İslam dünyası IŞİD ile anılamaz

Olaylar
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu’nun “Bölgesel Kalkınma İçin Kaynakların Serbest Bırakılması” konulu toplantısında konuştu. Davutoğlu, konuşmasında,  “...
EMOJİLE

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu’nun “Bölgesel Kalkınma İçin Kaynakların Serbest Bırakılması” konulu toplantısında konuştu.

Davutoğlu, konuşmasında,  “Dünyada her millet, her dinden insan nasıl demokrasiyle idare edilebilme kapasitesine sahipse çok köklü siyasal kültüre sahip İslam toplumları da demokrasiyi hem yaşatırlar, hem geliştirirler. İslam dünyası, IŞİD ile anılamaz, İslam da IŞİD veya benzer yapılarla anılamaz” dedi.

Böyle bir toplantıya İstanbul’un ev sahipliği yapmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Davutoğlu, böyle bir başlıkla toplantı tertip edilecek en doğru yerin İstanbul olduğunu söyledi. 

Davutoğlu, son 12 yılda İstanbul’da farklı kapasitelerde ve yerlerde bu şekilde toplantılara katıldığını ifade ederek, bu toplantılarda hep “bölgemiz” ifadesine şahit olduğunu, bu toplantılarının bir kısmının Balkan zirveleri olduğunu, katılımcıların İstanbul’da konuşurken “bölgemiz” dediğini, aynı duruma Karadeniz, Kafkaslar, Ortadoğu ile ilgili yaptıkları toplantılarda da şahit olduklarını anlattı.

“İstanbul öylesine çok bölgenin ortak şehri ki eğer ‘bölgesel kalkınma’ diye bir konuyu tartışacaksanız, en doğru yer İstanbul’dur, Türkiye’dir” diyen Davutoğlu, Napolyon’a atfedilen, “Eğer dünya tek bir devletten idare edilseydi başşehri İstanbul olurdu” sözünü hatırlattı. 

Davutoğlu, İstanbul’un birçok bölgenin, kuzey ve güneyin, doğu ve batının, eski tabirle “yedi iklim”in, Asya ve Avrupa’nın, Akdeniz’in, Karadeniz’in, Hazar’ın ve körfezin başşehri olduğunu, insanların bir sıkıntı ile karşılaştıklarında, İstanbul’a fevç fevç aktıklarını kaydederek, “Balkanlar’da sıkıntı yaşanırken, İstanbul sokaklarında Miloseviç’ten kaçan Boşnak ya da Kosovalılara rastlardınız. Soğuk savaş döneminde, nefes almak isteyen Polonyalılar da buraya gelirdi” ifadelerini kullandı. 

“Ortadoğu’da kriz varken, İstanbul sokaklarında bir huzur, sığınak, onurlu ve emniyetli bir hayat sürmek isteyen Suriyelileri, Lübnanlıları ya da diğer ülkenin vatandaşlarını, burada görürsünüz” diyen Davutoğlu, bunun Osmanlı’daki adının “Dersaadet” yani “mutluluk diyarı” olduğunu bildirdi. 

Davutoğlu, küresel sistemin ve bu küresel sistemin alt başlıkları olan bölgesel entegrasyon çabalarının insanlığın mutluluğu için oluşturulduğu düşünüldüğünde bu konuların İstanbul’da tartışılması gerektiğini anlattı.

Başbakan Davutoğlu, dünyada New York’tan sonra en çok dış temsilcilik bulunan şehrin İstanbul olmasının tesadüf olmadığını, İstanbul’da temsilcilik açan ülkelerin “İstanbul’un nabzını tutanların Balkanlar’ın, Karadeniz’in, Akdeniz’in, Kafkasya’nın, Ortadoğu’nun hatta son Afrika açılımıyla Afrika’nın da nabzını tutacaklarını” bildiğini vurguladı.

“20. yüzyılda kalan dünya finansal mimarisi artık miadını doldurdu”

Konuklara “Onun için dünyanın nabzının attığı İstanbul’a hoşgeldiniz” diye seslenen Davutoğlu, dünyadaki, küresel sistemdeki ve ait oldukları bölgelerdeki gelişmelerden sorumluluk taşıyan diplomatlar, devlet adamları ve akademisyenler olarak çok ciddi sorularla karşı karşıya olduklarını ve bu soruları açık yüreklilikle sormak zorunda olduklarını aktardı. 

Davutoğlu, son 6-7 yılda iki büyük deprem yaşadıklarını, birisinin küresel ekonomik politik deprem olduğunu, 2008’den itibaren küresel ekonominin büyük bir krizin içine girdiğini, dünya ekonomisinin durağana hatta küçülmeye yönlendiğini kaydederek, bu durumun kendilerine öğrettiği dersleri açık yüreklilikle tartışmak ve gerekli çözüm yolları bulmak zorunda olduklarının altını çizdi. 

20. yüzyılda kalmış olan dünya finansal mimarisinin artık miadını doldurduğunu ve yeni bir finansal mimariye ihtiyaç olduğuna işaret eden Davutoğlu, “Bu anlamda dünya finansal sisteminin dayanıklılığını güçlendirmek ve bu finansal sistemin muhtemel şoklara karşı tez kriterlerini ortaya açık bir şekilde koymak sorumluluğumuz var. Aynı şekilde yine bu ekonomi politik gösterdi ki dünyada artık herhangi bir kriz olduğunda, 1929’da yaşadığımız ilk büyük küresel krizden daha da farklı olarak onu öyle anmakla birlikte, artık bundan etkilenmeyecek hiçbir topluluk yoktur” diye konuştu.

“Türkiye’nin kaderi, Avrupa’nın kaderinden ayrıştırılamaz”

Davutoğlu, Avrupalılar olarak bu krizi derinden hissettiklerini, Avrupa’da yaşanan krizi kendi krizleri olarak gördüklerini belirterek, “Çünkü Türkiye’nin kaderi de Avrupa’nın, Avrupa Birliği’nin, Avrupa kıtasının kaderinden ayrıştırılamaz. Türkiye bir Avrupa ülkesidir. Avrupa tarihi, Türk tarihi ve arşivleri kullanılmadan anlaşılamaz. Türk tarihi de Avrupa geçmişi okunmadan doğru bir şekilde gelecek nesillere aktarılamaz” diye konuştu. 

Avrupa’da son dönemde yaşanan ekonomik daralmayı gördüklerinde Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerle ekonomik ilişkilerini nasıl geliştireceklerini ve buna nasıl tepki vereceklerini düşünürken, diğer taraftan Avrupa ekonomisi üzerindeki daralmanın kendi ekonomileri üzerindeki etkisini aşmayı düşündüklerini bildiren Davutoğlu, bu konuda özgün, orijinal, bölgesel nitelikli formüller üretmeye çalıştıklarını dile getirdi. 

Davutoğlu, ikinci büyük depremin ise 2011’den bu yana hala içinde bütün acılarıyla yaşadıkları, “Ortadoğu ve Akdeniz’in güneyindeki büyük insani trajedilere yol açan jeopolitik ve siyasi deprem” olduğunu ve bu ikisinin birbirinden ayrı olmadığını kaydederek, eşitlikçi yapıyı sarsan unsurların bölgesel krizlerin daha da derinden olmasına yol açtığını söyledi. 

