Gezi olaylarında kim, nasıl galip gelecek?

Olaylar
İstiklâl Marşı Derneği’nin tertip ettiği “İSTEMEZÜK” adlı panel, 22 Haziran Cumartesi günü Konya’da gerçekleştirildi. Teşrik tekbiri, Salavat-ı Şerife ve İstiklâl Marşı’n...
EMOJİLE

İstiklâl Marşı Derneği’nin tertip ettiği “İSTEMEZÜK” adlı panel, 22 Haziran Cumartesi günü Konya’da gerçekleştirildi. Teşrik tekbiri, Salavat-ı Şerife ve İstiklâl Marşı’nın okunmasının ardından ilk konuşmayı yapan İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel, konuşmasında II. Meşrutiyet’in dünya tarihinde nasıl görüldüğünü şu sözlerle izah etti:

1908 KİMLERİN “KURTULUŞ” TARİHİ OLARAK GÖSTERİLİYOR?

“Türkiye’de bilhassa 1908’den beri bir şeyler oluyor. Biz belli mecburiyetler altına Tanzimat’tan çok II. Meşrutiyet’le girdik Türk Milleti olarak, eğer böyle bir millet varsa. Biz kimiz ve neyiz? Bunu kendimize sormamız gerekiyor. Birileri kim olduklarını ne olduklarını bilerek hareket ediyorlar ve böyle yaptıkları için de sonuç alıyorlar. Miladi 1908 tarihi, eğer açıp bakarsanız Lenin’in ‘Devlet ve Devrim’ kitabının başlangıç sayfalarında Türklerin Milli Demokratik Devrimi olarak zikredilir. Bugün demokrasi için bir şeyler yapılıyor, bu o zaman başlamış.  Tarih atlaslarına veyahut tarih kitaplarının belli yerlerine nazar atfederseniz Türkiye topraklarında Yahudilerin ‘Kurtuluş’ tarihleridir. Bunu Yahudilerin tarihçileri kendileri beyan ederler: ‘Jewish Emancipation’. 1908 bu topraklardaki Yahudi Kurtuluş vakıasıdır. Yahudiler neden kurtuluyorlar onu anlamak için uzun uzun konuşmak lazım. Ama dünyada yürürlükte olan finans sisteminde Yahudilerin özel bir yerleri varsa, bu Yahudi Kurtuluşu ile o topraklardaki mali hâkimiyet konusunda bir fikir ediniriz.”

KÜFRÜN GALİBİYETİ İÇİN TÜRKİYE’NİN ÖDEYECEĞİ BEDEL YENİ ANAYASADIR

“Bugün en doğru şeyler fantezi gibi, en fantezi şeyler ise doğru gibi görünüyor.” diyen Genel Başkan İsmet Özel dünya insanlık tarihinin iki büyük dönüşüm geçirdiğini ifade ederek “Bunlardan ilki Kur’an-ı Kerim’in nazil olması, ikincisi ise ‘Küçük Asya’ olarak bilinen toprakların Türklerin vatanı haline gelmesidir’ dedi. “Bu iki hâdise, Âdem Aleyhisselâm yaratıldığından beri dünya ahvali denilen şeyde sapma uyandırmıştır. Bir şekilde insanoğlu Allah’ın onlara gösterdiği yolu kendine benzeterek yeniden organize etmiş ve bu reorganizasyonun geçersiz olduğu, Kur’an’ın nazil olmasıyla insanların ıttılaına girmiştir. Konya’nın çok önemli bir yerinin de olduğu ‘Küçük Asya’nın Türk Vatanı olması halinde dünyada bütün kavimlerin hayatı Âdem Aleyhisselâm’ın yaratılmasından on üçüncü asra kadar olan bitenden farklı bir istikamet tutturmak mecburiyetinde kalmıştır. O gündeyiz ki şimdi bunu lağvetmeye çalışıyorlar. Hem -Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasının insanlara sağladığı faydayı yok etmek hem de Türklerin ‘Küçük Asya’ olarak bilinen toprakları vatan haline getirmeleri vakıasını yok etmek. Bunu şu anda bilhassa yapıyorlar. Bunu ‘Gâvur Aklı’yla yapıyorlar. Bunu Pax Barışı’yla yapıyorlar ve bu bize anayasa mukabili ödetilecek. Bizim onların zaferine ödediğimiz fiyat yeni bir anayasa olacak. Gâvur aklı dediğimiz zaman Allah’ın bizi akletmeye davet ettiği sahanın dışındaki akıl düzenini anlıyoruz. Bu da aslında Aristoteles’e indirgenebilir.  Aristoteles mantığı bizim medreselerimizde de muteber olan bir mantık idi ve gâvur aklının içine İslâm Medeniyeti’nin aklı da girer. Biz uzun zaman Gazali ile İbn-i Rüşd arasında, kafamızın çalışma biçiminin bu ikisinden birinin haklı olması halinde doğru bir yere oturacağını düşünerek geldik bugüne kadar. Antik Yunan’da gerçekleştirilen düşünme biçiminin geçerliliğini saymak ile bunu reddedip mistik bir düşünme biçimine angaje olmak. Bu ikisi arasındaki bir tercih yapabileceğimizi düşündük; ‘Kulluk şuuru’ diyebileceğimiz bir şeyin neye tekabül ettiği konusunu, tıpkı İstiklâl Marşı’nın rafa kaldırılması gibi rafa kaldırdık.”

