Özkök, Ahmet Kaya’dan Helallik İstedi

Olaylar
Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, geçmişte ‘Vay şerefsiz’ ve ‘Ayıp ettin gözüm!’ gibi manşetler atarak hakkında bir linç kampanyası başlatılmasına neden olduğu sanatçı A...
EMOJİLE

Hürriyet gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök, geçmişte ‘Vay şerefsiz’ ve ‘Ayıp ettin gözüm!’ gibi manşetler atarak hakkında bir linç kampanyası başlatılmasına neden olduğu sanatçı Ahmet Kaya ile yıllar sonra hellaleşmeye gitti.

İşte o fotoğraflar… Tıklayın…

Kaya’nın Londra’daki mezarı başına giden Özkök, bildiği iki duayı okudu. Özkök, ‘hellalleşme’ için ‘artık çok geçti’ diye yazdı. İşte Özkök’ün yazısından satırbaşları

"TRT Türk kanalı Edith Piaf’ın şehrini anlatan bir programın sunucusu olmamı istemişti. Programın bir bölümü Pere Lachaise mezarlığında, onun mezarının başında çekilecekti.. Çekim için izin alınması gerekiyordu.

Programın yapımcısı Serhat Akinan’ı aradım ve "Ahmet Kaya’nın mezarına da gidelim" dedim. Şaşırdı, biraz sustu ve konuştu: "Çok iyi yaparsınız…"

Ana kapıdan girdiğimizde ilk karşılaştığımız mezarlar, gençlik yıllarımda adlarını ve hayatlarını ezbere bildiğim efsanevi sosyalist ve komünist liderlerinkilerdi. VValdeck Rochet, Maurice Thorez, Georges Marchais…

Biraz ilerde Almanca konuşan 6-7 genç önümüzü kesti ve "Edith Piaf’ın mezarı neresi" diye sordu.

"Biz de oraya gidiyoruz, bizi takip edin"dedik.

Biraz sonra Edith Piaf’ın mezarının karşısındayız.

Mütevazı sayılabilecek bir mezar.

Yanında babası ve son kocası Theo Sarapo yatıyor.

Edith Piaf’ın soyadı da Sarapo olarak yazılmış.

Kırmızı güllerden birini onun mezarının üzerine bırakıyorum.

Yves Montand’a olan aşkını anlattığı %La Vie en Rose’ şarkısını mırıldanıyorum. "Beni kollarına alınca, dünyayı tozpembe görüyorum."

Bir kadının, erkeğine verebileceği en büyük haz bu olmalı diye düşünüyorum.

Tabii buraya kadar gelmişken Jim Morrison’un mezarına gitmemek olmaz.

Mezarlığın o bölümü ilaçlandığı için kapatılmış.

Ama takan kimse yok.

Hepimiz engelleri aşıp, mezara gidiyoruz.

Ahmet Kaya ile kaç kere karşılaştık hatırlamıyorum. Belki bir, belki iki. Şarkılarını çok seviyordum.

‘Saza Niye Gelmedin’i hâlâ dinliyor ve doyamıyorum. Sonra aramıza o tatsız manşet girdi. Ahmet Kaya, bir daha Türkiye’ye dönmedi.

Karşı karşıya gelseydik, belki birbirimize söyleyecek sözümüz olabilirdi. Olmadı.

Mezarlığa giderken, onun için ceket giydim, kravat taktım. Eminim, yaşasaydı, "Bu façaya ne gerek var" derdi. İçimden öyle geldi.

Pere Lachaise’in öteki mezarlarıyla karşılaştırıldığında onunki de çok mütevazı bir mezar.

Beyaz taştan yapılmış.

Üzerinde kabartma bir portresi var.

Altında Ahmet Kaya yazıyor.

Başında kimse yoktu ama epey çiçek vardı.

Ayak ucunda "Elveda sevgili ülkem" yazıyordu.

O cümleyi görünce çok hüzünlendim.

Ne kadar kızsa da, ne kadar haksızlığa uğrasa da, herkes ülkesini seviyor. Aynı hüznü, Berlin’de birlikte konsere gittiğim Oray Eğin’in gözlerinde gördüm. Sürgün kötü bir duygu.

Kapıda aldığım gülü, mezarın baş tarafına koydum.

Bildiğim iki dua var. Onları okudum. Ve onunla konuştum. Ne söylediğimi hayatım boyunca kimseye anlatmayacağım.

Söylenmesi gereken her şeyi söyledim. Helalleşmek istedim ama artık mümkün değildi. Benim helal edilecek fazla hakkım yoktu. Onun hakkını helal etmesini isterdim ama artık çok geçti.

İçimdeki duygu neydi? Suçluluk mu? Hayır…

Günah falan çıkarmak gibi bir amacım da yoktu. Çünkü, "Bilerek kötülük" benim lügatımda yazmıyor.

Bilmeyerek olanı derseniz, vardır elbet.

Taşlanacaksam eğer, ilk taşı, hiç manşet günahı olmayan atsın. Benim duygularım böyleydi ama onun içinde başka duygular olabilir. Keşke, diyorum, keşke, bu konuşmayı, o yaşarken yapabilseydim…"