Yazarlar bugün hangi konuları yazdı?

Olaylar
Yeni Şafak’tan Abdulkadir Selvi, Hilal Kaplan, Yusuf Kaplan, Fatma Barbarasoğlu, Seyfi Öğün; Star Gazetesi’nden Aziz Üstel, Ardan Zentürk, Aziz Zentürk; Akşam’dan Turgay Güler;&...
EMOJİLE

Yeni Şafak’tan Abdulkadir Selvi, Hilal Kaplan, Yusuf Kaplan, Fatma Barbarasoğlu, Seyfi Öğün; Star Gazetesi’nden Aziz Üstel, Ardan Zentürk, Aziz Zentürk; Akşam’dan Turgay Güler; bugün gündemle ilgili önemli konuları ele alıyor. İşte gündemden habersiz kalmamak için okunması gereken yazılar…

Abdulkadir Selvi:  Bediüzzaman ile Fethullah Gülen arasındaki fark

CNN-Türk’teki programdan çıkmış son uçakla Ankara’ya dönüyordum.

Uçağın içinde Başbakan’ın basın danışmanı Lütfullah Göktaş aradı, Balıkesir gezisine davet etti.

Ankara’da birkaç saat durduktan sonra Başbakan’la birlikte Balıkesir’e hareket ettik.

Balıkesir’den İstanbul’a döndük, ben Ankara’ya geçtim. Ankara’da yine birkaç saat kaldıktan sonra bu kez, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’le daha önce kararlaştırdığımız üzere Gaziantep’e hareket ettim.

Bu trafiği aktarmamın nedeni, kritik bir süreçten geçtiğimiz bir dönemde siyasetin nabzını tutma, gelişmelerin perde arkasına ulaşabilme adına önemli temaslarım oldu.

Meydanları gördüm. Meydanların mesajını okudum, sokağın nabzını tuttum.

1984 yılında başladım mesleğe. Seçim meydanlarından, kongre salonlarından, Meclis kulislerinden geçerek buraya geldim. Meslek hayatımda şunu gördüm ki, meydanların, sokakların bir dili var. Yeter ki onu okumayı bilin. Balkonundan bakan kadının, kahvehanenin önündeki vatandaşın gözlerine bakın seçimin ne olacağını anlatır size. Başbakan’la birlikteyken bir kez daha gördüm o gözlerdeki ışıltıyı.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Hilal Kaplan: Nur talebesinden mektup

Yazılar makes bulmuş olacak ki, özellikle Nur talebelerinden birçok mektup aldım. Bugün, o mektuplardan birisini, aynı zamanda edebiyat alanında doktora çalışmasını sürdürmekte olan Emir Selçuk’un çizdiği çerçeve içerisinden bazı farklılıkları, mecburen biraz kısaltarak da olsa, dikkatinize sunuyorum:

‘Bediüzzaman vatanını terk etmemiştir. Bütün ömrü harp meydanlarında, esaret zindanlarında geçen Üstad Bediüzzaman, 28 sene hapislere, 19 defa zehirlenmeye ve her türlü zulme katlanmış ‘Mekke’de de olsam Türkiye’ye gelirdim, zira burası daha çok hizmete muhtaçtır’ diyerek vatanını terk etmeyi asla düşünmemiştir. Kendisine bu zulümleri reva görenlere dahi beddua etmemiştir. F. Gülen ise, İslâm diyarı olan vatanını terk etmiş, hiçbir mücbir ve muknî gerekçe olmamasına rağmen hâlâ Türkiye’ye dön(e)memektedir.

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Okay Gönensin: Halkın Algısı

Gezi olaylarından itibaren, her gelişmenin ardından aynı soru soruldu, herkes yine kendi pozisyonuna göre cevap verdi, veriyor.

“Halk Gezi olaylarını, 17 Aralık ve sonrasını nasıl algıladı” sorusunun kesin cevabı sadece “sandık”tadır.