“İnsanlara dünyanın son aldığı şekle uygun olarak geçmişten mazeret veyahut bahane uyduran aklı deşifre etmek çok zor değil. Ama buna başlamak lazım. Buna başlanmış değil. Dünyanın şu anda var olduğu şekli mazur göstermek veyahut yutturmak üzere bir argüman geliştirilebiliyor. Bugün herkesin karşı karşıya kaldığı şey bugünkü durumu haklılaştırmak. Bunun böyle olmayabileceğini anlamak için Kur’an’ın bize ne söylediğini fark etmemiz lazım. Bunu fark etmeye mani olan İslâmî bir söylem üretildi Türkiye’de. Bu yeni değil, başından beri böyle. Osmanlı Devleti’nin tesisiyle beraber İslâm devletin lehine olan her şey manasına geldi. Ve devletin aleyhine olan her şey de gayr-i İslâmî kabul edilerek yaşandı. İnsanlar Türkiye’de İslâm denilince sadece devletin tebaası olma şartlarını tayin eden düzenlemeyi anladılar, hala öyle anlıyorlar.”

GEZİ PARKI EYLEMLERİNİN NETİCESİNDE KİM HANGİ ŞARTLA GALİP GELECEK?

“Geldiğimiz yerde Türkiye’nin ortadan kalkması, Türklerin tarihten silinmesi sonucunu almaya yarayacak bir faaliyet başladı. Eğer Gezi Parkı eylemcileri gayr-i müslim karakterde olmanın zaferi peşinde iseler bu zaferi elde edecekler. Eğer gezi parkı eylemcilerine muhalefet edenler İslâmî kampın temsilcileri olarak görülecek olurlarsa onlar da mağlup olacaklar. Bunun sonucu da Türkiye’nin haritadan silinmesi olacak. Sovyetler Birliği haritadan silindi, ama Rusya Federasyonu dünya siyasetindeki önemini, tabii ki bir miktar azalttı ama kaybetmedi. Bu Türkiye Cumhuriyeti haritadan silindikten sonra olabilecek bir şey değil. Türkiye ortadan kalktıktan sonra ne olacak? Neden bahsedilecek? Hiçbir şeyden bahsedilmeyecek. Büyük bir Yunanistan, büyük bir Ermenistan ve bugünkü Türkiye topraklarının ‘az’ bir kısmı Kürdistan olacak. Sevr Anlaşması’yla Osmanlı Devleti’ne bırakılan saha bugün artık söz konusu değildir. Ciddi büyük bir Pontus hâkimiyeti de gündemdedir.”

