AK Partili adaydan ilginç Gezi yorumu

Olaylar
Kazım Uğur Kızılaslan bu konuda şunları söyledi; Gezi Olayları’nın zirveye tırmandığı Haziran ayından bu yana olayları tetikleyen ve körükleyen unsurlara dair birçok tahlil ortaya kondu. Gösteri...
EMOJİLE

Kazım Uğur Kızılaslan bu konuda şunları söyledi; Gezi Olayları’nın zirveye tırmandığı Haziran ayından bu yana olayları tetikleyen ve körükleyen unsurlara dair birçok tahlil ortaya kondu. Gösterilerin lehinde tavır alanlar, bu unsurlar arasında siyasi ve sosyal tepki boyutunu öne çıkarırlarken, olayların aktörleri, zamanlaması ve dış bağlantılarına ilişkin garipliklerden bahsedenleri “komplo teorisi” üretmekle suçladılar. “Komplo teorisi” ifadesine genel olarak pejoratif ve küçümseyici bir anlam yüklenmiş olduğu için, bu tutumlarıyla  sözkonusu “teorilerin” içeriğindeki üzerinde düşünülmesi gereken bazı ortak noktaları perdelediler yada en azından ıskaladılar. Bu yaklaşım, nasıl olup da bir tiyatro sanatçısının olaylardan yaklaşık 1.5 yıl önce Taksim’de “Uyanış” temalı sivil direniş üzerine bir kısa film çektiği, bir sene önce ise otoriter bir devlet başkanına yönelik sosyal medya destekli bir kalkışmayı konu alan bir oyun sergilediği gibi soruları yanıtlamada yetersiz kaldı tabii… 

Olaylar Kıvılcım Anı Teorisiyle Birebir Örtüşüyor

Gezi Olayları’nın üzerinden dört ayı aşkın bir zaman geçti. Bugün, toz duman dağılıp da, biraz daha soğukkanlı, retrospektif bir yaklaşım gösterdiğimizde, olayları ve olayların ardındaki garipliklikleri açıklamak için başvurulabilecek önemli bir teori ile karşılaşıyoruz: Malcolm Gladwell’in “Kıvılcım Ânı” Teorisi.

Gladwell’in teorisi, toplumsal olaylar ve fenomenlerin gelişim süreci ile bir salgının işleyişi arasında parallellik kuruyor. Bir başka ifadeyle, Gladwell’e göre nasıl bir salgın, bulaşıcı unsurları aktaran kimselerin, bizatihi bu bulaşıcı unsurların ve bu unsurlarca etki altına alınan çevrenin bir fonksiyonu ise toplumsal hareket ve fenomenlerin gelişimi ve gücü de, herhangi bir toplumsal mesajı aktaran kimselerin, bizatihi mesajın ve bu mesaj ile etki altına alınan çevrelerin bir fonksiyonudur.

