Yazarlar gündemi nasıl değerlendirdi?

Medya
Emre Aköz ve Abdülkadir Selvi, bugünkü köşe yazılarında dün çok ses getiren BBC röportajına değindiler. Sevilay Yükselir’in gündemindeyse paralel devlet vardı. Ali Bayramoğlu, “devlet ve i...
EMOJİLE

Emre Aköz ve Abdülkadir Selvi, bugünkü köşe yazılarında dün çok ses getiren BBC röportajına değindiler. Sevilay Yükselir’in gündemindeyse paralel devlet vardı. Ali Bayramoğlu, “devlet ve iktidar kavgası” vardır diyerek, gündeme bambaşka bir açıdan baktı. İşte köşe yazarlarının gündemindeki ana maddeler…

YENİ ŞAFAK

Abdülkadir Selvi / BBC röportajı

Yazılı basından özel televizyonlara geçen kuşaktandım. Aramızda mikrofonu dondurma külahı gibi tutan da vardı, teybi kapıp, mikrofonu unutup röportaja koşanı da…

İlk başlarda sayfalarca haber yapar, Kam Spiker ile Beta’yı ayırmayı komik bulurdum.

Ancak haber montajlanıp, bültende yayınlanınca, asıl komikliğin kendi anlayışım olduğunu görürdüm. Kameramanlardan, montajcılardan, editörlerden, yönetmenlerden çok şey öğrendim. Özel TV kanallarında çekirdekten yetişme televizyoncular az sayıda bulunurdu.

TRT’den yetişen spiker ve teknikçiler gönüllü ustalarımız gibiydi. E, açık olmayacak, haberde kurguya dikkat edilecek. İçlerinden BBC’yi görmüş olanı çıkarsa imrenerek bakardık.

Haberi de, röportajı da sorgularlardı. Röportaja girmeden önce hazırlık yapar, sıkı sorular sorarlardı. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin BBC’deki röportajını o gözle seyrettim.

Röportaj bitti, ‘Yanlış bir kanala mı baktım’ diye kontrol ettim. BBC mi yoksa Samanyolu TV mi!

Hocaefendi’nin ayaklarının altında Samanyolu TV yazıyordu, ama ekranda BBC logosu vardı.

Habercilikte dünya çapında bir ekol olan BBC gitmiş, yerine Gülen Hareketinin yayın kuruluşu olan Samanyolu TV gelmişti. Hocaefendi’nin karşısında ise soran, sorgulayan, çapraz sorularla konuyu açmaya çalışan BBC muhabiri değil, önceden çalışılmış soru ve cevaplarla Gülen medyasından yetişmiş biri duruyordu.

Mesajların derli toplu verilmesi noktasında Gülen Hareketi açısından başarılı bir yayıncılık olabilir, ama BBC haberciliğinin intiharıydı. O röportajda dikkatimi çeken noktalardan birisi, Said Nursi vurgusu oldu.

Yazının devamına ulaşmak için tıklayın…

YENİ ŞAFAK

Ömer Lekesiz / …ve şeytani dil Diyanet’e yönelir

Şu kadarcığını olsun düşünemiyor mu Hizmetçiler: ‘Ülkemde ne zaman istikrar, refah, huzur ve kardeşlik imkanları oluşsa, içerdekilerden veya dışarıdakilerden ya da her ikisinden birden bir fitne, bir bela zuhur eder.’

Şimdi kendileri başkaları tarafından hazırlanmış karanlığı mekan tutarak mızraklarının uçlarına taktıkları Kur’an sayfalarını çıkarıyorlar ışığa ve gerilerinde ne oluyor tam bilmiyoruz. Karanlıktan gelen seste aydınlık olmaz çünkü; işte öylesine seslere tanık oluyoruz sadece: Beddua beddua yükselen hırıltılar, sipariş yazı talimatları, İsrail bayrağının arkasına saklanmış süflörlerin çemkirmeleri, besleme oldukları daha sentakslarından belli olan akademisyenlerin zırıltıları!