Sandık sadece yerel yöneticileri seçmeyecek, halkın Türkiye’yi kimin yönetmesini istediğini de söyleyecek.

Seçim tahminini gönlünden geçeni söylemek şeklinde yapmıyorsak, elimizdeki veri seçim araştırmalarıdır.

Seçim araştırmaları da şu anda önemli bir oy kayması olmadığını söylüyor.

İstanbul’da Kadir Topbaş, Ankara’da Melih Gökçek “açık ara” denilebilecek oranlarda önde. İzmir’de Binali Yıldırım ile AKP’de ilerleme görülüyor. Antalya’da AKP öne geçti.

Adana‘da AKP önde, Trakya illerinde CHP’deki aday sıkıntılarının ardından belirsizlik durumu var.

Türkiye genelinde ise araştırmaların gösterdiği, AKP için en düşük oranın yüzde 45 olduğu, bu oranın seçim yatlaştıkça daha yukarı gitmesi olasılığının bulunduğu şeklinde.

Bunlar, kimilerinin gönlünden geçen oranlar olmadığı için, yüksek sesle itirazlar gelecektir, ama rakamlar böyle.

YAZININ DEVAMININ OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Yusuf Kaplan: Eğer derdiniz, Allah rızası olsaydı…

Şu soruyu sormakla mükellefsiniz: Derdiniz, her hâl ve şartta, Allah rızasını gözetmek mi; yoksa, sadece şebekenizin çıkarlarını korumak, egemenlik alanlarını genişletmek mi?

Bu sorunun cevabı, apaşikâr ortada, değil mi?

EFENDİMİZ’İ (SAV) KULLANMAKTAN HAYA EDER, TİR TİR TİTRERDİNİZ!

Eğer hâlâ ikna olmadıysanız, şu yakıcı sorulara cevap verme mükellefiyetinden kaçınamazsınız:

Eğer derdiniz, her hâl ve şartta, Allah rızasını gözetmek olsaydı, Efendimiz’i (sav), Efendimiz’in yüce İslâm davasını, O’nun izini sürmesi gereken koskoca hizmeti, küresel şer şebekelerin taşeronu hâline getirmekten haya edip, tir tir titremez miydiniz?

Eğer derdiniz, her hâl ve şartta, Allah rızasını gözetmek olsaydı, Efendimiz’i (sav), Batı’da, hasıraltı etme cinayeti işlerken; Türkiye’de, kirli, dünyevî, siyasî iktidar savaşınıza âlet etme hayasızlığı gösterebilir miydiniz?

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Turgay Güler: ‘Koç’ gibi itiraf 

Mustafa Koç Hürriyet’e konuştu. 

Her bir satırı itiraf gibi. 

Dağları, tepeleri, denizleri, okyanusları aşıp Pensilvanya’ya gitmiş. 

Fethullah Gülen’in elini öpmüş! 

Güneş batıdan doğsa, dünya tersine dönse inanır mıydınız? 

Tamam, “Mustafa Koç gizli şakirt!” diye cemaati inandırmışlar. 

Peki ya milleti nasıl inandıracaklar? 

Ziyaret mayıs ayının başında gerçekleşmiş. Sonunda da Gezi kalkışması yaşandı. 

Fotoğraftaki eksik kareler bir bir ortaya çıkıyor. 

Manidar! 

“Tespih de geldi, ananas da” diyor. 

Ananaslar da çok lezzetliymiş. 

Öve öve bitiremiyor. 

Görünen o ki, aşk tek taraflı değil. 

Kırk yıl düşünseniz Koç’un Türkçe olimpiyatlarına sponsor olacağı aklınıza gelir miydi? 

Dahası var. 

“Büyük İstanbul sermayesi aylardır toplantı yapıp, Mustafa Sarıgül’ü CHP’nin başına getirmeye çalışıyor” iddialarına bakın ne diyor? 

