Türköne: “Öcalan’ı Paşa Yaptık”

Olaylar
Nil Gülsüm’ün haberi Türkiye’nin içinde bulunduğu bu çözüm sürecini, hükümetin ve siyasi partilerin tavrını konuşmak için Mümtaz’er Türköne’nin evine misafir oldum. ‘Öcal...
EMOJİLE

Nil Gülsüm’ün haberi

Türkiye’nin içinde bulunduğu bu çözüm sürecini, hükümetin ve siyasi partilerin tavrını konuşmak için Mümtaz’er Türköne’nin evine misafir oldum. ‘Öcalan Osmanlı döneminde yaşasaydı, ‘Paşa’ yapılırdı’ dediğinde sert eleştirilerin hedefi olan Türköne, gelinen noktada Öcalan’ın artık ‘Paşa’ olduğunu söylüyor. Devlet Bahçeli’nin ve MHP’nin süreçten kârlı çıktığını da belirten Türköne, CHP’nin ise dağılma arefesinde olduğunu iddia ediyor. AK Parti’nin süreçteki tavrını ve toplumdaki karşılığını değerlendiren Türköne çarpıcı açıklamalarda bulunarak, AK Parti’nin bu ülkeyi birleştiren yegane kurum olduğunu, hatta bu konudaki birleştiriciliğinin ‘Ordu’, ‘Atatürk’ ve ‘Bayrak’tan bile güçlü hâle geldiğini belirtti. İşte o röportaj:

Bugün Türkiye’nin en önemli mevzusu sayılan çözüm sürecine nasıl geldik?

Başını nereden başlatmak lazım bilemiyorum. Bu sürecin başlangıcında 29 yılın birikimi, tecrübeleri, deneme yanılma yöntemiyle alınan mesafeler ve tüketilen şeyler var. PKK açısından da, devlet açısından da deneme yanılma yöntemiyle biriktirilen şeyler, çözüm sürecinin kapısını açmıştır. Öyle anlaşılıyor ki Öcalan, “Pazarlık yapayım, şu şartları kabul ettireyim ondan sonra da silahları bıraktırayım” yöntemiyle sonuç alınamayacağını gördü.  Böylece ‘önce silahları bırakalım, ondan sonra bir sempati yaratarak ve silahsız mücadele yürüterek taleplerimizi belki elde edebiliriz’ yöntemine geçtiler.

Herhangi bir pazarlık olmadan mı bu aşamaya gelindi?

Evet. PKK’lının büyük şefleri öteden beri, “Biz 29 yıldır elimizde silahla mücadele ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yenemedik. Onlar da bizi yenemediler ama bir netice de elde edemedik” şeklinde düşünüyorlardı.   Başlangıç oluşturan da PKK’nın bu kabulü olmuştur. Gelinen nokta bu yüzden çok önemlidir. Bir müzakere, pazarlık, ödün verme- ödün alma gibi bir şey yok, bu çok açık ve bariz şekilde görülüyor.
 

PAZARLIK YOK
Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

Çünkü öyle bir şey olsaydı, bunlar muhakkak telaffuz edilirdi. Özellikle PKK, kendi kitlesini ikna etmek için bunu mutlaka kullanırdı. Daha önce Oslo ve Habur’da neler olduğunu hatırlayalım; hemen propagandaya başlamışlardı. Bu sefer tam tersi bir durum oldu ve PKK işi bir müzakere ya da pazarlık hali gibi gösterme yoluna girmedi. Buradan anlaşılıyor ki, gerçekten de bir pazarlık yok. PKK’nın söylediği çok açık, bunu herkesin anlaması gerekiyor. “Silahla elde etmek istediğimiz şeyi demokratik yollarla, siyasi yöntemlerle elde etmek istiyoruz” diyorlar. PKK’nın amacında, hedefinde değişen bir şey yok, sadece kullandığı araç farklılaşıyor. Olan biten de bundan ibaret.

Süreç başlamadan önce AK Parti’nin devletleştiği, üslubunun da sertleştiği eleştirileri söz konusuydu. AK Parti’den böyle bir hamle bekliyor muydunuz?

