28 Şubat’tan hesap sorma zamanı geldi

Olaylar
Engin Dinç’in röportajı Refah-Yol hükümetine karşı gerçekleştirilen 28 Şubat post-modern darbesi bugünlerin en önemli gündem maddesi haline geldi. Çıra Yayınlarından çıkan “28 Şubat&r...
EMOJİLE

Engin Dinç’in röportajı

Refah-Yol hükümetine karşı gerçekleştirilen 28 Şubat post-modern darbesi bugünlerin en önemli gündem maddesi haline geldi. Çıra Yayınlarından çıkan “28 Şubat’ın Çözülen Kodları” adlı kitabında o dönemle ilgili önemle belge ve bilgilere yer veren Milat Gazetesi Ankara Temsilcisi Aslan Değirmenci ile 28 Şubat’ın karanlıkta kalan ayrıntılarını konuştuk.

İŞTE BÇG’NİN ÇALIŞMA METODU
Kitabınızda 28 Şubat’la ilgili ilginç bilgi ve belgeler var. Bunlar arasında en önemlileri de tabi ki fişlemeler üzerine… Fişlemeleri yapan da BÇG idi. BÇG adına kimler fişleme yapıyordu ve o dönemde kimler, niye ve nasıl fişlenmişti?

Evet… Kitapta şimdiye kadar mağdurlardan duyduğumuz fakat bir türlü delillendiremediğimiz olaylarla ilgili belgeler var. Sizin de belirttiğiniz gibi fişlemeleri 28 Şubat’a zemin hazırlayan ‘Batı Çalışma Grubu’ yaptı. Ben kitabımdan daha önce o fişlemeleri “Milat Gazetesi” n de yaptığım yazı dizisinde deşifre ettim. O yazı dizisi baya ses getirdi ve fişleme belgeleri Mazlumder, Özgürder ve Özgür Eğitim-Sen tarafından savcılara delil olarak sunuldu. BÇG adına kimler fişleme yapıyordu sorusundan önce çalışma metotları hakkında bilgi vermek isterim; Bir kısmını Milat gazetesinde bir kısmını ise Çıra yayınlarından çıkan ‘28 Şubat’ın Çözülen Kodları’ kitabımda yer verdiğim belgeler incelendiğinde sivil toplum örgütlerinin nasıl kafese alındığını görüyoruz. Komutanlıklara verilen yazılı emirle; dernek, vakıf, meslek kuruluşları, sendikalar ve basın yayın kuruluşlarının açıkça fişlenmesi isteniyor. Verilen fişleme emrinin eklerinde formlar bile yer alıyor. Formlar incelendiğinde BÇG’nin metodu deşifre oluyor.

Formlarda doldurulması gereken alanlarda STK’ların adı, ili, eğilimi ve kurucularının isimleri olduğu görülüyor. STK yöneticileri hakkında da kapsamlı görüşlerin istendiği emirlerde, kişilerin kimlik bilgilerinin bile ayrıntılı bir şekilde bildirilmesi talimatı veriliyor. STK’ların bölgesinin polis veya jandarma şeklinde belirtilmesinin istendiği şok belgelerde, fişleme yapılırken belirtilmesi istenen eğilimler ise şu şekilde sıralanıyor:

“Aşırı sağ, sol, Nurcu, Nakşibendi, bölücü, PKK, ayrılıkçı ve diğerleri…”

Hazırlanan fişleme belgelerinin formatını ise şu şekilde olması emrediliyor: “Word, programı ile ariel, 10 punto, sayfa marjinleri üst 1 cm, alt 1 cm, sol 1 cm, sağ 0.5 cm olarak yazılacaktır.”

Emirlere ayrıca şu notun düşüldüğü görülüyor: “Vali, Kaymakam, Belediye Başkanları biyografileri serbest metin halinde olacaktır.”

BÇG adına fişleme yapanlar ise hayli ilginç.

