Gezi olayları bir darbe girişimiydi

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı  Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Recep Bozlağan, akademik ilgisinin yanı sıra tam bir İstanbul hayranı. Öyle ki, bu alanda tam 7 tan...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı 

Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Recep Bozlağan, akademik ilgisinin yanı sıra tam bir İstanbul hayranı. Öyle ki, bu alanda tam 7 tane kitabı yayınlandı. Son kitabı ‘İstanbul 2053 Vizyonu’ adlı kitabı da yakın bir geçmişte okurla buluştu. Prof. Dr. Recep Bozlağan’la, kitabın adının neden ‘İstanbul 2053 Vizyonu’ olduğundan bu vizyonun ne olması gerektiğine, olimpiyatlardan Gezi olaylarına kadar geniş bir alanda doyurucu bir sohbet yaptık. 

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

TÜRKİYE’NİN İSTİKRARI İSTANBUL’UN FİNANS MERKEZİ OLMASI İÇİN AVANTAJDIR

İstanbul’un küresel bir şehir olmasından yola çıkarak son yıllarda en çok İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi haline getirilmesi üzerinde duruluyor. İstanbul’un bu konudaki avantajları ya da dezavantajları neler?

Hükümetin İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olmasına yönelik kapsamlı çalışmaları var. Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi hâline getirilmesine yönelik bir hedef belirlenmişti. Bu çerçevede İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planı adlı geniş kapsamlı bir çalışma 2009 yılında başlatıldı. Söz konusu strateji belgesinde, İstanbul için öncelikle bölgesel, nihaî olarak da küresel bir finans merkezi olma hedefi tanımlandı.

İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olması için; uluslararası standartlarda işleyen bir hukuk altyapısının oluşturulmasına, finansal ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılmasına, vergi sisteminin basitleştirilerek etkinleştirilmesine, düzenleyici ve denetleyici çerçevenin geliştirilmesine, fiziksel ve teknolojik altyapının güçlendirilmesine, nitelikli insan kaynağı ihtiyacını karşılayacak bir eğitim altyapısının sağlanmasına ve dünya ölçeğinde tanıtım ve izleme yapacak bir organizasyon yapısının oluşturulmasına yönelik 23 adet öncelik ve 71 adet eylem belirlendi.

İstanbul Uluslararası Finans Merkezi’nin (İFM) organizasyon yapısının oluşturulması amacıyla, Başbakanlık tarafından Mayıs 2010’da bir genelge yayımlandı. İstanbul Uluslararası Finans Merkezi (İFM) ile ilgili çalışmaları koordine etmek, desteklemek ve yürütmek üzere; İFM Yüksek Konseyi, İFM Ulusal Danışma Kurulu, İFM Koordinatörlüğü, çalışma komiteleri, ve Yüksek Konsey’e tavsiyelerde bulunmak üzere İFM Uluslararası Danışma Konseyi kuruldu.

Finans merkezinin inşa edilmesine dair ihale 2012 yılında yapıldı ve merkezin inşası devam etmekte. Merkez dört farklı bölgeden oluşacak. Birinci bölgede denetim kurumları ile bu alamda hizmet sunacak özel sektör kuruluşlarının binaları yer alacak. İkinci bölgede bankacılık ve finans alanında faaliyet gösteren şirketlerin merkezleri veya ofisleri yer alacak. Üçüncü bölgede kongre merkezi, kültür ve sanat merkezleri, konaklama tesisleri, yeme-içme mekânları gibi yer bulunacak. Dördüncü bölgede ise okullar, ibadethaneler, güvenlik birimleri, acil yardım ve müdahale merkezleri, sağlık tesisleri ve diğer destek hizmetleri birimleri yer alacak.

