. Özellikle ezici çoğunluğu oluşturan sağ seçmen geri çekilecekti. Bu 1960-1980 arası dönemde olduğu gibi seçimlere katılımın dramatik bir şekilde düşmesini beraberinde getirecekti. Türkiye’nin normalleşmesini taşıyan ana gövde siyasetten uzaklaştıkça, absürt ve zorlama iktidar mimarileriyle karşı karşıya kalacaktık. Başka bir deyişle, kayıp yıllar olarak kayda geçen 1990’lar, 2000’lere sarkacaktı. Böylesi bir durumda sadece bir kriz dönemi ortaya çıkmaz, oldukça sert siyasi ve toplumsal neticeleri olan bir kaos dönemi de kaçınılmaz olurdu. Özellikle Irak’ın işgalinde sıradan bir aktör olarak, Neocon projenin koltuk değneğine dönüşürdük. Yine kuvvetle muhtemel, Kürt meselesi Kuzey Irak’la iç içe girerek çok daha büyük bir krize dönüşürdü. Türkiye içerisinde demokratikleşme sert bir şekilde ötelenmek zorunda kalınırdı.Bugün hala ‘Kürt meselesine Kürt meselesi denir mi?’ tartışmaları vasat standardı oluştururdu. Irkçı başörtüsü yasağı merkezinde din-devlet ilişkilerindeki anormallik had safhaya ulaşırdı. 2001 ekonomik kriziyle iflas bayrağını çekmiş, finans sektörü derin bir yara almış ülke olarak, Avrupa’da başlayan bir krizle nereye savrulacağımız üzerine felaketten felaket beğenmek durumunda kalırdık. Mesela Ukrayna 1990’lardan başlayan istikrarsızlık tablosu işin nerelere gideceği hakkında bir fikir verebilir.

Basit bir revizyonist okumadan yukarıdaki tablonun çıkmaması için güçlü bir sebep bulunmamaktadır. Erdoğan momenti, Türkiye açısından, normalleşme sürecinin sert bir şekilde başlamasına neden oldu. Aynı sertlikle de devam etti. Normalleşme için yapılan müdahalelerin oluşturduğu sancıların bazen oldukça sert oldu. Bu durum kah kutuplaşma diye tercüme edildi kah otoriterleşme. Erdoğan, bu yönüyle, sadece normalleşmeyi güçlü bir şekilde taşıyan aktör olmakla kalmadı, aynı zamanda sancılarını da kontrol altında tutmayı başardı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Eser Karakaş: Erdoğan’ın başarısının gerçek mimarları kim?

Erdoğan’ın başarısının arkasında iki ayrı küme açıklayıcı neden var.

Birincisi daha evrensel açıklayıcıları içeren bir küme, ikincisi ise daha Türkiye’ye özgü bir küme.

Daha evrensel açıklayıcıları içeren kümede son on iki senede daha nitelikli kamu hizmeti üretimi var, vatandaşın üretilen bu kamu hizmetine ulaşmasındaki eşitlik ve rahatlık var, artan kişi başına gelir var, küresel krizin biraz teğet geçmesi var, gelir bölüşümünde istenen düzeye gelinememekle beraber bir iyileşme var.

Sadece bunlar bile muhtemelen bir siyasi hareketi iktidarda tutmaya yetebilir ama yaşanan bundan biraz daha fazlası.

AK Parti ve Sayın Erdoğan geçtiğimiz Pazar günü dokuzuncu tartışmasız zaferini kazandı.

Yukarıda belirttiğim gibi bu zaferler silsilesinin artan kişi başına gelir ve nitelikli kamu hizmeti ile yakın ilişkisi var.

Ancak, herkesin bilmesi, görmesi gereken başka ve çok önemli bir nedeni daha var.

Oran vermeyeceğim ama mutlak büyüklüklerle ifade etmem gerekir ise yirmi milyon dolayında seçmen ile Recep Tayyip Erdoğan ve çok daha küçük bir ölçüde de AK Parti arasında geleneksel siyasi mantığı ya da daha doğru bir ifade ile kamu hizmeti üzerinden tanımlanan siyaset mantığını aşan, çok aşan bir sevgi bağı var.

Aslında sevgi ve siyasi tercih kavramları beraber telaffuzu kolay olmayan kavramlar.

Siyasi tercihler sevgiden bağımsız, daha rasyonel, seçmene yönelik klasik kamu hizmeti temelli tercihler olmalı ilk bakışta.

