Oyundan ölüme PKK’nın çocuk militanları

Olaylar
Haşim Söylemez’in haberi Adı Reyhan’dı. Örgülü sarı saçları ve mavi gözleriydi dikkatimi ilk çeken. Onu köy okulları arasındaki ortak piknikte tanımıştım. Komşu köydendi. Ben 3. sınıftan s...
EMOJİLE

Haşim Söylemez’in haberi

Adı Reyhan’dı. Örgülü sarı saçları ve mavi gözleriydi dikkatimi ilk çeken. Onu köy okulları arasındaki ortak piknikte tanımıştım. Komşu köydendi. Ben 3. sınıftan sonra okuyabilmek için köyden ayrılırken terör ortamı iyice germişti. ‘Özgürlük şarkıları’ söylenir olmuştu her yerde. PKK terör örgütüne katılan kız ve erkeklerin sayısı her gün artıyordu. Yaz tatillerinde köye döndüğümde, komşu köylerden birilerinin örgüte katıldığını duymak artık sıradanlaşmıştı benim için. 5. sınıfı bitirdiğim bir yaz akşamında Reyhan’ın dağa gittiğini duydum. Aynı saatlerde karşı sıradağlardan silah sesleri duyuluyordu. O yaz bitmek üzereydi. Harman yerindeki samanlar bile toplanmış, zorlu bir kış bekliyordu köyümü ve beni. Çünkü yine ailemden ayrılıp gurbete gidecektim. Tam bu sırada Reyhan adı bir kez daha geçti. Bir ağaç kovuğunda, alnından tek kurşunla vurularak öldürülmüştü. Üstelik Reyhan daha çocukken hamile kalmıştı.

Son dönemlerde PKK’ya katılımlarda çocuk oranı yüzde 36. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın son İnsan Hakları Raporu’na göre de PKK dağ kadrosuna çocukları almaya devam ediyor ve örgütün yarısına yakınını 18 yaş altındaki çocuklar oluşturuyor.

Terörle birlikte aklımın bir kenarına yazılan ve oradan asla çıkmayan bir vakaydı bu. Yıllar sonra gazetecilik mesleğine başladığımda ilgilendiğim alanlardan biri de terör oldu. Dolayısıyla birçok örgüt mensubu ile görüştüm, örgütten kaçanların hikâyelerini dinledim. Ama İstanbul’da dinlediğim

Pervin’in hikâyesi, beni yıllar öncesine götürmeye yetti. Reyhan yine gözümün önünde canlandı. Aynı hikâyeyi iki ayrı kişi yaşamıştı âdeta. Pervin’in PKK ile tanışması, ilkokul yıllarında başlamış. 5. sınıftayken dağa gitmesi gerektiği söylenmiş. Sonra ailesinden habersiz, Van’a giden bir otobüse bindirilmiş. Kendisini otogarda kimin karşılayacağı, hangi kamplara götürüleceği bir bir anlatılmış. Gerisini Pervin anlatıyor: “Bir köye götürdüler, muhtar bizi karşı tarafa geçirdi gece. Hava çok soğuktu. ‘Üşüyorum’ dediğimde ‘Alışmalısın, sen savaşçı olacaksın’ dediler. Kaç saat yürüdük bilmiyorum, sabah olduğunda kendimi PKK kampında buldum. Sonradan Kelareş kampı olduğunu öğrendiğim. Benim gibi gelen ve yaşları 17’den küçük 20 kişi daha vardı. Oradan bizi Hakurk kampına götürdüler. Kadın ve erkekler ayrı kalmaya başladık; ama eğitimleri beraber alıyorduk. İlk başta korkudan hiçbirimiz silahı elimize alamıyorduk. Bizi tehdit ettiler: ‘Bu işi öğreneceksiniz, yoksa ölürsünüz!’ Adını bilmediğim bir erkek arkadaşımızı itiraz ettiği için vurdular. Mecburen ateş talimlerine başladık ama silahı bile doğru düzgün tutamıyorduk. Aradan bir yıl geçti. Korktuğum başıma geldi. Bir gece kamp komutanı beni çağırdı, artık büyüdüğümü söyledikten sonra ağzımı kapatıp tecavüz etti. Benim ölümüm olmuştu bu olay. Bir yolunu bulup kaçacaktım. Hamile kalmıştım. Durumu bizden büyük kadınlara anlattım. Beni bir nevi kürtaj yapan bir kadına götürdüler, acılar içinde çocuğu düşürdüm. Ama günlerce ağladım. Hep kaçmayı planladım. Bir gün yeni bir grup, eğitim amacıyla bulunduğumuz yere geldi. Bu fırsattı. Çünkü sayımız artmıştı. Bir gece bütün riskleri göze alıp kaçtım…”

