Şemdin Sakık neden şimdi konuştu?

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı Ergenekon’da gizli tanık olan PKK terör örgütünün eski yöneticisi Şemdin Sakık’ın “Deniz” takma adıyla sürdürdüğü gizli tanıklıktan açık tanıklığa...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Ergenekon’da gizli tanık olan PKK terör örgütünün eski yöneticisi Şemdin Sakık’ın “Deniz” takma adıyla sürdürdüğü gizli tanıklıktan açık tanıklığa geçmek istemesi bir anda Türkiye’de gündeme oturdu. Üstelik Şemdin Sakık’ın yaptığı açıklamalar da yakın geçmişte gerçekleşen pek çok olayın yeniden tartışılmasına neden oldu. Şemdin Sakık’ın bu açıklamalarını Ergenekon terör yapılanmasını en iyi bilen ve bu konuda kitapları bulunan Araştırmacı-Yazar Zihni Çakır’a sorduk. Zihni Çakır, Şemdin Sakık’ın bu açıklamalarını analiz ederken, yine Sakık’ın Taraf gazetesi için yaptığı açıklamalardan bu gazeteyle ilgili tespitlerini de bizimle paylaştı. Zihni Çakır, kendini cemaate yakın atfeden bazı yazarlar için de önemli açıklamalar yaptı.

ŞEMDİN SAKIK ERGENEKON’UN MEDYA AYAĞINI SUSTURMAK İÇİN KONUŞTU

Şemdin Sakık dün ilk defa gizli tanık olmaktan çıkarılmasını, adının açıklanmasını istedi ve çok önemli açıklamalar yaptı. Öncelikle Şemdin Sakık ‘Ergenekon’ hakkında gerçekten bu kadar derinlikli bilgiye sahip midir ki gizli tanık olmuştur? Ayrıca neden gizli tanıklıktan açık tanıklığa geçmek istemiştir?
Şemdin Sakık bilindiği gibi Türkiye’nin neredeyse yarım yüzyılına mal olan PKK terör örgütünün üst düzey elemanlarından birisiydi. PKK’nın kuruluş, gelişme ve bugünlere geldiği süreç içerisinde ülkedeki derin devlet yapısıyla birebir ilintili hareket ettiğini varsayacak olursak; kuruluşunda MİT’in pozisyonu, 12 Eylül askeri darbesinden önce derin devletin onlara bilgi verip Suriye’ye kaçışlarını, Suriye’de kendilerini muhafaza etmelerini ve daha sonra ortam düzeldikten sonra faaliyetlerini her geçen gün artırarak devam ettirmeleri PKK’yı haliyle bir bir derin devlet olgusu dışında düşünmemizi engeller. Bu bakımdan Şemdin Sakık’ın da bu örgüt içerisinde üst düzey konumda yer aldığını göz önünde bulunduracak olursak, ‘Ergenekon’ gibi Türkiye’nin 46’dan sonra demokratik gelişmesine darbe vurmuş derin devlet yapısını yargılıyor iseniz, bu yapının kullandığı örgütleri ve o örgütlerin yöneticilerini de buraya getirip tanık olarak dinlemeniz gayet doğaldır, yerinde bir karardır. Bu bakımdan ben Şemdin Sakık’ın Ergenekon davasında tanıklığını çok isabetli bir karar olarak görüyorum. Gizli tanıklıktan çıkıp açık tanık olarak ifade vermek istemiş olmasını da tanıklığının ne derece doğru, ne derece ispat gerektirmeyecek kadar aşikar olduğunu ortaya koymak bakımından önemli olarak değerlendiriyorum. Doğru bir karardır, Şemdin Sakık’ın dinlenmesi çok yerinde bir karardır. Özellikle gizli tanıklıktan çıkıp, açık tanık olmasının da onun birtakım iddialarını “gizli tanıklık yapıyor” adı altında çürütmeye çalışacak olan Ergenekon’un şu anda dışarıdaki medya ayağının, önünü kesmeye yönelik bir eylem olduğu düşüncesindeyim.