BÇG tarafından hazırlanan ve komutanlıklara gönderilen  “Personel Durum Takip Çizelgesi” formuyla, dindar subayların tek tek fişlendiği görülüyor. Formlarda personel hakkında doldurulması istenen alanlar 4 başlıktan oluşuyor. Bunlar; Giyim-kuşam tarzı, sosyal faaliyetler, propaganda faaliyetler ve müspet veya menfi gelişmeler ve kanaat…

Giyim kuşam başlığı altında formlarda yer alan konular ise şunlar: Çarşaf, türban, tarikat simgeleyen giyim, başörtü, çağdaş giyim… Sosyal faaliyetler kısmında ise; karşı cins ile tokalaşma, birlikte yapılan aile toplantılarına katılıp katılmadığı, bayramlaşmalara katılıp katılmadığı, çay, kermes vb. sosyal etkinliklere katılıp katılmadığı, aile ziyaretleri ya da misafirliklerde haremlik-selamlık uygulaması olup olmadığı ve evinde süs eşyası, biblo, resim olup olmadığı konuları yer alıyor. Her iki başlıkta da bu alanların eksiksiz tamamlanıp, gerekli takibin yapılmasının ardından bildirilmesi talimatı veriliyor.  Aynı formun 3. başlığı olan “Propaganda Faaliyetler” kısmında ise personelin Atatürk, Atatürkçülük, laiklik aleyhinde söylemlerinin olup olmadığının araştırılması isteniyor. Personelin kendi aralarındaki diyaloglara dikkat edilmesi, er, erbaş, aileler ve sivil kesime yönelik ne türlü propagandalar yapıldığının not edilmesi emri veriliyor. Tüm bu belgelere kitabımda yer verdim. Gerçekten büyük bir skandal…

DİNDARLAR KAMUSAL ALANDAN DIŞLANDI

Sadece BÇG değil, MİT de fişleme yapmıştı. Siz özellikle MİT’in devletin en alt kademesinden en üst kademesine kadar yaptığı fişlemelere kitabınızda yer vermişsiniz. Bu insanların başına fişlemeler dolayısıyla neler geldi?

Doğrusunu söylemek gerekirse bu fişlemeler insanların hayatlarını o yıllarda karartsa da cunta tarafından fişlenmek ‘onur’ dur. TSK, MİT ya da Emniyet tarafından fişlenen insanların bir çoğu mağdur edildi ancak görüştüğümde o insanların mağduriyet sözünü kabul etmediklerini gördüm. “Başımıza Gelenler Mağduriyet Değil, İmtihan ve Mücadele Serüvenidir” diyorlar. Ama şu bir gerçek yapılan fişlemeler ile cadı avı başlatıldı ve binlerce insan ‘sakıncalı’ ilan edilerek kamusal alandan dışlandı.

ANADOLU UYANIŞI KORKUTTU

Dönemin Refah-Yol Hükümetindeki koalisyon ortaklarından DYP lideri Tansu Çiller aleyhine medyada bir linç kampanyası başlatıldığını ve bu kampanyanın da TSK’nın yönlendirilmesiyle gerçekleştirildiği görülüyor. Medya neden bu kadar TSK’nın güdümüne girmişti?

Sadece Tansu Çiller değil Refah Partili Milletvekilleri ve bazı dernekler hakkında da medya eliyle kampanyalar yürütüldüğü belgeler ile deşifre olmuş durumda. TSK içindeki cuntacı ekip eliyle onlarca sipariş haberlerin iri medyanın manşetine çekildiği de belgelerde görülüyor. Zaten belgeler ile ve yapılan bazı itiraflar sonrası askerin emir erlerinin bugün paniklediğini görüyoruz. Bu panik boşuna değil. Hepsi işledikleri günahların farkında… Başlatılan soruşturma bize ulaşmasın çabasıyla bir birlerine çamur atıyorlar. Ya da hükümete ve bazı camialara yanaşma gayreti içine giriyorlar. “Her insanın aynalara göstermediği bir yüzü ve kimseye söylemediği bir hüznü vardır…” Maskeler düşüyor… Ama yaptıkları toplum mühendisliği asla cezasız kalmamalıdır. Apoletli medyada iç hesaplaşma başlasa da asıl süreç başlatılan soruşturmanın derinleşmesiyle başlayacak. Bir amaca körü körüne bağlanan insan, özgürlüğünü yitirmeye mahkumdur… Bunların hepsi de özgürlüğünü yitirmişlerdir.

Evet bu toplum mühendisliğini TSK ile kol kola yaptılar. 28 Şubat ekibinin ve medyanın gerçek amacı kendini üstün sınıf olarak gören resmi ideolojinin, yükselen Anadolu uyanışının önünü kesmekti. Böylelikle statükoları devam edecekti.