İstanbul’un uluslararası veya küresel bir finans merkezi olma hususunda başlıca avantajları şunlardır: İstanbul’da finansal hizmetler piyasası belirli hacme ve derinliğe ulaşmıştır. Ulusal mevzuat uluslararası standartlara ve normlara büyük ölçüde uyumlu hâle gelmiştir. Bankacılık ve finans endüstrisinde çalışan önemli bir kalifiye eleman miktarına erişilmiştir. Profesyonel hizmetler açısından oldukça gelişmiş ve çeşitlilik gösteren bir piyasa bulunmakta. İstanbul’un coğrafî konumu dolayısıyla erişilebilirlik düzeyi çok yüksektir. Türkiye’nin siyasî ve ekonomik açıdan istikrarlı bir ülke olması da bu açıdan önemli avantajdır. Şehrin dezavantajları ise şunlardır: İstanbul kentsel yaşam kalitesi açısından henüz istenilen seviyede değildir. Son yıllarda yapılan birçok düzenlemeye karşılık ulusal mevzuatta hâlâ ciddi yetersizlikler bulunmakta. Borsa İstanbul yeterli büyüklüğe henüz ulaşamamıştır. Sunulan finansal hizmetler diğer bölgesel veya uluslararası finans merkezleri ile kıyaslandığında yeterli çeşitlilikte değildir. İş hukuku yabancı uzmanların çalışmasını teşvik edecek nitelikten uzaktır. Finans konusunda bölgesel veya uluslararası talebi karşılayacak sayı ve nitelikte uzmanlaşmış iş gücü bulunmamakta. Türkiye’de varlık yönetimi piyasası yeterince gelişmemiştir.

TERÖRÜN ZİRVE YAPTIĞI 1993 YILINDA BİLE HALK SOKAKLARA DÖKÜLMEDİ

Gezi olaylarının İstanbul’un küresel vizyonu ve 2053 vizyonuyla çelişen yanı nedir?

Gezi olaylarının başlangıcında gösterilen çevre koruma refleksine son derece saygı duyuyorum. Gezi Parkı’nda bu amaçla toplanan ve yapıcı ve iyi niyetle hareket eden insanlara empatiyle bakıyorum. Çünkü yeşili korumak herkesin görevi. Bizim tarihimizde, kültürümüzde ve geleneklerimizde de bu böyledir. Sözgelimi Fatih Sultan Mehmet yeşili korumayan, ağaç kesen insanlara karşı çok ağır cezalar getirmiştir. Yine Peygamber Efendimiz, ‘kıyametin koptuğu anda elinizde bir fidan varsa ve onu dikebileceğinize dair bir zamanınızın olduğunu görürseniz, o fidanı dikin’ diyor. Fatih geleneğimizi, Peygamber Efendimiz dinimizi temsil ediyor. Hem dinimiz hem de geleneğimiz yeşilin korunmasını emrediyor. Bugünkü modern bilim, çevrenin korunmasının insanlığın varlığını devam ettirebilmesi için ne kadar gerekli bir şey olduğunu anlatır. Bilimsel açıdan, kültürel ve dini açıdan bakarsak yeşili korumamız gerekiyor.