Ekonomik krizin olduğu günlerde şu anki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan görevi devraldığını, o zaman kendilerinde bir muhasebe ihtiyacı doğduğunu belirten Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Dışişleri Bakanı olarak yaptığım ilk konuşmalarda, verdiğim talimatlarda dış politika stratejisiyle küresel ekonomi politiğinin getirdiği ekonomik gereklilikler arasında bir irtibat kurulmasına özel çaba sarf ettim. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, 5 yıl içerisinde eğer Türkiye, Avrupa’daki ekonomik daralmaya ve finansal sistemlerdeki sarsıntılara dayanabilmişse, finansal sistemimizin çok sağlıklı yapısı kadar onunla birlikte geliştirdiği alternatif bölgesel politikalar bunda etkili olmuştur. Neler yaptık? 2009’dan itibaren gerek Balkanlar’da, gerek Kafkaslar’da, gerek Ortadoğu ve Orta Asya’da yeni bir bölgesel strateji, vizyon ilan ettik. Ve dedik ki; şu anda aslında çok çarpıcı biçimde IŞİD ve onun etrafında gelen terörist meydan okumalara bir cevap mahiyetinde yorumlanması dileğiyle, 2009’da birçok Ortadoğu, Balkan platformunda yaptığımız konuşmalarda gerek benim Dışişleri Bakanı olarak 4 ilkeyi öne çıkardık. ‘Ortadoğu, Balkanlar, Orta Asya ve Kafkaslar’da yeni bir üst düzey siyasal diyaloğa ihtiyaç var’ dedik. İkincisi yeni bir güvenlik sistemine ihtiyaç var. Üçüncüsü ekonomik karşıtlı bağımlılığa ihtiyaç var. Dördüncüsü de kültürel bakımdan içselleştirici yeni bir siyasi kültüre ihtiyaç var. O yıllarda yaptığımız onlarca konuşmayı açanlar, bunu görebilirler.”

Davutoğlu, yüksek düzeyde yoğun siyasi iş birliğini karşılamak üzere Türk diplomasi tarihinde ilk defa kullandıkları bir tabiri geliştirdiklerini, Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyleri’ni ilk defa 2009 yılında Irak ve Suriye olmak üzere kurduklarını söyledi. 

O zaman, o yapılarla ikili düzeyde, çevre ülkelerle Türkiye arasındaki ilişkileri entegre etmeye çalıştıklarını, bu yolla hem Avrupa’daki ekonomik daralmadan diğer bölgelere açılma imkanının hasıl olduğunu hem bu ülkelerle daha yakın iş birliği yapılabildiğini dile getiren Davutoğlu, “Buna Yunanistan ile devam ettik. Rusya, Bulgaristan, Azerbaycan, Mısır’la… 17 ülke ile hükümetlerarası konferanslar mahiyetinde mekanizmalar kurduk. Bütün bu ülkelerle ekonomik iş birliğimiz, ticaretimiz 3-4 bazen 5 misli arttı” ifadelerini kullandı. 

Davutoğlu, Yunanistan ile 87 yılda sadece 32 anlaşma imzalandığını, ancak 2010 ve 2012’de Yüksek İşbirliği Konseyi’nde Atina’da ve Ankara’da olmak üzere 50’ye yakın anlaşmaya imza attıklarını anımsatarak, şöyle devam etti: 

“Bunu bütün diğer ülkelere sirayet ettirebilirsiniz. Bizim komşularla sıfır sorun ilkesinden buraya geçişimiz, aslında böyle bir bölgesel kontekstin içindeydi. Çünkü şunun farkındaydık biz; sınırlarımız aynen Avrupa’daki birçok ülkenin sınırı gibi doğal sınırlar değil, geçişken sınırlar. Bunu teminat altına almak için de siyasi ilişkilerin dozunu ekonomiye yansıttık. Ekonomide birkaç süreci devreye soktuk, her ülke ile vize serbestliği anlaşması yaptık. Baktık ki Avrupa vize serbestliğine yanaşmıyor, bütün tahriklere rağmen şimdi daha iyi bir durumdayız inşallah olacak, 42 ülkeden 70 ülkeye çıkardık. Nihayet Türkiye’nin temel ekonomik gücü, insan gücü. İnsanımız ne kadar çok hareket ederse, girişimcimiz ne kadar çok ülkeye rahatlıkla gidebilirse, ekonomimiz o kadar katma değer üretir diye düşündük ve yeni bir vize politikası geliştirdik. Ben Dışişleri Bakanı olduğumda 42 ülkeyle vize muafiyeti vardı, bıraktığımızda 72 ülke.” 

“TANAP ile Balkanlar ve Kafkasları koridor şeklinde birleştirdik”

Başbakan Davutoğlu, bu kapsamda serbest ticaret anlaşmalarına hız verdiklerini vurgulayarak, “Bu anlaşmalarla kendi ekonomik zonumuzu geliştirmeye çalıştık, bölgesel barışa da katkıda bulunmaya gayret ettik. Bu da bizim için özellikle ekonomide yeni bir sıçrama tahtası oluşturdu. Ekonomik karşılıklı bağımlılığı artırdık. Komşu bölgelerle, ülkelerle ticaretimiz yüzde 8’den yüzde 35’lere çıktı. Bu da bölgesel kalkınmanın motivasyonunu artırdı. Bunun hemen yakınında ikili ilişkiler dışında üçlü mekanizmalar kurduk. Daha önce Türk diplomasisinde, ekonomik ilişkilerinde az rastlanan bir yöntemdi, üçlü mekanizmalar” diye konuştu. 

Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan üzerinden bölgesel kalkınmayı büyük motivasyonla taşıyacak olan birçok proje hazırladıklarına işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Bakü-Tiflis-Kars, Bakü-Tiflis-Erzurum, Bakü-Tiflis-Ceyhan gibi ulaştırma ve enerji projeleri yaptık. Son olarak da TANAP projesini devreye sokarak, Balkanlar ile Kafkaslarıkoridor şeklinde birleştirdik. Yine Balkanlar’da bu sefer Türkiye-Bosna Hersek-Sırbistan, Türkiye-Bosna Hersek- Hırvatistan projeleriyle bir barış projesini ekonomik projelere entegre etmeye çalıştık. Ortadoğu’da bu ikili ilişkiler dışında, hala ‘inşallah bir gün gerçekleşir’ diye ümit ettiğim ama şu anda Suriye rejiminin zulmüyle IŞİD terörü arasına sıkışmış olan büyük bir proje başlatmıştık. Tam da 2010’da, Türkiye, Ürdün, Suriye ve Lübnan arasında vizelerin kalktığı ortak ticaret alanı projesi.”