Şu atlanmamalı; bugün Ergenekon’a lobi desteği vermekten çekinmeyen medya dün de askerin emir ve talimatları doğrultusunda post modern darbenin içinde yer almıştı. Bilincin aynasına bakmaya cesaret edemeyenler, bugün halen bazı çevrelerce yönlendirilmeye devam ediyorlar. Derin bir güç sevdasından başka bir şey değil yaptıkları…

HAYALİ ÖRGÜTLERLE İNSANLAR KAFESE ALINDI

O dönemin şartlarında insanlara olmadık suçlar isnat edilmişti. TİŞKO’da bunlardan biri ve bu ihbarı yapan kişinin “dengesiz” biri olduğu da istihbarat raporlarında belirtiliyor. Bu kadar mantık dışı istihbaratlara dayanarak yapılan değerlendirmeler sonucu insanlar nasıl mağdur olmuştu?

Çok ilginç… Kitaptan iyi bir ayrıntı yakalamışsınız. Bahsettiğiniz TİŞKO meselesini önce anlatalım.  28 Şubat döneminde Genelkurmay İstihbarat Başkanı Çetin Saner’in Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir ihbar mektubu var. Genelkurmay İstihbarat Başkanı Çetin Saner imzasıyla 03 Nisan 1997 Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen ‘ihbar mektubu’nda Türkiye İsyancı Şeriat Komandoları Ordusu (TİŞKO) adlı hayali bir örgütten bahsedildiği görülüyor. İçeriği tamamen kurmaca ve senaryodan ibaret olduğu belli olan ‘ihbar mektubu’nda, örgütün üye sayısı yüz elli bin olarak belirtiliyor. 28 Şubat sürecinin olağanüstü şartlarının kurbanı olan MGV’nin hayali örgütle temasının olduğunun iddia edildiği mektupta, masa başında hazırlanan senaryo ile Emniyet’ten gereğinin yapılması isteniyor.

Birçok vakıf ve derneğin isminin sıralandığı mektupta, İslami Kuruluşların hedefinin laik rejimi yıkmak olduğu öne sürülüyor. Söz konusu vakıf ve derneklerin Refah Partisi ile birlikte hareket ederek TSK’yı saf dışı bırakmak için harekete geçtikleri de iddialar arasında yerini alıyor.

Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen ihbar mektubunun eklerinde ise ‘bilgi notları’na yer verildiği görülüyor. Nereden bilgi alındığı belirtilmeyen notlarda, TSK tarafından irtica paranoyası üretilip, İslami kuruluşlara operasyon yapılması beklentisi içine girildiği anlaşılıyor. Bilgi notlarında, hiçbir delil sunulmadan laik düzeni yıkmak için harekete geçtiği iddia edilen kişilere İran’dan maddi destek sağlandığı ifade ediliyor. Bilgi notlarında, sözde illegal faaliyetler yürüten ve İran’dan destek aldığı öne sürülen isimlere ve sorumlu oldukları bölgelere de yer veriliyor. Söz konusu isimler arasında din görevlileri ve kanaat önderlerinin yanı sıra belediye başkanlarının da olduğu görülüyor.

Paranoya da sınır tanınmadığı görülen bilgi notlarında İstanbul’da Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyen 700 bin İBDA-C mensubu, 500 bin Nurcu ve 1 milyon 200 bin İslamcı olduğu iddia ediliyor.
Söz konusu iddiaların yer aldığı mektuba Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından verilen yazılı cevapta ise, gerekli araştırmaların yapıldığı belirtilerek, Türkiye İsyancı Şeriat Komandoları Ordusu (TİŞKO) isimli bir örgütün varlığının tespit edilemediği ifade ediliyor. TSK elde ettiği bilgileri gizlese de, söz konusu iddiaları ortaya atan şahsa da ulaşıldığı ifade edilen yazıda, ihbarcının maddi sıkıntılı, psikolojik problemleri olan hayalperest, tutarsız bir kişiliğe sahip olduğu belirtiliyor. Söz konusu ihbarcının kendisine ‘ajan’ süsü vererek farklı gözükme gayreti içine girdiğinin tespit edildiği de vurgulanıyor. Emniyet tarafından TSK’ya gönderilen yazıda hayalperest ihbarcının açık kimliğine ve daha önce kurumlara yolladığı mektuplara da yer verdiği görülüyor.