Genel Başkan İsmet Özel “Buna karşı bir şey yapılabilir mi?” sorusu için ise şunları söyledi: “Türkiye Cumhuriyeti ilân edildikten sonra tutulan yol fark edilirse neyin noksan olduğu anlaşılır. Ben birçok vesileyle diyorum, Cumhuriyet’in ilânı bütün dünya Müslümanları için İkinci Hicret olmalıydı. Birinci Hicret’te biz Mekke’den Medine’ye hicret ettik ve sonradan Mekke’yi fethettik. Bu İkinci Hicret’te ise Medine’den de çıkarıldık. Dolayısıyla bu sefer İkinci Hicret’in hedefinin hem Mekke’yi hem Medine’yi fethetmek olması gerekirdi. Bu bugün yaşayan insanlara anormal gibi görünüyor.”

Konuşmasında Amerika Birleşik Devletleri’nin insansız uçaklarla Pakistan’da Müslümanları öldürmesi hâdiselerine de dikkat çeken Genel Başkan İsmet Özel, şunları söyledi: “Ama bu dünya basınının gündemine gelmiyor. Dünya basınının gündemine dünya sisteminin yeni projeksiyonlarına yarayacak işler geliyor, Filistin gibi. Dünyada insanların kontrol altında tutulmaları için yapılan şeylerin ne olduğuna dair birtakım bilgilerimiz olması lazım ki ahmaklıktan bir miktar uzaklaşabilelim.”

‘ÇEVRECİ BAŞBAKAN’ HİÇBİR ŞEYDEN HABERİ OLMAYAN BİR KİMSEDİR

“Gezi Parkı eylemcilerine karşı Recep Tayyip Erdoğan diyor ki ‘Çevrecilik istiyorsanız alın size çevreci başbakan. Eğer demokrasi istiyorsanız alın size demokrat başbakan!’ Bir insan bunları hiçbir şeyden haberi olmadığı için söyleyebilir ancak. Birçok insan hiçbir şeyden haberi olmadan bir şeyler yapıyor. Dünyada çevrecilik dediğimiz görüşün en statükocu görüş olduğunu söylesem size, benim için fantezi peşinde diyeceksiniz. Çevrecilik Amerika Birleşik Devletleri’nin 1960’lı yıllarda uğradığı devrimci dalganın sönümlendirilmesi için üretilmiş bir şeydir.” 

Genel Başkan İsmet Özel, işçi sınıfının, zencilerin ve Amerikalılık kimliği konusundaki entelektüel tartışmaların 1960’lı yıllar öncesinde Amerika Birleşik Devletleri’nin başındaki başlıca meseleler olduğunu, ancak Amerikan federal devletinin bunlarla baş edebildiğini ifade etti. 1960’lı yıllarda ise bu üç meselenin takipçilerinin birbirleriyle dirsek temasına girmeleri üzerine ciddi bir tehdit altında kaldığını gören Amerikan federal devletinin bu konuları gölgede bırakacak başka bir tartışma konusu olarak çevrecilik ideolojisini, akademi çevrelerinin de desteğiyle üretip ortaya attığını izah etti. 

“Daha mektebe gider gitmez zihnimiz dünyanın bugünkü halini sadece tasdik etmek değil korumak, müdafaa etmek, onun bekçiliğini yapmak üzere şartlandırılıyor, başka türlüsü olmaz diye. Başka türlüsünün olabileceğini öğrenebileceğimiz tek kaynak Kur’an-ı Kerim’dir. Başka bir bilgi merkezi yok. Dünyanın aldığı şeklin dışında bir şeklin olmasını fark edebilmemiz için ya da nasıl bir geleceğe oynamamız, nasıl bir gelecek için kendimizden bir şeyler vermemiz gerektiğini ancak Kur’an’dan öğrenebiliriz.”

ANKARA’NIN BOMBALANABİLMESİ İÇİN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’DAN BİR SADDAM ÜRETİLMESİ GEREKİYOR!