Mesela, bu satırların yazarı, ilk oyunu 1973’de kullandı, hayatında hiç bir siyasetçiye sevgi ekseninde bakmadı, üretmeyi önerdikleri kamu tercihleri bazında oyunu kullandı.

Bu arada demokrasi, özgürlük, temel insan hakları gibi kavramların da kamu hizmeti sepeti çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatayım.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Ahmet Taşgetiren: Ak Parti için yeni sınav dönemi

Memleket için hayırlı olsun.Tayyip Erdoğan’ı tebrik ediyorum. Kuşkusuz Türkiye için yeni bir dönem başlamış bulunuyor.

Evet, halk oyunun devreye girmesi, Çankaya etrafındaki allengirli hesapların sonunu getirmiştir.

Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı, Gül’ün geliştirdiği çığırda, Çankaya’da millete karşı devleti temsil eden ya da “steril şahsiyetler” görme döneminin de sonu olacak gibi görünmekttedir.

“Terleyen Cumhurbaşkanı”içine Erdoğan üslubu ile ne girecekse, öyle bir Cumhurbaşkanlığına tanık olacağız. Yarıştan sonra da koşmaya devam eden bir at gibi, “Çankaya sakinliği” pek  öyle temsili bir sükunet olacak gibi görünmüyor.

“Balkon konuşması”ise Tayyip Erdoğan ismi etrafında gerilimin sürmesini bekleyenler için pek ümit verici olmayacak gibi görünüyor. Söz konusu konuşma, “Tayyip Erdoğan’ca” bir Çankaya profilinin ipuçlarını bünyesinde barındırıyor. Konuşmanın içine vurgu ile yerleştirilen “Yeni bir toplumsal uzlaşma süreci” ifadesi dileyelim, belki on yıl sürecek Cumhurbaşkanlığı döneminde hayata geçsin ve farklı inanç, kültür, yaşama tarzı, etnik aidiyet içinden “Türkiyeli bütünleşmesi”ne yol alınsın. Tayyip Erdoğan bunu başarırsa, Türkiye’ye belki de en büyük hizmeti yapmış olacaktır. Bunun ipuçlarının “Çözüm süreci”nde görüldüğünü, “Alevi açılımı” başarılabilirse bir başka boyutla görülebileceğini, dindar toplum kesimlerinin devletle ilişkilerinin özgürlük açılımları ile daha sağlıklı hale gelmesiyle ilerleyeceğini, gayrı müslimlerin hayat alanının rahatlaması, farklı “yaşam tarzları”nın kendini güvende hissetmesi ile bütünleneceğini öngörebiliriz.

Çankaya, hiç şüphesiz Tayyip Erdoğan için de, yeni bird sınav alanıdır. Belki de en çok önemseyeceği husus, kendisine yönelik kamp oluşturma projelerini akamete uğratacak bir profili ısrarla hayata geçirmek olacaktır.

Erdoğan’ın, benim “kalb coğrafyamız” dediğim alanda dikkatle ve ümitle takip edileceği, dünyanın başka güç odakları nezdinde de liderliğine büyük önem verileceğini söylemek yanlış olmaz.

Başarısı Türkiye’nin başarısı olacaktır. Onun için hepimizin başarısı için gönülden dileklerde bulunmamız gerekir.

Tayyip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması ile birlikte, Ak Parti içinç de ciddi bir sınav döneminin başlaması mukadderdir.

Onun Çankaya hizmeti ne kadar, Hükümette Ak Parti’nin bulunması, dolasıyıla  AK Parti’nin önümüzdeki seçimlerden başarı ile çıkması ile birebir alakalı ise, bundan böyle Ak parti’nin fiilen onun katkısından çok çok önemli ölçüde mahrum kalacağı, kendi göbeğini kendisinin kesmesi gerçeği ile yüzleşeceği muhakkaktır.

Belli ki meydanlarda Ak Parti için oy isteyen ve kitlelerle efsunkar bir iletişim kuran bir Tayyip Erdoğan olmayacaktır.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Mehmet Barlas:  Muhtar olmadı ama bugün hem başbakan hem de cumhurbaşkanı

Yenilgiyi zarafetle kabul edip rakibini tebrik edebilmek, zafer kazanıp başarıyı kutlamak kadar anlamlı ve gerçekçi davranıştır… Ama mahalle maçında oynayıp yenilen ve “Top yuvarlaktı”, “Hakem onlardan yanaydı” benzeri gerekçeler seslendirerek yenilgiyi kabul etmeyi kendilerine yediremeyen çocuklar, bu davranışın erdemini pek bilmezler.

