4 Ülke 8 Gün. Yollar Bize Memleket [Son]

Olaylar
Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek              Yugoslavya, arkasında kan ve gözyaşı bırakıp dağılmadan önce de bünyesindeki etni...
EMOJİLE

Yazanlar: Nurdal Durmuş – Gökhan Şimşek           
 
Yugoslavya, arkasında kan ve gözyaşı bırakıp dağılmadan önce de bünyesindeki etnik gruplar tarafından iliklerine kadar benimsenmiş, ürettiği politik dil ve yaşam alanıyla da devamlılığı gözetilmiş bir devlet değildi. Ülke, coğrafi anlamda Avrupa’nın bir parçası olarak görünse de katı disiplin kuralları ile örülü yönetim biçimiyle, modern Avrupa’nın yaşam ve hukuk kriterlerinin gerisinde kaldı. Resmi olarak elli sekiz yıl ayakta kalabilen Yugoslavya, tarihi boyunca krallık, sosyalist ve federal devlet sistemlerini gördü.  Özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından, kendi iç dinamiklerinin hareketlenmesine engel olamadı. Tito’nun ölümüne kadar hem Doğu’ya hem de Batı’ya farklı din ve mezheplerdeki toplulukların birbirleriyle rahatça yaşayabileceğini gösterdi. Bunun aslında göründüğü gibi olmadığı çok geçmeden anlaşılacaktı. Totaliter yönetim biçimini benimsediği yargısına,  Yugoslavya’nın Tito öncesi ve sonrası durumuna bakılarak ulaşılabilir. Rahatça bir arada yaşadığına inanılan toplumların, birbirlerinden ayrılma isteklerinin çizdiği kanlı tablo, Tito’nun ölümünden sonraki on yıllık sürede ne olduğu sorusunu da gündeme getirmektedir. Tito, Yugoslavya’nın tek ve egemen lideriydi. Ölümüyle birlikte önce milliyetçilik baş gösterdi. Özellikle Sırplar, milliyetçiliği Faşizm noktasına kadar taşıyarak diğer toplumların alanlarını işgal ettiler. Yugoslavya toprağını dağıtmadan, büyük Sırbistan kurmak niyetindeki Sırplar, hem siyasî hem de askerî alandaki kabiliyetlerini bir arada yaşadıkları diğer halklara egemen bir devlet kurmak için kullandılar.

Yugoslavya’yı oluşturan halklar arasında diğer dinlere mensup olanlara rastlamak mümkünse de ağırlıklı olarak Hırvatlar, Slovenler ve Macarlar Katolik; Sırplar ve Makedonlar Ortodoks; Boşnak ve Arnavutlar da Müslümandı.  Yugoslavya nüfusunun yaklaşık %40’ını Sırplar, %20’sini Hırvatlar oluşturmaktaydı. Üçüncü yüksek nüfusa sahip olan Boşnaklar da %10 gibi bir nüfusa tekabül etmekteydi.  Sırp nüfusu bugünkü Slovenya hariç, Yugoslavya’nın hemen her bölgesine dağılmıştı. Yugoslavya ordusunun kontrolü de Sırpların elindeydi. Miloseviç gibi isimler tarafından bayraklaştırılan Faşist Sırp Milliyetçiliği, Sırp nüfusunun olduğu tüm alanları elinde tutmak istedi. Yugoslavya’dan ilk olarak Slovenler ayrıldı. Slovenlerin Katolik oluşu, Avrupa’dan destek almalarını sağladı. Slovenya içerisinde Sırp nüfusu da az olduğundan Sırp Ordusu, Slovenya sınırına konuşlandırdığı birliklerini bir iki hafta içerisinde geri çekti. Küçük çaplı bir iki çarpışma dışında neredeyse kan akmadan Slovenya ayrılmış oldu. Hırvatistan da inançları gereği Avrupa’nın desteğini aldı, fakat burada yaşayan Sırp nüfusunun etkili olmasından ötürü, bir yıl kadar süren çatışmalar yaşandı. Bu süreçte bile iki taraf da ciddi kayıp vermedi. Sırplar, kendi mezhebinden olan toplumlara da ciddi sıkıntılar yaşatmadı. 1992 yılına gelindiğinde ise Avrupa yakın tarihinin en kanlı, en acımasız, en vicdansız süreci başlamış oldu.

O güne kadar Sırplar ile herhangi bir sorun yaşamayan Boşnaklar, bir anlamda kandırılmışlığın diğer anlamla da aşırı güvenin kurbanı oldu. O güne kadar Boşnak ve Sırplar farklı dinlerden olmalarına rağmen komşuluk ilişkilerini canlı tutmuş, hatta akrabalık ilişkileri geliştirdiler. Aynı mahalleyi, aynı sokağı, aynı apartmanı paylaşıp dini inançlarını ayırıcı bir unsur olarak görmüyorlardı. Ülkenin iç savaş ortamına sürükleniyor oluşu, diğer etnik grupların birlikten ayrılışı, ama en önemlisi de tüm bunların altında körüklenen Sırp Faşizmini doğru okuyamayan Boşnaklar, vuruldukları ilk günlere kadar Sırplara güven duymaya devam etti. Yugoslavya’nın Bosna’sı nüfus olarak: %50 Boşnak, %35 Sırp ve %15 Hırvat şeklindeydi. Sırplar, ellerindeki ağır silahları Boşnak şehirlerine doğrultup “Bizler bu dağlarda talim yapacağız.” dediklerinde bile Boşnaklar böylesi iyi ilişkiler içinde oldukları Sırplara güvendiler. Bu dönemde siyasi söylemlerde de gerginlik artmaktaydı.  Aliya İzzetbegoviç, Yugoslavya bünyesindeki tüm halkların bağımsızlıklarını ilan etmesi gerektiğini dile getirip Bosna’nın özgürlüğü için çaba sarf edeceklerini belirtirken; diğer taraftan Slobodan Miloseviç ve Radovan Karadziç gibi Sırp liderler de bu söylemin, Yugoslaya içindeki tüm Müslümanların yok olacağı anlamını taşıdığını ifade ederler.

