Kemalistlerin yerini cemaat doldurdu

Olaylar
17 Aralık’ta başlayan rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan beri yaşananları şaşkınlıkla izliyoruz. Önce soruşturmaya katkı veren çok sayıda emniyet müdürünün görev yeri değişti ve adli kolluk düze...
EMOJİLE

17 Aralık’ta başlayan rüşvet ve yolsuzluk operasyonundan beri yaşananları şaşkınlıkla izliyoruz. Önce soruşturmaya katkı veren çok sayıda emniyet müdürünün görev yeri değişti ve adli kolluk düzenlemesi yapıldı, ardından Danıştay bu düzenlemenin yürütmesini durdurdu. Bunları anlamaya çalışırken TMK Savcısı Muammer Akkaş ile Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı arasında yaşananlardan sonra gelen HSYK açıklaması herkesi şoke etti. Özellikle hukuk boyutunda yaşanan kaos sürece damga vurduğu için Prof. Dr. Osman Can ile konuştum bu hafta. Anayasa Mahkemesi’nin eski raportörü Osman Can, AK Parti’nin ve HADEP’in kapatılmasına karşı çıkmasıyla dikkatleri üzerine çekmiş bir isim. Marmara Üniversitesi’nde ders veren Can, son bir yıldır da AK Parti MKYK üyesi olarak görev yapıyor.

-17 Aralık operasyonuyla yargıda ortaya çıkan kaosu yorumlayan Prof. Dr. Osman Can: “2010 yılında AK Parti’nin hazırladığı anayasa değişikliği Anayasa Mahkemesi’nce rötuşlandı ve bunu çok iyi değerlendiren bir yapının fırsatına dönüştü. Şimdi bu yapı, yargıda kritik noktalara da hâkim olabiliyor. Kemalistlerin yarattığı boşluğu bir anlamda onlar doldurdu. Yargıya artık Aleviler ve Kürtler de giremez. “

17 Aralık’tan bugüne kadar yargı ve emniyetin içi içe geçtiği kaotik bir süreç yaşanıyor. Bir hukukçu olarak bunları nasıl yorumluyorsunuz?

Hukukun adam öldürme gibi toplumsal uyuşmazlıklarda siyasetle ilişkisini pek görmezsiniz ama siyasal meselelere ilişkin oldukça her zaman siyasal tercihlerin etkisini görüsünüz. Bu normaldir ama bizim gibi demokratik düzen kuramamış ülkelerde hukuk kuralı, bağlamından koparılıp siyasal operasyonların manivelasına veya maskesine dönüşüyor. Burada gördüğüm de çok net bir iktidar mücadelesi. Ama sadece iç değil; farklı dış bileşenleri de olan bir iktidar mücadelesi.

 

İLİŞKİ AĞLARI VE PARADİGMALARIN MÜCADELESİ

Dış bileşenleri de olan iktidar mücadelesinden kastınız nedir? Uluslararası komplo mu?

İsrail, ABD gibi şablonları bir kenara bırakalım. Her şeyi uluslararası komployla açıklamak zorunda da değiliz. Ulus-devlet mantığının geçerli olduğu bir uluslararası denklemde Türkiye gibi önemli konumda bir ülkede iktidar mücadelesiyle ilişkili her bir mesele asla sadece iç mesele değildir, mutlaka dış ayakları da olur. Çünkü iktidar halktan aldığı güçle vizyonunu hayata geçirmek için ekonomik, sosyolojik ve tarihsel ilişki ağlarını kurar, devleti buna göre yönetmek ister. Geçiş noktasındaki Türkiye’de tam tersi ağlar üzerinde yer edinen başka aktörler de buna karşı savaş açıyor. Bu gördüğümüz ilişki ağları ve paradigmaların mücadelesidir.

 

Perşembe günkü tartışma için Savcı Aktaş, Gülen’e yakın bir isim; Çolakkadı AK Parti’ye yakın bir isim ve bunun krizi mi diyorsunuz?