Neticede CHP ve MHP Cumhurbaşkanı seçimine “Çatı” adı altında seçim koalisyonu kurarak ortak bir adayla girdiler. Bu seçim koalisyonuna bazılarını hiç duymadığımız partiler de destek verdi. Sonuçta “Çatı” adayı İhsanoğlu oyların yüzde 38.4’ünü aldı… Buna karşı AK Parti’nin adayı Recep Tayyip Erdoğan oyların yüzde 51.8’ini, yani “Salt çoğunluk”u alarak seçimi kazandı ve Cumhurbaşkanı oldu. 

Oy oranları 

Düşünün ki şu anda ABD’nin başkanı olan Obama, rakibi Romney karşısında 2012 seçiminde oyların yüzde 51’ini alarak koltuğunu korudu. Fransa’nın Cumhurbaşkanı olan Holland da, 2012 seçimlerinde rakibi Sarkozy karşısında oyların yüzde 51.6’sını alarak Başkan oldu.

Bu gün Gazzelilere hayatı zindan eden Netanyahu’nun partisi “Likud”un 2013 Ocak ayındaki İsrail genel seçimlerinde aldığı oyların oranı yüzde 23.4 idi… İç savaş ortamı yaşanan Ukrayna’yı bölünmekten kurtaracağı ümit edilen Poroşenko ise bu yılın haziranındaki Başkanlık seçiminde oyların sadece yüzde 54’ünü almadı mı?

Yani siyasetten biraz anlayan bir insan yenilgi ile biten bir seçim ertesinde bu seçim hiç yapılmamış gibi davranmaz ve konuşmaz. Bu noktada Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’den beklenen davranış önce ilk defa halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kutlamaları ve sonra da “Biz nerede hata yaptık” sorusuna aralarında cevap aramaları değil midir?

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Haşmet Babaoğlu: Halk düşmanları ve krizseverler!

Gezi, darbe teşebbüsleri, seçim atmosferleri, Ortadoğu derken güncelin ve siyasetin içine iyice gömüldüm.

Bunda bir dert yok elbette!

Fakat ne zamandır yazmayı ertelediğim daha derinlere uzanan meseleler var ki, zamanıdır, artık ağır ağır üzerlerine eğilmeye başlamalıyım.

Mesela, neokolonyalizm dedim, bir türlü arkasını getiremedim.

Zihniyet kolonyalizminden; içsel (internal) sömürgeleşmeden söyle bir söz ettim, bıraktım. “Biz hiç sömürgeleşmedik” diye övünenler zihinlerimizin sömürgeleştirilmesinde epey yol alındığı gerçeğini atlıyor.

Epeydir, dindarların bile “birey” kavramını şevkle sahiplenmesinde ciddi bir tuhaflık olduğunu vurguluyorum. Bunu tartışmaya açmak gerekiyor.

Ayrıca 2002’den bu yana Türkiye sosyolojisinin siyasal alanda tecessüm edişi üzerine daha sorgulanacak çok şey var; önemli konu. 

***

Ancak bugün de güncel siyaset içinde kalacağım. Çünkü iki noktaya temas etmek istiyorum. 

Birincisi…

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun siyaset sahnesindeki muhtemel yeri ve süresi.

Tahmin ettiğim gibi oldu. İhsanoğlu’nu sahneye sürenler şimdiden seçim yenilgisinin yükünü onun sırtından kaldırma çabasına girişiverdiler. 

Doğan grubu sözcülerinin “İhsanoğlu kazandı; Bahçeli ve Kılıçdaroğlu kaybetti” türünden analizleri manidar.

Belli ki, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu’nun biletini kesmişler.

Ama İhsanoğlu’nun bir ay gibi zamanda çok mesafe aldığını söyleyip “çatı”yı ayakta tutmaya çalışıyorlar. Çatı konusuna dikkat! 

Ham çatıyı hem de İhsanoğlu’nu gelecekteki bir siyasal hamleye saklamak istiyorlar.

İyiden iyiye “kukla oynatıcısı” rolünü benimseyen bu tayfa tasfiye olmadıkça Türkiye rahat nefes alamayacak.

Bunlar müdahale ettiği sürece muhalefet sahici bir siyaset üretimine geçemeyecek. 

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Okan Müderrisoğlu: Rol kapma… İşin aslı!

