Geleceğiniz konusunda sizden iyimserim

Olaylar
Prof. Dr. İlber Ortaylı okuyuculara, Carter V. Findley’nin Modern Türkiye Tarihi kitabını okumalarını tavsiye etmiş ve eklemişti: "Bu çocuğun bir özelliği var; Amerikalı Türkologların aksin...
EMOJİLE

Prof. Dr. İlber Ortaylı okuyuculara, Carter V. Findley’nin Modern Türkiye Tarihi kitabını okumalarını tavsiye etmiş ve eklemişti: "Bu çocuğun bir özelliği var; Amerikalı Türkologların aksine Türkiye’yi iyi biliyor." ‘Bu çocuk’la yeni kitabı Dünya Tarihinde Türkler ve Türkiye izlenimleri hakkında konuştuk

İlber Ortaylı’nın ‘bu çocuk’ dediğine bakmayın; Carter Findley, Harvard’daki doktorasını Ortaylı’nın Mülkiye’den mezun olduğu yıl verdi (1969). O günden beri Türk tarihi hakkında çalışıyor. Bu işe nasıl bulaştığını şöyle anlatıyor: "Kaliforniya Üniversitesi’nde okurken en çok ilgimi çeken konuların lisan, edebiyat ve tarih olduğunu fark ettim. Master için bu üç ilgimi birleştirecek bir program arıyordum. Columbia Üniversitesi’nde buldum. Oradaki ilk günümde beni kaydeden görevli ‘Hangi lisanı öğrenmek istiyorsunuz?’ diye sordu. ‘Valla ne bileyim,’ dedim. O da bana ‘Madem ki tarihçi olmak istiyorsunuz; Türkçe öğrenin. Türkiye’de arşivler var,’ dedi. Osmanlıca okuyabilmek için Arapça da öğrendim." Macera böyle başlıyor. Harvard’a gidince de durum değişmiyor: "Tez danışmanım Stanford Shaw kendisinin bile çözmekte zorlandığı divanî vesikaları önümüze koyar, kafamıza vurarak bizi okumaya zorlardı." 1967 yılının ocak ayında Türkiye’ye geliyor ve bir yıl boyunca Osmanlı arşivlerinde çalışarak yazıyor tezini. 70’li yıllardan itibaren bir ayağı hep Türkiye’de oluyor. Araştırmalar yapıyor, yazar ve sanatçı dostlar ediniyor, halı ve kilim alıyor. Gözlemlerini şöyle özetliyor: "İthal ikamecilikten bugünlere geldi Türkiye. Amerika’ya nispetle daha çok gelişti. İmkansız olduğunu düşündüğüm pek çok şey gerçek oldu. Ben Türkiye’nin geleceği konusunda Türklerin çoğundan daha iyimserim."

FORT BENNİNG’İN BEYAZ BEYAZ EVLERİ
Geçtiğimiz ay Carter Findley, Türkiye’ye rutin ziyaretlerinden birini yaptı. Birkaç konferansa ve a Haber’deki Eski Defterler programına katıldı; bu arada Türkçe’de yeniden yayımlanan Dünya Tarihinde Türkler adlı kitabının tanıtımını yaptı. Findley’le, Ortaylı’nın da sözünü ettiği Modern Türkiye Tarihi Türkçeye çevrildiğinde tanışmıştık. Bu gelişinde de buluşup Sultanahmet’te kahvaltı ettik. Buluşma mekanı yıllarını geçirdiği Sultanahmet olunca geçmiş günlere daldı. "Türkiye’ye gelmeye başladığım yıllarda Türkler dış dünyadan epey kopuk idiler. Dış dünyayı en iyi bilenler askerlerdi. Bendeniz Georgia eyaletinin Atlanta şehrinde doğdum. Atlantalı olduğumu söylediğimde bir de bunu açıklamak zorunda kalıyordum. Bunun tek istisnası askerlerdi. Bazıları ‘Biz Atlanta’da bulunduk,’ diyorlardı; şaşırıyordum. Georgia’da Birleşik Devletler’in büyük bir piyade üssü vardır: Fort Benning. Bu askerler orada eğitim görmüştü. Fort Benning deyince akla sıralı beyaz evler, yeşillikler, çimenleri biçen erler, geniş çiftlikler, sıkı bir disiplin gelir. Farkettim ki bu insanların zihnindeki modernlik algısı Fort Benning’deki askeri üsten çok etkilenmişti." Carter tanıştığı diplomatlardan ironik bir dille söz ediyor: "Türk diplomatları genellikle son derece nazik ve beyefendi insanlardı. Türk toplumuna göre kendilerince daha seçkin zevkleri vardı. Ama dar bir paradigmanın içine hapsolmuşlardı. Onlar için sadece ABD ve NATO önemliydi. Sovyetler ve Türk ülkeleri yoktu, önemsizdi. Arap ülkeleriyle ilgilenmiyorlardı. Son yılarda bu değişmeye başladı. Doktora öğrencilerim arasında şimdi Dışişleri Bakanlığı’nda çalışanlar var. Onlara bakıyorum, yayımladıkları raporları okuyorum ve görüyorum ki Türkiye artık dünyanın her yeriyle ilgilenen küresel bir vizyona sahip." Hükümetin dış politikasının sık sık tartışıldığını hatırlatıyorum. "Dış politikanın toplumun temel tartışma konuları arasına girmesi bir ülkenin gelişmesiyle ilgilidir. Cumhuriyet’in kurulmasından sonraki 10 yıllar boyunca Türkiye bir içe kapanma yaşadı ve iç meselelerden başka bir şey konuşulmaz oldu. Zaten dişe dokunur bir politika da yoktu. Şimdi yeniden gündeme gelmesine bir de bu açıdan bakın." Kahvaltı sırasında Carter bizi gülümseten bir anısını anlattı: "1999 yılında bir kongre yapıldı Ankara’da. 75 yıldan beri Ankara’da oturup birbirleriyle tenis ve kağıt oynayan insanlar, dünyanın farklı yerlerinden gelen uzmanlarla buluştular. Güney Afrika’dan gelen biriyle bile tanıştım. Ben de o sıralar bir araştırma için İstanbul’daydım. Bunu duymuşlar. Zaten burada, ucuza gelir diye beni de ABD’yi temsilen çağırdılar. Bir otobüs biletiyle hallettiler işi."