Burada sertleşmenin anormal olduğu ve bir gerekçesinin olmadığı ortamlarda sonuç almak, krizi çözmek için krizi tırmandırma taktiğinin işlediğini anlıyoruz. Başbakan, Öcalan’ın asılmasından bahsetti, idam cezasını gündeme getirdi ve PKK’lılara çok ağır şeyler söyledi. Ben bunlar telaffuz edilirken de aynı yorumları yapıyordum. “Bu açıklamalar bizim sonuca yaklaştığımızın işaretleri” diyordum.

Bu tezi nereye dayandırıyordunuz?

Hatırlayalım, hükümet o dönemde şöyle bir halkla ilişkiler çalışması yürüttü. Cezaevlerinde açlık grevleri başladı. Aslında kimse açlık grevi filan yapmadı, herkes gayet iyi yiyip içiyordu hatta kilo alanlar oluyordu. Ama Türkiye ve dünya kamuoyu cezaevlerinde ölmek üzere olan PKK’lılar olduğunu zannediyordu. Ve birden bire Öcalan çıktı ve gürledi “Bırakın şu açlık grevini” dedi. Ve herkes de bıraktı. Bu Öcalan’ı yeniden en ön safa sürmeyi hedefleyen psikolojik harekattı.

ÖCALAN KARİZMASI OLUŞTU
Kim yürüttü bu harekatı?

Hükümetle Öcalan birlikte yaptılar gibi görünüyor. PKK da buna örgüt olarak destek verdi. Öcalan’ın öne çıkmasından fayda sağlayacak kesimler vardı. Mesela BDP içindeki önemli bir kesim bu işten avantajlı çıktı. Birdenbire Öcalan, yıldızı parlayan bir politikacıya dönüştü, bir karizma oluştu. Bu karizma oluştuktan sonra da İmralı’dan peşpeşe mesajlar gelmeye başladı. Bu sürecin doğrudan doğruya devletin, hükümetin kontrolünde ilerlediği belli.

Neden böyle bir yol izlendi?

Belki de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve AK Parti hükümeti için en önemli ayrıntı, “Eğer PKK ile bir iletişime girilecekse, bir müzakere sürdürülecekse, bir uzlaşmaya varılacaksa doğru muhatap kimdir?” sorusunun cevabıdır.  Doğru muhatap Abdullah Öcalan’dır. Çünkü PKK sorunu uluslararası bir sorun ve PKK’nın diyet borcunun olduğu onlarca ülke var. O ülkelerin gizli servisleriyle iç içe olan PKK liderleri var. Bunların içinde dışarıyla bağlantısı olamayan, olamayacak olan tek kişi Abdullah Öcalan’dır. O yüzden devlet müzakereyi bir tek Öcalan ile yürütüyor.
 

HÜKÜMET GENİŞ UFUKLA BAKIYOR
AK Parti neyi gördü de Öcalan ile görüşmeler yapıldı?

Silahlı mücadelenin devam etmesinin birçok sonucu oluyor. Birincisi Kürtler ve Türkler birbirlerine yabancılaşıyorlar. Bu son derece tehlikelidir. Kan, nefret, kin, öfke, düşmanlık gibi duyguların geliştiği ve gerilimin çok yüksek olduğu bir toplum ortaya çıkıyor. Ortada silah olduğu zaman silaha silahla karşılık verecek bir bürokrasi, asker kesimi ortaya çıkıyor. O yüzden silahların susması, hükümet açısından çok doğru bir karardır. En az tavizle, en az zararla sağlanması gereken çok doğru bir karardır. Silah olmadığı, kan dökülmediği takdirde Kürtlerle Türkler arasında bir ayrışma yaşanmaz. Bunu görmek, meseleye geniş bir ufukla bakmak anlamına gelir. Hükümet de meseleye böyle bakıyor. Hükümetin meseleye bakış açısı doğru bir bakış açısıdır. Kanın ve silahın durması lazım.