“Sarıgül’ü getirmek bize mi kaldı?” diye başlıyor, “Kendisi gayet başarılı Şişli Belediye Başkanlığı yaptı, şimdi de İstanbul’a aday” diye övgüler düzmeyi de ihmal etmiyor. 

Sahi, hangi başarıymış bu? 

Ve Mustafa Koç’a birkaç kritik soru. 

17 Aralık operasyonundan haberi var mıydı, yok muydu? 

Şirketlerine yönelik denetimleri, kendisine önceden kim haber verdi? 

Paralel yapı ona da şantaj yaptı mı? 

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Süleyman Seyfi: Biri bizi gözetliyor…

Modern dünyâ büyük kitleleri kamusal hayâta çekti. Mahremiyeti tahrip etti ve özel hayâta dönüştürdü. Daha beteri, kamusal ve özel hayât arasına sızdırmazlık ilkesi koydu. Özel hayâtlara saygı ilkesi, çoğu kez sanıldığı gibi ahlâkî bir noktadan hareket etmez. Özel hayâtların dokunulmazlığı daha temelde büyük kitleleri kamusal alanda örgütleyen modern kapitalist dünyânın gereğidir. Kamusal hayât ise siyâsal akıl ve ekonomik akıl tarafından kolonize edilmiştir. Özel hayâtların, gayr-ı şahsî ilkelere göre düzenlenmiş olan kamusal iş ve işlemlere sızıp onu bozmaması adınadır her şey.

19. Yüzyıl’da kamusal hayâtın zorlamaları insanlarda îtiraz kültürünü ateşliyordu. Dolayısıyla özel hayâtlarda olup bitenler fazlaca dikkat çekmiyordu. 20. Yüzyıl’da ise alınan yeni önlemlerle îtiraz kültürü aşama aşama söndürüldü. Püritan itaât kültürünün vasatlarında kamusal bir istikrar elde edildi. 68 ruhu bile bu gidişi değiştiremedi. Ama bu sâyede özel hayâtların içinde biriken ağır psişik sorunların farkına biraz daha varıldı.

Aslında bu yaraları daha 20. Yüzyıl’ın başlarında Freud görmüş ve insanlığın yüzüne vurmuştu. (Teorisinin tartışmalı taraflarını dışarıda bırakıyorum).Onun teorisi, görünüşte ehlileşmiş, uygarlaşmış (Elias’ın kullandığı anlamda kullanıyorum) sâkin Viyanalıların iç dünyâlarındaki derin ve onanmaz yaraların farkına varmamızı sağladı.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…

Aziz Üstel: 1 Puan’da Rize’ye

Maçı kazanmak Galatasaray için çok önemliydi. Hem üzerindeki deplasman korkusunu yenecek; hem de bu hafta evinde maç kazanan Fenerbahçe ile arasındaki puan farkını koruyacaktı. Ancak Galatasaray o kadar kötü bir futbol oynadı ki; gören de ne şampiyonluk, ne de dördüncü yıldız umurundaymış zannederdi.

Maçın ilk 45 dakikasında Galatasaray ancak bir kaç kez gidebildi Rize’nin üstüne. Bunların birinde penaltı kokan bir pozisyon gördük. Ancak hakem Rizeli futbolcunun topu eliyle değil, ayağıyla kornere attığını öne sürdü.

Bunun dışında bir başka ilginç pozisyon da Rizeli futbolcunun ceza sahası içerisinde Melo’yu eliyle itmesiydi… Melo yere düştü. Burada bazı hakemler penaltı, kırmızı kart olarak değerlendirebilirler pozisyonu… Ancak maçın hakemi Rizeli futbolcuya sarı kart göstermekle yetindi.

Ayrıca Rize’nin bir atağında Muslera’nın kurtardığı bir pozisyon vardı.

Onun dışındaysa koskoca bir hiç…

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ…

Fatma Barbarasoğlu: Dünya malı dünyada kalacak da…

Gençler için çok üzülüyorum diyerek ayrılmıştım huzurunuzdan. Bir mümini diğerlerinden ayıran şey dünya hayatının faniliğine olan inancıdır. Üç günlük dünya inancını yitirdiğimiz anda ruhunu yitirmiş kof bedenlere dönüşürüz. Yiyen, içen eğlenen bedenler.