TÜRK TARİHİNİN İKİ ÖNEMLİ EŞİĞİ
Carter kitabında anlattığı tezi konuşmamız sırasında da ön plana çıkardı. Türk halklarının tarihte iki büyük eşikten geçtiğini ve bunların da ‘İslam’ın kabul edilmesi’ ve ‘modern dünyaya giriş’ olduğunu belirtti. Bu ikisinin de ‘kapsayıcı bir varlığa girme’ anlamı taşıması nedeniyle Türk tarihini kökten değitirdiğini iddia etti. "İslam’a girmek sadece ibadet pratiklerinde bir değişiklik anlamı taşımıyor; beraberinde bir yaşam tarzı, bir mentalite değişikliği de getiriyordu. İslam, Türk kimliğinin oluşmasında en az dil kadar etkili oldu. Modernlik iki yüzlü bir canavar gibiydi Türkler için. Yüzlerden biri tehditkar, diğeri çekici.. . Osmanlılar modernliğin en çok tehdit edici yüzüne bakarak yaşadılar. Ama aynı zamanda çekici taraflarına da bayıldılar. Piyanolar, kravat iğneleri, tyramvaylar, korseler, kolalı gömlekler… Bütün bu şeyleri arzuladılar ve kendi eski adetleriyle acayip bileşimler yaptılar. Cumhuriyet’le birlikte tehditkar yüzün yerini çekici yüz aldı. Modernliği varlıklarını tehdit eden bir şey olarak görmemeye başladılar. Son yıllarda modernlik küresel bir varlık haline geldi ve Türkler de ona kendi özgün katkılarını yapıyorlar."

TÜRK TARİHİ: OTOBÜS, KERVAN VE HALI
Dünya Tarihi’nde Türkler kitabında Carter, Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca ve Arapça kaynaklardan yararlanmış. Girişinde, Türk kimliğini anlamaya çalışırken üç metafordan yararlanmayı öneriyor. Bunlardan ilki ‘otobüs’. Şöyle diyor: "Türklük denen şey doğudan batıya bütün Asya’yı aşan bir otobüse benziyor. Yolculuk uzun sürmüş, otobüs ikide bir mola vermişti. Her molada sandık, sepet ve torbalar indirilip bindiriliyordu. Güzergahın nerede başlayıp nerede bittiği yolcuların çoğunun umurunda değildi. Çoğunun niyeti kısa bir mesafeden sonra inmekti. Otobüsteki diğer yolcularla aralarındaki ortak noktaların farklardan fazla olduğu belki akıllarından bile geçmiyordu. Arada bir otobüs bozuluyor, yoldan temin edilen yedek parçalarla onarılıyordu. Türkiye’ye varıldığında yolculardan ya da eşyalardan hangisinin bütün seyahati aynı otobüsle yaptığını ya da böyle bir yolcunun olup olmadığını kimse hatırlamıyordu. Otobüs bile değişmişti. Bütün bunlara rağmen adı aynıydı: Trans-Asya Türk Otobüsü." Bir latife olarak başlayan bu açıklamaya Carter sonradan kervan ve kervansaray imgelerini ekliyor. Kervanlar yolculuğu, kervansaraylar kültür alışverişini temsil eder. Ama Türkiye bu yolculuktaki tek güzergah değildir ve yolculuğun tek bir başlangıç noktası da yoktur. Bunun üzerine yol ve yolculuk kadar hatta daha önemli olan şeyin taşınan eşya olduğu sonucuna ve bu yolla da atkı, çözgü ve desenleri benzerlik gösteren ‘halı’ imgesine ulaşır. "Halı metaforunu aklıma Josef Fletcher’ın bir makalesi getirdi. Dikey ipler kronolojik süreklilikleri ve yatay ipler ortamdan gelen etkileri simgeliyor. Bunlar birleşerek tarihi dokuyorlar. Halı sadece bir metafor olarak değil, bir obje olarak da önemli. Araştırmalarım derinleştikçe farkına vardım ki halıların üzerindeki motifler eski Türk boylarının ‘tamga’larıydı. Kitabımda bu konuyu ayrıntılarıyla anlattım ama burada şunu da vurgulayayım. Halıcılık diğer sanatlardan farklı olarak sarayın himayesine pek az girmiş. Göçmenlikle birlikte sürdürülmüş. Ayrıca dışarıdan gelen unsurlar da halı motiflerine yansıyor. Mesela üzerinde üç tak olan o meşhur mimari motifini Osmanlı ülkesine İspanya’dan göç eden Museviler getirmiş."

Sabah