Emniyet’in Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyenlerin rakamını da TSK’ya verdiği cevap ile yalanladığı görülüyor. İstanbul’da Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyen 700 bin İBDA-C mensubu, 500 bin Nurcu ve 1 milyon 200 bin İslamcı olduğunu iddia eden TSK’nın zıddına Emniyet, illegal örgüt üyesi 150-200 kişinin olduğunu belirtiyor.

Sözde illegal faaliyetler yürüten ve İran’dan destek aldığı öne sürülen isimlerin de araştırıldığını belirten Emniyet, haklarında iddiaların ortaya atıldığı şahısların yurtdışı kaynaklı anlayışlara kapalı olduklarını vurguluyor. Söz konusu ülkelerden şahısların, maddi destek almalarının da uzak ihtimal olduğunun altı çiziliyor. İşte o dönem insanlar bu şekilde hayali örgütlerle kafese alındı. Asılsız, delilsiz ve belgesiz insanların hayatları karartılmıştı. Önce ordu içinde cadı avı yapıldı. Sonra bütün devlet kurumlarında, hatta bütün toplumda cadı avı başlatıldı. 28 Şubat toplu bir afet idi.

YAKUP KÖSE’NİN SUÇU DİRENMEKTİR

28 Şubat’ta çok fazla isim mağdur olmuştu. Ancak 14 yaşındayken ne olduğunu bile anlamadan mağdur edilen Yakup Köse’nin durumu hepsinden daha acı vericiydi. Neydi Yakup Köse’nin başına gelenler?

Yakup Köse 28 Şubat sürecinde 14 yaşındaydı. Çeçenistan’a destek amaçlı yapılan bir gösteriye katıldıktan sonra yasadışı örgüt üyesi olmak gibi birçok mesnetsiz iddiayla terör örgütü suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Köse, çocuk hakları ile ilgili olarak imzalanan uluslararası sözleşmeler rafa kaldırılarak Terörle Mücadele Kanunu kapsamında Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılandı. Yedinci sınıfta öğrenci iken saçları usturaya vuruldu, kelepçelendi. 10 yıl hapis yattı. Cezaevinde iken her türlü işkenceyi gördü. 14 yaşında idam cezasına çarptırılan ve daha pek çok hakları ihlal edilen Yakup Köse, 28 Şubat’ı anlamak istemeyenlere en iyi örnektir.

HESAP SORMA ZAMANI GELDİ

Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir?

28 Şubat post modern darbesinin darbecileri her ne kadar soruşturması devam etse de yargı önüne çıkarılabilmiş değildir. Önce bu sağlanmalıdır. 28 Şubatçıların bir an evvel yasa dışı tüm faaliyetleri nedeniyle yargı önüne çıkarılması gerekir. Ergenekon ve Balyoz davaları hükümeti haksız eleştirenlere karşı yapılan planlı durum olmayıp, nihai hedefi darbecileri yakalayıp cezalandırmak, Türkiye’nin hukuka daha saygılı bir devlet olması ve Hukuk devleti ilkesinin yerleşmesini sağlamaktır. Zira Hukuk devletlerinde yargılanamaz olarak adlandırılan kişiler kurumlar olaylar olamaz.

28 Şubat darbesinde tanklar yürütülmüş, kurumlar ele geçirilmiş, hükümete görevden el çektirilmiştir. Binlerce insan gözaltına alınıp yargılanmış, darbecilerin talimatıyla yargı dindar insanları delilsiz ve keyfi olarak düzmece yargılamalarla cezalandırarak hapse doldurmuştur. Hukuksuz bir şekilde dindarlara bağlı vakıf ve dernekler kapatılmış, malları müsadere edilmiştir. 28 Şubatla birlikte açıkça despotik bir askeri diktatörlük kurulmuştur. Bu diktatöryal yönetim faaliyeti baştan ayağa suçtur ve mutlaka yargılanmalıdır. Unutulmasın ki; Batı Çalışma Gurubu, Cumhuriyetçi Çalışma Gurubu, Doğu Çalışma Grubu ve Ergenekon yapılanmaları aynı zihniyetin ürünleridir. Bu zihniyetten topyekun hesap sorulmalıdır.

on5yirmi5