“Gâvur aklı bizi mahvettiği, gavurlaştırdığı için istemiyoruz. Pax Barışı ise şu demektir: Pax Latince, ‘barış’ kelimesinin karşılığı olarak kullanılıyor. Fakat pax dediğimiz zaman ‘sulh’ demiş olmuyoruz. Çünkü Arapçada sulh kelimesi aynı zamanda kurtuluşu da ifade eden bir şeydir. Sulh ve salah beraberdir. Hâlbuki pax dediğimiz zaman barış da değildir. Barış dargınların barışmasıdır. Önce savaş olacak ki sonra barış olsun. Pax Barışı dediğimiz zaman çatışmanın namevcudiyetini anlıyoruz. Bu da dünya literatürüne Pax Romana olarak geçmiştir. Roma İmparatorluğu bütün Akdeniz havzasını hâkimiyeti altına aldığı zaman kavimlerin birbirleriyle çatışmasına mani oldu. Roma gücü var; hiç kimse hiç kimseyle savaşamaz. Bir sosyal hâdise veyahut kavimler arası bir hâdise çatışmaya dönük bir gelişme gösterdiğinde Roma duruma el atar, kimin haklı veya haksız olduğuna karar verir, orada biter. Bugün bize Türkiye’de Pax Barışı dayatılıyor. Türkiye’de silahlı mücadeleyi başlatan insanlar silahlı mücadeleyi bitirdiklerini söylüyorlar. Bu başlatanlar PKK savaşçıları falan değil. Türkiye’de yıllar yılı Çekiç Güç diye bir unsur vardı. Bu, topraklarımızda faaliyet gösterebilmesi için her sene TBMM’den onay alıyordu. Onun doğurduğu bir şey. Şimdi Çekiç Güç bir dönem insanları en makbul köle haline getirmek için hazırlığını yaptı ve bir yerden bir yere götürdü. Bu birçok cana ve mala mal oldu. Birçok insanın ıstırap çekmesine sebep oldu, şimdi Pax Barışı geliyor. ‘Tamam, ben yaptım, sana ne! Şimdi barışın bakayım!’ Kim kimle barışıyor. Herkesin canı yanmış. Tabii canı yanmış insanlar da daha fazla can yansın istemiyorlar. Ortaya bir Pax Barışı çıkıyor.”

“PKK Anayasası meselesi de Suriye’yle alâkalı bir şeydir. Beşar Esad’ın iktidarına karşı mücadele başladığı zaman PKK rejimin yanında yer aldı. 1974 yılında, Leonid Brejnev ve Jimmy Carter bir zirve toplantısı yaptılar, Sovyetler Birliği’nin en doğusundaki büyük şehir Vladivostok’ta. Brejnev ve Carter, dünyanın yeniden bölüşülmesini konuştular, Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki nüfuz bölgelerini bir daha ayarladılar. Bu ayarlamalar içinde Suriye ABD’nin payına düştü. Bu durum karşısında Beşar Esad’ın babası olan Hafız Esad hemen uçağa atlayıp Moskova’ya gitti ve Ruslara eğer Suriye’yi bırakırlarsa bunun Rusların canını nasıl yakacağını, Rus topraklarının nasıl zarar göreceğini anlattı. Ruslar da Amerika’ya dönüp dediler ki senin hukukî hâkimiyetini Suriye topraklarında kabul ediyoruz. Fakat ben buradan fiilî gücümü çekmeyeceğim. Amerika da ister istemez buna razı oldu. Daha sonra Sovyetler Birliği çöktü fakat Sovyet menfaatleri değil, Rus menfaatleriydi tehlike altında olan. O yüzden bugün Putin de, ‘Biz Esad Rejimi’ni değil, kendimizi savunuyoruz Suriye’de.’ cümlesini kullandı. Böyle bir düzen var orada. Bu düzen Amerika’ya İkinci Vietnam mağlubiyetini yaşattı. Amerika Birleşik Devletleri kestaneleri ateşten maymuna aldırmak için AKP’yi kullandı. AKP Amerika adına kestaneleri ateşten almak üzere harekete geçti ve başarısız oldu. Başarısız olduğu için Suriye ABD’nin İkinci Vietnam’ı oldu. Onun için Amerikalılar da AKP’ye dönüp ‘Verdiğimiz en basit işi yapamadınız, sizi daha ben ne çekeceğim!’ deyip burun kıvırdı onlara. Neden? Çünkü sonunda Ankara’yı bombalayabilmek için Recep Tayyip Erdoğan’dan bir Saddam üretmek gerekiyordu.”

