NATO’nun S-400 itirazında çifte standart

Olaylar
Türkiye‘nin Rusya‘dan S-400 olarak bilinen gelişmiş hava savunma sistemi satın alma planlarıyla ilgili müttefik ülkelerin üst düzey asker ve diplomatlarından gelen...
EMOJİLE

Türkiye‘nin Rusya‘dan S-400 olarak bilinen gelişmiş hava savunma sistemi satın alma planlarıyla ilgili müttefik ülkelerin üst düzey asker ve diplomatlarından gelen sert eleştiriler ve ciddi ikazlar, son haftalarda, özellikle de Türk ve Rus yetkililerin anlaşmayı yakın bir gelecekte sonuçlandırma ihtimaline değinen açıklamalarının ardından yoğunluk kazandı.

Benzer bir durum bundan sadece birkaç yıl önce, Türkiye’nin bir Çin firmasıyla (China Precision Machinery Export-Import Corporation [CPMIEC]) hava savunma sistemi tedarikiyle ilgili görüşme sürecine girdiğinde de yaşanmıştı. CPMIEC, verdiği teklifle, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’na (SSM) aynı şekilde tekliflerini sunmuş olan ABD, Rusya, Fransa ve İtalya menşeli şirketler arasında, epey düşük fiyatlarıyla ve sahip olduğu teknolojiyi Türkiye’yle paylaşma konusunda istekli oluşuyla öne çıktı. Çin firması, bir sonraki aşama için de ortak üretim sözü vermişti.

Türkiye’nin müttefikleri, Çin hava savunma sistemi Türkiye’de kurulduğu takdirde, hassas ve stratejik askeri bilgilerin Çin’e, sonra da Çin her kimle paylaşmak isterse o ülkeye sızmasına sebep olacağı gerekçesiyle, hiç vakit kaybetmeden bu anlaşma hakkındaki endişelerini dile getirdiler. Ayrıca, Çin hava savunma sisteminin, (Malatya Kürecik’teki gelişmiş radar tesisini de kapsayan) NATO’nun ‘Füze Kalkanı’ (Missile Shield) isimli sistemiyle uyum sorunu yaşayacağı konusunda da benzer endişeler dile getirildi.

Türk yetkililer ve teknik uzmanlar, Türkiye’nin Çin sistemiyle NATO sistemi arasında bir ‘arayüz’ geliştirme kapasitesine sahip olacağını, bu arayüzün, tarafların operasyonel amaçlar için entegre olabilmesini mümkün kılacağını, ayrıca Türk hava savunma ağından Çin firmasına muhtemel bir sızıntı olmasının da önüne geçeceğini söyleyerek müttefiklere güvence vermeye çalıştılar.

Türk yetkililer tarafından sağlanan detaylı teknik açıklamalar anlamlı olsa da ve müttefikler gerçekten de her iki sistemin bir güvenlik açığı oluşturmadan eşzamanlı çalışabileceğini idrak etseler de, üst düzey bir NATO yetkilisinin bu makalenin yazarına Brüksel’deki özel bir konuşmada söylediği gibi, sonuçta “siyasi nedenlerden dolayı bu fikirden hoşlanmadılar”.

Zaman içinde, devlet bürokrasisi arasında gerçekleştirilen uzun değerlendirmelerden sonra, Türk hükümeti Çin firmasından hava savunma sistemlerini satın alma kararını gözden geçirdi ve teklifi belirsiz bir süreliğine rafa kaldırdı. Buna ek olarak SSM bir bildiri yayımlayarak Türk hükümetinin, yerli sanayi şirketlerini benzer sistemlerin Türkiye’de üretimine yönelik yatırım yapmaları için teşvik etme kararını açıkladı.

İlk teklifte bulunanların, özellikle de ABD’li firmanın ve Fransız-İtalyan konsorsiyumunun, Türkiye’ye hava savunma bataryalarını tedarik etmek amacıyla müzakerelerin yeniden başlatılmasını istemeleri uzun sürmedi.

Bu gelişmelere paralel olarak, kısmen Kasım 2015’te bir Rus jetinin bir Türk jeti tarafından vurulmasıyla yaşanan bir senelik krizin ardından gelen Türkiye-Rusya uzlaşmasına bağlı olarak, kısmen de Türkiye’nin özellikle Ortadoğu sınırındaki bölgelerinde etkili bir hava savunma sistemi kurma konusundaki acil ihtiyacı nedeniyle, Türk ve Rus yetkililer Rus S-400’lerin Türkiye’ye satılmasıyla ilgili bir dizi görüşmede bulundu. Sonra tahmin edin ne oldu? Dejavu! Her şey yeni baştan!

Oysa, 1998’de Kıbrıs Rum Yönetimi Rusya’dan S-300 hava savunma sistemi satın almaya karar verdiğinde, Türk yetkililerin Batılı mevkidaşlarını böyle bir hareketin Türkiye ile Yunanistan arasında doğu Akdeniz’deki stratejik dengeyi önemli şekilde sekteye uğratacağı ve olaya taraf olan herkes için ciddi neticeler doğuracağı konusunda zaman zaman uyarmalarına rağmen, Türkiye’nin NATO’daki müttefiklerinin gösterdiği tepki, olsa olsa ‘gönülsüzlük’ olarak tanımlanabilir.