Gezi Parkı’nda kesilen ağaçlar pitosporum olarak adlandırılan bodur ağaçlardı. Onlar anıtsal ağaç değil, 10-15 sene önce dikilmiş, en fazla 6-7 metre yüksekliğe ulaşan cılız ağaçlardı. Ama parktaki 60 yıllık ağaçlara herhangi bir zarar verilmemişti ve verilmesine dair de herhangi bir proje yoktu. Buna rağmen, bu çevre duyarlılığına empati ile yaklaşmak lazım. Fakat bu çevre duyarlılığı özellikle bazı derin mihrakların elinde, -ki bunların iç ve dış işbirlikçileri var- kısa sürede bir ayaklanma provasına, bir darbe provasına dönüştürüldü. Diyeceksiniz ki, bunu nereden çıkarıyorsunuz? Türkiye’de ekonomik kriz, siyasi bunalım yokken, Türkiye herhangi bir savaşa girmemişken, toplumda ciddi bir sosyo-ekonomik bunalım yaşanmamışken, İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 79 vilayette 2,5 milyon insan bu gösterilere katıldı. 4 bini aşkın insan etrafa zarar verdikleri için gözaltına alındı. Son 30 yılı çok iyi hatırlıyorum. Ne 12 Eylül’de, ne 28 Şubat’ta, ne Körfez Savaşı’nda, ne 1994 ekonomik krizinde, ne 2001 ekonomik krizinde, ne de bu iki kriz arasında yaşanan diğer ekonomik krizlerde Türkiye’de halk sokaklara dökülmedi. Terörün zirve yaptığı 1993 yılında bile Türkiye’de halk sokaklara dökülmedi. Bu kadar insan sokaklara döküldüyse bunun arkasında bir provokasyon, bir planlı girişimin varolabileceğinden şüphelenmek gerekir. O sokak gösterilerinden neredeyse eser kalmadı. Neden? Çünkü galeyana gelip sokaklara çekilen insanlar bu oyunu, bu provokasyonu anladılar. Burada bir darbe girişimi söz konusuydu. Bu da büyük bir ihtimalle derin devlet olarak adlandırılan yapının girişimi olabilir. Bunun en az bir yıllık evveliyatı olduğuna dair veriler var. Dolayısıyla burada açık bir darbe girişiminin varlığından söz edilebilir var. Bu işin çok planlı yapıldığına dair emareler var. Mesela aynı anda 3-5 bin insan Beşiktaş’taki Başbakanlık çalışma ofisine, 3-5 bin insan Başbakanımızın Ankara Keçiören’deki ikâmetgâhına yine 3-5 bin insan da Çankaya’daki Başbakanlık resmî konutuna saldırıya geçti. Binlerce insan iki ayrı şehirde üç farklı mekâna saldırıya geçiyor ve bu mekânların ortak özelliği Başbakan tarafından kullanılan yerler olması. Muhtemelen amaç buralardan herhangi birinde Başbakanı ele geçirmek. İddia edilen plana göre Başbakan ya evindedir, ya çalışma ofisindedir, ya da resmi konutundadır. Başbakanlık’a yaklaşamıyorlar. Çünkü Başbakanlık çok iyi korunuyor. Amaç bu üçünden bir tanesinde Başbakanı yakalamak. Sırf bu olay bile burada bir anormalliğin, tuhaflığın daha doğrusu bir kurgunun ve planın olduğunu göstermiyor mu?

İki tane ağaç için sokaklara dökülen insanlar 33 tane er şehit edildiğinde niye sokaklara dökülmedi, Hantepe’de niye sokaklara dökülmedi, Silvan’da niye sokaklara dökülmedi, Gaziantep’teki bombalı saldırı sonrası niye sokaklara dökülmedi? Hatay Reyhanlı’da bombalı saldırı yapıldı. Niye bu kadar insan sokaklara dökülmedi? Bu bir darbe girişimiydi, ayaklanma teşebbüsüydü. Maksat da bu ayaklanma üzerinden hükümeti düşürmekti.

İlham kaynağı ne? İlham kaynağı da Sırbistan, Ukrayna, Kırgızistan, Libya, Mısır ve Yemen gibi ülkelerde yaşananlar. Dolayısıyla Gezi olaylarına bir de bu gözle bakmak lâzım. Aylardır “Sonbahar çok sıcak geçecek”, “Eylülde buluşalım”, “eylülde gel” gibi sloganlarla hazırlıklar yapılmakta. Eylül ayını geride bıraktık. Neredeyse büyük ölçekli hiçbir kitle gösterisi veya eylem olmadı. Bu tür olayları planlayanlar birkaç yüz insandan fazlasını sokaklara çekemiyorlar. Niye çekemiyorlar? Çünkü halk uyandı, halk gerçeği gördü. Bu işin arkasındaki kötü niyeti gördü ve artık sokaklara dökülmüyor. Ama bu odakların boş duracağını zannetmiyorum. Halkı yine galeyana getirmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır.