12’nci Cumhurbaşkanı’nı haftalar öncesinden satın alan piyasalar, yeni Başbakan’a ve ekonomi yönetimine odaklanmışken, hâlâ aşılması gereken eşikler olduğu bir kez daha görüldü. Tarz ve tablo neredeyse aynı. Başbakan Tayyip Erdoğan, “istiklal mücadelesi” olarak tanımladığı 30 Mart yerel seçimlerinin pozitif enerjisini yaşayamadan, birden bire “Cumhurbaşkanlığı tartışması” alevlendirilmişti. 11’inci Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül, seçimin üzerinden 3 gün geçmeden “Cumhurbaşkanlığı ile ilgili her şeyin artık konuşulacağı gün geldi” diyerek, siyasi gündemde eksen kaymasına neden olmuştu. O beyandan 2 hafta sonra, beklentilerinin karşılanamayacağı hissiyle olsa gerek, “Bugünkü şartlar çerçevesinde gelecekle ilgili bir siyaset planımın olmadığını paylaşmak isterim” mesajı vermişti. Erdoğan’ın, Cumhurbaşkanlığı adaylığının kesinleşmesi üzerine, bu kez “Ben dışarıdan bağımsız bir siyasetçi olarak Cumhurbaşkanlığı’na gelmedim. Tabii ki Tayyip Bey’le oturup konuşacağız” diyerek, sıcak siyasete gireceğini hatırlatmıştı. Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Beşir Atalay da Gül’ün AK Parti’ye dönmesi yönünde açıklamalar yapmıştı. Bu gelişme üzerine, AK Parti iç dinamiklerinden karşı hamle gelmiş, 2015 seçimlerine kadar Genel Başkanlık ve Başbakanlık koltuğunun ayrılmayacağı, aynı isimde buluşacağı duyurulmuştu. Başbakan Erdoğan da, bu hususun altını çizmiş ve Gül’ün partiye dönüş arzusu için 2015 yılını ve genel seçimleri adres göstermişti. 

***

Peki, dün ne oldu? Sayın Gül, AK Parti’nin geleceğinin şekilleneceği, Cumhurbaşkanlığı seçiminin analiz edildiği kritik MKYK toplantısı devam ederken, sahneye çıktı. Veda resepsiyonlarına özel olarak eklediği programda Cumhurbaşkanlığı muhabirleri ile buluştu. 10 Ağustos’ta halk ilk kez Cumhurbaşkanı’nı doğrudan seçmiş ve yeni Türkiye iddiası heyecan dalgası yaratmışken, stratejik bir hamle ile “Ben buradayım” sinyali gönderdi. Çankaya’daki davetlerin formatını bilenler, Cumhurbaşkanı’nın konuşmak istemediği anlarda medya önlemleri alındığını gözden kaçırmazlar. Gül, dün, muhabir arkadaşlarımızın yanına geldi, hassas konuya bilerek ve isteyerek değindi. “Partime döneceğim” vurgusu ile siyasi pozisyonunu güncellemeye çalıştı. Haliyle, kafalar karıştı. Hatta malum odaklara gün doğdu.

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Turgay Güler: ‘Kaybetmediniz!’ ama sırtınız da yerden kalkmıyor maşallah

Devlet Bahçeli’yi tebrik ediyorum. 

Sonuçların belli olmasının ardından kameralar karşısına geçip hesap verdi. 

Kaçmadı. 

Oysa Kılıçdaroğlu o sıralar evinin yolunu tutmuştu. 

CHP geleneğinde maalesef böyledir. 

Bir süre ortalıklarda görünmezler. Tabandaki ateşin, tansiyonun düşmesini beklerler; sonra hiçbir şey olmamış gibi çıkıp kaldıkları yerden devam ederler. 

Neyse… 

Bahçeli’yi severim. 

Kritik zamanlarda önemli görevler üstlenir. 

Fikriyatını beğenirsiniz beğenmezsiniz, o ayrı. 

Lakin Bahçeli millidir. 

Ama sadece millidir! 

Yenilgiyi kabul etmek, hazmetmek zordur. 

Her yenilgiye bir bahane mutlaka bulunur. 

Devlet Bey de, seçim gecesi açıklamasında bir değil, bin bahane buldu. 

Yüz bin bahane de bulsaydı sonuç değişmeyecekti. 

Bilmem kaç kez çıktığı minderde sırtı bir kez daha yere geldi. 

Ve artık kalkamayacak halde. 

Hal böyle iken, seçim gecesi Bahçeli şöyle dedi: 

2015 yılındaki genel seçimlerde icabına bakacağız! 

Sanırım o da olmazsa 2019. 

Yeter ki Allah ömür versin. 

Hülasa yenilen pehlivan misali. 

Yenilgiye doymuyorlar. 

Şımarık çocuk gibiler. 