Bugün görünen aktörler bunlar olabilir. Ama son tahlilde, operasyonla ilgili “Bu yolsuzluktur, başka bir şey değil” diyenlerin demokratik kanallardan meşruiyet kazanmamış, devletin bazı kurumlarında hayati noktaları içeriden ele geçirmiş ve bunun sağladığı operasyonel güç ve imkânla hareket eden kontrol dışı yapılar olduğunu görüyoruz. “Hayır, burada hedef başka” diyen tarafta ise seçimle işbaşına gelmiş, demokratik zeminde duran hataları-sevaplarıyla bir aktör var. Dolayısıyla Cemaat-AK Parti çekişmesi üzerinden meseleyi okumayı uzun vadede doğru bulmuyorum. Bu, demokrasi-vesayet; yerel ile ithal mücadelesidir. Hedefte olan Türkiye’nin demokratikleşme sürecidir, Ortadoğu coğrafyasında Müslümanların kendilerini demokratik olarak var edebilme ve kendi kaderlerine hâkim olabilme şansıdır.

SADECE YAPRAĞA BAKMAYIN

Bu operasyonu bir hukukçu olarak neden demokratik bir ülkede yapılan yolsuzluk soruşturması gibi görmediğinizi basit bir dille açıklayabilir misiniz?

Türkiye’yle ilgili bütün tartışmalarda sadece bir yaprağa değil; bir çınara bakmalısınız aslında. Her bir hukuk normu bir yapraktır, çınarı görmezden gelen bir hukuk yorumu anlamsız, hatta tehlikeli olabilir. O nedenle artık burada, teknik olarak hukuk tartışması yapmayalım. Çünkü bu, teknik, günübirlik bir tartışma değil. Hep şunu söyledim: Yargıyı çoğulculaştıramazsanız o yargı başka şeylerin parçası haline gelir. O zaman da neyin ne olduğunu kestiremezsiniz…

2010’daki referandumun hedefi yargıdaki vesayeti kaldırmaktı ve halk kabul etti. Bu referandumu AK Parti yaptı. Ama bugün yine yargıda sorun var deniliyor. Nasıl oldu bu?

Evet ama bu HSYK’yı 2010 öncesi HSYK ile kıyaslayamayız. Eskisi gibi monolitik bir ideolojik bloktan söz edemeyiz. AK Parti’nin önerdiği seçim sistemine göre farklı dünya görüşlerinin HSYK’da temsil edilmesi mümkün olacaktı. AB ve Venedik Komisyonu değişiklikleri çok demokratik bulmuşlardı. Ancak AK Parti’nin tarihi bir başarı olarak hazırladığı anayasa değişikliği paketi, maalesef başka bir vesayet kurumu olan dönemin Anayasa Mahkemesi’nin rötuşu üzerine, bunu çok iyi değerlendiren bir yapının fırsatına dönüştü. Şimdi oraya hâkim yapı, yargıda kritik noktalara da hâkim olabiliyor ve kısa dönemli bir vesayet görüntüsü ortaya çıkıyor. Buna dur denmezse verdiği zarar çok büyük olacak.

2012’de yaptığımız söyleşide “Yargıya artık Kemalistler giremez” demiştiniz. Kemalistlerin girememesi nedeniyle yargıda oluşan boşluğu cemaat mi doldurdu? Böyle mi anlamalıyım bugünkü meselenin özünü?

Biraz öyle. O ifadem bir uyarıydı. Hem dinlenmedi hem de çarpıtıldı. Ama bugün cemaat olur, yarın başka bir grup… Yargının adalet dağıtması için, tüm toplumsal farklılıkları temsil etmeli ve örgütlü organizasyonlara izin vermeyecek bir yapıya kavuşturulmalı. 

Buna cemaati de dâhil eder misiniz?