“Sınırları ekonomik iş birliği ile aşmaya çalıştık”

Davutoğlu, aslında bundan 4 sene önce ülkeler arasındaki sınırları ekonomik iş birliğiyle aşmaya çalıştıklarını ve bunu da çok geniş bir alanda yaptıklarını dile getirerek, şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye-Afganistan-Pakistan üçlü mekanizmasını başlattık. Hem bir barış projesi hem de üç ülke arasındaki ulaştırma ve diğer hatlara dönük ciddi bir açılım politikası takip ettik. Bunu birçok diğer bölgesel inisiyatiflerle çeşitlendirebiliriz. Bu bizim çevre bölgelerde istikrar kurucu ve ekonomik rant üretici kapasitemizi artırdı. Bölgesel kalkınmaya ivme kattı. Bizimle birlikte diğer ülkeler içinde. Eğer bugün Azerbaycan, TANAP projesi gibi Avrasya ölçekli ‘Güney gaz koridoru’ çerçevesinde bir barışa öncülük yapacak bir kapasiteye ulaşmışsa bunda Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan arasında gerçekleşen bu bölgesel iş birliğinin büyük bir rolü var. Yine bunu takviye edecek şekilde geniş açılımlara yöneldik. Afrika’ya, Latin Amerika’ya açıldık. Baktık ki dünya ekonomisi daralıyor, Avrupa’daki geniş pazarımız ve ekonomik etki içerisine girdiğimiz Avrupa havzasında daralma var, Afrika’ya yöneldik.”

Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin 2009 yılında Afrika’daki büyükelçilik sayısının 12 olduğunu, bu sayının şu anda 37’ye yükseldiğini belirterek, “Afrika’da 25 büyükelçilik açtık. Türk Hava Yolları şu anda Afrika’da en fazla uçuş yapan havayolu şirketi durumunda. Afrika’nın her türlü meselesinde Türkiye aktif rol oynadı” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görevini 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den devraldığı törende Afrika’dan lider konumunda temsilcilerin bulunduğunu anımsatan Davutoğlu, aynı şekilde Latin Amerika’daki 6 olan büyükelçilik sayısının 12’ye çıkarıldığını kaydetti. 

Davutoğlu, dünya genelinde 92 olan büyükelçilik sayısının 131’e, dış temsilcilik sayısının ise 162’den 224’e çıkarıldığını vurgulayarak, şu anda Türkiye’nin dünyada en fazla dış temsilciliği olan 7. ülke olduğunu belirtti. 

Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bunu niçin yaptık? Küresel ekonomik politik daralırken niye Türkiye, açılma ihtiyacı hissettik? Çünkü eğer kriz varsa bu krizi, krizin içinde hapis olarak yenemezsiniz. Bu krizin üstüne çıkmak, yukarıdan bakmak ve krizi yönetmek gerekir. Bizim hükümetlerimiz, bu ekonomik politikayla, ekonomik ve dış politika stratejisini öylesine entegre şekilde uyguladık ki evet şimdiki Cumhurbaşkanımız, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi, ‘dünya krizi bizi teğet geçti.’ Hem finansal yapımız sağlamdı hem de alternatif politikalarla bunu aşabilmiştik. Burada bu etkiyi sağlarken ve geniş bir alanda ekonomik ilişkilerimizi yoğunlaştırıp sadece ticaret değil yatırım da… Nasıl bir ekonomi, bir açılım projesi, bir bölgesel projenin ekonomik kalkınmaya başka bir ülkede katkı yaptığını göstermek için biz Afrika’ya açılım stratejisi uyguladığımızda, Etiyopya’da bir Türk şirketi vardı, 50 milyon dolarlık Türk yatırımı vardı. Geçen sene gittiğimde 341 Türk şirketi vardı, 3,5 milyar dolarlık Türk yatırımı vardı. Bu sadece Etiyopya’da. Hem Etiyopya ekonomisine katkı sağlayan, istihdam sağlayan bir gelişme, bölgesel kalkınmayı artıran hem de bizim için küresel ekonomi politik ve Avrupa’daki daralmanın alternatifi olan alanlar” değerlendirmesinde bulundu. 

“Türkiye, ekonomi politik fay hatların da üzerinde”

Başbakan Davutoğlu, tam da bu politikaları geliştirirken 2011 yılında bir başka deprem ile karşı karşıya kalındığını anlatarak, şu değerlendirmede bulundu:

“Türkiye gerçek depremlerin fay hatları üzerinde, İstanbul depremini hepimiz acıyla anarız, ekonomi politik ve jeopolitik depremlerin de fay hattı üzerinde. Hem Avrupa’daki ekonomik depremden etkilendik hem de 2011’de tam bu depremi bölgesel kalkınma projeleriyle aşarken Arap Baharı ile yüzleşmek durumunda kaldık. Aslında Arap Baharı’na verdiğimiz ilk tepki, açık söyleyeyim, bir insan olarak, bir akademisyen olarak, özgürlüklere insan onurunun temel değerleri olarak bakan birisi olarak da büyük bir ümit tepkisiydi. Çünkü soğuk savaş Doğu Avrupa’da bitmişti ama Ortadoğu’da hala devam ediyordu. Rejimlerin otoriter karakteri devam ediyordu. Halkına hesap vermeyen, hiçbir şekilde halkıyla hesap ilişkisi içerisine girmemiş rejimler, sadece Filistin-İsrail meselesi üzerinden kendilerini meşru kılmaya çalışıyorlardı. Dünya küresel ekonomi politikle uğraşırken ve büyük bir yeni canlanma, bireyler öne çıkarken Arap Baharı hepimiz için ilk tepki olarak soğuk savaşın sona ereceği, özgürlüklerin yayılacağı, demokrasinin nihayet bu bölgede de gelişeceği bir ortam olarak gördük ve sahiplendik. Hala da sahipleniyoruz. Bize geçmişte demokrasi dersi vermeye kalkanlar Ortadoğu’da demokrasiyi ve demokratik güçleri terk ettiler ama biz terk etmeyeceğiz.”

Davutoğlu, demokrasinin sürdürülebilir istikrarın en önemli garantisi olduğunu belirterek, ”İstikrar bir devlet başkanının uzun yıllar iş başında kalması demek değildir. İstikrar, tek bir partinin uzun dönem bir ülkede egemen olması değildir” ifadelerini kullandı. 

İstikrarın, halkıyla meşruiyet ilişkisine girmiş ve meşruiyeti sürekli demokrasi üzerine test eden bir siyasal sistemin adı olduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

”Çok ilginç bir diyaloğu burada yansıtmak istiyorum. Beşar Esad’ı 2011 yılı Ağustos ayında halkına karşı zulmetmemesi yönünde yoğun çaba sarf ettiğimiz dönemde, 7 saatlik bir görüşmem olmuştur. Görüşmenin bir aşamasında ‘peki biz ne olacağız?’’ sorusuna muhatap olmuştum. Yani siyasi liderler, uzun yıllar ülkeyi idare edenler, şöyle birşey söyledim ve buna da inanıyorum. Demokrasi için bir tek kriter konulsa, ben bu kriterin pratik karşılığı şudur demiştim kendisine; ‘Bir ülkede eğer eski cumhurbaşkanı ve başbakan barış içinde yaşıyorsa, eski ve cumhurbaşkanı ve başbakan varsa, o ülkede demokrasi vardır. Başka birşey aramayın. Ama bir ülkede eski cumhurbaşkanı ve başbakanlar ya hapiste, ya mezarda, ya sürgünde ise demokrasi yoktur. Sizin Arap dünyasında eski liderlerin bir kısmı sürgünde demiştim, Bin Ali. Bir kısmı mezarda, Kaddafi. Bir kısmı da hapiste, Mübarek. Demokrasi ile seçime gidin, kazanırsanız cumhurbaşkanlığınız devam eder. Kaybederseniz kendi ülkesinde huzurla yaşayan bir eski cumhurbaşkanı olmuşsunuz ve yeni bir seçime hazırlanırsınız.”

