Bir yargı cuntası ülkeyi ele almak istiyor

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı  17 Aralık operasyonuyla başlayan süreçte her gün yeni bir gelişme yaşanıyor. Sistem krizlerine alışık olan Türkiye, bu operasyon sonrası paralel devlet olarak tanım...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı 

17 Aralık operasyonuyla başlayan süreçte her gün yeni bir gelişme yaşanıyor. Sistem krizlerine alışık olan Türkiye, bu operasyon sonrası paralel devlet olarak tanımlanan, yargı ve polis içerisine yerleşmiş bir cuntanın faaliyetlerine sahne oldu. Şimdi bu cunta ya da paralel devlet yapılanmasının ortaya koyduğu hamlelere karşı Türkiye, bir devlet refleksiyle hareket etmeye çalışıyor. Söz konusu bu paralel devletin, neo-con yapıyla ilişkili ABD ve İsrail kaynaklı istihbarat operasyonlarının odağı olduğu iddia ediliyor. Fethullah Gülen cemaati içerisine yerleşmiş bu paralel devlet unsurlarının, cemaatin de siyasi bir pozisyon almasına neden olduğu konuşuluyor. 17 Aralık’ta başlayan ve her geçen gün tırmanan bu gerilimin nedenlerini, sonuçlarını ve Fethullah Gülen cemaatini nasıl etkilediğini Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mazhar Bağlı ile konuştuk.  

17 ARALIK OPERASYONU YOLSUZLUK SUSTURUCUSU TAKILMIŞ SUİKAST SİLAHI GİBİ

17 Aralık’ta başlayan ve kamuoyuna yolsuzluk ve rüşvet operasyonu olarak lanse edilen operasyonun detaylarına bakıldığında, bu operasyonla aslında bir algı yönetimi yapıldığı izlenimi oluşuyor. Sizin bu operasyon yapılış zamanı, tarzı ve amacı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? 

Şimdi bu operasyon ile ilgili dikkatleri çekmek istediğim tek bir konu var, gerçekten bu bir yolsuzlukların soruşturulması gibi mi yürütülüyor yoksa iktidarı alaşağı etmeyi mi hedefliyor? Aslında operasyonun amacı tabi ki yolsuzluk değildir. Elbette kimse yolsuzluğu savunacak değildir. Yapanlar varsa ve yargı karar verirse gereken yapılır. Ben bu operasyonu yolsuzluk susturucusu takılmış suikast silahı gibi görüyorum. Hedef hükümeti itibarsızlaştırmak, halkın katında güvenilirliğini zayıflatmak ve yaklaşan seçimler için yeni adresler belirlemeye çalışmaktır. Eğer konu yolsuzluk ise neden belli bir medya çevresi sabah akşam hükümeti yerme seansına dönüştürdü? Yolsuzluk, insanımızın en hassas olduğu konulardan birisidir. Bunun üzerinden yapılacak olan operasyonu meşrulaştırmak istediler. Çok önceden hazırlandığı söylenen bu dosya neden şimdi piyasaya çıkarıldı? Hukuki bir dava ya da dosya ise bir başka amaç için şantaj aracına dönüştürülebilir mi? Burada bir başka tezgah var ve hem hükümet hem de halk işin farkında. Sayın Gülen bugüne kadar hangi yolsuzluk dosyası ya da davası için kendinden geçercesine beddua etmiştir siz hatırlıyor musunuz?  

Türkiye daha önce seçimler öncesi gerçekleşen kaset operasyonlarıyla siyasetin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığına şahit oldu. 17 Aralık operasyonunun ardından 25 Aralık’ta gerçekleşen operasyonu da benzeri bir girişim olarak görebilir miyiz? 

Tabi bunların hepsi çok önceden planlanmış operasyonun parçaları, adımları. Ülkeyi büyük bir kaosa sürükleyecek bir dizi tutuklama ve görüntülerin servis edilmesi ile siyaset devre dışı bırakılacaktı. Bürokratik bir oligarşi kurulmak istendi. Bunu da doğrudan yargı üzerinden yürüttüler. Ben bu operasyonun siyaseti dizayn etmekten öte devre dışı bırakma niyetini çok daha belirgin olduğunu düşünüyorum. Siyaseti ve siyasetçiyi kötüleyen bir propaganda var bu neo- con çetesinin dilinde. Gece gündüz 24 saat siyaseti kötüleyerek bürokrasiyi onun yerine geçirmek istedikleri açık bir biçimde görülmektedir. 