Cemaatçi veya Kemalist, fark etmez. Ama insanlar kamusal görevlerini cemaatten gelen sinyaller doğrultusunda yerine getirirlerse görev suçu işlerler. Yargıçların, vicdanları tepelerindeki sinyal alıcılar tarafından yönlendirilememeli. Öte yandan yürütmeden de emir ve talimat alamaz. Onu bağlayan milletin asıl iradesinin yansıdığı Meclis’in çıkardığı kanunlardır.

DEMOKRASİDE CENNET İNŞAASI YOK

Yolsuzluk iddiaları peki?

Yolsuzluk varsa, gereği yapılır, yapılmak zorunda. Ama kim, nasıl, ne şekilde yapmış, bilemem. Bu, yargılama sürecinde bir konu. AK Parti 9 milyona yakın üyesi, 2 milyonun üzerinde aktif çalışanı olan koca bir kurum. İktidar merkezi ve Türkiye’nin merkeziyetçi yapısı nedeniyle rant dağıtma otoritesine de sahip olan bir parti. Ve insan doğasının zaaflarla bezeli olduğunu da biliyoruz. “Bunun içinde kimse zaafına yenilmemiştir, asla yolsuzluk olmamıştır” demek mümkün mü? Olmuştur, fakat mesele şu: Demokrasi açık bir alan ve halka hesap verirsiniz. Açık olduğu için ve son dinleme teknoloji nedeniyle herkesin her türlü zaafını yasadışı yollarla dosyalar ve uygun vakitte işleme koyarsınız. Bir kişinin siyasette bulunabilmesini peygamber gibi tertemiz olmaya bağlarsanız demokrasiyi tümüyle bitirirsiniz!

Nasıl tanımlıyorsunuz demokrasiyi siz?

Demokrasi çoğulculaştırılmış yapısıyla, -zaafları dahi olsa- sonuçta toplum yararına odaklanan, insanların özgürlüklerinin ortalama olarak korunabildiği, farklılıkların bir arada barış içinde yaşamasını sağlayan bir sistemdir. Cennet inşa etme iddiası yoktur demokraside. Bugün bir tarafta zaafları görünür ve en kötü ihtimalle siyaseten temizlenebilir olan demokratik aktörler; bir tarafta da Türkiye’yi dizayn etmeye çalışan, siyaset felsefesi, teolojisi, örgütlenme biçimi ve hedefi itibarıyla demokratik olmayan kapalı yapılar var. Bunlar vicdanı esir alan bir bağlılık ilişkisi üzerine kuruludur ve kendi içinde denetlenebilir değildirler. Böyle olunca da siyaseti temizleme iddiası sadece hedefi maskelemeye yarıyor, yolsuzluk iddialarının bizatihi kendisini yolsuz hale getiriyor.

DÖNÜŞTÜREMEZSENİZ SİSTEM SİZİ BOĞAR

Türkiye’de demokratik işlemeyen bir hukuk sistemi olduğuna işaret eden Can, “Başta yargı kanunları, HSYK kanunu, Yargıtay ve Danıştay kanunları hızla masaya yatırılmalı ve değiştirilmeli. Sistemi dönüştürmezseniz, sistem sizi boğar” diyor.

Türkiye’nin yıllardır yargıda yaşadığı en temel sorunlardan biri yargıya belli görüşlerin, ideolojilerin egemen olması ve adaletin önüne geçmesi. Bu nasıl engellenebilir?

Aşağıdan etnik, kültürel ve ideolojik filtreleri kaldıracaksınız. Mesela Kürt Kürt olduğu için, Kürtlüğünü saklamadan ama Kürtlüğünü ön plana çıkarmadan Anayasa Mahkemesi’nde, HSYK’da olabilmeli. Bir Alevi, bir Kemalist Türkiye’deki mevcudiyet oranı itibarıyla orada var olabilmeli. İnsanların birbirini farklılıklarıyla dengeleyebildiği ve kontrol edebildiği bir yerde, adaleti ihlal eden ve özgürlükleri engelleyen kararların sayısı azalır. Batı yargısını böyle düzeltti. Ancak söz konusu kapalı yapı hâkimiyetini artırdıkça artık Kürtler, Aleviler de asimilasyonu kabul etmedikçe, kendi kimlikleriyle yargıda var olabilmeleri imkânsızlaşır.