Demokrasinin aslında bu anlamda liderlerin hayatını da garanti eden bir sistem olduğunu ifade eden Davutoğlu, ”Demokrasinin olmadığı yerde, liderler kendilerini güvende hissetmez ve iktidarı varoluş makamı olarak görürler. Düştüklerinde öleceklerini düşünürler. Sovyetler döneminde de soğuk savaş döneminde de Doğu Avrupa’da da Çavuşesku için de böyleydi, Kaddafi ya da Mübarek için de böyleydi, Esad için de böyle” dedi. 

“Bu gizli bir ırkçılıktır”

Aylarca, sabırla Esad’ı ikna etmeye çalıştıklarını, çünkü ilişkilerinin iyi olduğunu anlatan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

”Hani şimdi bizi mezhepçilikle itham edenler çok iyi bilmeliler ki bütün sünni dünyası Esad’a cephe açmışken, biz Esad’ı destekledik. Desteklemekten kastım, Suriye’deki istikrarın ve onu barışçıl yollarla dönüştürebilmek için 2005’te, 2006’da. Olumlu yönden baktık, Arap Baharı’na. Şöyle düşündük; nasıl AB ve ABD, Balkanlar’daki demokrasi rüzgarını desteklediler. Ve onu finanse ettiler. ‘Ortadoğu’yu da destekleyecekler’ diye düşündük. Ve burada bir tutarlılık bekledik, istedik. Şunu hepimiz bilelim. Kalkınma ile siyasal sistem arasında bir bağ kuracaksak, demokrasi finanse edilen bir sistemdir. Yani bir ülkede bir demokratik değişim süreci varsa o bir tek şeyle garanti altına alınabilir. Ekonomik kalkınma ile finanse edilmeyen, desteklenmeyen bir demokratik değişim süreci ayakta duramaz. Biz Türkiye’de demokratikleşmeyi temin edebildik. Çünkü kendi ekonomimiz 12 yılda 4 misli büyüdü. Türk ekonomisi küçülseydi bizim demokrasiyi yaşatmamız çok zor olurdu. Bugün Balkanlar’da demokrasi var, Polonya’da, Romanya’da. Çünkü AB fonları ile o demokrasi finanse edildi. Ortadoğu’da demokrasiyi finanse edecek hiç kimse çıkmadı. Bizim, demokrasi döneminde seçilmiş çoğu başkanlara, Mısır’a verdiğimiz 2 milyar dolarlık yardım, Tunus’a yaptığımız 500 milyon dolarlık yardımların dışında ciddi bir demokrasi finansmanıyla ilgili birşey sağlanmadı. Açık söyleyeyim, burada oryantalist bir tavır hemen kendini ortaya koydu. Gerek Irak’ta, gerek bölgede bir müddet sonra şöyle düşünmeye başladı insanlar. Bu Müslümanlar ancak sopalı bir lider ya da otoriter bir lider tarafından idare edilebilirler. Bütün dünya ekonomik forumuna katılan küresel entelektüellere hitaben diyorum. Bu gizli bir ırkçılıktır.”

Dünyada her milletin, her dinden insanın nasıl demokrasi ile idare edilebilme kapasitesine sahipse, çok köklü siyasal bir kültüre sahip olan İslam toplumlarının da demokrasiyi yaşatıp geliştirebileceğini dile getiren Başbakan Davutoğlu, “İslam dünyası, IŞİD ile anılamaz, İslam da IŞİD veya benzer yapılarla anılamaz” dedi.

“Demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz” 

O açıdan Türkiye’nin bir başarı hikayesi olduğunun altını çizen Davutoğlu, ”Bu başarı hikayesine bakan birçok Arap genci, sokağa çıktı ve demokrasi talep etti. Beklediler ve gördüler ki, Türkiye’nin İsrail’e karşı Filistin davasındaki onurlu duruşu, ancak demokrasi ile sağlanabiliyor. O zaman kendileri de bunu talep ettiler. Biz de arkalarında durduk. Ve durmaya devam edeceğiz” değerlendirmesinde bulundu. 

Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 

”Dört yılın kısa kısa muhasebesini zikredeyim. Çünkü bir depremin içindeyiz. Şimdi bu deprem Avrupa ülkelerini, ABD ve dünyayı vurmaya başladığı için tedbir alma ihtiyacı hissediliyor. Biz 4 yıldır bunu anlatmaya çalıştık. 2011 yılı her devrimlerde olduğu gibi bir hissi devrim yılıydı. Arap dünyasında, Tahrir Meydanı’nda, diğer meydanlarda gençler sokağa çıktı, aynen Avrupalılar gibi, aynen bizler gibi demokrasiyi tatmak istediler. Vatandaş olarak seslerini yükseltmek istediler. Özgürce herşeyi tartışmak istediler. Ve rejimler buna dayanamadı. Hatta o dönemde Mısır’a gittiğimde bana ‘bu olayı nasıl yorumladığım sorulduğunda’ dedim ki; Ben Mısır’a 1988’de doktora tezi için geldiğimde 5-6 ay kalmıştım, Mübarek iktidardaydı. Geçenlerde benim küçük kızım kütüphaneme gitmiş, İstanbul’daki evimde ve üst katta çatıdaki kütüphaneme. Benim eski daktilomu, doktora tezimi yazdığım daktiloyu koymuştum. Yukarıdan hayretle seslendi. ‘Baba bu ne?’ diye. Ben de korktum, herhalde korktu, birşey oldu diye. Daha 8-9 yaşında. ‘Bu ne?’ diye daktiloyu gösteriyor. Sanki arkeolojik bir keşif yapmış gibi. Çünkü hiç daktilo görmemiş benim kızım ve oynamaya başladı onunla. Dedim ki, Mısır’da ben 88’de doktoramı yazarken o daktiloyu kullanıyordum. Ve Mübarek iktidardaydı. Sonra bilgisayar keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Sonra internet keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Mobil telefon keşfedildi, Mübarek iktidardaydı. Twitter, facebook gelince dayanamadı. Şimdi nesiller değişiyor ve gençler hep aynı liderleri görüyor. Cevap vermeyen liderleri, hesap sorulamayan liderleri. Bunun getirdiği bir heyecanla devrim rüzgarıydı, 2011 yılı. 2012 yılı ümit yılıydı. Açık söylüyorum. Eğer bugün biz burada IŞİD’i tartışıyorsak, 2012 yılındaki demokratik geçiş süreçlerine destek vermediğimiz için tartışıyoruz. IŞİD çok güçlü olduğu için ya da Suriye ve Irak halkı IŞİD tür radikal eylemlere eğilimli olduğu için değil.” 