SAKIK TANIK OLARAK DİNLENİYOR, BOL YILDIZLI GENERALLER YARGILANIYOR

Orgeneral Tuncer Kılınç da “Şemdin Sakık çok dürüsttür. Ne biliyorsa onu söyleyecektir” dedi. Tuncer Kılınç, acaba Şemdin Sakık’ı ne kadar yakından tanıyor ki, böyle açıklamalar yapıyor? Bu da ilginç bir durum değil mi acaba?
Tabi şimdi Şemdin Sakık’ın bir cezaevi süreci var. O süreç içerisinde görüşmüş olma, karşılıklı bir münazara içerisinde bulunmuş olma ihtimali var. Bu bağlamda böyle bir ifade kullanılıyor olabilir. Ama biraz önce de söyledim, terörle mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bazı mensuplarının terörün devamından nemalandıkları için PKK terör örgütünün üst düzey yöneticileriyle görüştükleri artık inkar edilmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Bu açıklamasını bu bağlam içerisinde değerlendirmek mümkün mü diyecek olursanız, bence mümkün. Ama benim üzüldüğüm bir şey var: Aslında bu üzülmekten ziyade Türkiye için gelinen noktanın ifadesi anlamında önemlidir. TSK’nın terör kahramanı olduğu iddia edilen onca generalin sanık olduğu, sanık sandalyesine oturduğu bir davada mücadele ettiklerini söyledikleri bir örgütün üst düzey yöneticisinin tanıklık yapmış olması, geçmişteki karanlık noktaları büyük oranda aydınlatmaya yönelik ifadeler vermiş olması Türkiye’de geldiğimiz nokta açısından sevindirici bir gelişmedir. Özellikle bunun üzerinde durmamız gerekir. Bakınız paşalar, bol yıldızlı generaller sanık sandalyesinde, onların geçmişte kirli ilişki içerisinde olduğu şahıslar da belki vicdan muhasebesi sonrasında, belki içinde bulundukları çıkmaz neticesinde tanık sandalyesindeler. Bu, Türkiye’deki tabloyu anlatmak bakımından önemli bir veri.

DOĞU PERİNÇEK ULUSLARARASI İSTİHBARAT AĞININ KUCAĞINDAN İNMEYEN BİR ŞAHSİYET 

Şemdin Sakık’ın açıklamalarına geçmek istiyorum. Özellikle Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün PKK ile ilişkileri için çok önemli şeyler söyledi.  Acaba bu iki ismin PKK ile bağlantısı ve bugün Ergenekon davasında sanık olmaları da yine bu derin bağlantılar açısından ilginç değil mi?
İlginç, ilginç olduğu kadar da sürpriz olmayan şeyler. Daha 70’lerde Doğu Perinçek’in, Yalçın Küçük’ün içinde bulunduğu devrimci hareketler Türkiye’deki Kürt milli ulusal direnişinin desteklenmesi gerektiğini deklare etmişler. Yani PKK’nın kuruluş dönemindeki ideolojik anlayışıyla Doğu Perinçek ve Yalçın Küçük’ün sahip olmuş olduğu ideolojik anlayış çok farklı. Bakmayın bugün Türk milliyetçisi ve Kemalist geçindiklerine… Bunlar PKK ile ilişkili oldukları dönemde Mustafa Kemal’i burjuva olarak nitelemişler, burjuvanın koruyucusu olarak ilan etmişlerdir. Hatta emperyalizmin Türkiye’deki maşası olarak nitelemişlerdir. Bugünkü Kemalistlikleri, bugünkü ulusalcılıkları, bugünkü Türkçülükleri tamamen onların bukalemun yapısıyla açıklanabilir. Başka hiçbir izahı yok bunun. Şemdin Sakık onların terör kamplarını ziyaretlerini, Abdullah Öcalan’a biatlarını anlatıyor. Bunların tamamı doğrudur, zaten kanıtlarla, fotoğraflarla sabittir. Bugün bunları kendileri de açıklamakta zorlanmaktadırlar. Örneğin ‘2000’e Doğru’ dergisinin 90’lardaki sayılarının kapakları internet ortamında bulunabilirken, kapakta spot olarak verilen yayınların içerideki bölümlerde tek tek aradan çıkarıldığı görülür. Neden? Çünkü bugün “bukalemun” olarak kişilikleri ve karakterleri değişmiştir ama geçmişteki yaptıklarını gizleme ihtiyacı hissetmişlerdir. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek Abdullah Öcalan’ın akıl hocasıdırlar. Bunların o ilişkilerinin altında da Milli İstihbarat Teşkilatı’nın bunlara bir görev verip vermediğini araştırmak gerekir. Bence o dönem Apo’nun Bekaa kampını, terör kamplarını ziyareti, onunla ilişkileri ve onun mesajlarını Türkiye’ye medya üzerinden anlatışı tamamen o dönemdeki MİT yönetiminin Doğu Perinçek’e vermiş olduğu bir görev olabilir. Bunu çok iyi araştırması gerekir savcıların. Çünkü Doğu Perinçek her dönemin adamıdır, Doğu Perinçek uluslararası istihbarat ağının kucağından inmeyen bir şahsiyet olduğu için o dönem MİT’i hangi uluslararası istihbarat ağı yönetiyorsa o anlamda Doğu Perinçek’e de bir görev verilmiş olabilir. Yalçın Küçük’e de böyle bir görev verilmiş olabilir ve bu görevi ifa etmiş olabilirler. Savcılar bu noktayı asla ve asla gözardı etmemelidir.

