KCK operasyonları olmasaydı katliam olurdu

Olaylar
Hiçbir hukuka dayanmadan insanları yargılayabilen, infaz uygulayabilen bir yapılanmadan bahsedildiğini dile getiren Miroğlu, "Bu yapılanmaya karşı girişilen operasyonların doğru olmadığını, Kürt ...
EMOJİLE

Hiçbir hukuka dayanmadan insanları yargılayabilen, infaz uygulayabilen bir yapılanmadan bahsedildiğini dile getiren Miroğlu, "Bu yapılanmaya karşı girişilen operasyonların doğru olmadığını, Kürt hareketini güçlendirdiğini söylemek de bana çok gerçekçi gelmiyor." dedi.

Terör örgütü PKK’nın son dönemde yaptığı infazların JİTEM’i hatırlattığını kaydeden Miroğlu, "Zulmedenin mikrobunu kapmış." ifadesini kullandı. PKK’nın silah bırakma zamanının da bir hayli ileriye gittiğini ifade eden Miroğlu, silahsızlanma konusundaki kararın sadece örgüte değil ağırlıklı olarak Kürt siyasi gruplar ile Kürt toplumuna ait olduğunu vurguladı. Kürt toplumunda ‘bu silah bana zarar veriyor’ diyebilen bir muhalefete ihtiyaç bulunduğuna dikkat çeken Miroğlu, Ergenekon’un İmralı sürecini kontrol meselesinin de artık sona erdiğini ifade etti.

Cihan Haber Ajansı(Cihan) muhabirinin sorularını cevaplayan Miroğlu, dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Yerel seçimlerde BDP’nin bugünkü politikalarında ciddi bir değişim olacağını sanmadığını dile getiren Miroğlu, değişikliğin ‘daha fazla şehir kazanma’ şeklinde yansıyabileceğini belirtti. Dersim, Van, Mardin gibi kritik şehirler bulunduğunu dile getiren Miroğlu, sözlerine şöyle devam etti: "BDP’nin hedefi, bir bölgeyi yönetme iddiasını güçlendirmek olacak. Politikaları bu şekilde şekillenecek. Van ve Doğubeyazıt’ın korunması önemli olacak. Eğer buraları kaybederse ‘Demokratik Özerklik’ şeyi tamamen çökecek. Bu seçim o büyük iddianın sınacağı bir seçim olacak. ‘Demokratik özerkliğe hazır bir Kürt toplumu var, biz de bunu yönetmeye hazırız’ anlayışı ya güçlenecek ya da biraz daha zayıflayacak. Mevcut durumu korursa Türkiye’de siyaset çevreleri bunu bir güçlenme olarak okumayacak. Tabi bekledikleri gibi yüzde 40-50 bir artış olursa onun için önemli bir sonuç olacak."

"CHP KÜRT MESELESİNDE SON 30 YILLA YÜZLEŞMELİ"

Oslo’da ne konuşulduğunun sır olmadığına dikkat çeken Miroğlu, CHP’nin bilip de bilmezlikten geldiğini ve Kılıçdaroğlu’nun "Ne Konuşuldu?" derken bunu bir tehdit üslubuyla söylediğini ifade etti. CHP’nin Oslo sürecini tamamen onaylayabilmesi veya yeni bir Oslo talebiyle toplumun karşısına çıkması için kendi içinde Kürt meselesinde son 30 yılda olup bitenlerle ciddi yüzleşmesi gerektiğinin altını çizen Miroğlu, parti içinde kafa karışıklığı yaşandığını, Oslo süreci konusunda farklı seslerin çıktığını kaydetti.

Meselenin bugün ‘devrimci halk savaşı stratejisi’ne karşı son bir yılda Öcalan’ın pozisyonunun ne olduğunun cevabının aranması olduğunu dile getiren Miroğlu, "PKK, Öcalan’ın 2000’li yıllarda Oslo süreciyle birlikte bıraktığı PKK mı yoksa farklı bir PKK mı var? Kendi örgütüyle arasındaki ilişkiler, bugün bir Oslo sürecini yeniden başlatmaya yeterli mi? Örgütü tarafından dinlenen ne kadar bir Öcalan var?" sorularını yöneltti.