Başbakan Ahmet Davutoğlu, 2012 yılında bütün devrim rüzgarlarının yeşerdiği Ortadoğu’da seçimlerin yapıldığını anlatarak, ”İlk defa insanlar sandıklara gittiler. Mısır’da seçim yapıldı, bir değişim oldu. Libya’da yeni bir kongre oluştu. Tunus’ta yepyeni bir dönem başladı. Fas’ta bir geçiş süreci yaşanıyordu. Her yerde, Cezayir de dahil gayet doğallık içinde bir geçiş süreci başladı ve bir emek vardı kitlelerde, insanlarda. Şimdi soralım, biz bu ümidi besleyecek ne yaptık? Biz bu ümitle yola çıkmış Yemen’de insanlara ne verdik? Balkanlar’a ve Doğu Avrupa’ya sağladığımız imkanları, demokrasiye geçiş sürecinde Ortadoğu halklarına sağladık mı? Bölgesel kalkınmadan bahsederken demokrasiyle kalkınma arasındaki irtibatı kurabildik mi? Biz Türkiye, şimdi bütün bu meydan okumalara karşı karşıya kalan bir ülke olarak gururla ve iftiharla söylüyorum. O günden bugüne ilkeli bir şekilde aynı yerde durduk. Herkes pozisyon değiştirirken, herkes bizi reel politiğe çağırırken, ‘Niye ulusal çıkarlarınızı tehlikeye atıyorsunuz? Bölgede demokrasinin arkasında duruyorsunuz, biraz reel politikleşin’ derken, içeride ve dışarıda biz demokrasinin yanında durduk. Ortadoğu halklarının yanında durduk. Çünkü demokrasinin kıymetini en çok biz biliriz” şeklinde konuştu. 

Başbakan Davutoğlu, “Bugün bölgede demokrasiden değil de eğer terör tehdidinden bahsediyorsak, bölgede canını ortaya koyan Humus’taki Hristiyan, Müslüman, Sünni, Nusayri, Kürt, Arap, Türkmen o Suriyeli gençlerin yerini eğer dışarıdan gelmiş ve ne yapacağı belli olmayan, çoğu da çok akıcı İngilizce konuşan yabancı savaşçılara terk etmişse bunun sebebi bizim Suriye halkını yalnız bırakmış olmamızdır” dedi.

Davutoğlu, Dünya Ekonomik Forumu kapsamında düzenlenen “Bölgesel Kalkınma için Kaynakların Ortaya Çıkarılması” temalı özel toplantının kapanışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin siyasi tarihinin darbelerle geçtiğini, baskılarla büyüyen bir nesil olduğunu, bu yüzden Ortadoğu gençliğinin ne hissettiğini iyi bildiklerini söyledi. 

Ortadoğu’daki demokrasinin talep edildiği gibi, Türkiye’de de kendilerinin bu taleple iktidara geldiğini anlatan Davutoğlu, “Türkiye’deki demokrat geçinen bazı dostlar bile bunu anlayamadılar. Bunu takdir de edemediler. Avrupa’dan da bu takdiri gördüğümüzü söyleyemem. Ne oldu 2012’de bu demokrasiler uluslararası destek bulamayınca? Geçiş yönetimleri, daha ‘bebek demokrasiler’ diyeyim, çocuk demokrasiler değil, kendi ekonomik girdapları içinde… Mısır’ı düşünün. O muazzam insan potansiyeli olan o büyük ülke, medeniyet ülkesi… Şimdi herkesin Mursi’yi eleştirmesi kolay. Hangi Avrupa ülkesi, büyük ekonomik reformları bir yılda gerçekleştirebildi 1990’lı yıllarda? Eğer bize 2003 yılında gelseydiniz bir yılda her şeyi mucizevi bir şekilde değiştirmiş bir Türk başarısını size vaat edebilir miydik?” diye konuştu. 

Mısır’ın sonrası için onlarca soru sorulduğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

“Demokrasinin sonrası olmaz. Demokrasi, yerleşirse yerleşmiştir, ya vardır, ya yoktur. Demokrasinin arası da olmaz. Birisi ‘Demokrasi gelsin de ben sonra kimin geleceğinden emin olayım’ derse demokrat değildir. ‘Bir ülkede demokrasi olsun ama şu eğilimler iktidara gelmesin’ dediğiniz anda demokrasinin dışına çıkarsınız. Geçmişte bu bize dendi. Türkiye’de de bu demokrasi oyunu oynandı. 60 ihtilalinden sonra ‘Demokrasi olsun ama mesela Ali Fuat Başgil cumhurbaşkanı olmasın’ diye silah çektiler Cumhurbaşkanı adayına. 80’li yıllarda ‘Demokrasi olsun ama şu şu partiler olmasın’ diye onlarca parti kapatıldı Türkiye’de. Gerçek demokratlar, seçim sandığı üzerinden soru sormazlar. Seçim sandığı neyi üretirse onu kabul eder ve şans verirler. Başarısız mı oldu? Bir sonraki seçimde cezalandıracak olan kendi halkıdır. Şimdi ne oldu? O iyimser 2012 yılından sonra 2013 yılı, gerçek anlamda bir hayal kırıklığı yılı oldu hemen hemen her yerde.”

“Mısır bize benzer”

Davutoğlu, Mısır’da seçimle iktidara gelen bir liderin yerinden edildiğini hatırlatarak, o günlerin hemen ardından Mısırlı önemli bir siyasetçiyle arasında geçen diyaloğu anlattı. Bu kişinin Türkiye’ye gelip, kendilerini bu darbenin meşru olduğuna ikna etmeye çalıştığını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti: 

“Şöyle bir şey söyledi, dedi ki ’25-30 milyon insan imza verdi Mursi gitsin diye’ ki çok önemli bir isim, burada söylemek istemiyorum ama hepinizin tanıdığı bir isim. Dedim ki ‘Ya siz matematik bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Ya siz Mısır’ı bilmiyorsunuz, ya ben bilmiyorum. Mısır’da 80 milyon kardeşimiz var. Mısır’da okuma yazma oranının yüzde 40’larda olduğunu siz de biliyorsunuz. Geride kalan 40 milyon, deltada, güneyde, çöllerde yaşayanları çıkarsanız büyük şehirlerde yaşayanlar, nüfusun ancak yüzde 40’ını oluşturur, o da 20 milyona iner. Bunlardan yaşlı ve çocukları çıkarın, geriye 10 milyon kalır. Bunların bir kısmı da, herhalde yüzde 50’si de Mursi’yi destekliyor. İmza toplansa 5 milyondan fazla kişi çıkmaz. Hadi toplandı diyelim, her seçilmiş yönetici, toplanan imzalarla ya da sokakta tertip edilen gösterilerle yönetimden alınırsa demokrasi yaşayabilir, sürdürülebilir bir süreç olmaz. Mısır’da Türkiye bir tavır aldı, bedelini ödediğimiz bir tavır bu aslında. Biz Mısır’a çok önem veriyoruz. Mısır, bölgenin omurgasıdır, beynidir. Araplar, Mısır’a ‘Arabın beyni’ derler. Biz Mısır’ı en büyük stratejik ortağımız olarak görmeye devam etmek istiyoruz ama Mısır’da, böylesi büyük nüfuslu bir ülkede istikrarın halk meşruiyetinden geçeceğine inanıyoruz. Biz yaşadık, Mısır bize benzer. Mısır, demokrasi istemeyen bazı petrol zengini veya küçük ölçekli geniş ekonomilere sahip ülkelere benzemez, bize benzer. Mısır’da kalıcı istikrar ve ekonomik kalkınma, ancak ve ancak demokrasiyle sağlanabilir.”