Bugün Radikal’de Ezgi Başaran’ın yazısında da o dönemki MİT’in Musa Anter’le, Şerafettin Elçi ile görüştüğüne, onları yönlendirdiğine ya da yönlendirmek istediğine dair bilgiler var. Bu da aslında sizin söylediklerinize paralel bir durumu ortaya koyuyor…
Sözünü ettiğiniz yazıyı okumadım. Bakın ben MİT’in, bir devletin ana unsuru olan bir teşkilatın, terör örgütleriyle müzakere süreçleri yürütmesine karşı birisi değilim. Şu mantık vardır uluslararası istihbaratta: İstihbarat, gerekirse şeytanla bile görüşür, denilir. Doğrudur, istihbarat eğer bir sorunun çözümüyle ilgili adımlar atılırken eğer bir müzakere ya da görüşme süreci yaşanıyorsa bunu yapmalıdır. Ama ben MİT’in o dönem Abdullah Öcalan’la yapmış olduğu görüşmelerin, birileri üzerinden yapmış olduğu irtibatın bu sorunun çözümünden ziyade sorunun daha da büyümesi yönünde olduğu kanaatindeyim. Çünkü düşünün ki, milli bir yapı söz konusu değil. Yani MOSSAD, CIA, hatta ve hatta Suriye’deki istihbarat örgütü MİT’in içerisinde cirit atıyor. O dönem PKK’yı Suriye’nin de kullandığını düşünürsek eğer MİT’in o dönemdeki görüşmelerinin ana amacının ne olduğunu kavramakta zannediyorum zorluk çekmeyiz.

SAKIK’IN 33 ER OLAYIYLA İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ BENİM AÇIMDAN SÜRPRİZ DEĞİL

Şemdin Sakık’ın ifadelerinde dikkat çeken bir şey de suikastlar. Mesela Gaffar Okkan suikastı. Eşref Bitlis, Musa Anter, Uğur Mumcu…
Çok doğru söylüyor, zaten bugüne kadar hep muamma olarak kalmış. Örgütlerle ilişkilendirilen suikastlarda bence o dönemde ülkedeki derin devlet yapısının PKK gibi paramiliter örgütlerle -PKK o dönem paramiliter bir örgüttü- ittifakın neticesinde gerçekleştiğini düşündüm ve bütün kitaplarımda da bunun üzerinde durdum. Bugün Şemdin Sakık’ın ifadesinde özellikle Bahtiyar Aydın’la ilgili olan kısımla ilgili benim kitaplarımda kullandığım Şemdin Sakık’ın bir mektubu vardı. Bu mektupta ’33 Er’ olayını tüm detaylarıyla anlatır. Bunlar benim açımdan sürpriz değil. PKK üzerine yıkılan ama o dönemdeki TSK yönetiminin terörün çözümü noktasında atılan adımların önünü kesmek için birtakım karanlık eylemler içerisine girdiğini ortaya koymak bakımından bunları dikkate değer buluyorum. Savcıların bunlar üzerine ayrıyeten gitmesi gerektiğini, Ergenekon denilen o devasa ahtapota dönüşmüş olan yapının gerçek kimliğinin bu şekilde irdeleme ve soruşturma sonucunda daha net çıkacağı düşüncesindeyim.

“33 Er” olayını da sormak istiyorum. Malum bunun sorumlusu Şemdin Sakık. Ama o olay hakkında ilginç ifadeler kullanıyor. Yani bu erler korumasız bir şekilde gönderildiler. “Bizim de vicdanımız sızlıyor” filan gibi sözler kullanıyor. Gerçekten de “33 Er” olayı öncesinde sorunun çözümüne ilişkin birtakım adımlar atılacağı konuşuluyordu. Şemdin Sakık’ın da bu ifadeleri sanki o sürecin bilerek kesintiye uğratıldığına dair görüşü güçlendiriyor. Siz de aynı fikirde misiniz?
Tabii ki. Bu çok net zaten. O dönemde insanlar bunu okudular. O dönem olayların arka planını araştırma açısından hem devlette böyle kararlı bir irade yoktu, hem de bu soruşturmaları yürüten yargı mercilerine psikolojik destek verebilecek, ‘arkanızdayız’ diyebilecek bir siyasi otorite yoktu. Ama bugün o irade olduğu için devletin böyle bir iradesi, geçmişiyle yüzleşme ve geçmişinden aklanma iradesi olduğu için o gün düşündüklerimizi bugün daha yüksek sesle dile getiriyoruz. Yargıda o gün düşünülen, ama üzerine bir türlü gidilememiş olayların üzerine bugün çok daha rahat gidilebiliyor. Yani işin tek özeti bu.