 
KÜRTLER İKNA OLDU
Süreç nasıl ilerliyor?

Bu süreçte belki de hiç kimsenin beklemediği bir sorun, ‘Alevi Sorunu’nun ortaya çıkmasıdır. PKK, kendi savaşını yürütürken “Alevi sorunu Kürt sorununun bir parçasıdır. Kürt sorunu çözülürse Alevi sorunu da çözülür” diyordu. Şu anda Kürt sorunu çözülüyor ama Alevi sorunu duruyor. Bu durum PKK içinde de bir ayrışmaya yol açtı. Özellikle Dersim Grubu ve DHKP-C bu süreci okuyarak rol çalmaya kalktı. DHKP-C, tıpkı Kürt sorunun PKK’yı yaratması gibi Alevi sorununun da kendisini beslemesini bekliyor. Bu süreçte üzerinde en çok durulması gereken meselelerden birisi de budur. Çünkü Kürtler ikna oldu. PKK’nın silah bırakmasından daha önemli olan şey Kürtlerin ikna olmasıdır.

Peki Türkler?

Bu mesele çok zor bir mesele. Bir dikta yönetiminin bir gecede aldığı bir kararla çözülmüyor, demokrasiyle çözülüyor. Demokrasinin oluşturduğu bir iktidar meseleyi çözmeye çalışıyor. Ve bu iktidar çoğunluğun iktidarı. Bu memleketin çoğunluğu da Türk’tür. Nüfusun yüzde 85-90’ı Türk denilebilir. Hükümet yüzde 10’un hakları konusunda bu kitleyi ikna etmek durumunda. Silahlar birdenbire durunca herkeste bir şaşkınlık ve boşluk duygusu oluştu. Bu da kendiliğinden çok doğal bir şekilde bir tepki oluşturuyor. Bu tepkinin altında siyasi bir tepkinin olmadığını düşünüyorum. Bu tepkinin kendisi tamamıyla sosyal bir tepki.

TÜRK TEPKİSİ YOK
Türkler rahatsız değil mi yani?

Dikkat edilirse tepkiler çok fazla Kürt göçü alan batı illerinde ortaya çıkıyor. Kemik saf Türk nüfusun yaşadığı Orta Anadolu’da böyle bir tepki yok. Onlar sürece karşı değiller. Dolayısıyla bu tepkiyi Türk tepkisi olarak lanse etmek doğru değildir. Bunun Türk tepkisi olmadığı ayrıca yüzde 60 civarında var olan destekle de anlaşılmaktadır. Bu durumda tepkiyi ortada etnik bir iz olmadan etnik bir Türk tepkisi olarak görmek olmaz. Sadece gelen göçe, göçle gelen insanların o toplumda meydana getirdiği değişikliğe tepki var. Bu da Türk tepkisi değil, anti-Kürt tepkisi denilebilecek bir sosyal tepkidir. Toplumdan gelen tepki Türk tepkisi değilken, siyasi partiler bu tepkiyi siyasileştirirken bunu Türk kelimesi etrafında ifade ediyorlar. Bu sosyal tepkinin sahipleri de o şemsiyenin altına giriyorlar.

 
TERÖRÜN BİTMESİ MUCİZEYE YOL AÇACAK
Süreç ilerlerken bu sosyal tepki yumuşar mı, daha da artar mı?

Hafifleyecektir. Sadece biraz geçmesi gerekiyor. Sürecin biraz daha olgunlaşması gerekiyor. Terörün bitmesinden sonra özellikle Güneydoğu’da meydana gelecek olan rahatlama birçok ekonomik ve sosyal mucizeye yol açacaktır. Bu entegrasyon dinamiklerini de arttırır. Ayrıca Türkiye’nin bölgesel politikaları da eş zamanlı olarak değişiyor. Diyarbakır, Gaziantep illeri artık bölgenin merkezi oldu. Erbil, Süleymaniye, Diyarbakır ve Gaziantep’e entegre olacak.