2012’den bu yana ne değişti de bu yelpazeyi Kemalistlerden sonra Kürtler ve Alevilere genişletiyorsunuz?

Amaç devlet kurumlarını ele geçirmek olduğu için, mantık ve ideolojilerinin de bir gereği olarak diğerlerini dışlaması zaten kaçınılmaz.

SORUNUN KAYNAĞI ANAYASA

Yargı bu açmazdan nasıl çıkar peki?

Başta yargı kanunları, HSYK kanunu, Yargıtay ve Danıştay kanunları hızla masaya yatırılmalı ve değiştirilmeli. Ama nihai sorunun kaynağı anayasa. Bugün olanların hepsi ilkesel uyarılar. Nedir o: Sistemi dönüştürmezseniz, sistem sizi boğar. Bu yapıyla devam edemeyiz. Çünkü bu yapı mantığı gereği periyodik krizlere gebe bir yapıdır.

İLAN EDİLMEMİŞ SIKIYÖNETİM HALİ

Savcıların katalog suçlarla ilgili suçlarla ilgili soruşturmalarda mülki amirleri bilgilendirme zorunluluğu getirilme hamlesini demokratikleşme açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sisteminin büyük bir kısmı anti demokratik olan ve doğası gereği anti demokratik refleksler veren bir yapı var ülkede. Kayıt dışı bir operasyona karşı, yönetmelik hamlesi, ona karşı kayıt dışı bir HSYK bildirisi ve müteakip kayıt dışı bir Danıştay kararı… Demokratik sistemlerde bu böyle olur mu, tabii ki olmaz. Ama artık bunu konuşmak bize bir şey izah etmiyor… Bugünkü operasyon bağlamı yanlış ve doğru değerlendirmesine izin vermez. Çünkü ortada bir kriz var. Sistemi demokratikleştirmediğimiz sürece sürekli krizlerle yaşayacağız. Bu nedenle de sürekli ilan edilmemiş bir sıkıyönetim, olağanüstü hâl içinde olacağız. Taktik üstünlük sağlayacak her adım, bir antibiyotik gibi, başka şeylere zarar verecek. Sonuçta duvara toslayacağız. AK Parti iktidara geldiğinden beri Türkiye’nin makûs talihini değiştirecek çok önemli hamleler yaptı, 100 yıldır yapılamayanları yaptı ama yeni bir anayasal düzen tesis etmedikçe, çıkış yolu bulamayacağız. Koca çınar ölüp gidecek.

TSK DA NİHAYETİNDE BİR KURUM

TSK neden siyasi tartışmalara girmek istemiyoruz diye bir açıklama yaptı?

Satır aralarındaki kodlar önemli. TSK da polis ve yargı gibi bir kurum. Ve Türkiye’de demokrasi üzerinden siyaset yapmak isteyen aktörlerin karşısında, kurumları içten ele geçirmek suretiyle kendi kapalı ideolojilerini ve siyasetlerini ülkeye egemen kılmaya çalışan yapılar var. Sonuçta ordu da bir kurumdur. Bu genel şablon içinde herkes kendi yorumunu yapsın. 

GEÇİŞ ANAYASASI ÖNERİSİ

Üç seçim geliyor, yeni anayasa ufukta yok ama ısrarla anayasa vurgusu yapıyorsunuz. Neden? Öneriniz ne?

Toplumsal fay hatlarının çok görünür hale geldiği bir yerde yüzlerce maddelik bir anayasa yapamazsınız. Ama farklılıklara otonomiler tanıyan, âdem-i merkeziyetçi, demokratik entegrasyonu sağlayan, denge ve denetim sistemi kuran, sadece asgari müşterekleri esas alan bir çerçeve hazırlanabilir. Bu doğrultuda bir geçiş anayasası dahi düşünülebilir.