TOKİ yüksek binalarda oturmaya teşvik ediyor

Olaylar
ENGİN DİNÇ’İN RÖPORTAJI Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen yasa hiç şüphesiz halkın gizli gündemi haline gelmiş durumda. Deprem kuşağında yer alan ve geçmişte bu se...
EMOJİLE

ENGİN DİNÇ’İN RÖPORTAJI

Türkiye’de Kentsel Dönüşüm Yasası olarak bilinen yasa hiç şüphesiz halkın gizli gündemi haline gelmiş durumda. Deprem kuşağında yer alan ve geçmişte bu sebeple çok acı çekmiş bir ülke olarak kentsel dönüşüme ihtiyaç duyduğumuz ise tartışma götürmez bir gerçek. Ancak kentsel dönüşümün nasıl yapılacağı ve ne tür sorunlarla karşılaşılacağı büyük bir merak konusu. Bununla birlikte Türkiye genelinde yaşanacak bu yenileşmede şehirlerin nasıl bir mimari anlayışa ve sosyal dokuya sahip olması gerektiği de önemli bir soru işareti. Tüm bu merak edilenleri Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı ve İstanbul Araştırmaları Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recep Bozlağan’a sorduk. Aynı zamanda Hayat Yayınları’ndan çıkan İstanbul Derinlik, Değişim ve Güç adlı kitabın da yazarı olan Prof. Dr. Recep Bozlağan kentsel dönüşümle ilgili merak edilenleri anlattı.

Kentsel dönüşümle ilgili detayları röportajımızın dün yayınlanan ilk kısmında vermiştik. Bugün ise özellikle TOKİ’nin Türkiye’nin kentsel dönüşümünde üstlendiği role yönelik değerlendirmelere yer veriyoruz.

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

İSTANBUL’DA EN AZ 100-150 BİN KONUT BOŞ

İnşaat sektörü ve bu anlamda vahşi yapılaşma Türkiye’de kalkınmanın ve büyümenin önemli bir ayağı olarak görülüyor. Kentsel dönüşümün toplam maliyetinin 400 milyar dolar civarında olması öngörülüyor. Bunun 100 milyar dolarının da İstanbul’a harcanması öngörülüyor. ABD’de ve şu an İspanya’da yaşanan ekonomik krizlerin fazla konut arzı ve ilintili sebeplerden kaynaklandığı biliniyor. Ayrıca Türkiye’de yapılmış olan gökdelenlerin birçoğunun da hâlihazırdaboş olduğu biliniyor. Bu kapitalist konutlaşma, inşaat sektörü anlayışı bizi hangi noktaya götürüyor acaba?
 
Türkiye’de sadece o bahsetmiş olduğunuz lüks konutlarda boşluk yok. Onların önemli bir kısmı boş zaten, insanlar oturmuyorlar. Ama aynı zamanda Bağcılar’a, Bahçelievler’e, Küçükçekmece’ye vs. gittiğinizde, mevcut çarpık konut stoku içerisinde de boş daire olduğunu görüyorsunuz. Bunun birtakım sebepleri var. Ev sahipleri, özellikle maddi durumları iyi ise evi kiraya vermek istemiyorlar. Çünkü kiracıyla muhatap olmak istemiyorlar. Bir kısmı da başka saikler dolayısıyla evini boş tutuyor. Ama bugün Bağcılar’a gittiğinizde en azından 10 bin konutun boş olduğunu görürsünüz. 10 bin konut, 40-50 bin insan demektir. Benzer durum Bahçelievler için de, başka ilçeler için de geçerlidir. Yani hâlihazırda İstanbul’da en az 100-150 bin konutun boş olduğunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Bunun değişik sebepleri var.

Türkiye’nin inşaat sektörüne yönelmesine gelince, bu biraz arz-talep meselesi. Başakşehir’de Metrokent diye bir yer inşa edildi. Başakşehir ahalisi Metrokent’ten yer almak için birbirleriyle yarıştı. Hatta Metrokent’teki konutlar birkaç gün içerisinde, belki de aynı gün tükendi. İnsanımızda da böyle bir merak var adeta.

Bizim toplumumuzda ne deniyor? Dünyada mekân, ahrette iman. Yani toplumsal bakış da çok önemli. İnsanımızda ev sahibi olmanın iyiliklerine, güzelliklerine, imkânlarına, avantajlarına dair bir bilinç var. Dolayısıyla en fakirimizden en zenginimize kadar mutlaka konuta yatırım yapmak isteriz. Herkes bütçesine göre ev alır. Bazıları 70-80 ev alır. Dünyada bu kadar eve meraklı başka millet var mıdır, bilmiyorum.