BİR YARGI CUNTASI ÜLKEYİ ELE ALMAK İSTİYOR

Türkiye’de daha önce askeri vesayet yoluyla ya da darbeler aracılığıyla siyasete müdahale edilir ve siyaset normal seyrinden çıkarılırdı. Bu süreçte yargının izlediği yol ve mesela Savcı Muammer Akkaş’ın bildiri okuması ya da HSYK’nın korsan bildiri okumasıyla ortaya çıkan duruma bakarak, tıpkı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi siyasete bir darbe vurulmaya çalışıldığı söylenebilir mi? 

Ben o savcının yaptıklarının doğru okunması halinde bu operasyonun da net anlaşılacağını düşünüyorum. Bakın hiçbir hukuki ilkeye sığmaz bu durum. Bir suç delili var ama yalnızca ben ve benim gibi bir gruba ait olanların kabul edebileceği ya da inanabileceği türden delillerdir denilmesi hukuki değil duygusal bir tavırdır. Kindarca bir tutumdur. Hukukta kin olmaz. Adalet olur. Siz kendi delillerinize güveniyorsanız kim onları karartabilir?

Bir başka konu da şudur, o savcının sokağa inip bildiri dağıtmış olması devlet adabını bilmediğini gösterir. Demek ki bu arkadaşımız bir başka sosyolojik dünyanın içine kendisini hapsetmiştir  gerçekten. Kaba bir gözlemle o savcının ruh halini okuduğumuzda büyük bir telaş ve şaşkınlıkla sağa sola saldıracak mış gibi bir görüntüsü var. Hem çok acemice ve hem de devlet işleyişinden son derece uzak bir tavırdır.

Aslında hem bu savcının hem de HSYK’nın tavırlarına baktığımızda tam da yukarda dediğim durumun somutlaştığına şahit olmaktayız. Bir yargı cuntası ülkeyi ele almak istiyor. Bakın ben yargı vesayetinin çok daha tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yargı vesayetini bertaraf etmek sanıldığı kadar kolay değildir. Askeri vesayeti bertaraf edebilirsiniz. Hatta tankın üstüne de çıkabilir ve kahraman olursunuz. Ama yargıya karşı neredeyse eliniz kolunuz bağlıdır.

17 Aralık operasyonundan sonra Emniyet içerisinde yapılan bir takım tayin ve atamalar ile 17 ve 25 Aralık tarihlerinde gerçekleşen operasyonlara yeni savcı atanması ya da savcıların görevden el çektirilmesini yargıya müdahale olarak yorumlayan kesimler oldu. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Efendim emniyet içinde değişiklik yapmak hükümetin yetkisindedir. Her an her zaman yapabilir. Gelecek olanı amele pazarından bulup getirmiyorlar herhalde. Onlar da işin uzmanı ve aynı meslekten kişilerdir. Buna tepki gösterenler hangi sıfatla itiraz ediyorlar asıl onu sormak lazım. Hizmet hareketi olduğunu iddia eden birileri buna itiraz ediyor. Peki size ne kardeşim. Siz devletin sahibi misiniz? Ya da hükümetin ortağı mı?

OPERASYONLA HALKBANKA ULUSLARARASI TİCARİ AKTÖR OLMA ROLÜNÜ KAYBETTİ 

Operasyonlarla ilgili bir başka iddia da, Türkiye’nin ekonomik ambargo uygulanan İran’a yaptırımları kırmak için Halkbank’ı kullandığı ve bu operasyonlarla da Halkbank’a zarar verildiği yönünde. Dolayısıyla bu yönüyle uluslararası bir operasyon olarak okunuyor. Siz bu iddialar için ne düşünüyorsunuz? Gerçekten böyle bir durum var mı?

Bakın bu konu eğer uluslararası bir operasyon olmamış olsaydı bu neo-con çetesi aynı zamanda Türkiye’nin Suriye’de kimi terör örgütlerini desteklediği iddiasını da eş zamanlı olarak piyasaya sürmezdi. Bir diğer konu da sizin sorduğunuz Halk Bankası’nın seçilmiş olmasıdır. Bir taraftan bankanın kurumsal kimliğine yönelik bir suçlama yok diyeceksiniz ama aynı zamanda banka uluslararası ticari alanda bir aktör olma pozisyonunu bu operasyon üzerinden kaybetmiş olacak ve bunun bir günahı yok diyeceksiniz. Bu mümkün mü? Bakın ülkenin uluslararası alanda marka değere sahip olacak olan konulara nokta atışı operasyonlar yapıldı.