Gezi Parkı olayları Türkiye’deki ekonomik istikrarı olumsuz etkilemiş ve ülkemizin imajına ciddi zarar vermiştir. Derin güçler ve onların dış bağlantıları ve işbirlikçileri ülkemizin imajını zedelemek ve ülkeyi kaosa sürüklemek için ellerinden gelen her şeyi yapmıştır. Bu olaylar siyaset kurumuna da ciddi zarar vermiş ve ülkede siyasî istikrarı hedef almıştır. Sonuçta ülke ekonomisi on milyonlarca dolar zarara uğramıştır. İnsanlar bir süre gelecek kaygısı yaşamış, ülkenin tekrar 90’lı yıllara dönmesinden endişe etmiştir. Bu durum İstanbul’un imajına da ciddi zarar vermiştir. Birçok uluslararası faaliyet iptal edilmiş, yabancı turistler özellikle Taksim bölgesini terk etmiş, Beyoğlu, Şişli ve Beşiktaş ilçelerindeki esnaf büyük zarar görmüştür. İstanbul dış basında sanki bir iç savaş veya halk ayaklanmasının yaşandığı kaotik bir şehir olarak yansıtılmış ve saatlerce canlı yayın yapılmıştır. Bu durumun şehrin imajına ve itibarına ne kadar zarar verdiğini 2020 olimpiyatları yarışında da gördük. Çok avantajlı konumda olan İstanbul ne yazık ki bu büyük organizasyonun düzenlenmesi fırsatını dünyanın öbür ucundaki bir şehre kaptırdı. Gezi olaylarını organize eden ve bunlara destek verenler de elin japonu kazandı, İstanbul kaybetti diye sevinç gösterileri yaptılar.

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN HEDEFİ KÜLTÜREL GELİŞİMİ SAĞLAMAKTIR

Kentsel dönüşümde şehrin manevi havasına nasıl bir katkı sağlanabilir? Sizce kentsel dönüşüm yapılırken bu yön eksik mi bırakılıyor?

Kentsel dönüşüm, sadece mekânsal dönüşüm değil. Kentsel dönüşüm aynı zamanda sosyal, ekonomik, kültürel bir dönüşüm. Bütün bunların arka planında şehirleri mânen de dönüştürmek olmalı.

Şehirlerimizi dönüştürmek için 2012 yılında yürürlüğe giren 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kamu otoritelerine ve halka büyük bir fırsat sunmakta.

Kentsel dönüşümde fiziksel-mekânsal dönüşümün amacı insanların sağlam, estetik ve fonksiyonel mekânlarda yaşamalarını temin etmek. Bu üç unsur eşit öneme sahiptir. Bir bina düşünün ki çok sağlam ama hiçbir estetik yanı yok ve fonksiyonel (yani kullananların ihtiyaçlarına göre tasarlanmış) değil. Hiç kimse böylesi bir mekânda yaşamak istemeyecektir. Diğer taraftan estetik ve fonksiyonel ancak sağlam olmayan veya sağlam ve fonksiyonel olan ancak estetik olmayan mekânlarda da insanları kolay kolay mutlu edemezsiniz.

Kentsel dönüşümün bir diğer hedefi sosyal ve kültürel dönüşümü sağlamaktır. Diğer bir ifade ile insan ilişkilerini, komşuluk ve hısım-akraba ilişkilerini geliştirmektir. Mekânların planlarını ve tasarımını bu ihtiyaçları karşılayacak şekilde yapmaktır. Evler içinde yaşayan ailelerin sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına uygun olarak planlanmalı. Aileler misafir geldiği zaman hem mekânsal genişlik hem de mahremiyet açısından sorun yaşamamalı. Bugün bizim ülkemizde üretilen konutlardaki daire planlarına baktığımızda, bu evlerin başka bir dine mensup bir Amerikalı veya Fransız aile için mi yoksa bir Müslüman aile için mi planlandığını ayırt edemiyoruz. Hatta ülkemizdeki konut planlarının Müslüman herhangi bir aileye uygun olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Komşuluk ilişkilerini zayıflatan ve zaman içinde yok eden çok katlı bina inşa edilmemeli. Apartmanlar en fazla 3-5 katlı olmalı. Ülkemizin toprakları en az 300 milyon insanı müstakil bahçeli evlerde yaşatmaya ve bunların bütün ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılamaya müsait. Bu sebeple, “topraklarımız yeterli değil, bu sebeple yüksek katlı binalar inşa etmeliyiz” iddiası kasıtlı ve kötü niyetli bir iddia. Apartmanların 3-5 katlı olması ve apartman sakinlerini aktif bir şekilde kullanacağı bahçelerinin olması bir yandan komşuluk ilişkilerinin diri tutulmasına diğer taraftan geleneklerin ve göreneklerin yaşatılmasına önemli katkı sağlayacaktır.

Kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında şehir kimliğini, şehirlilik bilincini ve şehir kültürünü geliştirici çalışmalar da yapılmalı. Her ilçenin ve her şehrin kendi özgün kültürünü yaşatarak koruması ve geliştirmesi bilinçli nesillerin yetişmesi için büyük önem taşımakta. Ayrıca şehirde yaşayan insanların şehre özgü tavır ve davranışlar sergilemeleri de gerekli. Bu da ancak şehir hayatının gereklerinin halka etkili bir şekilde öğretilmesiyle mümkün.

Kentsel dönüşümün bir diğer amacı da ekonomik dönüşümü sağlamaktır. Her şehir öncelikle geleneksel olarak kuvvetli olduğu alanlarda ekonomik gelişim göstermeli. Sözgelimi Bursa’da tekstil endüstrisi, Kayseri’de gıda endüstrisi, Adana’da tarıma dayalı endüstriler, Trabzon’da balıkçılık endüstrisi, Zonguldak’ta madencilik, Antalya’da turizm endüstrisi öncelikli ekonomik gelişim alanı olmalı. Bunların yanı sıra yine her şehir coğrafî durum, iklim şartları ve doğal faktörleri dikkate alarak ikinci ekonomik faaliyetler üzerine de uzmanlaşmalı. Bu bağlamda Bursa tarıma dayalı endüstriler, Kayseri makine sanayii, Adana tekstil endüstrisi, Trabzon gıda endüstrisi ve Zonguldak mobilya endüstrisinde de uzmanlaşabilir.

Kentsel dönüşüm kapsamında yeni mekânlara yerleştirilecek insanlara meslekî ve teknik eğitim imkânları da sunulmalı. Mesleği olmayanlara bir meslek kazandırılmalı, mesleği olanlara uzmanlaşma ve becerilerini geliştirme imkânları sunulmalı veya meslek değiştirmek isteyenlere de eğitim fırsatı sunulmalı.

Son olarak kentsel dönüşüm yalnızca maddî gelişimi değil aynı zamanda manevî gelişimi de hedeflemeli. Millî ve manevî değerlerimize bağlı, şuurlu nesillerin yetiştirilmesi büyük önem taşımakta. Bunun için de camiler, kültür merkezleri ve diğer toplanma mekânları özel öneme sahip. Düzenli aralıklarla sohbet toplantıları, seminerler, paneller, konferanslar, okuma günleri, yarışmalar, manevî önemi haiz yerler gezi programları organize edilmeli. Özellikle belediyeler bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığı, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği halinde çok aktif programlar organize edebilir.

Manevi gelişim kentsel dönüşümün temelidir. Eğer biz şehirlerimizde manevi gelişim ve dönüşümü sağlayamazsak bizim şehirlerimizin Dubai’den, Hong Kong’dan, New York’tan, Şangay’dan, Frankfurt’tan bir farkı kalmaz. Tamamen materyalist, tüketime yönelmiş, bencil, hedonist insanların yaşadığı mekânlar hâline gelebilir bizim şehirlerimiz. İçinde sadece maddî anlamda konforu hissettiğimiz değil, aynı zamanda manevi anlamda da huzuru yaşadığımız şehirler olmalı. Bizim şehirlerimiz huzurun konfora kurban edildiği yerler olmamalı. Oysa günümüz insanı konfor arıyor, huzur aramıyor. Bu gidişin durdurulması lâzım. Kitapta bu konuları kapsamlı bir şekilde işlemekteyiz.

RÖPORTAJIN İLK BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!..

on5yirmi5.com