Sözlerinin insanlara ulaşamadığını ifade eden Genel Başkan İsmet Özel bunun izahını şu sözlerle yaptı: “Bu konuda bir kamuoyu oluşturmak mümkün değil. Çünkü insanlar İslâm’ı istemiyorlar Türkiye’de. İnsanlar İslâm’ı istiyor olsalardı biz bu modernleşme süreci içinde Müslümanca hayatın gereklerine uygun bir çerçeve sahibi olurduk. Asla böyle olmadı. Bunlar Türkiye’de Müslümanız diye ortalıkta dolaşan insanlar yeşile boyanmış bir küfür istiyorlar. Yeşile boyandığı için anlaşılmıyor. Bir tiyatro olsun istiyorlar.”

“Bugün Türkiye’de insanlar neden İslâm’ı istemiyorlar? Çünkü bunlar Müslümanlıktan maddî menfaat temin etmekten başka bir şey bilmemişler yüzyıllar boyunca. Çünkü Müslümanlık avanta sağlıyor, sağlamış. Müslümanlar Osmanlı klasik düzeninde en üst tabaka. Onun için Cumhuriyet’in ilânı ile beraber ikinci Hicretimizi yaşadık, çünkü hâkimiyet bilakaydüşart milletindir dediğimiz zaman Osmanlı klasik düzenindeki millet-i hâkimeden bahsediyoruz. Gayr-i müslimlerin üzerinde ve onlara hükmeden milletten bahsediyoruz. Hâkimiyet bilakaydüşart milletindir dediğimiz zaman Müslüman olmayanlara söz hakkı tanımıyoruz demiş oluyoruz. Biz İstiklâl Harbi’ni bu ideolojiyle kazandık. Ondan sonra da birtakım insanlar bütün Türkiye’de ‘Bizi zorla Müslüman ettiniz, biz de size gününüzü göstereceğiz!’ deyip bizi bugüne getirdiler. Hıristiyanlıkmış, Yahudilikmiş gibi bir dini, din diye tanıyoruz.”

Daha sonra söz alan İstiklâl Marşı Derneği İkinci Başkanı Durmuş Küçükşakalak “İstemezük” panelinin Reyhalı’da yapılmasına müsaade edilmemesi hakkında bir izah ile konuşmasına başladı:

“Son hâdiselerle bugünkü panel konumuzun arasında çok girift irtibatlar var. Bu irtibat bir kör tesadüf olmadığı gibi tevafuk da değil. Bu, küfürle iman arasındaki çatışmanın bir işareti, çatışmayı göze almanın ortaya çıkardığı bir vakıadır. İstiklâl Marşı Derneği’nin ne söylediğinin anlaşılmaması için, söylediğinin çarpıtılması için son hâdiseler alelacele çıkarılmış, alelacele organize edilmiştir. Ve bu, Hareket Ordusunun ne kadar hareketli olduğunu da, canlı olduğunu da gösteren bir şey…

Bugünkü üzerinde konuşacağımız panel başlığının, Genel Başkanımız İsmet Özel tarafından telaffuz edildiği tarih 2 Mayıs 2013. İnternet portelimizde panelin 8 Haziran 2013 günü Hatay-Reyhanlı da yapılacağını ilân ettiğimiz tarih ise 25 Mayıs 2013. Gezi Parkı hâdisesinin fitilinin ateşlendiği tarih 28 Mayıs 2013. Başbakan’ın parkçıları çapulcu ilân ettiği tarih 31 Mayıs 2013. 1 Haziran’da ise bu geziciler “Hareket Ordusu” olduklarını söylediler. Hatay-Reyhanlı’da yapılmasına izin verilmeyen panelin yapılacağı 8 Haziran günü, aynı zamanda konuya istinaden İstanbul şubemizde yapılan basın toplantısının olduğu gün Hükümet sözcüsü MKYK toplantısı çıkışında “İstemezükçü lobisine teslim olmayacağız” dedi. 