Haftaya kendimizi sorgulayarak başlayalım istedim ve ‘Dinle Sözü Sevgiliden’ isimli kitabında; hadisleri, öyküleri ile birlikte nazara veren sevgili Münire Daniş’in satırları ile kendimizle bir nebze de olsa yüzleşebileceğimizi düşündüm.

Buyurun:

‘İbn Mesud (ra), kâinatın, yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Hz. Peygamber’in bir yol üzerinde dinlendikleri sırada şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘ Dünyayı ben neyleyim? Benim dünya ile ilgim, bir ağacın altında oturup dinlendikten sonra, kalkıp orayı terk eden garip bir yolcunun hâli gibidir.’ (Tirmizi)

Şu geçici dünyada garip bir yolcu gibi olmak gerek. Çünkü ‘İnsana yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve amel edindiğinden başka bir dünyalık yoktur. Bunun dışında, ölüm er ya da geç gelir ve insanın sahiplendiği ne varsa elinden alır, her şeyi ardında bırakır.’ (Müslim)

Hz. Peygamber bunu izah ederken parmağını gösterdi, ‘Dünya, ahirete nazaran bir parmağı denize sokmak gibidir. Biriniz o parmağın denizden ne kadar ıslanıp çıkabileceğine bir baksın’ buyurdu. (Tirmizi-Müslim)

İnsanın yaşamakla elde edeceği dünyalık, bir parmağın suya girip çıkmasıyla elde edeceği ıslanma kadardı, üstelik o ıslanma dahi çarçabuk kurumaz mı? Ne parmak denizi avuçlayabilir, ne de ondan kalıcı bir şey edinebilir.

Dünyanın tatsız gerçeğidir bu. Böyle tatsız gerçeklerle doludur dünya.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ…

Ardan Zentrük: Ukrayna: Barikatlarda tarihe tanıklık etmek…

“Böyle günler, her devlet için zordur. Devrimin sokaklarda esen ruhu ile ülke gerçeklerinin akılcı stratejilerini birleştirmek zorundasınız, bunu herkese anlatamazsınız…” Kiev’in yaşanılmış bir devrimin ruhunu taşıyan sokaklarına adıma attığımda, Maydan’ı göremeden, uzun soluklu bir görüşme turunu tamamlamak zorunda kalan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun bu sözleri beynimin bir yerine asılı duruyor…

Bu ülkeye, bir gazeteci olarak 10 yılda bir gelmemin nedeni, aslında, bu “devrimruhu…” 2004 yılının Aralık ayında, Yuşçenko-Timoşenko ikilisinin önderliğinde gerçekleşen Turuncu Devrim’e tanıklık ettiğim Maydan, gariptir, bıraktığım gibi duruyor. Halk yine bu, Kahire’nin Tahrir’i kadar ünlü meydanı işgal etmiş durumda. Çadırlar, imece usulü hazırlanan yemekler,  soğuk kışa rağmen sergilenen kararlı direnişin görüntüleri, 20 yıl öncesiyle aynı, içimden, “10 yıl önce buraya 20 yaşında gelen o genç şimdi 30 oldu ama hala genç, aynı adamın ülkesinde birşeyler ters gittiğinde 10 yıl sonra da buraya gelmeyeceğini kim garanti edebilir?..” diye düşünüyorum.

Zaten, Kiev halkı 7’den 70’e orada… Yaşlılar, evlerinde hazırladıkları yemekleri taşıyorlar, gençler, su, ısınmak için odun ve kömür takviyesini yapıyorlar, bir devlet başkanını sokaktan başlayıp, parlamentoya kadar uzanan süreçte ülke dışına gönderen halk, yaptığı işin arkasında duruyor…

YAZININ DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