 
BÖLÜNME TEHLİKESİ YOK
Türkiye’nin bölünmesi şeklinde kaygısı olan bir kesim mevcut. Siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?

Türkiye’yi bu saatten sonra bir arada tutacak güç Kürtlerin kararı ve tavrıdır. Çünkü onlar Türkiye’nin geri kalan yerlerini kaybetmek istemezler. Bölücülük edebiyatı üzerinden bu sorunu ele alanların öncelikle bunu kavraması gerekiyor. Türkiye’nin birliğinin, bütünlüğünün teminatı Kürtlerdir. Kürtler, Türkiye’nin geri kalanından vazgeçmeyeceği için Türkiye’nin bölünme tehlikesi yoktur.

Önümüzdeki süreçte endişeye mahal verecek gelişmeler olabilir mi?

Bu ihtimaller birkaç başlık içinde ele alınabilir. PKK içindeki Kürt-Alevi grubun süreci sabote etmesi PKK kanadı çekilirken ortaya çıkabilecek risklerdendir. Bir diğeri de MHP’nin giderek sertleştirdiği politikanın yol açabileceği travmalar olabilir. Bu sürecin en önemli aktörlerinden birisi MHP’dir. MHP sürece sağlıklı şekilde muhalefet ederek ağırlığını koyduğu zaman, bu Kürtlerin de ikna olabilmesini kolaylaştıran bir parametreye dönüşüyor. MHP, bu rolünün farkında ve bu rolü biraz abartılı oynuyor. Doğrudan doğruya çözüme ve şiddetin sona ermesine muhalefet eden bir sertliğe gerginliğe, krize yol açıyor. Asıl endişe edilmesi gereken şeylerden birisi de bu. Bu da provokasyona çok açık bir ortam oluşturuyor.

 
BAHÇELİ ŞİDDETE İZİN VERMEZ
Milliyetçi hareketin kodlarını yakından bilen birisiniz. Bahçeli’nin tutumu hakkında neler söylersiniz?

Sürecin kendisi Bahçeli’ye ve MHP yönetimine taze kan sağladı. MHP içinde ciddi hizipleşmeler, ayrışmalar varken Bahçeli bu süreç sayesinde birdenbire kendi liderliğini yeniden tartışılmaz hale getirdi. Toplumda sürece destek vermeyenlerin temsili meselesi var. Hem o tepkiyi temsil edeceksiniz, hem de teskin edeceksiniz. İki taraflı bir işlevi yerine getireceksiniz. Bunun dengesini de tutturmak lazım. Bahçeli’nin bir şiddete izin vereceğini zannetmiyorum. Ama Bahçeli’nin siyaseti açısından bu şiddet potansiyelinin sürece karşı bir tehdit olarak mümkün olan en üst düzeyde tutulması gerektiğini düşünüyorum. Bahçeli’nin tercihi, kuvvede kalan fiile geçmeyen bir şiddettir. Bahçeli hiçbir zaman ülkücülerin sokağa dökülüp şiddete başvurmasına izin vermez. Ben Bahçeli’nin şiddeti onaylayacağını zannetmiyorum.

MHP gençliği, tabanı liderine ve merkezin bu tavrına rağmen farklı bir yol izleyecek bir yapıya sahip midir?

MHP gençliği hiyerarşik disiplin içerisinde hareket eder. Yukarıdan talimat gelmeden kimse sokağa çıkmaz. Şimdiki talimat da “Bağırın, çağırın ama indirmeyin, yıkmayın” şeklinde gelmiştir. Aksi bir talimat olsa, zaten MHP de zor durumda kalır. İşler tersine döner çünkü. MHP’liler meydanı sadece İşçi Partililere bırakmamak için onların yaptığı gibi bağırıp çağırıyorlar. Ama bugüne kadar şiddete başvurmadılar, bundan sonra da başvurmazlar.