Türkiye’nin mükerrer uyarılarına rağmen, NATO’daki müttefiklerinin, Kıbrıs Rumlarının adaya bir Rus hava savunma sistemi kurma planlarına dair bir ‘kaş bile çatmadığını’ söylemek yanlış olmaz. Rum tarafını hava savunma bataryalarının Girit’te depolanması için anlaşmayı Yunanistan’a devretmeye zorlayan esas sebep, Türkiye’nin S-300’lerin adada konuşlandırılmasına karşı gösterdiği kararlı duruş olmuştur.

Bundan yaklaşık 14 yıl sonra, Yunanistan S-300’leri kendi ulusal hava savunma sistemine entegre etme kararı alarak bu bataryaları Beyaz Kartal 2013 askeri tatbikatı sırasında kullandığında da müttefiklerden hiçbir eleştiri gelmedi.

Üstelik Türkiye ile NATO’daki müttefiklerinin arasında Çin hava savunma sisteminin tedarikiyle ilgili tartışmalar yaşanırken, Türk yetkililer Yunanistan’a ve onun Rus hava savunma sistemine atıf yaptığında, batı cenahındaki yetkililer “NATO’nun kapasitelerinden ayrı kullanılacağı” ve dolayısıyla “onlar için büyük bir endişe kaynağı olmayacağı” gerekçesiyle bu eleştirilerden pek de rahatsız olmamış göründüler.

Ancak, Türkiye yine NATO’nun Füze Kalkanı’ndan bağımsız kullanılacak Rus hava savunma sisteminin daha gelişmiş versiyonunu, yani S-400’leri satın almaya karar verdiğinde, müttefik başkentler ve askeri karargahlardan gelen açıklamaların tonu sertleşti ve hatta tehditkar bir hale bürünerek, Türkiye’nin bu anlaşmayla ilgili ileriye doğru bir adım daha atmasını önleyecek tedbirler alabilecekleri imasında bulundular.

Ortadoğu’daki komşularının füze yeteneklerinin artmasıyla ortaya çıkan tehditler karşısında, Türkiye’nin de etkili bir hava savunma sistemi kurma ihtiyacı olduğuna dair hiçbir şüphe yok. Türkiye şimdilik bu hedefi tek başına gerçekleştirebilecek bilimsel ve teknolojik imkan ve kabiliyetlere sahip değil. Bu nedenle, seçeneklerinden biri böyle bir sistemi yurtdışından almak, diğeri ise zaman içinde, bu kabiliyetlere sahip müttefiklerinden biriyle işbirliği yaparak aynı kabiliyetleri yurt içinde geliştirmek.

Bununla birlikte, müttefiklerin böyle bir sistemi makul bir fiyata satmaya ya da kendi bilimsel ve teknolojik kapasitelerini, ortak üretim için, ‘sağlam müttefik’ olarak tanımladıkları Türkiye ile uzun vadeli olarak paylaşmaya yanaşmıyor olmaları da ayrı bir talihsizlik.

Bazı kesimlerce, NATO’nun Mayıs 2012’deki Şikago Zirvesi’nden itibaren Türkiye’nin İttifak’ın Füze Kalkanı’na entegre olduğu vurgulanabilir ve yeterli görülebilir. Ancak, NATO hava savunma sisteminin teknolojik ve coğrafi/topografik kısıtlarından dolayı, Türkiye topraklarının tümünü korumaya muktedir olamayacağı gerçeğini de unutmamak gerekir. Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerinin büyük bir kısmı Füze Kalkanı’nın kapsamının dışında kalacak. Bu bir tahmin değil, bir gerçek.

Dolayısıyla, Füze Kalkanı’nın önümüzdeki yıllarda tam olarak faaliyete geçip geçmeyeceğine bakılmaksızın, milyonlarca Türk vatandaşının yaşadığı topraklar, Türkiye’nin Ortadoğu’daki komşularından kaynaklanan füze tehdidine maruz kalacak.

Komşu bölgelerden gelen bu açık ve yakın tehlikelere karşı Türk hükümetinin kayıtsız kalmasını beklemek ise mantıklı değil. Bu nedenle, Türkiye’nin kendisini bir hava savunma sistemiyle donatması, Füze Kalkanı’nın sınırlı korumasının yaratacağı açığı kapatmak için gereklidir. Bu ise ancak kısa vadede büyük tedarikçilerden hava savunma sistemleri edinme yoluyla mümkün olabilir ki onların sayısı da çok fazla değil. Uzun vadede ise Türk savunma sanayiinin kendisini ileri bilimsel ve teknolojik düzeyde bir üretim seviyesine çıkartarak Türkiye’de yerli üretim yapılmasıyla mümkün olacaktır.

[Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu MEF Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi ve bölüm başkanıdır ve aynı üniversitenin Uluslararası Güvenlik Çalışmaları ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin direktörüdür]