İKİ YIL ÖNCESİNE KADAR YEŞİL’İN YAŞADIĞINA DAİR DUYUM ALDIM

Ben size Yeşil’i de soracağım. Yine Şemdin Sakık onunla ilgili “öldü” diyor, ama malumunuz birçok tartışma var. 2001’de Gaffar Okkan suikastından sonra Malatya’da bir uçak düştüğünde ölmüştü. Şemdin Sakık, orada öldüğünden bahsediyor. Mahmut Yıldırım olayı nedir aslında?
Şemdin Sakık’ın o konuyla ilgili öne sürdüğü düşüncelere çok fazla katılmıyorum. Neden katılmıyorum? Daha iki yıl öncesine kadar ben Mahmut Yıldırım’ın yaşadığı yönünde duyum aldım. Hatta Mahmut Yıldırım’ın bu Ergenekon soruşturması başladıktan sonra işte tanıklık yönünde, gizli tanık olarak kullanılması için birtakım girişimlerin ve onunla irtibata geçileceğine yönelik birtakım çalışmaların olduğu duyumunu aldım. Bu anlamda çok fazla ona katılmıyorum. Cezaevinde aldığı bilgiler doğrultusunda böyle bir düşünce öne sürmüş olabilir. O da haklı olabilir, o da doğru olabilir. Çok net bir şey söyleyemeyeceğim ama benim aldığım duyumlar, bu duyumları da bizzat Adalet Bakanlığı’na sordurdum. Ama Şemdin Sakık inkar etti. Böyle bir şeyin olmadığını söyledi ama ben Mahmut Yıldırım’ın şu anda Türkiye’deki bir yerde devletin bildiği bir noktada kendini koruduğu ve bu tür soruşturmalara destek verecek girişimler için bekletildiği bilgisini aldım. Ama ne kadar doğrudur bilemeyiz tabii. Çünkü bunu yüzde yüz teyit ettirebildiniz mi derseniz teyit ettiremedim. Ama ciddi kaynaklarımdan aldığım bir bilgiydi bu. Bu anlamda Şemdin Sakık’la aynı kanaatte değilim ama mutlaka onun da ilişkileri neticesinde ve cezaevindeki devlet yetkilileri ile görüşmeleri neticesinde aldığı birtakım bilgiler vardır. Doğru da olabilir, yani o konuda somut bir şey söyleme şansına sahip değilim.

Şemdin Sakık’ın bundan önce 28 Şubat sürecinde andıç için kullanılma durumu var. Bu konuda da spekülasyon yapılıyor. Gizli tanıkken de başkaları adına konuşuyor olabilir ya da bu tür şeyler söylüyor olabilir, gibi bir yaklaşım var. Bu ne derece mümkün acaba?
28 Şubat dönemindeki andıçlama bir hukuk devleti anlamında hoş olmayan bir şey. Ama andıçlanan isimlerle ilgili Şemdin Sakık’tan alınan bilgiler yanlış mı derseniz hiçbirisi yanlış değil. Yani nasıl spekülasyon diyeceğiz buna? Oradaki iddiaların tamamı doğru, ama ordunun öyle bir görevi var mı derseniz demokratik bir hukuk devletinde yok. Bizim orada eleştirdiğimiz nokta iddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı değil, ordunun böyle bir görevi yok. Ordunun basın mensuplarını fişlemek ve andıçlamak gibi bir görevi yok. Bunlarla ilgili eğer ortada yapılan bir yanlış varsa bir süreç işletilmesi gerekirdi. Bu yapılmamış. Bu isimler de ifşa edilmiş, yanlış olan bu. Ama Şemdin Sakık’ın iddiaları yanlış değil ki. Bu isimlerin o dönem PKK ile irtibatlı olduğunu söylüyor, yanlış mı? Hepsi irtibatlıydı PKK’yla. Bu anlamda niye spekülasyon olsun ki!