"REFORMLARA BDP VE CHP DESTEK VERMEDİ"

"PKK ile sadece silahların bırakılması konusunda görüşülebileceği" görüşüne katılmayan Miroğlu, PKK’nın arzu ve isteğinin iyi okunmadan bir pozisyonun belirlenemeyeceğini söyledi. Pozisyonun Kürt vatandaşlara göre belirlenebileceğini dile getiren Miroğlu, pazarlık konusu yapmadan hakların hayata geçirilebileceğini belirtti.

Atılan reformlarda bir diyalog ve müzakere zemini üzerinden ulaşılmadığına dikkat çeken Miroğlu, şöyle devam etti: "Seçmeli dersten tutun da TRT Şeş’e kadar ya da askeri vesayet meselesinde olup bitenlere kadar, işte Balyoz ve Ergenekon süreci… Bütün bunlarda kabul etmek lazım ki toplumun demokrat çevrelerinden belli bir destek aldı. Ama siyasi aktörler bu desteğin dışındaydılar, BDP ve CHP’yi kastediyorum. Dolayısıyla bundan sonra da süreç böyle yürüyecek."

Kürt talepleri olarak gelen problemlerin 20’ye yakın maddenin 10-15’i şuan hal yoluna konulduğunu anlatan Miroğlu, en önemli iki problemin ise yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik şartı, anadilde eğitim meselesi olduğunu belirtti.

"PKK’NIN SİLAH BIRAKMA ZAMANI BİR HAYLİ İLERİ GİTTİ"

PKK’nın isteğinin sadece silah bırakma olmadığını, siyasi manada kendisine sunulacak şeylerin konuşulması olduğunu dile getiren Orhan Miroğlu, Suriye’de olup bitenlere bakıldığında PKK’nın silah bırakma zamanının bir hayli ileriye gittiğini düşündüğünü ifade etti. Silah bırakmanın Türkiye’de yakın zamanda konuşulacak bir şey olmadığının altını çizen Miroğlu, şu an PKK’nın silah bırakmasını gerektirecek bir ortam değil tam tersine silahlarını iyi korumasını zorlayan bir ortam bulunduğunu kaydetti. Suriye’de kazandığı pozisyonun böyle bir pozisyon olduğunu dile getiren Miroğlu, silahın PKK’ya hem Türkiye’de, hem Suriye’de, hem de Kuzey Irak’ta gerektiğini söyledi.

"KÜRT TOPLUMUNDA ‘BU SİLAH BANA ZARAR VERİYOR’ DİYEBİLEN BİR MUHALEFETE İHTİYAÇ VAR"

Söylemlere bakarak AK Parti’nin BDP politikasını okumanın çok gerçekçi olmadığına belirten Miroğlu, Başbakan’ın söylemlerinin dağdaki buluşmaya bir tepki olarak okunabileceğini ifade etti. BDP’nin Kürt sorunu denilen ateşi tutma gücü ve yetkisi bulunmadığını vurgulayan Miroğlu, şunları dile getirdi: "Bu böyledir diye BDP gibi bir Kürt siyasi hareketinin, ‘Biz silahı elimizde tutan insanlar değiliz, silahı başkaları elinde tutuyor, dolayısıyla sizin elinde silahı tutanlarla konuşmanız lazım’ şeklindeki anlayışını ben akılcı bir politika bulmuyorum. Bu akılcılık değil. Çünkü bugün hiçbirimizin böyle bir şey demeye hakkı yok. Elinde silah tutan insan sadece kendisine değil bize de zarar veriyor. Toplumsal sürece, demokratik sürece zarar veriyor. Demokratik hamlelerin ortaya konmasını engelliyor. Toplumu terörize ediyor. Toplumu otoriter eğilimlere sevk ediyor. Otoriter eğilimlere saygı duyan bir toplum haline geliyor Kürt toplumu. Dolayısıyla silahsızlandırma programı sadece PKK’nın silahlı gücünün karar vereceği veya vermeyeceği bir mesele değil. Ağırlıklı olarak Kürt siyasi gruplarıdır ve Kürt toplumunun karar vereceği bir meseledir. Bu silah bana zarar veriyor diyebilen bir muhalefete ihtiyaç var Kürt toplumunda. Eğer şiddet meselesi, ‘PKK’nın yürüttüğü halk savaşı stratejisi sadece PKK’yı ilgilendirir, bizi ilgilendirmez, bu meseleyi onunla konuşun’ derse bir siyasi toplum, buradan bir çözüm mantığı çıkmaz."