Sami’nin hikâyesi de farklı değil. O da 14 yaşında, önce örgütün şehir yapılanması ile tanışmış, sonra kendisini kamplarda bulmuş. Daha çok ‘Kürtler eziliyor’ gibi ideolojik söylemler yüzünden örgüte katılmış. Ancak dağdaki hayatı ve örgüt içindeki çarpık ilişkileri görünce o da ayrılma kararı vermiş. Neticede kaçmayı başarmış. Sami’ye göre, örgüte katılanlar olduğu kadar örgütten kaçmak isteyenler de var: “Kaçmak isteyenlerin hayatta kalabilmesi tam bir şans işi. Kaçmak çok zor ve yakalandığın anda infaz ediliyorsun. Birçok arkadaşım infaz edildi. Özellikle çocuk yaştakiler ve gençler daha çok kaçmak istiyor.”

Bu hikâyeleri çoğaltmak mümkün. Bu haberi hazırlarken örgütten kaçan çocuk yaştaki 10 kişi ile görüştüm. Hepsinin anlattıklarını buraya yazmak mümkün değil; ama örgütün mağdur ettiği çocukların yaşadıkları genel olarak bu şekilde.

BDP ve tabanı susuyor

PKK’nın çocukları hem şehirde hem de dağda terörist olarak kullanması, aslında pek gündeme getirilmeyen, geçen hafta ABD Dışişleri Bakanlığı İnsan Hakları Raporu ile gazetelere yansısa da detayları fazla bilinmeyen bir konu. Çocuklara yönelik en basit bir olayı bile alanlara taşıyıp sloganlaştıran BDP ve tabanı, konu ‘çocuk gerillalar’a gelince susuyor. Aynı şekilde aydın yazar ve çizerler KCK’yı savunurken, tutuklamaları eleştirirken, KCK/PKK’nın yaptıklarını ve çocuklara yönelik istismarlarını görmezden geliyor. Çocuklara yönelik şiddet, çocuk işçi, çocuk evlilikleri gibi konularda haklı tepkilerini ortaya koyan insan hakları dernekleri ve sivil toplum kuruluşlarının, KCK/PKK’nın kullandığı ve teröriste dönüştürdüğü çocukları görmezden gelmesi de tarafsızlıklarına gölge düşürüyor.

Oysa ‘çocuk savaşçılar’ konusu, uluslararası literatürde ve yasalarda ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ sınıfında yer alıyor. Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Koruma Konvansiyonu ve Opsiyonel Protokolü’ne göre, çocuk savaşçı kullanmak temel insan hakkı ihlali. Çocukların silahlı bir gruba katılması veya burada kullanılması uluslararası bir suç. Çocuk savaşçılar konusunda en son ceza alan isim, Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor oldu. Taylor, Sierra Leone iç savaşında çocukları kullandığı için uluslararası mahkeme tarafından suçlu bulundu. Taylor örneği gösteriyor ki KCK/PKK, kullandığı ‘çocuk militan’lardan dolayı bir de uluslararası mahkemenin önüne çıkmak zorunda kalacak. Başta örgüt lideri Abdullah Öcalan olmak üzere bütün sorumluların, Türkiye’de affedilseler bile, uluslararası mahkemelerce ağır cezalara çarptırılmaları gündeme gelecek.