Gezide Birleştiriciler, Erbaplar ve Satıcılar İşbaşındaydı

Gladwell, “Kıvılcım Ânı: Küçük Şeyler Nasıl Büyük Farklar Yaratır?” adlı kitabında ilk olarak mesajı aktaran kimseleri ele alıyor. Aktarıcıları üç farklı grupta toplayan Gladwell, ilk gruba Birleştiriciler adını veriyor. Birleştiriciler, farklı çevre ve sosyal yapılardan insanlar tanıyan ve bu insanları bir konu ve sorun etrafında bir araya getirmekte usta olan kişiler. Örneğin, farklı toplumsal sınıf ve konumlardan binlerce “gerçek” takipçisi olan ve olayların başlangıcında “Gezi’de polis müdahale ediyor” diye bir tweet atarak konuya ilgi uyandıran bir twitter kullanıcısı sağlam bir birleştirici olabilir. İkinci grup, “Erbaplar.” Bu grubu, girişimci bir sosyal ruha sahip olan, konuları detaylarıyla derleyip, bu derleme bilgiyi paylaşmakta istekli ve ehil olan kişiler oluşturuyor. Örneğin, “Beşiktaş’ta polis Taksim istikametinde yolu kapamış, Nişantaşı’ndan gelin; bu arada dikkat, polis göstericilere karşı portakal gazı kullanıyormuş,” diye yalan-doğru bir tweet atan biri, tam bir erbap davranışı gösteriyor demektir. Son grup ise, “Satıcılar.” Bu grup, “ağızlarından çıkan sözcüklerin ötesinde bir aktarım gücüne, bir bulaşıcılığa, karşı konulmazlığa sahip ve tanıştıkları insanları kendileriyle hemfikir olmaya cezbeden bir özellik taşıyan” kimselerden oluşuyor. Mesela, “hükümet hayat tarzımıza müdahale ediyor, özgürlüklerimizi kısıtlıyor, insanları kafalarından plastik mermiyle vurduruyor” şeklinde bir ifade kullanan bir sinema-TV yıldızı, mesajına kattığı ikna kabiliyeti ile kusursuz bir “satıcı” rolü üstlenmiştir.

Bu üç grup, mesajı aktarır. Ama mesajın da güçlü olması, ilgi uyandırması gerekir. Gladwell, bir mesajın ilgi uyandırma kapasitesini, “takıntı faktörü” ifadesi ile tanımlıyor. Takıntı faktörü, bir toplumsal mesajı “karşı koyulmaz hale getirebilecek basit bir ambalajlama tekniği”, esas itibariyle… Örneğin, “Yaşasın Tam Bağımsız Kurukahveci … Efendi” gibi grafitiler, “Diren Gezi” gibi kolay akılda kalan ve bir toplumsal dava hissi uyandıran sloganlar, iki dakikada güftesi yazılıp, aranjmanı yapılarak single şeklinde piyasaya sürülen kolay marşlar, mesaja kulak veren kitlelerde takıntı yaratmaya yetecek teknikler…

“Bağlanım Gücü” İle Geniş Kitleler Hedef Alındı

Peki bu mesaj nasıl gözle görünür ve somut bir hale getirilecektir? Gladwell bu unsuru açıklarken “Bağlamın Gücü” ifadesini kullanıyor. Gladwell’e göre, bir toplumsal mesajın tam olarak anlaşılması ve aktarılabilmesi için öncelikle nispeten küçük bir grubun mesajın içeriğine önderlik etmesi gerekiyor. Gladwell, bu konuda o denli net bir çerçeve ortaya koymaktadır ki, grup-içi tutunumun korunması ve yapısal engellerin ortaya çıkmaması için mesajı aktaran grubun hacminin 150 kişiyi aşmaması gerektiğini söylüyor. Mesela Gezi Parkı’nda sadece kitap okuyup, ağaçların önünde yatan 150 kişilik bir grup, kendilerine müdahale eden polise karşı direndiğinde, “devlet bize baskı uyguluyor,” mesajına tam bir bağlam, kontekst sağlıyor demektir.

Gezi Olayları’na bu açıdan bakıldığında, olayların Gladwell’in çerçevesine tam olarak uygun bir toplumsal salgın olduğu sonucuna varmak mümkündür. Tabii olaylara sözkonusu üç aşamanın herhangi birinde katılan herkesin bilinçli olarak bir tezgâh tertiplediklerini söylemek haksızlık olur. Ancak bu insanların gayet iyi orkestra edilmiş ve sahnelenmiş bir toplumsal mesaj tertibinin bilinçsizce parçası oldukları kesindir. Aksini söylemek, tüm bunların üzerini “komplo teorisi” diyerek çizmek, Türkiye tarihinde hiç darbe tertibi, Maraş Olayları, Çorum Olayları gibi vakalar olmadığını söylemekle eşdeğerdir. Kısacası, Gezi’de katılımcıların birçoğu istemeden bir salgına kapılmışlardır. Zaten kim durup dururken “grip” olmak ister ki?

www.sariyergundem.com