“Suriye’yi bir utanç sayfası olarak yazacaklardır”

Suriye’de yaşananlara da değinen Davutoğlu, bu ülke için pek çok kriterler koyulduğunu, kimyasal silah kullanıldığında cezalandırılacağının açıkça deklare edildiğini hatırlattı.

“İleride yeni nesiller, Suriye’nin bu dönemini yazdıklarında Suriye’yi bir utanç sayfası olarak yazacaklardır uluslararası toplum için” diyen Davutoğlu, olabilecek bütün insanlık suçlarının Suriye’de işlendiğini vurguladı.

Füzelerin, varil bombalarının, kimyasal silahların sivil alanlarda kullanıldığını, insanların bir yerde tutulup açlığa mahkum edilerek ölüme götürüldüğünü söyleyen Davutoğlu, “50 bin fotoğraf yayınlandı, bütün dünya televizyonlarında geçen sene. Suriye rejiminin nasıl insanları aç bırakarak öldürdüğü, holokost resimlerini hatırlatan resimler yayınlandı. Uluslararası toplumun tepkisi ne oldu?” ifadelerini kullandı. 

Davutoğlu, Suriye’de demokrasiyi isteyen Suriye Ulusal Koalisyonu’na 90’lı yıllarda Polonya, Romanya, Balkanlar’da demokrasi isteyen güçlere verilen desteğin verilmediğini dile getirerek, “Geçen sene bu şeyler yapıldığında, hatta kimyasal silah kullanıldığında daha IŞİD çok küçük bir bölgede, küçük bir örgüt niteliğindeydi” dedi.

Meydan okuma küreselse hepimiz elimizi taşın altına koyacağız

Bosna Hersek, Kosova, Arnavutluk ve Makedonya’da demokrasinin tahkim edildiği gibi Esed’e bir ders verilemediğine dikkati çeken Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bütün o kitleler, hayal kırıklığı içinde devrimin karşı bir psikolojisine yöneldiler ve radikalleşme, uç noktalara vardı 2004’te. Bugün bölgede demokrasiden değil de eğer terör tehdidinden bahsediyorsak, bölgede canını ortaya koyan Humus’taki Hristiyan, Müslüman, Sünni, Nusayri, Kürt, Arap, Türkmen o Suriyeli gençlerin yerini eğer dışarıdan gelmiş ve ne yapacağı belli olmayan, çoğu da çok akıcı İngilizce konuşan yabancı savaşçılara terk etmişse bunun sebebi bizim Suriye halkını yalnız bırakmış olmamızdır. Bunu itiraf etmek durumundayız. Aksi takdirde çözüm bulmamız, güçleşir. Defaatlerce uyardık, Türkiye olarak ve şunu anlatmaya çalıştık, bugün için de geçerli olan bir vizyonu. Biz Ortadoğu bölgesine diyorduk ki ‘Bu sınırlar anlamsız, yani yaşaması zor sınırlar’. Gerçekten keşke buradan hep beraber biz mülteci kamplarının bulunduğu sınırımıza gitsek. Kobani’den gelen Kürtlerin ya da Halep’ten gelen Türkmenlerin, Arapların geçtiği yerlere. Bir köy bile ortadan bölünmüş, bir demiryoluyla bölünmüş. Türkiye, bu sınırı korumaya çalışıyor ve bu sınır bugün sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da dünyanın da sınırı teröre karşı. Peki Türkiye’ye ne kadar destek verildi? Şu denirse büyük bir adaletsizliktir; (Siz mülteciler için sınırınızı açın ama araya birileri karışırsa siz sorumlusunuz)”

Davutoğlu, mülteciler için sınır açıldığında insanlara ayrıca bir yoklama yapılamadığını ifade ederek, “Ben Azerbaycan’daydım, üç günde 138 bin mülteci geldi. Deseydik ki ‘Bu kapıyı kapatıyoruz ve her birini tek tek alacağız’. 138 bin kişiyi almamız 10-15 gün sürerdi. O arada da zaten IŞİD onları öldürmüş olurdu. Peki onları almamış olsaydık da bütün dünya ‘Türkiye’nin nasıl bir yanlış politika izlediğini söylerdi. Şunu da söyleyeyim Türkiye’yi bazıları acımasızca eleştirirken, bir batılı Dışişleri Bakanı ile aramızda şöyle bir konuşma geçti, dediler ki ‘Bu yabancı savaşçılar, Türkiye’den geçmesin’. Çok güzel geçmesin, biz istemeyiz. Bu, en çok bize zarar, bize tehdit ama Türkiye’ye yılda 35 milyon turist geliyor. Peki siz biliyorsanız bu yabancı savaşçıları kendi ülkenizde tutun, çıkmasına izin vermeyin. Dedi ki ‘Biz demokratik bir ülkeyiz, daha suç işlememiş birini nasıl tutalım’. Peki bize listeyi verin, kimler olduğunu, biz onları almayalım, Türkiye’ye sokmayalım. ‘Nasıl liste veririz daha suç yok’. Peki senin yapmadığın bu işi ben nasıl demokratik bir ülke olarak yapabilirim? Eğer meydan okuma, küreselse hepimiz elimizi taşın altına koyacağız. Artık yeter. Suriye, Irak krizinin bütün bedelini Türkiye’ye ve komşu ülkelere ödetip sonra bulunduğumuz yerlerden ders vermeye kalkarsak bunu bizim kabul etmemiz mümkün değil, bunu insanlık vicdanı da kabul etmez” şeklinde konuştu.

Davutoğlu, Türkiye’de vatandaşların ödediği vergilerle oluşan bütçeden 3,5 milyar doları Suriyeli sığınmacılara kaynak aktardıklarını belirterek “Analarının ak sütü gibi helal olsun ama dünyadan da bunun takdirini ve gereğini yapmalarını bekliyoruz” değerlendirmesinde bulundu. 

Türkiye’nin bölgede yeni bir anlayışı geliştirmeye çalıştığına işaret eden Davutoğlu, “Bir gün aynen Avrupa’da uzun savaşlardan sonra olduğu gibi, Ortadoğu halkları da geçmişte büyük devletler, büyük medeniyetler kurmuş bu halklar da bu sınırları saygı duymakla birlikte geçişken kılacaklar. İnsanlık onuruna yakışan yeni bir düzenin önü açılacak ama tarih böyle bir düzenin, kimin böyle bir vizyonun karşısında, kimin yanında olduğunu hep yargılayacak” diye konuştu. 