Örgüt kaynaklarına göre, son dönemde PKK’ya katılımlarda çocukların oranı yüzde 36. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın son İnsan Hakları Raporu’na göre de PKK dağ kadrosuna çocukları almaya devam ediyor ve örgütün yarısına yakınını 18 yaş altındaki çocuklar oluşturuyor.

Uluslararası camiada bu konuda bile sıkıştırılmayan PKK çok rahat. Kendisine katılanlara verdiği kimliklerde veya ölüm ilanlarında doğum tarihlerini açık açık deşifre ediyor. Bu arada, örgüte katılan en küçük ‘militan’ 8 yaşındaki K.

18 yaş altı baz alındığında örgüte katılanların oranı, 1990’dan 2012’ye kadar bir hayli fazla. KCK/PKK’nın çocuk kullanma politikasını 1990’dan günümüze kadar inceledik. İncelemede Emniyet, Jandarma ve örgütün kaynakları ile bazı eski örgüt militanlarının ifadeleri temel alındı.

Örgüte katılan çocukların yüzde 59’u erkek, yüzde 41’i kız. Örgüte katılıp geri dönmeyi başaran çocukların oranı ise yüzde 25. Dağa gidenlerin yüzde 75’inin akıbeti hakkında net bilgi yok. Dağa giden çocukların yüzde 50’si 2-3 yıl içinde ölüyor. Ölüm sebebi çatışma, örgüt içi infaz veya hastalık olarak değerlendiriliyor.

Örgüte çocuk katılımının en yoğun olduğu yıl 1993. 12 bin çocuk bu tarihte örgüte kalıyor. Bunların bir kısmı dağda silah altına alınırken, bir kısmı milis kuvvetler olarak kullanıldı. Milis kuvvetler, iaşe toplama veya köylerde örgüte yardım, uyuşturucu ve kaçakçılık gibi işlerde kullanılıyordu.

1990’larda örgütün militan sayısı 30 bindi. Milislerle birlikte bu rakam 80 bini buluyordu. Dolaysıyla çocuk oranının bu kadar yüksek olması şaşırtıcı değil. Durumu anlatmak için şu örneği vermek yeterli olabilir: Sadece Şemdin Sakık’a bağlı teröristlerin sayısı neredeyse şu anki dağ kadrosu kadardı.

Öcalan’ın yakalanmasından sonra (1999) PKK’ya katılım durma noktasına geldi; yine de o yıl örgüte 50 çocuk katıldı.  Bu, örgütün en az çocuk devşirdiği yıldı. 2000’li yıllarda ise dağa götürülen çocuk sayındaki rekor 2011 yılına ait. 2011’de 750 çocuk dağa çıkarılıp militanlaştırıldı. 2001’den itibaren PKK adına şehirlerde eylem yapan çocuk sayısı ise 8 bin.

Bunların çok az kısmı savcılığa sevk edilirken, önemli bir bölümü Emniyet güçleri tarafından işlem yapılmadan serbest bırakılmış. Zaten Emniyet’in yeni stratejisine göre gösteri, miting, eylem ve molotof olaylarında yakalanan çocuklar birinci derecede aktif değilse ailelerine teslim ediliyor. Molotoflu ve bombalı saldırılarda bulanan çocukların sayısı ise 8 yılda 800’ün üzerine çıktı.

KCK/PKK gençlik yapılanması YÖGEH, her ne kadar üniversitelerde faaliyet gösterse de, lise, hatta ilköğretim okullarına inmiş durumda. Burada kandırılan çocuklar şehir eylemlerinde ve gösterilerde kullanılıyor ya da dağ kadrosuna gönderiliyor.