ÖCALAN ŞİMDİ PAŞA
Siz “Öcalan Osmanlı döneminde yaşasaydı Paşa yapılırdı” demiştiniz ve yer yerinden oynamıştı. Bu sözlerden yola çıkarak geldiğimiz noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öcalan’ı ‘Paşa’ yaptık. Öcalan şimdi ‘Paşa’. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin muhatap olduğu, müzakere ettiği, onun üzerinden bir isyanı bastırmak üzere bir projeyi yürüttüğü bir adam. Benim paşa olmaktan kastettiğim de buydu. Benim o zaman söylediğim şey şuydu, isyan bastırmanın bizim tarihsel geleneğimiz içinde yöntemleri vardır. Tarih boyunca yapıldığı gibi isyanın liderini alırsınız, taltif edersiniz, adam yerine koyarsınız ve sorunu çözersiniz. Yoksa paşalık diye bir şey yok malumunuz. Devrim kanunlarından biri de Bey, Paşa gibi unvanların yasaklanmasına dairdir. Şimdi ortalıkta gezen askerlere ‘Paşa’ dendiğine bakmayın, bu kanunen yasaktır. Cumhuriyet Türkiye’sinde ‘Paşa’ rütbesi diye bir rütbe yok. Ben sadece devletin bu işleri soğukkanlılıkla, akılla, çare üreterek çözmesine atıfta bulunmuştum. Kastettiğim buydu.

Vatandaşlık tanımı etrafında yürütülen tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok saçma buluyorum. Biraz da bahane, gerekçe arayışı olarak görüyorum. Bir ülkede yaşayan milleti anayasa yaratmaz. Anayasa kurallarıyla millet oluşmaz. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir millet yaşıyor. Böyle bir varsayıma dayanıyoruz. Aksi takdirde bölünmesi gerekir. Tek devlet, tek millet denilen şey ulus devlettir. Şimdi Türkiye’de yaşayan bu ulus tanımını genişletmemiz gerekiyor. Kürtlerin de kendilerini içeride görebilecekleri bir tanım oluşturmalıyız.

 
KÜRTLERE ZULÜM YAPTIK
Niçin gerekiyor bu tanzim?

Çünkü biz geçmişte Kürtleri dışarıda tuttuk, dillerini yasakladık, asimile etmeye kalktık, çok haksızlık ve adeta zulüm yaptık.  Burada bir anekdot paylaşmak isterim. Cizre’deki bir camiden Mevlit Kandili dolayısıyla TRT ŞEŞ’ten naklen yayın veriliyordu ve Kürtçe bir mevlit okunuyordu. Ben o mevlidi seyrederken çok duygulandım, gözlerim doldu. O insanların yüzündeki inanç ve saflığı görüyorsunuz ve siz bunu yasaklamışsınız. Bu o kadar ağır bir zulüm ki, o insanlar kendi dilleriyle mevlit okuyamamış. O yüzden oturup Kürtlerin itirazlarını, rezervlerini kaldırdıkları, kendilerini ülkenin geri kalanı ile eşit ve onlar gibi onurlu bireyler olarak gördükleri bir çerçeveyi anayasal olarak sağlamak zorundayız.

BİN YILLIK TÜRKLÜK SİLİNEMEZ
Anayasada değişiklik yapılacak denildiğinde mevzu ‘Türklük’ konusuna dayanıyor, kaygılar dillendiriliyor…

Ben bu konuda Kürtlerin de çok abartılı bir talepleri olmadığını ve meselenin etnik tanımlarda, Kürt’te ve Türk’te olmadığını düşünüyorum. Mesela Türk Milleti ifadesi konusunda BDP’nin itirazları olsa da, bu durum arizi olarak görülmüyor. Sıkıntı, anayasanın 66. maddesindeki vatandaşlık tanımı olduğu iddia edilen şeyden kaynaklanıyor. Orada bir vatandaşlık tanımı yok çünkü. Israrla söylüyorum oradaki tanım ‘Türk’ tanımıdır. ‘Türk kimdir?’ sorusunun cevabı vardır o tanımda. Öncelikle, “Türk kimdir sorusuna anayasada cevap vermek zorunda mısınız?” sorusuna cevap verilmesi lazım. Böyle bir tanımı anayasadan çıkardığınız zaman Türk’ün neresi eksilir, neresi çoğalır, Kürt’ün neresi eksilir neresi fazlalaşır, millete ne olur? İşte bu tartışmalar bana çok provakatif geliyor. ‘Türklük siliniyor’ diye bağırıyorlar. Binlerce yıllık tarihi, acı tatlı yaşanmış tecrübelerin ürünü olan bir millet duvara tebeşirle yazılmış bir yazı gibi silinmez. Milleti o kadar basit algılarsanız, o milleti yaşatamazsınız. Anayasa birleştirici bir şey olmalı, ayrıştırıcı değil. Yani Kürtler kendilerini bu anayasada bulacaklar. Zaten ‘Kürt’ tabirini anayasaya koyun diyen Kürt de yok.