Bu operasyonlarda siyaseten asıl hedefin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti iktidarı olduğu dillendiriliyor? Başbakan Erdoğan neden bu şekilde hedef yapılıyor? Çözüm sürecinin bu operasyonlarla bir ilgisi var mı?

Bana göre Sayın Başbakanın hedef olarak seçilmesinin asıl nedeni normal siyasi alanda onunla rekabet edemeyeceklerini gördükleri içindir. Seçimle yenemediklerini başka yollarla devirmek istiyorlar. Bir diğer konu da şudur, Sayın Başbakan gerçekten ülke sisteminde siyaseti belirleyici bir aktör haline getirdi. Siyaseti asıl işlevine kavuşturdu. Yani sorun çözen bir mekanizma haline getirdi. Siyasetin belirleyici aktör olması bürokrasiye güvenenleri, halka gitmeye cesaret edemeyenleri hep huzursuz etmiştir.

Bir diğer konu da bakın terör meselesi ülkenin en önemli sorunlarından birisidir. Bunun meşru bir şekilde çözümüne giden yol da milletin ikna edilmesinden geçiyor. Milleti ikna edebilmenin biricik yolu da güvenilir olmaktır. Gerçekten halk Sayın Başbakanın ülkenin geleceği konusunda kendileri ile son derece paralel bir kaygı taşıdığına inanıyor ve güveniyor. Bu da doğal olarak her kesi ikna edebilmeyi sağlıyor. İşte bunu zedelemek istiyorlar. Sayın Başbakanı devre dışı bırakıp ülkeyi eski günlere geri götürmek isteyen bir çete var.

BU İŞLERİ YÜRÜTENLER SAF İNANÇ SAHİPLERİ DEĞİL, NEO-CON ÇETESİDİR 

Son operasyonlarla birlikte devlette bir paralel yapı kurulduğu yönündeki kanaat çok güçlendi. Özellikle yargı ve emniyet içinde konuşlanmış, ancak TSK içinde de uzantıları olduğu iddia edilen böyle bir yapılanma var mı? Bu paralel yapının Gülen Cemaatinin uzantısı olduğu belirtiliyor. Siz Gülen Cemaati uzantılarının böyle bir operasyon yaptığını düşünüyor musunuz? Şayet yaptılarsa neden böyle bir operasyona imza attılar? Özellikle İsrail ve ABD adına böyle bir operasyona imza atıldığını düşünüyor musunuz? 

Doğrusu ben insanlara dini alanda hizmet veren bir sivil hareketin böyle bir cuntacılık faaliyeti içinde olacağına ihtimal vermiyorum. Ancak bu işin arkasında kurumsal olarak bu yapının olduğuna dair tartışmalar var. Resmi olarak kabullenmiş değiller. Fakat bu harekete ait tüm yayın kuruluşları ve aktörler bu operasyon ile yatıp kalktıklarına göre demek ki hizmet hareketi bir başka harekete dönüşmüştür. Bu işleri asıl yürütenler tabi ki saf inanç sahipleri değildirler. Bunların içindeki neo-con çetesidir. Bu çete gerçekten bir paralel yapılanmayı doğru gitmektedir ve bu toplumsal yapı için asıl tehlike arz edecektir. Devlet için endişe edenlerden farklı olarak ben toplum için endişe ediyorum. Çünkü topluma bu pencereden bakan bir anlayışın yapamayacağı haksızlık yoktur. Nitekim bu yönde konu pek çok gazetede de yer almaya başladı. Bir kamu kurumunu bir çeteye verirseniz orada önce toplum zarar görür sonra devlet.

Son zamanlarda Cemaat medyasında Başbakan Erdoğan’ın otoriterliğinin arttığı yönünde iddialar vardı. Operasyonların ardından ise AK Parti ve Başbakan Erdoğan hakkında en sert yayınların bu medyadan geldiğini görüyoruz. Cemaat medyası dershaneler konusu gündeme geldiğinde de çok sert yayınlar yapmıştı. Bu operasyonların ve Cemaat medyasının sert yayınlarının dershanelerin kapatılması kararıyla bir ilgisi var mı?

Şimdi ben çok basit bir soru sorayım. Gerçekten tanıdığımız tarihten bu yana Sayın Başbakan mı değişti yoksa daha önce iki kişi bile tedbir olsun diye bir araya gelmeye çekinen bu hareket mi değişti? Kim değişti? Yani dini inanç alanında sosyal yardımlaşma ve faaliyetler alanında çalışma yürüten bir yapının bugün cuntacılığa soyunmuş olması bir değişim değil de bu çeteleşmeye kızan Sayın Başbakan mı değişmiş oluyor? İnsaf yani.