Davutoğlu, Avrupa’da ekonomik krizin sıkıntıları yaşanırken, Ortadoğu, Ukrayna ve Kafkasya’da birçok risk ortaya çıkarken Türkiye’nin kendi istikrar adasını korumaya çalıştığını aktardı. Katıldığı bir toplantıda “Ukrayna’dan sonra geleceği nasıl görüyorsunuz” şeklinde bir soru yöneltildiğini belirten Davutoğlu, soruya şu yanıtı verdiğini belirtti: 

“Şu anda dünyada 3 grup ülke var. Bir: Kendisiyle ilgili yaşadığı bölgeyle ilgili kıtayla ilgili ya da dünyayla ilgili vizyonu olan ve yönetim kabiliyetine sahip olan ülkeler. Vizyonu var yönetim kabiliyeti var. Bunlar yükseliyor ve yükselecek. İki: Böyle bir vizyonu olmamakla birlikte yönetme kabiliyetini sürdürenler. Bunlar statükoyu koruyacaklar. Vizyonu olmayan, yönetme kabiliyetini de yitirmiş ülkeler düşüşe geçecekler. Türkiye birinci kategoride. Geçen sene ve bu sene bizim bu kategori dışında türbülans yaşamamızı isteyenler çok oldu ama gördüğünüz gibi, hem mahalli seçimleri hem cumhurbaşkanı seçimini suhuletle yaptık ve 3 gün içinde Türkiye’de cumhurbaşkanı, başbakan ve AK Parti genel başkanı değişti. Hayatımızın akışında en ufak bir aksama olmadı. İşte demokrasinin erdemi bu. Büyük bir sorumlulukla Türkiye’deki en hızlı hükümeti 3 günde kurdum ben. 27 Ağustos’ta AK Parti kongresini yaptık. Genel başkan seçildim. 28 Ağustos’ta cumhurbaşkanlarımız görev değişimi yaptı. Gece 11.00’de cumhurbaşkanımız görevi bana verdi, 29 Ağustos’ta da yeni hükümeti kurdum aynı gün partimizin yeni yönetim kurulunu yani MYK’sını, oluşturduk. 1 Eylül’de de hükümetin programını sunduk. Neden? Çünkü herhangi bir yerde içeride ve dışarıda Türkiye’de bir yönetim krizi olabilir gibi bir kanaatin uyanmasına izin vermemek için. Türkiye’de her şey normal seyriyle akıyor. Hükümet, el değiştirdi ama her şey normal seyriyle akıyor. Maalesef çevremizdeki kriz içindeki ülkeler ki şu anda Türkiye’nin çevresinde 7 hatta 8 ülke var ki fiilen yönetilemez durumda. Topraklarının bütününü en azından yönetemez durumda. Onların içinde Türkiye bu vasfını sürdürüyor.”

“Vizyonumuzun temeli insani temeldir”

Dünyada hiçbir şey, hiçbir yapı, hiçbir sistem ve hiçbir düzenin insandan daha değerli olmadığını kaydeden Davutoğlu, vizyonlarının temelini insanın oluşturduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti: 

“Eğer bir siyaset, bir ekonomi düzeni insana hizmet etmiyorsa insanın hayatına anlamlı bir mutluluk boyutu katamıyorsa meşruiyetini kaybeder. Bu insani sebep dolayısıyla bütün dünya sussa hiç kimse elini bütçesine veya cebine atıp suriyeli Iraklı mültecilere yardım etmese Türkiye yardım etmeye devam edecek. Bakınız, 3 günde 138 bin kişi geldi dedim, son 3 yılda Avrupa’ya giden bütün sayı 138 bin değil. Artık anlamanız lazım. Bu yükü paylaşabilir olmamız lazım. Sonra dönüp de ‘Buradan bize terörist gelir’ diye yakınmak istemiyorsa bütün ülkeler Suriye’de bu tehlikeyi durduracaklar Irak’ta durduracaklar. Durdurmak için de bütün bu meselelerin kaynağı olan Suriye rejimine meşruiyet kazandırmak, doğru bir yol değildir. Bir Avrupalı dışişleri bakanının açıklaması beni hayretlere düşürdü: ‘IŞİD’e karşı savaşmak için Suriye rejimiyle işbirliği yapalım.’ Yani şeytanla savaşmak için başka biriyle işbirliği yapmanın nasıl bir geçerliliği olabilir? Nasıl bir geçerliliği ve bu yolla aslında IŞİD’e ne kadar büyük bir insan kaynağı sağlarsınız. Suriye rejimiyle ilişkiye geçin ertesi gün IŞİD’teki militan sayısı bir kaç misli artar. Bütün dışlandıklarını hisseden Sünniler, oraya doğru kayar. Zaten bütün 4 yıldır bunu anlatmaya çalışıyoruz. İnsani boyutu sürdüreceğiz. Kendi insanımıza nasıl değer veriyorsak Türkiye Cumhuriyeti olarak kendi vatandaşlarımıza, bölge insanlarına da aynı değeri vereceğiz. Dünyadaki her bir insan bireyine de aynı değeri vereceğiz.”

Ulusal vizyonlarının demokrasi olduğunun altını çizen Davutoğlu, çözüm sürecini örnek vererek şunları söyledi:

“Çözüm süreci şu anda Türkiye’de Kürt sorunuyla ilgili, çevrede etnik ve mezhebi parçalanmanın yaşandığı bu olağanüstü olumsuz konjonktürde tek başarı hikayesidir. Diğer yerlerde bir etnik parçalanma yaşanırken biz o yaraları sarmaya çalışıyoruz. Hiçbir şekilde demokrasiden taviz vermeyeceğiz. Ki ne suretle olursa olsun. Türkiye’deki milli birliği ve bu anlamdaki demokratik meşruiyeti tartışmaya açarsak onun karşısında tavır alırız ama nihai kertede hepimiz hesap vermeye de hazırız. Hesabı soracak olan halkın kendisidir. Onun için de 2015 seçimlerine gideceğiz. Halkımız bizden memnun değilse bize yenilerini getirebilir ama bizden memnunsa bizim meşruiyetimizin herhangi bir kesim veya herhangi bir çevre tarafından tartışılmasına izin vermeyiz. Bizim meşruiyetimizin kaynağı halkımızın ta kendisidir.”

Bazı ülkelerin demokrasi dışında rejimler benimseyebileceklerini, hiçbir ülkenin iç işlerine karışmayacaklarını da ifade eden Davutoğlu, “Bazı ülkeler vardır ki başka sistemler benimseyebilir ama halkına mutluluk veriyorsa birtakım Körfez ülkeleri veya bazı Uzakdoğu’da da küçük bazı ülkelerde halka mutluluk başka siyasal sistemle veriyorsa o kendi bilecekleri… Herhangi bir ülkenin iç işlerine karışmıyoruz ama bölge vizyonumuzun esası etnik ve mezhebi ayrımın olmadığı, kültürel içselleştiricilik. Siyasal diyaloğun sürdüğü, ekonomik karşılıklı bağımlılığın korunduğu ve ortak güvenlik sistemi anlayışının yerleştiği bir yaklaşımdır” değerlendirmesini yaptı. 