Nasıl bir vatandaşlık tanımı olmalı?

Anayasa’da bir vatandaşlık tanımının yapılması gerekmiyor. Dünyanın hiçbir anayasasında da yok. Dünyadaki örneklerde bir kan esası, bir de yer esası vardır. Mesela Almanya’da anne-babası vatandaş olan vatandaş olur. Amerika’da da orada doğanlar vatandaş sayılır. Veya ikisi birden olur. Bunlardan hangisini tercih ettiğinizi belirteceksiniz. ‘Türkiye vatandaşı olan anne-babadan olan çocuklar, bu ülkenin vatandaşıdır’ dediğiniz zaman hangi hukuku tercih ettiğinizi ifade etmiş oluyorsunuz. Aslına bakarsanız anayasanın 66. maddesinin ilk cümlesindeki “Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür” ibaresinin anayasada bulunmasının ne Türklüğe bir faydası var, ne de Kürtlüğe bir zararı var. Tartışma konusuysa kaldırır atarsınız. Eğer bir düzenleme yapılacaksa, herkesi kapsaması gerekiyor. Bir kişiyi bile dışarıda bırakmaması lazımdır.

HASAN CELAL GÜZEL O GÖBEKLE DAĞA ÇIKAMAZ
Hasan Celal Güzel anayasadan ‘Türk’ tanımı çıkarsa silah alır dağa çıkarım dedi. Bu şekilde düşünenler de var. Bu yaklaşım için yorumunuz ne olur?

Ben Hasan Celal Güzel’i çok severim, çok sempatik bir adamdır. Fakat dağa çıkamaz.

Neden?

O göbekle nasıl çıksın.

 
YETER Kİ KAN DÖKÜLMESİN
Bu tartışmalar hep olacak mı, bir yerde nihayete erer mi?

Olsun, tartışılsın. Bunun hiçbir sakıncası yok. Memleketimizde gündem sıkıntısı olmuyor zaten. Ama yeter ki, kan dökülmesin, insanlar ölmesin. Ne şehit cenazeleri gelsin, ne de Güneydoğu’da yaşayan annelerin bağrı yansın.

ERGENEKON TERÖRLE VAR OLDU
‘AK Parti geldiğinde terör sorunu yoktu, bitmişti. Onlar döneminde bu oldu’ diyenler var. Bu iddia doğru mu?

Bu sözler çok büyük bir sahtekârlıktır ve şarlatanlıktır. Bu söylem son derece kötü ve art niyetli bir yaklaşımdır. 90’lı yıllarda zirveye tırmanan 29 yıllık bir terör sıkıntısı var. Ara ara arttı, bazen de azaldı. Türkiye’de Ergenekon dediğimiz örgüt, biraz da PKK terörü sayesinde var olabildi. Terör otomatik olarak silahlı bürokrasiyi, askeri bürokrasiyi ön plana çıkardı. Eğer siz AK Parti iktidarıyla birlikte terör yeniden başladı diyorsanız, AK Parti iktidarının iktidarsızlığından değil, AK Parti’ye muhalefet edenlerin şeytanlığındandır. Bu söylemden böyle bir sonuç da çıkar.