Hareket Ordusuna güç vermek için; münafıklığa lüzum yok, küfrü direkt dayatabiliriz diyebilmek için bu gezi hâdiseleri sahnelendi. Hareket Ordusuna güç verildi. Dışişleri bakanı bunu söyledi: “Bu gençlik AKP döneminde yetişti.”  Türk baharı falan filan diyenlere başbakan, “Türk Baharı 2002’de yaşandı” diyor. Türkiye’de iş bittikten sonra Irak, Afganistan, Pakistan, Tunus, Libya, Mısır… diye gitti bu iş. Ve bugün Hareket Ordusu pervasızca hareket etmek için güç takviyesi yapıldı. Biz de İstiklâl Marşı’ndan güç alarak Hareket Ordusuna hodri meydan diyoruz. Ne kadar Müslüman rengine girmeye çalışırsanız çalışın, hangi boyaya girerseniz girin boyanız Allah’ın vurduğu boyanın yanında sırıtıyor. İstiklâl Marşı Derneği dışında bir ses aranıyorsa boşuna enerji sarfediliyor demektir. Hele bir ses bulduğunu iddia eden varsa kulakları ifsat olmuş demektir.”

31 Mart Vakası ve II. Meşrutiyet’in ilânı hâdiselerini tafsilatlı olarak ele aldığı konuşmasında Durmuş Küçükşakalak, 31 Mart Vakası’nın ne olduğunun anlaşılması için evleviyetle Hareket Ordusu’nun ne olduğunun anlaşılması gerektiğini vurguladı. 31 Mart İsyanı’nda Meclis-i Mebusan’dan taleplerde bulunan isyancılarının Şeriat’ın dışında bir şey talep etmediklerine dikkat çeken Durmuş Küçükşakalak İslâmî talepler karşısında yetersiz kalan devlet idaresine yetişen Hareket Ordusu’nu gayr-i müslim gönüllülerin ağırlık gösterdiği bir birlik olarak varlık gösterdiğini hatırlattı. Durmuş Küçükşakalak,  Batı kaynaklarında Hareket Ordusu’ndan “Liberation Army” ve “Emancipation Army” gibi isimlerle zikredildiğini söyleyerek, İstiklâl Harbi’nin isminin de “Kurtuluş Savaşı” olarak değiştirilmesi gayretlerinin bu çerçevede gayet manidar olduğunu ifade etti. 

İstanbul Şubesi Başkanı Lütfi Özaydın, ehl-i sünnet olmanın esasının müminlerin aklının kâfirlerin aklının üstünde olduğunu kabul etmek olduğuna dikkat çektiği konuşmasında, ehl-i sünnet olmanın bir diğer şartının kâfirle çatışmış olmak olarak zikredildiğine dikkat çekti. Kâfirlerin aklının kirletici bir akıl olduğunu, zira kâfirlerin kendilerinin necis sayıldıklarını hatırlattı. 

İstiklâl Marşı Derneği Genel Sekreteri Mustafa Tosun, dünya sisteminin elde etmeye çalıştığı şeyleri ölü ya da diri olarak talep ettiğini, buna göre savaş çıkarmayı veya barış ilân etmeyi tercih ettiğini söyleyerek Pax Britanica ve Pax Americana dönemlerinin varlık gösterdiği tarihleri ele aldı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra aslında dünyanın iki dünya savaşı daha geçirdiğini söyleyen Mustafa Tosun, Üçüncü Dünya Savaşı’nın sömürgelerin kendilerini bir daha toparlayamayacakları bir vaziyete raptedilmesiyle sonuçlandığını, Dördüncü Dünya Savaşı’nın ise dünyadan İslâm’ın politik ve bütüncül duruşunun ortadan kaldırılması istikametinde gerçekleştiğini ifade etti. 

Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Kendirci, İstiklâl Harbi’nde Karayılan’ın Antep’teki bütün cephelerde çatıştığını hatırlatarak, neticede Antep’in birtakım ileri gelenlerince öldürüldüğünü söylediği konuşmasında bu cürümü işleyenlerin kimler olduğunun da bilinmekte olduğunu ifade etti. Mehmet Kendirci, önümüzdeki dönemde Maraş, Antep ve Urfa’nın İstiklâl Harbi’nde başına gelen ve başından geçenlerin ele alınacağı bir programın İstiklâl Marşı Derneği’nin Kahramanmaraş,  Gaziantep ve Şanlıurfa şubelerince gerçekleştirileceğini haber verdi. 

Konya Şube Başkanı Mustafa Deveci ise PKK Anayasası’nın hangi esaslar çerçevesinde Türkiye’nin önüne geldiği hususunda etraflıca bir inceleme gerçekleştireceğini haber verdi.