TARAF GAZETESİ BİR AMERİKAN PROJESİ

Şemdin Sakık’ın Taraf’la ilgili de bir iddiası var.
Ben Taraf’ın bir proje yayını olduğu kanaatini artık somut bir şekilde, bir düşünce olarak dile getiriyorum. Amerika’daki bir kanalın projesi, başında Graham Fuller’in olduğu bir ekip… Bu ekip Ortadoğu’daki İslam ülkelerinde kendi zihniyetlerine yakın bir İslami düzen oluşturma amacı güdüyor. Bu bizzat Amerikan kongresinin desteklediği bir kuruluş üzerinden götürülüyor. Şüpheydi, ama Taraf’la ilgili bu şüphenin ötesine geçti artık.

Şemdin Sakık, “Taraf gazetesinin örgüt bülteni mi ulusal bir gazete mi olduğu anlaşılamamaktadır, Öcalan’ın her sözü manşetten veriliyor” diyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Yanlış bir ifade değil. Doğru bir ifade kullandığı düşüncesindeyim. Taraf’ın üstlendiği misyon, son dönemdeki yayın çizgisi, ilk yılını söylemiyorum ama, ilk yılından sonraki yayın çizgisi tamamen bir proje yayın organı olduğu kanaatini somutlaştırdı benim düşüncelerimde. Kamuoyu bu konuda ne düşünür bilmiyorum ama ben böyle düşünüyorum. Cemaate yakın görünen bazı kalemler de o yapıyla birlikte hareket ediyorlar. Bazıları Taraf’ta yazıyor, bazıları yazmıyor ama böyle bir proje var. Taraf da bu projenin içerisinde bu görevi yürütüyor düşüncesindeyim. Umarım ben haksız çıkarım. Ama ben haklı çıkarsam kurumların; bizim mücadele ettiğimiz o vesayet düzeni yıkıldı zannederken başka bir yapının vesayeti altına girme tehlikesi var. Maalesef yine aynı vesayet düzeni, bu sefer Amerika’da farklı bir konseptin kontrolünde yürütülecek demektir ki, bu Türkiye için felaket olur.

KENDİNİ CEMAATE YAKIN ATFEDEN BAZI YAZARLAR AMERİKA’NIN KONTROLÜNDE

Ben cemaat noktasını açmak istiyorum. Bu yazarlar cemaatten bağımsız mı hareket ediyor veya bunlar cemaat adına hareket ediyor diye gözükürken Amerika’daki yapıya mı hizmet ediyor?
Bunu defalarca ben sosyal paylaşım sitelerindeki o kısa notlarımda dile getirdim. Köşe yazdığım internet sitesinde rotahaber.com’da daha detaylarına girdim. Türkiye’de bugün hükümetle canhıraş bir mücadele içerisine girmiş olan ve kendini cemaate yakın atfeden, zaman zaman cemaat adına köşe yazıları kaleme alıp cemaatin manifestosu gibi, bu yazılarında manifesto gibi ifadeler kullanan bazı isimlerin Amerika’da o sözünü ettiğim kanalın kontrolü içerisinde hareket ettiğini düşünüyorum. Bunlara bunu sorduğum zaman bana akademik ilişkinin ötesinde olmadığını söylediler, ama ben bunun akademik ilişkinin çok ötesinde olduğu düşüncesindeyim. Bu düşüncemi çürütecek bugüne kadar da hiçbir adım atmadılar. Çünkü PKK’nın bazı eylemlerini önceden sadece bir öngörü olarak ortaya attıklarını söyleseler de bunların o açıklamaları ya da köşelerinde kaleme aldıkları yazılardan sonra birebir uyuşan operasyonların gerçekleşmesi, bu operasyonların özellikle hedef alınan kurumların meşruiyetini tartışılır hale getiriyor olması, örneğin MİT, örneğin emniyet içerisinde istihbarat kanadında yapılan bazı değişikliklerden sonraki PKK eylemlerinin emniyet istihbaratını töhmet altında bırakır bir pozisyon alması benim iddialarımı güçlendiriyor. Bu arkadaşlar istedikleri kadar öngörüleri olduğunu söylesinler, süreci iyi okumak olduğunu söylesinler, ben bunların ellerine verilen metinler üzerinden köşe yazdıklarını, Türkiye’yi ve kamuoyunu belli bir yöne kanalize etmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Maalesef bunlar cemaatin manevi ikliminden faydalanan kişiler. Cemaat bunlarla arasına mesafe koymalıdır. Koymadığı zaman bunların ileriki zamanda ortaya çıkacak gerçek yüzlerinden çok büyük zarar göreceklerdir.

on5yirmi5.com