 
BAYRAK DEĞİL AK PARTİ BİRARADA TUTTU
Ak Parti’nin Kürt meselesi bağlamında Türkiye’ye katkısı ne oldu?

Türkiye’nin bölünme tehlikesine karşın etnik kimliklerinin üzerine çıkabilen AK Parti’nin muhafazakar söylemi, Türkiye’yi bir arada tuttu. İnsanlara ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin bütünlüğünü, bölünmezliğini kim temsil ediyor, Türkiye’nin tek bir devlet, millet olmasını kim sağlıyor, bunu sürdüren kimdir?’ diye sorun. Bunu sağlayan TSK da olmak üzere devletin hiçbir kurumu, sembolü değildir. Hatta bayrak bile değildir. Atatürk’e Güneydoğu’da saygı mı gösteriyorlar? Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini temsil eden en önemli kurum AK Parti’dir. AK Parti’nin kendisi ülkeyi bir arada tutan yegâne güçtür. Güneydoğu’da CHP, MHP yok, sadece BDP var. Ama AK Parti Türkiye’nin her yerinde.

AK PARTİ DEVLETİN BİRLİĞİNİ SAĞLADI
AK Parti’yi hangi saiklerle destekliyorsunuz?

Benim AK Parti iktidarını desteklememin en önemli sebeplerinden birisi de devletin bütünlüğünü temsil etme kabiliyetidir. AK Parti bu devletin birliğini tek başına sağladı. Buna itiraz edenlerin gidip Kürtlerin desteğini almayı becermesi gerekiyor. Toplum refleks olarak birliği, bütünlüğü sürdürme adına AK Parti’yi iktidara getirdi. Halk, hem Kürtlere, hem Türklere hitap ederek toparlama yeteneği olan partiyi iktidara getirdi. Bunun bir anlamı olmalı. AK Parti’nin ekonomideki, diplomasideki başarısı beni çok fazla ilgilendirmiyor. Ben Türkiye’nin birliğini bütünlüğünü savunan bir Türk milliyetçisi olarak AK Parti’nin Türkiye’nin bütünlüğünü sağlama kabiliyetini önemsiyor ve bu yüzden Ak Parti’yi destekliyorum.

CHP DAĞILIYOR
Kılıçdaroğlu’nun “Sustum, ama sorun neden sustum?” şeklindeki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Cumhuriyet Halk Partisi dağılıyor. CHP birbirinden farklı iki partiden meydana gelen bir koalisyon aslında. Bir tarafında ulusalcılar, diğer tarafında da solcular var. Ve bu ikisi birbirine çok zayıf bir iple bağlıydı. Şimdi tam da o ipin üzerinden süreç geçiyor ve CHP ikiye ayrılıyor. Ben CHP’nin bütünlüğünü muhafaza edemeyeceğini düşünüyorum. Ve CHP, kendi iç politikaları ile boğuşurken sürece dair politikalar üretebilecek durumda değil.

 
AKİL ADAMLARI ÖCALAN İCAT ETTİ
Akil İnsanlar Heyeti’ni yöntem olarak nasıl buldunuz?

Doğrusunu isterseniz ‘Akil Adamlar’ meselesini icat eden Öcalan’dı. Ve zannediyorum ki, bu görüşmeler yapılırken ifade edilen bir şarttı. Hükümet bunu aldı tam anlamıyla takla attırdı ve onu amacında uzaklaştırarak tam tersi bir amaca, yani Türkiye’de herkese hükümetin politikasını anlatan bir araca dönüştürdü. Ben hükümetin yaptığını çok başarılı buluyorum. Akil Adamlar’ın her birini de bu ülkenin birliğine ve bütünlüğüne yaptıkları katkıdan dolayı kutluyorum.

 
BEN AKILLI DEĞİL DELİYİM
Siz bu heyette yoksunuz. Teklif mi gelmedi, geldi de siz mi kabul etmediniz?

Ben akıllı adamlar arasında yer almıyorum. Ben deli adamlar kadrosunda yer alıyorum. Deli lazım olursa beni çağırırlar.

Milat