TÜRKİYE, ABD VE İSPANYA GİBİ OLMAZ

ABD ile İspanya’daki durum ise biraz bizden farklı. Çünkü orada mortgage sistemi dediğimiz ipotekli ev satış sistemi özellikle Amerika’da çok sorunlu. Türkiye’de hatırladığım kadarıyla daire bedelinin yüzde 25’inin, satın alacak kişi tarafından peşin olarak verilmesi gerekiyor. ABD ve birçok batı ülkesinde bu oran çok daha düşük. Bir diğer husus da finansman sisteminin kendi içindeki sorunlar… Mesela bir konut birden fazla insana satılmış. Konutu satın alan kişi hemen satmış, elden çıkarmış, başkasına geçmiş vs… Kimin ne yaptığı belli değil. Böyle yüzbinlerce konut var ortada. Kredilerin büyük çoğunluğu batık ve çok da pahalı konutlar. Sıkıntılara yol açan etkenlerden biri de bu pahalı konutlar. Çünkü bunlara verilen krediler olağanüstü yüksek. Ayrıca sistemdeki açıklar dolayısıyla ev defalarca el değiştirmiş. Yani orada mali ve finansman ürkütücü bir durum var. Türkiye o noktaya gelir mi? Ben o noktaya kolay kolay geleceğini zannetmiyorum. Çünkü mortgage sistemimiz daha sağlam.

Bir diğer husus da bankalarımızın yapısı… 2001 krizinden sonra Türkiye’nin almış olduğu acı kararlar bugün Türkiye’nin rahat etmesini sağladı. AK Parti iktidarının 10 yıllık zaman diliminde ekonomik istikrardan taviz vermemesi de Türkiye’nin, bugün dünyada parmakla gösterilen, gıpta edilen bir ülke haline gelmesini sağladı. Bu açıdan baktığımızda ciddi bir sıkıntı yok aslında.

Bir diğer husus da yabancılara gayrimenkul satılmasına dair mevzuatta birtakım kolaylıklar, değişiklikler yapılmasıdır. Yabancılara gayrimenkul satışının da özendirilmesi gerekiyor. Çünkü etrafımızda zengin Arap ülkeleri var. Bu ülkelerde yaşayan Araplar, kendi ülkelerinin dışında da yatırım yapmak istiyorlar. Batı dünyasında eskiye göre daha zor yatırım yapıyorlar. Çünkü 11 Eylül saldırıları sonrasında Araplara karşı ciddi anlamda bir önyargı oluştu, -oluşturuldu aslında-… Ya da mevcut önyargı katlanarak arttı. Arap sermayesi de kendine gidecek yer arıyor. Bu açıdan Türkiye onlar için ciddi bir alternatif olabilir. Kaldı ki son 7-8 yıldır Türkiye’ye ciddi yatırımlar yapıldı.

TOKİ’NİN, YAKLAŞIMINI DEĞİŞTİRMESİ LAZIM

TOKİ’nin özellikle çok katlı olmak üzere belli bir mimari anlayışı var. Özellikle Van’daki depremden sonra çok katlı binalar yapılacağı belirtildi. Sizin de belirttiğiniz gibi, Van’daki insanların da ayağı toprağa basıyor. Farklı bir hayat algılayışları var. TOKİ’nin yaptığı inşaatların da bu anlamda eleştirilmesi gerekmiyor mu? TOKİ, İstanbul’da da belli bir misyon üstlenecek. Aynı anlayışla devam edilirse nereye varırız? TOKİ’nin de bu anlamda ıslah edilmesi gerekir mi?
Ben bir akademisyen, bir vatandaş olarak TOKİ’nin mevcut şehirleşme yaklaşımını değiştirmesi gerektiğini söyleyebilirim.  Bunu çok açık söylüyorum. Van depreminden iki hafta önce Van’daydım. Van’ın etrafı komple boş arazi… Van zaten rakımı çok yüksek olan bir şehir, yaklaşık 1.750 metre… O kadar yükseklikte kolay kolay tarım da yapamazsınız. Yaz dönemi çok kısa olduğu için de, ancak belirli ürünlerin tarımını yapabilirsiniz. Dolayısıyla o arazide ne yapacaksınız? Ya ağırlıklı olarak hayvancılık yapacaksınız veya şehri yeniden inşa edecekseniz araziye yayarak inşa edeceksiniz. Van 20 bin kilometrekare yüzölçüme sahip. İstanbul’un tam 4 katı. Merkez nüfusu da yaklaşık 400 bin civarında. Siz eğer geleneksel TOKİ yaklaşımıyla hareket edip de Van’da 10-12 katlı bina yaparsanız şehre yazık etmiş olursunuz. Türkiye’deki arazilerin büyük çoğunluğu da hazine arazisi. Yani Türkiye sıradan bir Avrupa ülkesi gibi değil. Orada arazilerin önemli bir kısmı şahıs arazisidir. Türkiye’de ise büyük çoğunluğu hazine arazisidir. Bu nedenle aslında sıkıntı da yok. Maliye hazinesinden araziler, TOKİ’ye ya da herhangi bir bakanlığa tahsis edilebilir.