KCK/PKK çocuk katili

Peki, çocuklar neden PKK’ya katılıyor? KCK sözleşmesine göre, her Kürt KCK’nın bir vatandaşı. Her ‘vatandaşın’ örgüte vergi ve asker vermek, istenen her türlü yardımı yapmak mecburiyeti var. Eğer ailenin vergi ödeme durumu yoksa o zaman çocuklarından birini dağa göndermek veya örgütün hizmetine sunmak zorunda. Bunlar arasında gönüllü gidenler de var. Gönüllüler geçmişte daha çoktu. Son yıllarda ise çocuklar genellikle kandırılarak veya zorla teröriste dönüştürülüyor. Güvenlik güçlerince çocuk yaşta örgüte katılıp geri dönen (yüzde 25 oranında) kitle üzerinde yapılan ankette ‘Neden örgüte katıldınız?’ sorusuna verilen cevaplar önemli ipuçları veriyor. Bu kitlenin yüzde 70’i zorla, tehditle dağa götürüldüğünü söylerken, yüzde 19’u kandırıldığını, yüzde 11’i ise isteyerek örgüte katıldığını ve geçmişte bir yakınının dağa çıktığını ifade ediyor.

KCK bünyesindeki ‘Kent Meclisleri’ne yönelik 23 Eylül 2011’de düzenlenen operasyonda yakalananlar ile Şırnak Belediye Başkanı Ramazan Uysal ve BDP’lilerin de aralarında bulunduğu 68 kişinin yargılandığı davada, çocukların nasıl istismar edildiğine dair çarpıcı bilgiler ortaya çıktı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada, tutuklu sanık Şırnak Öğrenci Derneği Başkanı Mehmet Birlik ile ilgili delil ikamesinde, sanığın Kent Meclisi toplantısında söz alarak Öcalan’ın fikirlerinin geliştirilmesi ve yüceltilmesi için çalışmalar yapılması gerektiğinde ısrar ettiği belirtiliyor. İdeolojinin gün geçtikçe siyasetin arkasına düştüğü yönündeki endişelerini de toplantıda dile getiren Birlik’in çocuklarla ilgili tespiti ise şöyle: “Çocukları kullanarak toplumda nefret duygusunu artırmalıyız.”

Mayıs 2012’de güvenlik güçlerine teslim olan T.Y. ifadesinde, örgüte katılanların yaş ortalamasının 12’ye kadar düştüğünü anlatıyor. Örgüte daha önce Türkiye’den katılımın fazla olduğunu, fakat 2-3 yıldır katılımların yüzde 70’inin Suriye’den gerçekleştiğini belirten T.Y., “Kalan yüzde 30’u Türkiye, İran, Irak ve diğer ülkelerden gelen örgüt mensupları oluşturuyor. Suriye’den katılan örgüt mensuplarının yaş ortalaması çok küçük, 12-13 yaşına kadar düşüyor. Örgüt çocuklardan ordu oluşturuyor.” diyor.

KCK/PKK, dağda ve şehirde çocukları kullanarak istismar ederken, aynı zamanda şehirlerde yaptığı eylemlerle çocuk yaştaki kişileri de öldürüyor. Son 5 yıl içinde örgütün şehir eylemlerinde 20’ye yakın çocuk öldü, 200 kadarı yaralandı. En çarpıcı örnekler Diyarbakır’daki dershane önünde yaşanan patlama ve Güngören saldırısı oldu. Ancak KCK’nın çocuklara yönelik saldırılarının sembol ismi, 17 yaşındaki Serap Eser. Serap, İstanbul Küçükçekmece’de belediye otobüsüne yönelik molotoflu saldırıda yanarak hayatını kaybetmişti. Geçen günlerde Hakkâri’de öldürülen ve ‘töre’ cinayetine kurban gittiği söylenen 15 yaşındaki Ayşe M. ise terörün mağduru olan son çocuklardan biri. Ayşe’nin dağa gitmeyi reddettiği için 5 KCK/PKK üyesi tarafından öldürüldüğü belirlendi.

‘Çocuk militan’ların kaderi…

Örgütten ayrılan Z.T. çocukların dağda nasıl istismar edildiğini anlatıyor. Dağda 9-14 yaş arası çok çocuk olduğunu ifade eden Z.T., bunların temel eğitimin ardından silahlı eğitim aldığını söylüyor. 15’ini geçenlere örgütte ‘çocuk’ denmediğini, artık onların ‘yetişkin’ sayıldığını kaydeden Z.T.’nin ifadeleri şöyle: “Çocukların dağdaki temel sıkıntısı taciz ve tecavüze uğramaları. Hem erkek hem de kız çocuklar taciz ve tecavüze uğruyor. Benim tanık olduğum 15 kadar olay var. Eski militanlar küçük kız çocuklarına tecavüz ediyor ve onları tehdit ediyor. Bunlar duyulmadığı sürece sıkıntı yok. Bazı eski militanlar yanlarında prezervatif taşır. Çünkü hamile kalan kadınlar veya çocuklar sorun olur. Aynı şekilde küçük erkek çocukları da taciz ve tecavüze uğruyor. Tacizci bazen erkek, bazen de kadındır.”

Güvenlik birimlerine 22 Ocak 2012’de ifade veren T.T. isimli örgüt mensubunun anlattıkları da çocuklara yönelik cinsel muamelelere dair çarpıcı bilgiler veriyor: “Bahoz Erdal’ın koruması olan Reber kod adlı kişi erkeklerle ilişkiye giriyordu. Reber bir defasında örgüte yeni katılan küçük bir çocuğa tecavüz ediyordu. Çocuk artık dayanamayınca bu olay duyuldu ve Reber’e kısa süre ceza verildi. Aynı durum kadın militanlar arasında da geçerli. Hakurk kampında sadece bayanların kaldığı bölükte Devrim Adıyaman kod adlı örgüt mensubu tüm bölükle (bayan bayana) ilişkiye girmişti. Bunların arasında 14 yaşında kız çocukları da vardı. Ama korkudan kimse bir şey diyemiyordu.”

 

Şükrü Gülmüş (Eski ‘Kürdistan’ medya sorumlusu-PKK’nın eski Mardin bölge sorumlusu-yazar):

Öcalan “Bana 14 yaşında çocuk getirin” diyordu

Dünya insanlık tarihi boyunca, her yer ve zamanda bir felaket gündeme geldiğinde, bir saldırı olduğunda, öncelikli korunması gerekenler çocuklar, yaşlılar ve sonra kadınlardır. Bu, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve vicdanının bir gereğidir. Peki, bu genel ve evrensel kural, bizde ve düşman olarak gördüğümüz güçlerde nasıl? Bu durumlara bakarken ne görüyoruz? Türk Devleti ve onun bağlaşıkları için bu açık ve net. Konumuz, bunun muhalifi olanlar, yani Kürtlerdir. Kürtler söz konusu olunca elbette PKK/KKC ve mevcut partilere bakmak gerekir. Bir defa son isyan da dediğimiz PKK hareketi bugüne kadar çok farklıdır. Bu farklılık aileye, çocuğa, kadına ve yaşlılara da sirayet etti. Bana göre savaş denen felaketten çocukları, yaşlıları ve kadınları uzak tutmak gerekir. Ve öyleydi de bizim zamanımızda. Lakin Öcalan’ın PKK’sı eliyle önce Kürt’ün ailesine el atıldı. Aslında Öcalan, görmediği, yaşamadığı bu kuruma, yani aileye inanmadığı için, adeta Kürt ailesinden intikam alırcasına önce ailede kadına el attı. İlginçtir. Ben 1976 kadrosundan Fuad Çavgun’a söyleşi verirken Öcalan’dan bir örnek veriyordu. “Öcalan, ‘Siz böyle kılıbıkça devrimcilik yapın bakalım. Aileye devrimci giriş böyle mi olur? Ben üç günde bir aileyi elde etmediğim zaman hemen o evi terk ederim’ diyordu.”

Neydi peki ona göre aileyi elde etmek? Onu dağıtmaktı elbette. Baba veya erkek evden alınmış, evin sütunu yıkılmıştır. Kadını özgürleştirme adına al. Geriye kim kalır? Çocuklar ve yaşlılar… Şimdi sıra çocuklardadır. Yaşlılar mı? ‘Onlar da yakında geberir gider!’ mantığı hâkimdir. Öcalan ve PKK’nın aileye, kadına, çocuğa ve yaşlılara bakışı buydu. Hatırlıyorum, Öcalan daha 80’lerde bile “Bana 14 ve 16 yaşları arası çocuklar gönderin.” diyordu. O zamanın çocukları sonra genç oldu. Önce ‘şehit’ çocuklarını ‘bakım’ adı altında yanına aldı. Daha sonra Filistinlilerden bu örneği kendimize uyarladık. Hani Yaser Arafat’ın ‘çocuk generalleri’ vardı ya, bizde de ‘Öcalan’ın çocukları’ vardı.

Savaş ciddiyet işidir. Çocukları savaşa sürmek ve onları birer kalkan gibi kullanmak cinayet ve alçaklıktır. Ama bu bir zihniyet işi. Bizim feodal toplumdan gelen alışkanlıklarımız var. Oğluna sigara tutan, küfre alıştıran, eline silah veren ve ‘Biji-Diji’ diyen bir toplumsal yapıdan geldik. Bugün savaşanların hangi birinin çocuğu var? KCK konsey üyeleri, ‘kısır katırlar birliğidir.’ Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan, Mustafa Karasu, Rıza Altun ve bildiğim kadarıyla büyük çoğunluğu evlenmedi. Aile nedir, çocuk nasıl büyür, nasıl yetişir bilmezler. Hele de Ali Haydar Kaytan denen canavar kendi evladının katilidir. Evladının katili olanlar hiç çocuk korur mu?

İbrahim Güçlü (Kürt siyasetçi):
PKK’nın çocukları kullanması temel bir sorun

PKK’nın 18 yaşından küçük çocukları dağa çıkarması yeni bir sorun değil. Bu, örgütün temel ideolojik, kültürel, toplumsal yaklaşımlarından biridir. Çocukların dağa çıkarılması; belli vaatlerle aldatma, Kürdistan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı konusunda beyin yıkama ve zor kullanarak kaçırma metotlarıyla gerçekleştirilmekteydi. Günümüzde de aynı metotlar kullanılıyor. Geçmişte PKK tarafından 18 yaşından küçükler daha fazla dağa çıkarılıyordu. Son 10-12 yıllık dönemde PKK’nın dağa çıkardığı çocukların sayısında bir eksilme oldu. Eksilmenin sebebi; 1- PKK’nın, Öcalan’ın yakalanmasından sonra derin devlet güçleriyle birlikte geliştirdikleri savaşı sınırlandırma stratejisi, 2- Toplumda, ailelerde gelişen bilincin, PKK siyasetinin yanlışlığının anlaşılmasıydı. Bu yüzden,  çocukların dağa çıkarılması, yıllardır gündemimizde olan hayati bir konuydu. Ne yazık ki Türkiye kamuoyu, siyaset sınıfı ve aydınları bu konuda duyarsız ve sağır.  PKK’nın son dönemde, bölge devletlerinin ve özellikle de Suriye’nin vesayeti altına yeniden girmesinden sonra savaş stratejisini geliştirmeye, çatışmaları derinleştirmeye ihtiyacı var. Bunun için de savaşacak insanlara ihtiyaç duyuyor. Son günlerde de 18 yaşından küçük çocukların yeniden dağa çıkarılmasında bir artış olduğu görülmektedir. Çocukların dağa çıkarılması, uluslararası hukuka ve sözleşmelere, insani ve ahlaki değerlere, çocuk hakları sözleşmesine ve çocukların menfaatlerine aykırıdır. Bir insanlık suçudur. Uluslararası hukuk, devletler açısından askere alınacak gençlerle ilgili kriterler belirlemiştir. Ama ne yazık ki PKK, 12, 13 ve hatta daha küçük yaştaki çocukları dağa çıkarmakla kalmıyor, kendi siyasal ve elitik emelleri için değişik alanlarda araçsallaştırarak kullanıyor.

PKK’nın çocukları dağa çıkarması, savaşçı yapması, elitin ve liderin kölesi yapması; PKK’nın, kuruluş felsefesinin Kürtleri yok etmesinin, tahayyül ettiği otoriter ve faşizan toplum projesinin, tek ideoloji-tek lider sisteminin, toplumsal değerlerden uzak, biat eden, baş eğen ve itiraz etmeyen insan tipi paradigmasının bir sonucudur. Öcalan, eğitim düzeyleri ve yaşları itibarıyla PKK’ya uygun insanlarla ilgili diyor ki: “Üniversite öğrencileri, eğitimli oldukları için, soru soran ve kendi akılarına uygun olmayanlara itiraz eden insanlardır. Bunları şekillendirmek ve PKK’ya uygun militan, savaşçı haline getirmek olanaklı değil.”

Liseli gençlerle ilgili de aynı sakıncalı ve tehlikeli durumdan bahsediyor. PKK’ya en uygun insanların, eğitimsiz olan her yaş grubundaki insanlar, eğitimliler arasında da ilköğretimin ilk 5 ya da 8 yılını bitirenler olduğunu söylüyor. Bu sebeple iç infazlara kurban olanlar, kitlesel olarak üniversiteli gençler ve eğitimli diğer küçük yaş grubundaki kesimler olmuştur.

Av. Serdar Bülent Yılmaz (Özgür-Der- Özgür-Düşünce ve Eğitim HaklarıDerneği- Diyarbakır Şube Başkanı):
İnsan hakları örgütleri, gündeme hiç getirmiyor 

Çocuk militan veya çocuk savaşçı/asker meselesi, dünyanın yıllardır gündeminde olan ve BM tarafından Çocuk Haklarını Koruma Konvansiyonu ve Opsiyonel Protokolü ile yasaklanan trajik bir vaka. Çocukların savaşlarda ya da çatışmalarda kullanılması, insanlığa karşı işlenen suçlar kategorisinde değerlendiriliyor. Dünyanın birçok kriz bölgesinde bu trajik vakayla karşılaşıyoruz. Afrika, Asya ve Güney Amerika’daki çatışmalı bölgelerde çok fazla örneği var. Yerel ve uluslararası insan hakları örgütleri, bu yerlere dair çok sayıda rapor yazıp konuyu gündemleştirdi. Hâlâ da bu konudaki çalışmalar ve duyarlılıklar sürüyor. Maalesef PKK’nın da yıllardır çocuk savaşçı kullandığı bilinmesine karşın bu konu gündeme gelmiyor ve ifade ettiğimiz insan hakları örgütleri aktif bir çalışma yürütmüyor. Öyle görünüyor ki çatışmalı sürecin oluşturduğu büyük kaosta ve kanlı ortamda bu konu öne çıkmayı başaramadı. Kişisel olarak ilk kez, 1992-93 yıllarında Pertek’te dağa giden fakat birkaç hafta/ay içinde cenazeleri gelen çocuk yaştaki militanları gördüğümde bu vakaya şahit olmuştum. Bu olay çocukları dağa çıkarılan ailelerde büyük tepki ve infiale sebep olmuş ve dağa çıkışlarda ciddi düşüşlere yol açmıştı. Dolayısıyla bu konuda öncelikle ailelerin tepki göstermesi ve örgütü açık bir dille eleştirmesi gerekiyor.

Aslında ‘çocuk’lar konusunda hem medyada hem de sivil toplumda maalesef ikiyüzlü bir tavır söz konusu. ‘Taş atan çocuklar’ olarak bilinen ve örgütün sokak eylemlerine katıldığı için yargılanan, ceza alan çocuklar ile sokak eylemlerinde öldürülen veya yaralanan çocuklar için gösterilen hassasiyet, maalesef eline silah tutuşturulup çatışmalara sokulan çocuklar için gösterilmiyor. Elbette bunların yanında şunu da mutlaka vurgulamak gerekir ki; çatışmalı sürece dair bütün olumsuzluklar ‘Kürt meselesi’ isimli büyük resmin birer parçasıdır. Büyük resmi görmezden gelerek yapılacak her değerlendirme anlamsız olacaktır. O nedenle çocuk militanlar konusunu gündeme taşımak önemli olduğu kadar, ‘Kürt meselesi’ bağlamında geliştiğini de görerek çözümün en temelde bu sorunun bitmesiyle mümkün olacağını ifade etmek gerekir. Hâlihazırda yaşanan ve en karanlık dönemini 90’larda yaşadığımız bu kirli savaşın en kirli yanlarından olan çocuk militanlar konusunun devletin dahi gündemine girmemesi ayrıca manidar. Ve galiba bu manidarlık, kirliliğin en güzel örneği.

“Çocuklar yanacaklarına dağa çıksınlar!”

PKK, bir taraftan çocuklara protesto bahanesiyle kendilerini yakmalarını telkin ediyor, bir yandan da dağa çıkmalarını… Bunu, yaşanan birçok örnekte görmek mümkün. Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesine bağlı Huzurevleri Mahallesi’nde, 15 yaşındaki Ferhat Dinç isimli bir çocuk kendini yaktı! Hayatını kaybeden Dinç’in ailesi, çocuklarının Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek için eylem yapmış olabileceğini ileri sürdü.

15 yaşındaki Fırat İzgin de Mardin Midyat’a bağlı Gülveren köyünde kendini yaktı. İzgin’in bıraktığı iddia edilen mektupta, “Öncelikle Sayın Abdullah Öcalan ve bütün Kürdistan halkından izin alarak bu eylemi gerçekleştiriyorum. Ben şimdi bedenimi ateşe veriyorum ama unutulmasın ki bunu halkım için yapıyorum.” diyor.

Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının 12. yıldönümünde de 17 yaşındaki Mustafa Malçok, Dicle Nehri kıyısında kendini ateşe verdi. Malçok’un yanında “15 Şubat karanlığını, yanan bedenler aydınlatacak” yazılı not bulunduğu iddia edildi.

Çocuk yaştaki kişilerin kendini ateşe vermesi üzerine KCK/PKK’dan çeşitli açıklamalar geldi. Murat Karayılan, ailelere başsağlığı dilediği mesajında, “Kendilerini yakacaklarına gelip dağda savaşsınlar.” cümlesini kullanırken; Mustafa Karasu, şöyle bir açıklama yapma gereği duydu: “Çocuklar bizim geleceğimizdir. Her Kürt çocuğu bir savaşçıdır ve Kürt mücadelesinde hizmet etmek zorundadır. Aileler çocuklarını ateşe verecekleri yerde dağa göndersin. Bize bu çocuklar canlı lazım. Çocuklarına kendilerini yaktıran aileler davaya ihanet etmektedir. Onları dağa göndermeleri daha yerinde olur. Yakılmaları gerekiyorsa biz o eylemi yaptırırız.”

Onları geleceğe hazırlıyoruz!

Murat Karayılan: Doğrudur, bize küçük yaşta katılımlar olmaktadır. Ama 9 yaşındakiler değil, 16-17 yaşlarındaki gençlerdir. Ancak biz bu yaşlardaki gençleri savaşa sokmamaktayız. Bir kere gelmiş oldukları için biz çoğunu geri gönderme imkânını bulamamaktayız. Dolayısıyla ortamımızda, geri cephelerde onları eğiterek ideolojik, siyasi ve kültürel eğitimlerle geleceğe hazırlamaya çalışmaktayız. Böyle bir gerçek var ama belirtildiği gibi 9, 10, 14 yaşındakiler yoktur. Bizim savaşçı yapımız bellidir. İsteyen gelip görebilir. Yaş standardı uluslararası standartlara uygundur. Özellikle cephedekilerin bu konudaki standartlara uygunluğu kesindir. Belki geri cephelerde, eğitim ortamlarında tutulan ve 18 yaşın altındaki bir kesim savaşçı olsa da esas olarak biz bu konuda uluslararası normlara uymayı taahhüt eden bir hareketiz.

(ABD İnsan Hakları Raporu’na karşı yaptığı açıklamadan)

Aksiyon