"ERGENEKON’UN İMRALI’YI KONTROLÜ SONA ERDİ"

"Ergenekon’un İmralı sürecini kontrol meselesi de bence artık sona erdi." diyen Miroğlu, tam bir tarih vermenin mümkün olmadığını belirterek "Ergenekon operasyonlarıyla birlikte bu sona erdi. 2008, 2009’un sonları. Son 1 -2 yılda İmralı’da Öcalan’ın gerçek muhatapları artık bir sivil inisiyatif, sivil bir iktidarı temsil eden muhataplar. Askeri muhatapları yok artık, ama 10 yıldır İmralı’yı her bakımdan Ergenekon örgütü kontrol etti ve bu bugün artık açık bilinen bir şey. Dolayısıyla bu kopukluk yaşandıktan sonra Öcalan ve örgütü arasında ciddi bir kopukluk ve ayrışma söz konusu oldu. Bu nasıl yeniden toparlanır, Öcalan yeniden örgüte söyleyebileceği sözleri nasıl dinletilir bir hale getirilebilir; bu soruların bugün için bir karşılığı yok PKK’da. Eğer olsaydı Leyla Zana’nın Başbakan ile görüşmesi, gazetede yayınlanan röportajda söylenenlerin bir karşılığı olabilirdi. Bugün Öcalan konuşsa ondan daha ilerde şeyler söyleyebilecek durumda değil." şeklinde konuştu.

Yeni Anayasa’dan umutlu olmadığını dile getiren Miroğlu, muhalefetin Türkiye’nin çıkarları yerine partisel çıkarlara göre hareket ettiğini söyledi. AK Parti’ye karşı önceliği amaçlayan bir muhalefetlik yapıldığını anlatan Miroğlu, bu Meclis’in yeni Anayasayı yapabileceği kanaatinde olmadığını kaydetti. AK Parti’nin 63 maddelik demokratikleşme paketine yönelik ‘istemezuk’ çevresinin şimdiden muhalefet çizgisiyle işi sabote etmeye çalıştıklarını savunan Miroğlu, bu yaklaşımın doğru olmadığını ifade etti.

"KCK OPERASYONLARI KÜRT HAREKETİNİ GÜÇLENDİRDİ DEMEK GERÇEKÇİ DEĞİL"

‘KCK operasyonları iyi mi oldu kötü mü oldu?’ yönündeki bir soruya Miroğlu, şunları söyledi: "İyi mi oldu kötü mü oldu değil de KCK nedir, bu sistem neyi öngörüyor; ona bakarak karar vermek lazım. KCK kuruluşu itibariyle, hedefledikleri şeyler itibariyle meşru görülebilir mi? Normal bir demokratik sistemde KCK gibi yapılar üzerinden bir entegrasyon düşünmeye kimsenin hakkı olabilir mi? Buna baktığımız zaman sorulara hiç de olumlu cevap veremeyiz. KCK Türkiye’nin demokratik sisteminden ve muhtemelen anayasasından ayrı bir toplum yönetme modeli ve anlayışı olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla hiçbir demokratik sistemin böyle bir anlayışı toleransla karşılaması mümkün değil. Eğer bu anlayış bir de PKK’nın yürüttüğü silahlı mücadelenin merkezinde duruyorsa o zaman bir yanıyla güvenlik önlemleri de gündeme gelebilir ve geldi de Türkiye’de zaten. Bu örgüte ve anlayışa karşı şiddet boyutuyla çok ciddi önlemler alındı. Benim kanaatim odur ki eğer bu önlemler alınmasaydı, bu operasyonlarda bu eylemleri muhtemelen yapacak olan insanlar tutuklanmasaydı; bugünkü, işte son bir yılın çatışma tablosuna baktığınız zaman; işte 600 Kürt genci ölmüş, 150’ye yakın güvenlik görevlisi hayatını kaybetmiş, şehit olmuş; bu tablonun biraz daha korkunç bir hal alacağını düşünmek mümkün diye düşünüyorum. Yine sivillere yönelik eylemlerde hem istihbaratın iyi kötü işliyor olması, bazı gözden kaçmalar ya da bazı ihmallere rağmen sonuçta birkaç Antep olmadı çok şükür diyebiliyoruz. Birkaç Menemen olmadı diyebiliyorsak bence burda da istihbaratın önemli bir etkisi oldu, KCK’ya yönelik operasyonların önemli bir etkisi oldu. Sonuçta hiçbir hukuka dayanmadan insanları yargılayabilen, insanlara infaz uygulayabilen bir yapılanmadan bahsediyoruz ve bu yapılanmaya karşı girişilen operasyonların doğru olmadığını, Kürt hareketini güçlendirdiğini söylemek de bana çok gerçekçi gelmiyor. Ama bu operasyonlar sırasında BDP ve KCK arasındaki mesafe giderek daraldığı için BDP’nin normal sivil ve demokratik haklarını kullanarak parti içinde politika yapan insanların da zarar gördüğünü görmemiz gerekiyor. Burda işte hukukun ve soruşturmaların işleyişiyle ilgili kaygılar söz konusu. Bu kaygıların çoğu kez haklı olduğunu biliyoruz. İşte Büşra Ersanlı’dan tutunda Ragıp Zarakolu’na kadar yada işte BDP’li Belediye Başkanları, Meclis üyeleri maalesef bu operasyonlar çerçevesinde kurulan bir takım ilişkiler, münasebetler neticesiyle çünkü artık öyle bir iç içe geçmişlik var ki savcılar da çok zorlanıyorlar, hukuk sistemimiz de işin altından kalkamıyor. Dolayısıyla böyle bir tablo. Bütün bu yargılamaların hukuk çerçevesi içinde geçmesi, insanların sivil politika yapmak için orada bulunan insanların zarar görmemesini sağlamak elbette ki önemli bir görev olarak duruyor Türkiye’nin önünde."

"PKK ZULMEDENİN MİKROBUNU KAPTI"

Kürt aydın ve yazar Orhan Miroğlu, terör örgütü PKK’nın yaptığı infazları ise "Zulmedenin mikrobunu kapmak" olarak değerlendirdi. Zulmedenin mikrobunun 1990’larda nüksettiğini anlatan Miroğlu, JİTEM’i kasdettiğini ifade etti. JİTEM’in bugün aynen PKK’nın yaptığı usullerle sivil insanlara yönelik birçok faili meçhul cinayet gerçekleştirdiğini hatırlatan Miroğlu, şöyle konuştu: "PKK bugün aynı yöntemleri uyguluyor. Çünkü hedeflediği bir şey var: Türkiye’yi bu zemine çekmek. Yani 90’lı yılların devlet politikasını hayata geçirmek. Ama tabi bu tarafta da iktidar özenle bundan kaçınmaya ve 90’lı yıllara dönüşü akla getirecek hemen hemen hiçbir şeye imza atmıyor, girişmiyor. İşte Şemdinli’de, başka yerde operasyonlar oluyor, bitiyor, karşılıklı çatışmalar. Fakat sivillerin zarar gördüğü bir süreç yaşamıyoruz. Kimse 90’lı yıllara geri döndük gibi bir şey diyemiyor. Ama PKK söz konusu olduğunda şunu görebiliyoruz: PKK, evet Türkiye’yi 90’lı yılların zeminine çekmeye çalışıyor ve 90’lı yılların devlet yöntemleriyle iş yapıyor. Böyle bir hareket anlayışı var. Dolayısıyla zulmedenin mikrobunu kapmak gibi bir durumla karşı karşıyayız."

CHA