Daha önce söylemiş olduğumuz rezidans projelerinin önemli bir kısmının destekçisi TOKİ veya Emlak Konut. Şimdi siz devlet kurumusunuz ve insanları, rezidans denen yüksek binalarda oturmaya teşvik ediyorsunuz. Bu çok güzel bir şeymiş gibi de gazetelerde çarşaf çarşaf reklam oluyorlar, televizyonlarda çok önemli reklam kuşaklarında reklamları yapılıyor. Birçok projede birtakım özel sektör firmalarının ismi ön planda ama ekranın sağında, solunda, köşesinde, bir taraftan TOKİ’nin, öbür taraftan Emlak Konut’un logosu dikkatli insanlar tarafından fark ediliyor. Bu nedenle TOKİ’ye bence çekidüzen verilmesi gerekiyor. Zaten Başbakan Yardımcımız Bülent Arınç bile, hem de kürsüden, TOKİ’nin derlenip toparlanması gerektiğini söylemek zorunda kaldı.

Her şehre aynı konut projesinin uygulanmaması gerekiyor. Allah rızası için Erzurum’a, Erzurum’un geleneksel mimarisinden bazı çizgiler taşıyan toplu konut projesi uygulayın, Kayseri’ye Kayseri, Adana’ya Adana, Bursa’ya Bursa, Edirne’ye Edirne… Ama Van’ın Özalp ya da Erciş ilçesinde bir bina yapılmışsa eğer TOKİ’nin olduğunu anlıyorsunuz. Çünkü aynı bina karşınıza Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde de çıkıyor. Öbür taraftan Muğla’nın Milas ilçesinde de aynı bina çıkıyor. Bakıyorsunuz ve TOKİ tarzı diyorsunuz. Türkiye’deki mevcut yapı stokuna göre son derece estetik ve zarif. Ama TOKİ’nin görevi çirkin binaya göre, daha güzel bina inşa etmek değil. TOKİ’nin görevi toplumun ihtiyacı olan binayı inşa etmek. Burada sadece maddi ihtiyaçlar düşünülmez ki;manevi, kültürel, sosyal ihtiyaçlar var.  Bir estetik kaygı olması lazım… Estetik kaygı yeterince gelişmemiş. Bu hususun üzerinde de hassasiyetle durulması gerekiyor. Bu nedenle ben TOKİ’nin yeniden yapılanması gerektiğini, mevcut zihniyetin büyük ölçüde bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye şehirlerinin mevcut çirkin konut stoku içerisinde TOKİ’nin yaptıkları güzel görünüyor ama, şehirlerin geleneksel konut stokuyla kıyasladığımızda TOKİ’nin yaptıkları kaba saba duruyor…

HER YÖREYE FARKLI MİMARİ TARZ UYGULANMALI

Bizim geleneklerimiz, estetik anlayışımız düşünüldüğünde nasıl bir konut projesi olmalı TOKİ’nin?
Bir kere her yöreye farklı mimari tarz uygulanması lazım. Şanlıurfa’nın ihtiyacı ile Kırklareli’nin ihtiyacı bir değil. Şanlıurfa’da yazın 45-50 derece sıcaklık oluyor. Alabildiğine yağmur alan Rize’nin ihtiyacıyla senenin belki 3-5 günü yağmur yüzü gören Mardin’in ihtiyacı bir değil. Veya çok farklı bir kültürel dokuya sahip olan Ege Bölgesi ile ondan çok daha farklı bir kültüre sahip olan Orta Karadeniz vilayetlerinin ihtiyaçları bir değil. Dolayısıyla şehirlerin binlerce yılda oluşmuş geleneksel kimliğinin korunması gerekiyor. Bu kimlik sadece mevcut mimari eserlerin restore edilmesi ve yaşatılmasıyla sağlanamaz. Çünkü şehirler o kadar büyüdü ki, eski tarihi doku şehrin ortasında maket gibi kalıyor. O zaman ne yapacaksınız? O tarihi dokuyu çevreleyen konut stokunun saygısız, fütursuz bir şekilde alabildiğine kanserleşmiş hücreler gibi büyümesine müsaade etmemeniz gerekiyor. O tarihi dokudan çizgiler taşıyan, saygı duyan, girildiği zaman sadece binalarına bakarak “Tamam, biz Erzurum’a geldik.” diyebileceğiniz şehirlerin ortaya çıkması gerekiyor. Şimdi düşünün; Ankara’nın Sivas’tan bir farkı var mı? Sadece Sivas’ın on kat büyümüş hali. İkisi de birbirinin aynı. Aynı bina tarzı her ikisinde de var.
İnsanları kibrit kutusu gibi binalarda yaşatmak belki göze çok hoş görünebilir. Birbirini 90 derece kesen caddeler, onların yanında sıra sıra belirli bir nizam içerisinde kibrit kutusu gibi binalar… Ama topoğrafya, tabiat, tarihi doku, o toplumun kültürü, gelenekleri, görenekleri yeterince dikkate alınmamış. Bakıyorsunuz yine olması gereken estetik kaygı yok.…

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

On5yirmi5.com