“Avrupa vizyonu”

Davutoğlu, hükümeti kurduktan sonra ilk bakanlar kurulu toplantısının gündeminin iş kazaları nedeniyle iş güvenliği olduğunu hatırlattı. İkincisini ise “Avrupa Birliği” olarak belirlediklerini ve toplantıda Avrupa Birliği sürecini masaya yatırdıklarını aktaran Davutoğlu, şunları kaydetti:

“Avrupa Birliği bizim için stratejik bir karardır. Çünkü Avrupa bizim kaderimizdir. Daha önce de söylediğim gibi ama Avrupa’nın da bu kaderi bizimle birlikte görmesi lazım. Şunu derse Avrupa Birliği: ‘Sen, bizimle gümrük birliğini sürdür, ben senin pazarını rahatlıkla kullanabileyim ama sakın ola ki benim ABD ile Kanada ile yürüttüğüm TTIP’ye, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığına karışma, o bizim ayrı işimiz’ derse bunda samimiyet görmeyiz. Biz Gümrük Birliğinin parçasıysak Gümrük Birliği’nin içinde o dinamik ve büyük pazarımızı Avrupa’nın imkanlarına açmışsak Avrupa’nın artık serbest ticaret anlaşmalarına tek taraflı olarak 3. taraflarla yapmasına bir son vermesi lazım.”

Davutoğlu, Türkiye’nin Avrupa’nın siyasi bir parçası olmadığını ancak ekomonik olarak Avrupa’nın ekonomik olarak bir parçası olduğunu vurguladı. 

Avrupa’daki ekonomik daralmanın olumsuz yönde, pozitif büyümenin de Türkiye’yi olumlu yönde etkilediğini dile getiren Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“O zaman, Avrupalılar ekonomik geleceklerini bizimle birlikte planlamak durumundalar. Yoksa tek taraflı olarak pazarı kullanıp ama başka pazarları da ben kullanayım ve Türkiye’ye giden her mal benim serbest ticaret anlaşması yaptığım ülkelerin malları bizim üzerimizden geçsin denirse bu adil bir bölgesel veya kıtasal işbirliği olmaz. Şunu herhalde son dönemde hepimiz gördük belki daha da tartışırız: Avrupa’nın geleceği dinamizmi, Avrupa’nın stratejik perspektifi Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine bağlı. Bu büyük bir güç kazandırır.” 

TANAP projesiyle Avrupa’ya uzanan enerji koridorunun Türkiye üzerinden geçtiğini ifade eden Davutoğlu, şunları bildirdi:

“Eğer Ukrayna krizine bir çözüm bulacaksınız Ukrayna krizinin sonuçlarıyla bir şekilde hesaplaşmak durumundaysanız alternatifi ve çözümü Türkiye’yi daha fazla entegre etmektir. Türkiye’yi dışlayarak Avrupa, yükselen Asya ekonomileriyle bağlarını, büyük enerji arz bölgeleriyle bağlarını koparıyor. Artık küçük hesapların içine giremeyiz. HemTANAP üzerinden komşu ve dost Avrupa Birliği ülkelerine enerji aktaracağız ama küçük bir ülkenin kaprisi yüzünden enerji faslı açılamayacak. Ben bunun mantığını anlayamıyorum 5 senedir. Anlayan bir Avrupalı varsa Avrupalı bir rasyonellikle bana anlatsın ama Ortaçağ Avrupası rasyonalitesiyle bana anlatmasın. Ortaçağ Avrupasının dogmatizmiyle yaklaşmasın bize, modern bir Avrupalı olarak konuşalım, eşit bir Avrupalı olarak konuşalım. Sizler, bazı çevreler yabancı düşmanlığı üzerinden Ortaçağmantığıyla Türkiye’ye yaklaşıp, Müslümanları ve Türkleri Avrupa’nın parçası olarak görmezse bizden de bu kez o modern davranışı, küresel geleceği anlamak anlamında alacağı bir ders vardır. Hepimiz, Avrupa’nın geleceğini birlikte inşa etmek durumundayız. Yine gururla söylüyorum: Avrupa’nın terk ettiği demokrasiyi Ortadoğu’da biz savunduk. Savunmaya da devam edeceğiz. Bunu Avrupalıları memnun etmek için Avrupalılara yaranmak için yapmayacağız. İnandığımız değerler bunu gerektirdiği için yapacağız.”

90’lı yıllarda, Ortadoğu’daki küçük demokrasi nüvelenmelerinin yanlış tercihler yüzünden yarım kaldığını, şimdi de benzer bir durumun yaşandığını aktaran Davutoğlu, “Bütün Avrupalılara çağrımız şu: Gelin el ele verelim. Dünyanın geleceği için önemli olan bu bölgesel kalkınma alanlarını, Balkanları, Kafkasları, Karadeniz’i, Körfez’i veOrtadoğu’yu birlikte konuşalım. Konuştuğunuz masada biz yoksak aldığınız kararlarla da kendimizi bağlı hissetmeyiz. Bunu da anlayacaksınız, anlamak durumundayız karşılıklı olarak. Katıldığımız her kararın gereğini yaparız. Gıyabımızda alınan her kararı da oturur, kendi aramızda değerlendirir, doğruysa yaparız, değilse yapmayız” diye konuştu.

“IŞİD benzeri terör örgütlerine bakış açımız açık ve nettir”

Türkiye’nin IŞİD ve benzeri terör örgütlerine karşı bakış açısının açık ve net olduğunu kaydeden Davutoğlu, “Bu dünyaya tehdittir. Bu herkesten daha çok Müslümanlaratehdittir, herkesten daha çok Türkiye’ye tehdittir. Bu konuda da zaten Cumhurbaşkanımız gerekli açıklamaları yaptı. Eminim hepimiz bu noktada aynı çerçevede buluşuyoruz” ifadesini kullandı. 

BM sistemi başta olmak üzere uluslararası sistemin ciddi bir yeniden düzenlenme ihtiyacı olduğunu da söyleyen Davutoğlu, şunları belirtti:

 “2. Dünya Savaşı’ndan sonra kalan BM Güvenlik Konseyi yapılanmalarının 5 ülkeyle kendi içindeki gerilimleriyle nasıl BM’yi bloke ettiğini, Filistin olayında nasıl insani bir tavır sergilenemediğini, Suriye konusunda bir başka ülkenin vetosu sebebiyle bu sefer milyonlarca insanın mülteci durumuna düşmesinden, yüzlercesinin ölmesine engel olunamadığını artık gördükten sonra hepimizin dürüst bir şekilde bu muhasebeye hazır olmamız lazım. Yok ama dünyada bu yapı devam edegitsin derseniz BM anlamını zamanla yitirir. O açıdan biz gerek insani gerek ulusal bölgesel ve kıtasal perspektiflerle şunu uluslararası düzen itibarıyla söylüyoruz: Artık hepimizin kaderi birbirleriyle ilişkili. Dünyanın her bir köşesindeki insanın kaderi diğerleriyle ilgili. O zaman hep beraber bu kadere eşit, beşeriyetin ve insanlığın eşit bireyleri olarak yaklaşmak, çözüm bulmak durumundayız. Bu tür forumların çözüm bağlamında çok büyük anlam ifade ettiğini düşünüyorum.” 

 Dünya Ekonomik Forumu Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Klaus Schwap, Davutoğlu’nun konuşmasında çok geniş ve ince hatlarla çizilmiş bir çerçeve ortaya koyduğunu kaydederek “Bir vizyonunuz olduğunu gerçekten görüyorum. Bu fırsattan istifade ederek iktidarda olduğunuz sürece size de başarılar dilemek istiyorum. Teşekkür ediyorum. Bakanlar turulu toplantınızı ertelediniz katılmak için. Bütün kabine burada. Çok teşekkür ediyorum” dedi.