Ben işin içinde asıl belirleyici konunun dershane olduğunu düşünenlerden değilim. Hani derler ya kurt kuzuyu yemeye karar vermiş demiş ki sen benim suyumu bulandırdın. Bu neo-con çetesi kendisini devletin asıl sahibi olarak gördüğü için Ak Parti’nin merkeze doğru kaymış olmasından rahatsız oldular ve onun bu hareketlenmesini engellemek istiyorlar. Aslında halkın merkeze gelmesinden duyulan rahatsızlığın bir yansımasıdır bu kavga. Cemaat kendisini merkezin sahibi olarak görüyor. Ak Parti ise halkla birlikte bu merkeze doğru ürüyor. Sayın Başbakanın her mitingde söylediği beraber yürüdük şarkısı da bu anlamda son derece sembolik değeri olan bir çağrışımdır.

Özellikle Ergenekon, Balyoz gibi davalar ve hatta şike davasında yargı ve emniyet içindeki paralel yapının dahli olduğu ve bu davaların yeniden görülmesi yönünde bir takım kanaatler dile getiriliyor. Siz bu davalara müdahale edildiğini düşünüyor musunuz? Bu davalar yeniden görülebilir mi?

Ben bu ülkede bir cuntacılığın var olduğuna inanıyorum tabi ki. Ergenekon adı altında halkın iradesini boğmaya yönelik operasyonlar yürüten çok özel bir yapılanmanın da var olduğundan hiç kuşku duymuyorum. Zaman zaman askeri bürokrasi içinde millet iradesine kast eden cunta faaliyetlerinin de var olduğunu biliyoruz. Ancak bu son operasyon insanları kuşkulandırmaya başladı. Bu tür yapıların varlığından ziyade yargılama ile ilgili bir takıp soruların akıllara takılmasına neden oldu. Ben hukuki olarak işleyişin nasıl olacağını bilmiyorum ama bu konu sanıyorum ileri ki günlerde de sıklıkla gündeme gelecektir.

FETHULLAH GÜLEN ZEKİ ERGENLERİN DİLİNE DÜŞTÜ 

Fethullah Gülen’in yaptığı beddua kamuoyundan çok sert tepki gördü. Bu bedduanın ve Cemaat medyasının son zamanlardaki tavırlarının herkesten çok Gülen Cemaatine zarar verdiği söyleniyor. Siz bu düşünceye katılır mısınız? 

Buna katılıyorum. Bakın Sayın Gülen daha önce seven sevmeyen herkesin katında bir saygınlığa sahipti. Belki hala da öyledir ama bana göre zeki ergenlerin diline düştü. İroni ve magazinleşme ciddi karakterli şahsiyetler için iletişim çağının en büyük bozguncu faktörleridir. Gayri iş işten geçti. Eğer o bedduayı etmeseydi toplum neredeyse bu hareketin samimiyetine inanacaktı. Bence de kendi eliyle kendi kendisini bitirdi. Düşünün video paylaşım sitelerinde o beddua anını tiye almak adına çeşitli mistik efektler eklenmesine kadar iş vardı.

Gülen Cemaati ve AK Parti iktidarı arasındaki bu sert kavga, her iki yapıyı da zarar verdiği söyleniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu sert kavganın daha ne kadar süreceği hakkında ne söyleyebilirsiniz? 

Ben bu şerden bir hayır doğacağını umuyorum. Herkes toplumsal sistem içindeki konumunu ve yerini netleştirmiş olacaktır. Dini cemaatler cunta faaliyetlerinde bulunmayacak, hükümetler de kamu otoritesini siyasi alandaki aktörlerin dışında başkasına teslim etmeyecekler. İşler tam da olması gerektiği gibi olacaktır. Bu arada bir parantez açıp şunun altını vurgulamak istiyorum: tabi ki cemaat ülkeyi yönetmek isteyebilir. Bu onların en doğal hakkıdır. Ama seçimi ben kazanayım idareyi de sen yürüt mantığı demokratik olmadığı gibi reel olarak da mümkün değildir. Varsa politik bir projeleri onu halkla açık bir biçimde paylaşırlar ve halktan yönetim yetkisini talep ederler. Bu gerçekten onları da son derece rahatlatacak bir iş olacaktır.