Her defasında aynı şeyi söylüyorlar. 

Acımadı ki acımadı ki! 

Sizin ki acımadı belki ama size oy veren milyonların canı fena yandı. 

Üzgünler. 

Moralleri bozuk. 

Psikoza girdiler. 

Yazık değil mi?

Yazının devamını okumak için tıklayınız

Melih Altınok: Şapkayı önünüze koyacaktınız, altınıza değil beyler

Şapkayı önünüze koyacaktınız, altınıza değil beyler

İftara doğru

Melih Altınok:

10 Ağustos 2014 Köşk seçimleri, anketleri ve göz önündeki siyasi verileri doğru okuyanların tahminlerine uygun şekilde sonuçlandı.

En favori aday Tayyip Erdoğan yüzde 52’lik bir oyla Cumhurbaşkanı seçildi. 

CHP ve MHP’nin yanı sıra 10 partinin daha desteğini alan Ekmeleddin İhsanoğlu ancak yüzde 38’de kalabildi.

HDP’nin adayı Selahattin Demirtaş ise kendi cephesi için başarı sayılabilecek bir oranı yakaladı. Yüzde 9’un üzerinde oy aldı.

Ancak her seçim sonrası olduğu gibi analizleri toptan çöpe gidenler, sandıkların açılmasının ardından da mantık sınırlarını zorlayan “tespitlerine” devam ediyorlar. Bunları derli toplu olarak kayıtlara geçelim.

Şimdiki manipülasyonlarının iki amacı var.

Birinci amaçları, 12 yıllık siyasi hayatının son yarışından da birincilikle çıkan Erdoğan’ın ve artık onun adıyla anılan siyasi paradigmanın yeni Türkiye’de geçer akçe olduğu gerçeğini gölgelemek.

Birkaç ay önce AK Parti’nin oylarını tüm oylardan çıkartıp “peki yüzde 54 ne olacak” dedikleri gibi, şimdi de “yüzde 48’i” cepte sayıyorlar. Oysa bu halk, siyasetin aritmetiğinin Devlet Bahçeli’nin ya da Can Dündar’ın bakkal hesabına göre işlemediğinin dersini henüz pazar günü kendilerine verdi. İhsanoğlu arkasında duran 13 partinin daha önceki seçimlerde aldığı oyun çok çok altında kaldı.

Ayrıca Erdoğan karşıtı cepheye konulan bu yüzde 48’in içerisine, Demirtaş’ın yüzde 9’unu koymak da ayrı bir garabet. Zira herkes biliyor ki, Demirtaş’ın ilk turda oyunu aldığı Kürt seçmenin büyük çoğunluğunun ikinci turdaki tercihi Erdoğan olacaktı. Zaten bunu da açıkça deklare ettiler.

Seçime katılımın düşük kaldığı söyleminin de pek elle tutulur yanı yok. Yani buradan bir meşruiyet tartışması devşirilecek gibi değil. Zira sayıyla yüzde 74, dünyanın hangi demokrasisini düşünürsek düşünelim muazzam bir oran. Örneğin Fransa’da son seçimlere katılım oranı yüzde 62’ydi. Bu oran ABD’de yüzde 58, Britanya’da yüzde 36, İtalya’da yüzde 51, Almanya’da yüzde 73, Rusya’da yüzde 71… Kısacası Türkiye’yi geçen yok.

“Türkiye, Türkiye ile kıyaslanır” ve olmaz ama “bir önceki yerel seçimlere bakalım” diyorsanız da, bu durumdan Erdoğan’ın meşruiyeti aleyhine bir tez üretemezsiniz. Tek bir miting bile yapmayıp halka gitmeye tenezzül etmeyen çatı muhalefeti ve önerileriyle onu çukura yollayan gazeteciler artık sıcak denizlerdeki seçmene yüklenmeyi bırakmalı. Zira il il baktığınızda ülkedeki en yüksek katılım oranının İhsanoğlu’nun birinci çıktığı illerde olduğunu göreceksiniz. Trakya, Ege ve Akdeniz’de katılım yüzde 80’lerin üzerinde. Sandığa asıl gitmeyen AK Parti seçmeniydi. Evet, aynen öyle.  Ayrıca, seçime katılımın az olması hâlinde Erdoğan’ın daha yüksek oy alacağını, bu yüzden sandık başına gidilmesi gerektiğini söyleyen bizzat muhalefetti. Ancak oran bir önceki yerel seçimlerin altında kalmasına rağmen Erdoğan beklenilenden daha yüksek değil daha az oy aldı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız