Öcalan’ın söylediklerini Kandil uygulayamaz

Olaylar
Engin Dinç’in haberi Kürt sorununun çözümü için yeniden bir görüşme trafiği yaşanıyor. Önce MİT Başkanı Hakan Fidan, ardından da BDP’li vekiller İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan&rsq...
EMOJİLE

Engin Dinç’in haberi

Kürt sorununun çözümü için yeniden bir görüşme trafiği yaşanıyor. Önce MİT Başkanı Hakan Fidan, ardından da BDP’li vekiller İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan’la görüştü. Şimdilik kamuoyu ve medyada olumlu rüzgarlar esiyor. Ancak Kürt aydın İbrahim Güçlü, bu konuda pek de iyimser olmayan mesajlar verdi.

Basında ve kamuoyundaki pozitif yaklaşıma rağmen, görüşmelerden sonuç alınabileceği görüşünde olmadığını açıklayan İbrahim Güçlü, 1993 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal döneminde bu yana devletle PKK’nın bu tür ilişkileri olduğunu ve bunlarla bir sonuca varılamadığını söyledi. Bugüne kadarki görüşmelerin başarıya ulaşamama nedenleri saptanmadan, son görüşmelerin anlaşılmasının olanaklı olmadığını savunan İbrahim Güçlü, şunları söyledi:
“1993 yılındaki görüşmelerin başarıya ulaşmamasında Abdullah Öcalan’ın bizatihi dışarıda olması, Türkiye’nin kontrolünde olmamasının rolü var. Bunun yanısıra Türkiye’de derin devletin de bu görüşmeleri istememesi, daha doğrusu PKK’nın silahsızlanmasını istememesinin rolü büyüktü. Suriye’nin PKK’nın silahsızlanmasını istenmemesinin de rolü büyüktü. Zaten 1993 yılında, ben de Şam’da bulunduğum zaman, Celal Talabani’nin Sayın Özal’la görüşmesinden sonra, PKK ile müzakere edilmeyeceği ama PKK’nın silah bırakması halinde 3 aşamalı bir şekilde Kürt meselesini çözüleceği ileri sürülüyordu. Zaten bu görüşmeler bir müzakere olarak değerlendirilmiyordu, bu bir görüşmeydi. Ama bu ateşkesin başarıya ulaşmayacağını o zaman da düşünüyorduk. Abdullah Öcalan’ın Suriye’de kalması halinde bu ateşkesin uzamayacağı, PKK’nın silahsızlanmayacağını düşünüyorduk, çünkü Suriye, İran’ın ve o dönemde Irak’ın PKK’nın silahlı mücadelesinde çıkarları vardı.”

O günden bugüne kadar bir yığın görüşme olduğunu belirten İbrahim Güçlü, son olarak Oslo görüşmelerinin de başarısızlıkla sonuçlandığını hatırlatarak, şöyle konuştu:
"PKK belli bir amaçla devlet tarafında kullanılıyor. Kürt hareketinin bağımsızlıkçı çizgiden saptırılmasını ve hareketin kuşatılmasını amaçlayan bir amaçla kurulmuştu. Daha sonra PKK ile olan ilişkiler ilerleyince, sivil güçlere ve sivil iktidara karşı da bir enstrüman olarak kullanılmaya başlandı. O anlamda da 12 Eylül’ün diktatörlüğünün hazırlanmasında önemli bir rol oynadı. PKK’yı kuran devlet güçleri, özellikle de güney Kürdistan’da bağımsızlık çizgisinin gelişmeye başladığı ve daha çok bağımsız devlete yöneldiği bir dönemde, Suriye’nin parçalanıp Suriye Kürdistan’ında da bir bağımsızlaşma olacağını ve Irak Kürdistanı ile birleşeceği hesap ediyor. Dolayısıyla bölge çapında ortaya çıkmış bir Kürdistan sorunu var. Ve bu Kürdistan sorunun zaman içinde Türkiye’yi ve İran’ı da saracağını, Kürtlerin millet olarak birliğe, ülke olarak birliğe doğru yönelebileceğini düşünüyor. Şartların olgunlaştığı bir dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, PKK’yı kurduğu dönemdeki amacının devam ettiği görülüyor. Ben o bakımdan Türkiye’de derin devlet güçlerinin, bu diyalogtan sonuç almamak için çaba sarf edeceklerini düşünüyorum. Her ne kadar askeri vesayetin denetim altına alındığı söylense bile devlet yaşıyor. Çünkü hükümetler geçicidir ama bu devlet, otoriter devlet kalıcıdır. Kemalist çekirdek ortadan kalkmış değildir. Belki bir dönem sonra yeniden canlanabilme koşullarına sahip olabilir. Bu bakımdan ben derin devlet güçlerinin bunu istemeyeceğini, görüşmelerden sonuç alınamayacağını düşünüyorum.”

İbrahim Güçlü, görüşmelerden sonuç alınamayacağına yönelik görüşlerine dayanak teşkil eden bir diğer önemli nedenin de PKK’nın silah ile varolan bir örgüt olmasını gösterdi. İbrahim Güçlü, “PKK silah ile var olan bir örgüttür. Silahla kimlik bulan bir örgüttür. Hükümetin amacı ya da görüşmelerden amaç PKK’nın silahsızlandırılması ise bu, “PKK tasfiye edilecek” demektir. Şimdi PKK’nın tasfiye edilmesi demek, PKK’ya yöneticilerinin silah mücadele ile buldukları kimliği, kazandıkları karizmayı ve çıkarlarını kaybetmeleri demektir. PKK yöneticilerinin çıkarlarıyla, PKK’nın silahlı yapısının bütünleştiği bir dönemde bu örgütü yönetenlerin kolay kolay PKK’nın silahsızlanmasına onay vermeyeceklerini düşünüyorum. Çünkü bu PKK’nın varlık nedeninin ortadan kalkması demektir. Bu nedenle de zor görünmektedir. Öcalan istese bile Kandil’dekilerin bunu istemeyeceği gibi bir düşünce var.” diye konuştu. 

PKK’nın asıl amacının Kürdistan’ın belli bir bölgesinde egemenlik kurmak olduğunu söyleyen İbrahim Güçlü, “Oslo görüşmeleri sonrasında Duran Kalkan ve PKK yöneticileri devrimci halk savaşını başlattıklarını, müzakerelerin sorunun silahla çözümünü ve PKK’nın belli bir bölgede egemen olmasını engellediğini, bu nedenle de devrimci halk savaşını sürekli hale getirme stratejisi izleyeceklerini açıkladılar. Bunun bir sonucu olarak Şemdinli’de kurtarılmış bölge atılımı içine girdiler. Başarısızlığa uğramış olsalar bile, PKK’nın uzun vadeli devrimci halk savaşı stratejisinden vazgeçtiğini söyleyemeyiz. Devrimci halk savaşı stratejisinden vazgeçmediğine göre ne oldu da PKK şu anda silahsızlanmak istiyor? Silahlarını terk etmek ya da gömmek istiyor? Doğrusu bu açıdan da baktığımız zaman bu görüşmelerin başarı sağlamayacağını düşünüyorum.” dedi. 

PKK ile görüşme yapıldığına göre, PKK yöneticilerinin kendilerini güçlü bir taraf olarak kabul eder durumda olduğunu ifade eden İbrahim Güçlü, “Hukuksal anlamda önemli soruşturmalar, cezai müeyyidelerle karşı karşıyadır. Bununla ilgili çok ciddi tavizler koparmak durumundadırlar. Hatta siyasi iktidarı paylaşma anlamında talep sahibi olacaklardır. Devletin talepleri ya da bakış açısı ile soruna baktığımız zaman, hiçbir zaman PKK’ya böyle bir taviz vermeyeceğini, veremeyeceğini düşünüyorum. Hatta Başbakan ve hükümet bile PKK ile görüşmüyor. Devletin belirli aparatları, kurumları, yetkilileri görüşebiliyor. O anlamda MİT görüşüyor. Dolayısıyla siyasi anlamda PKK’yı ciddiye almadıkları sonucu gibi bir sonuç çıkıyor. Şimdi böyle bir durumda PKK yöneticilerinin silahlı mücadeleyle karizma kazandıkları bir dönemde, büyük cezai müeyyidelerle karşı karşıya kalacakları bir ortamda silahla bırakma gerçekleşmez. Hatta PKK yöneticilerini tek tek analiz ettiğimiz zaman,  apoletsiz hatta komutan konumunda bile olamayacaklarını, etkisiz ve fonksiyonsuz hale gelebileceklerini görürsünüz. Ben Kandil’in kolay kolay buna evet demeyeceğini düşünüyorum.” diye konuştu. 

Bütün bunların ötesinde, PKK’nin bağımsız birleşik Kürdistan amacıyla Suriye Kürtlerinden, İran Kürtlerinden, Irak Kürdistan’ından önemli ölçüde militan kadroya aldığını ve binlercesinin öldüğünü belirten İbrahim Güçlü, şöyle konuştu:
“Şimdi o militanlar bağımsız birleşik Kürdistan amacıyla oradadırlar. Ve halen de önemli bir kitle oluşturuyorlar. Özellikle de Kürdistan’ın güney batısındaki Suriye Kürtleri diyebileceğimiz Kürtlerin ağırlıkta olduğunu düşündüğümüz zaman, onlar PKK’nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle ya da AK Parti hükümetiyle anlaşmasının onların çıkarlarına aykırı olacağını, kendilerinin anlamsız hale gelebileceğini, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olmadıklarına göre yapabilecekleri bir şey olmadığını, dolayısıyla bu kadar bedel ödemiş olmalarına rağmen bir sonuç almamak durumuyla karşı karşıya kaldıklarını görmekteler. Bu nedenle onlar görüşmelerin sonuca ulaşmaması için elinden geleni sarf ederler. Başka en önemli nedenlerden biri de şu; Kandil özellikle Suriye’deki sivil ayaklanma sonrası iç savaşa dönüşen silahlı mücadeleden sonra İran ve Suriye’nin çok önemli bir partneri oldu. Hatta son dönemde Maliki’nin partneri oldu. Son dönemlerde PKK kanalıyla PYD Maliki’yle görüşüyor, Rusya’yla görüşüyor. Bu şu demektir; PKK kendisi zaten doğrudan Rusya, İran, Suriye, Hizbullah, Maliki cephesinin içinde, Çin cephesi içinde bir yerde. Kendisini güçlü görüyor. Öcalan ise Türkiye merkezli düşünebilir. Derin devlet güçlerinden uzaklaşıp hükümetin limanına yakınlaşmış gibi görülebilir. Hükümet de zaten çok önemli şeyleri Öcalan’a yaptırabileceği gibi bir kanaat var. Fakat Öcalan’ın söylediklerinin Kandil tarafından uygulanabilirliği çok zor.”

Bu süreçte PKK’nın kendisinin bile silah bırakmaya ‘evet’ diyemeyeceğini kaydeden İbrahim Güçlü, “Hatta Kandil’in kendisinin bile bu konuda ‘evet’ demesinin kendi iradesine bağlı olmadığı, İran ve Suriye’nin iradesinin önemli olduğu ortada. Bütün bunları birleştirdiğimiz zaman sonuç olarak görüşmelerden olumlu sonuç beklemiyorum. Bir defa hükümetin amacı PKK’yı silahsızlandırmak. PKK kendi amacını açıklamamasına rağmen silahlı güçlerle bölgede iktidar olmayı düşünüyor. Bunlar birbirine karşı ve zıt olan şeylerdir. Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman Suriye ve İran dediğimiz o konsorsiyumun, o cephenin evet demediği süreçte, bu müzakerelerin sonuca bağlanması olanaklı değil. Abdullah Öcalan’ın hapishanedeki açlık grevlerini durdurmasının anlaşılır bir yanı vardır. Çünkü Abdullah Öcalan içeride etkindir. Ayrıca, bence zaten PKK ve BDP neyse açlık grevlerine girenlerin de açlık grevine girerek meşruiyetini kaybettiklerini farkındaydılar. Abdullah Öcalan’ın açlık grevini durdurun demesi ve onların da açlık grevlerini durdurmasıyla bir beladan kurtulmuş oldular. Şimdi hükümetin, kamuoyunun, basının bundan yola çıkarak Abdullah Öcalan’ın tek aktör olduğu, en etkin aktör olduğu gibi bir sonuca varması benim kanaatime göre doğru değildir.” dedi.

İbrahim Güçlü, son olarak şunları söyledi:
“Şunu da eklemekte fayda var, Kürt meselesi gibi temel bir mesele, ulusların kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde ve bölgedeki gerçeklerin ışığında, evrensel hukuk çerçevesinde çözülme sorunuyla karşı karşıyadır. Bir anlamda sanki devlet ve hükümet bu sorunun çözümünden kaçmak için bu müzakereleri kendisine bir gerekçe yapmaya başladı. Ben bu bakımdan da, doğrusu bu konuda endişeliyim. Sorunu çözmemek için PKK’yı gösterip asıl amacı gizlemek gibi bir durum söz konusudur. Bence bu da tehlikelidir. Hükümetin önünde, Türkiye’deki bütün sivil, siyasi, toplumsal güçlerin önünde Kürt meselesi temel bir mesele var. Bu meselenin yeni bir devletle, yeni bir toplumsal sözleşmeyle ve tabi ki bu devlet üniter, hatta Kemalist devlet olmayacak; Türklerin, Kürtlerin ve bütün herkesin devleti olabilecek olan ulus üstü, ideolojiler üstü, dinler ve mezhepler üstü, sınıflar üstü bir devlet yapılanmasıyla mümkün olabileceğini, bunun radikal dönüşümler istediğini söyleyebiliriz.  Hükümet buna hazır olmadığı gibi, bununla ilgili çabaları sanki müzakereleri ötelemek istiyor.”

on5yirmi5.com