Nihayetinde üç yıl süren ve yüz binlerce insanın hayatını, yurtlarını, hayallerini kaybettikleri savaş başlar. Dünyanın sayılı ordularından kabul edilen Yugoslav ordusunun tüm teçhizatını elinde bulunduran Sırplar, ölümüne bir abanmayla Boşnak şehirlerini çok kısa sürede ablukaya alırlar. Neretva Irmağı’nın kenarına kurulu bölgelere de Hırvatlar tarafından saldırılır. Ortada Boşnak ordusu yoktur. Boşnaklar, Aliya İzzetbegoviç önderliğinde bir ordu kurulana kadar hayatta kalma mücadelesi vermiş ve evlerindeki araç gereçlerden silah üretmiştir. Ne Avrupa ne Türkiye ne de dünyanın başka bir ülkesi silahsız insanlara karşı başlatılan bu saldırıya ciddi ve çözüm niteliğinde bir yol çizmemiştir. İddiaya göre İran’ın Hırvatistan üzerinden gönderdiği bir gemi dolusu ağır silahın Boşnak cephelerine ulaşması sonucu, düşen şehirler geri alınmış ve nihayetinde Sırp askerleri de kayıp vermeye başlamıştır. Boşnakların ilerlediğini gören Batı’nın yardımsever kimliği(!) ön plana çıkmış ve üç yıldan fazla süren Sırp saldırıları karşısındaki sessizliğini bozup,  Dayton Barış Antlaşması’nı masaya koymuştur.   Bu antlaşmaya göre Bosna Hersek Federasyon olup içinde de Sırp Cumhuriyeti barındıracaktır. Bir nevi masada kaybediş gibi gözükse de hem silah hem de askeri açıdan oldukça zayıf olan Aliya, ‘hayatımın en zor ânı’ dediği ve adaletsiz bulduğu bu antlaşmayı, savaşa devam etmemek adına imzalamak zorunda kalacaktır. Nihayetinde Bosna Hersek Federasyonu kurulur. Sekiz ayda bir değişen konsey cumhurbaşkanları, Sırp Cumhuriyeti, Kantonlar ve cumhurbaşkanları üzerindeki Avrupa Valisi ile dünyada benzeri olmayan bir siyasi yapı hayatını sürdürmekte hâlâ.

Bize göre Bosna Hersek’teki bu yapı, gelecekte bir pazarlık unsuru olması açısından kurgulandı. Bugün Sırbistan topraklarında yer alan ve Macarların yaşadığı Voyvodina Sırbistan’dan özerk bir bölgedir ve ayrılmak istemektedir. Yine Sancak bölgesi de Sırbistan sınırında olup tam anlamıyla bağımsız bir alan değildir. Bosna Hersek içindeki Sırp Cumhuriyeti, Sırbistan topraklarına sınırdır. Hersek bölgesi sınırları da Hırvatistan’a ulaşır. Bosna’daki siyasi ve fiziki yapı, yeni haritaların çizilmesi için tasarlanmış gibi. Halklar, bir arada yaşamaktan pek de memnun değil. Kantonlar neredeyse iç içe girmiş durumda.

Aslında tüm balkan coğrafyası ateş üzerinde oturuyor. Bosna Hersek’te görülen fotoğrafın küçük bir benzerini Makedonya’da da görmek mümkün. Müslüman ve Hristiyanlar arasında hemen her noktada psikolojik çatışma var. Önceki yazılarımızda belirttiğimiz ve ağırlık olarak dini argümanlar kullanılarak yürütülen psikolojik savaş, insanların içe kapanmalarını ve gizli ajandalar üretmelerini sağlamış. Hırvatlar biraz daha rahat. Avrupa’nın desteği alıyor. Dünyaca ünlü sahilleri, deniz ticareti ve Avrupa’ya yakınlığıyla diğerlerinden farklılar. Sırbistan ise, hem Voyvodina hem Sancak hem de Bosna içindeki cumhuriyet kartlarıyla daha uzun yıllar uğraşacak gibi.

Açıkçası Balkanlarda sorun olarak dile gelen ne varsa hepsinden bir parçayı, hatta büyük bir parçayı Bosna Hersek bünyesinde görmek mümkün.

Umuyor, diliyor ve istiyoruz ki tüm bu söylediklerimiz kötü bir gözlemden öteye gitmez ve bu insanlar o acıları bir daha yaşamaz.

Son.
 

Yazının 1. Bölümüne buradan:
Yazının 2. Bölümüne buradan:
Yazının 3. Bölümüne buradan:
Yazının 4. Bölümüne buradan:
Yazının 5. Bölümüne buradan:

Yazar Blogları için:
Nurdal Durmuş: www.nurdaldurmus.com
Gökhan Şimşek: www.gokhansimsek.com.tr