Toplum Mühendisliği Parçalar!

Olaylar
Röportaj: Arzu Erdoğral Toplum mühendisliği, modernizmin en belirgin ve kibirli veçhelerinden biri… Biliyoruz ama anlamıyoruz! Modernizm’den akıtılan toplum mühendisliğini seviyoruz....
EMOJİLE

Röportaj: Arzu Erdoğral

Toplum mühendisliği, modernizmin en belirgin ve kibirli veçhelerinden biri…
Biliyoruz ama anlamıyoruz! Modernizm’den akıtılan toplum mühendisliğini seviyoruz. Bizden olmayanları seveceğimize inanmıyoruz. Peki neden? Bunun nedenlerini Sosyolog Doç. Dr. Ferhat Kentel’e sorduk.

İşte Kentel’in cevapları

İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi, Sosyolog Doç. Dr. Ferhat Kent

Ülkemizde, bilginin arttığı bir dönemde, sosyolojik olarak bilgili ama bilgiyi hayata geçiremeyen bir toplum modeli ile karşı karşıya kalmamızın nedenleri size göre nedir?

“Bilgili” derken, aslında daha çok aktarma bilgi, ezber bilgi ya da en iyi ihtimalle teorik bilgi ile donanmış insan ve kurumları kastediyoruz. Oysa bilgi pratiklerle beslenen bilgi olduğu zaman hayata dokunur ve hayatın değişimine, dönüşümüne eşlik eder. Pratiklerden gelen bilginin teoriyi inşa edebildiği durumlarda, o bilgi ezberlenecek bir şey olmaktan çıkar. Türkiye’de olan da, toplumu anlamaya çalışmaktan ziyade, yukarıdan aşağıya, pratikleri yok sayan, bir tür aktarma bilgiyi dayatan bir zihniyet, aynı zamanda kendi ezberindeki toplum modelini de topluma dayattı. Dolayısıyla, kendi derdini elinde hasbel kader sahip olduğu geleneksel bilgi türleriyle ya da tepkiselliklerle anlatmaya çalışan toplum ile dayatmacı ve seçkin zihniyet arasında her zaman bir çatışma yaşandı. Ancak bana göre bu radikal kopukluk artık büyük ölçüde aşılmaya başladı. Toplumsal kesimler kendi seslerini ve bilgilerini ürettikçe, üzerine giydirilen “bilgi”nin de kendini sorunsallaştırmasına ve teori ve pratik arasında yeniden bir bağ kurulmasına neden oluyor.

Toplum mühendisliği denildiğinde, farklı ideolojiye bürünmüş bireylerin bir arada yaşama sanatını halen hayata geçirememesini nasıl okumalıyız?
Toplum mühendisliği modernizmin en belirgin ve kibirli veçhelerinden biridir. Modernizm ya da onun vücut bulduğu modern insan Tanrı’nın elinden aldığı “akıl” ile dünya üzerinde ve insanlık üzerinde, ilerlemeyi sağlamak için güç sahibi olduğuna inanır. Ve bu iddiayla bütün farklı insanlık hallerini tek bir çizgiye sokacağına inanır. Ancak insanlık halleri bin bir türlüdür ve tek modelli mühendis mantığına aynı cevabı vermez. Kimi isyan eder, kimi uyum sağlar, kimi dayatılan modelin altını köstebekler gibi oyar, kimi de karşı modellerle mühendisi taklit eder. Dolayısıyla, aynılığı kurmayı hedefleyen toplum mühendisliği, tam tersine toplumda parçalanmaya neden olur. Ulus hayal eden milliyetçilik bunun en bariz örneğidir.

Türkiye referandum sürecinde sancılı bir dönem geçirdi. Belki birçok kişi doğru ile yanlışı ayırt edemedi. Şimdi önümüzde tüm toplumu ilgilendiren “sivil anayasa” süreci olacak? Bu süreci doğru okumak için ne yapılmalı?
Tüm toplumun tartışabilmesi için her türlü engelin kaldırılması gerekir bana göre. Devlet ve hükümet otoritelerinin, “kırmızı çizgi” benzeri kısıtlamalara takılmak yerine, her toplumsal kesimin, aktörün, kimliğin, sınıfın kendisini şeffaf biçimde anlatabilmesi, taleplerini dile getirebilmesinin en azından “faydalı” olacağının dile getirilmesi gerekir. Eğer böyle zengin bir tartışma yapılabilirse ve bu tartışmalardan yeni fikirler ortaya çıkabilirse, nerede mutabık olduğumuzu, nerelerde farklılıklarımız olduğunu ve bunları başkalarına zarar vermeden nasıl koruyabileceğimiz üzerine önemli adımlar atmış olabiliriz.

Medyanın toplum üzerinde ki etkisini düşündüğümüzde, birey doğru bilgiyi ayırt etmek için nasıl bir kodlamaya başvurmalıdır?
Bana göre, bunun reçetesi yok. Birey en doğru bilgiyi bulacak diye de bir şey yok. Bilgi siyasaldır ve iktidar içerir. Güç ilişkilerinden bağımsız değildir. Ve toplum farklı bilgilerin karşılaşmasıyla, bu karşılaşma sonunda güç ilişkilerine bağlı olarak ortaya çıkan bir bütünlüktür. Ama en sıradan insanlar olarak bizlerin, dışarıdan “en doğru” olarak neredeyse kutsallaşmış şekilde ezberlememiz için sunulan “bilgi”ye karşı mesafe almamız anlamlı olabilir. Belki kendi içimizdeki en derin hissiyata, kendi hafızamıza, ortalıkta meşruiyeti olmayan bilgiye ilgi duymamız medyanın da farklılaşmasına neden olabilir. Ancak dediğim gibi, kendiyle bu tür bir hesaplaşma potansiyeli de toplumda varolan bilgi/iktidar kavgalarından yani güç ilişkilerinden bağımsız değil ve Türkiye’de artık farklı düşünme potansiyelleri son yıllarda inanılmaz bir sıçrama gösterdi.

Siz bir akademisyen olarak, öğrencilerinize alanlarında ilk olarak neyi öğrenmelerini tavsiye edersiniz?
Soru sormak ve en sıradan olanın, en “doğal” kabul edilenin içinde “anormal” bir şeyler olabileceğini, en yabancı olanın içinde ise “bizden” bir parçanın olabileceğini düşünmek…