Hizmetçiler düşünemiyorlar ve göremiyorlar mı bunları?

Bence her ikisi de geçerli.

Yoksa bunca pervasızca, bunca şımarıklık tutkusuyla karanlıktan kurşun sıkar, dini de istismara ederek ülkemin sağladığı yükselişi, milletimin son on iki yılda topladığı enerjiyi yer ile yeksan etmeye kalkışırlar mıydı?

İnsan bir kere haddi aşmaya görsün; hadsizliği ona sevimli gelir; tahrip etme fiili (cehennem ateşinin mülhitlere zevk vereceği gibi) ona zevk verir. Hoca iken çömeze, muteber iken saman çuvalına, çelebi iken Batı medyasının pilli megafonuna, İsrail gazetelerinde muhabbet tellalına dönüşür de haberi bile olmaz.

Bu yazıya başlamadan önce darbe operasyonunun yayın merkezi haline gelen gazetelerine -ahlakı hatırlayacaklarına dair bir umudum kalmamasına rağmen- yine de bir bakayım dedim, baktım.

Oradaki yazarların çoğunluğunu yine hadsizliğin, sahtekarlığın, ukalalığın, şımarıklığın, terbiyesizliğin, seviyesizliğin sarhoşluğunda yüzüyor olarak gördüm.

Bu öyle bir yüzüş ki, şimdi de Diyanet’i dolamışlar pelteleşmiş dillerine.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

YENİ ŞAFAK

Ali Bayramoğlu / Konforlu pozisyonlar

Başbakan ne yapıyor?

Toplumu ve siyasi alanı baskı altına alıp yolsuzlukları örten, tek adamlık peşinde koşan bir toriterleşme pistinde mi ilerliyor?

Yoksa siyasi bir ‘baskın’a karşı büyük bir savaş mı veriyor? Devlet kurumlarının içinin boşalmasına ve ele geçirilmesine karşı önlem mi almaya çalışıyor?

Bu soruları soramamak ve doğru yanıtı bulamamak, insanı Türkiye açısından tümüyle ‘anlama sahası’ dışına iter.

Arafta bir durum yok. Bir devlet ve iktidar kavgası var.

Kavgayı başlatan, devlet gücünün bir kısmını elde tutan, kapalı ve şeffaf olmayan bir siyasi grup. Bu durum, ülke düzeni ve demokrasisi hakkında düşünen her kişi için temel soru ve sorunu oluşturmalıdır.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

SABAH

Mehmet Barlas / Kemalist ideolojiye cemaatçi örgütlenme desteği mi?

Bugüne kadar sık sık kullandığımız ve doğru olduğuna inandığımız bazı kavramların nitelik ve içerik değiştirdiğini görmemiz gerekiyor.

Bu kavramlardan biri “Toplum Mühendisliği” değil miydi?

Buna göre Kemalist ideolojinin doktrinerleri olan “Toplum mühendisleri” değişimi ve gelişmeyi yok sayıp, toplum yapısını bürokratik oligarşinin egemen olacağı ve halkın eğilimlerini devre dışı tutacak şekilde dondurmayı planlarlardı. 

“Şeriat tehlikesi” veya “Komünizm tehlikesi” ya da “Bölücülük tehlikesi” gibi kavramlar da, siyasete ve düşünce hayatına getirilen yasakların gerekçeleri olurdu. Kamuoyunda toplum mühendislerinin egemen olduğu askeri yönetim dönemlerine “Geçiş dönemi” veya “Ara rejim” denirdi. 

Destek kesimler 

Oysa gerçekte seçilerek gelmiş yönetimlerin bulunduğu dönemler “Ara rejim” olarak görülürdü… Kamuoyu “Nasıl olsa bunlar da devrilir” beklentisi içinde her 10 yılda bir askeri müdahale yapılacağına kadermiş gibi inandırılmıştı. Medya, üniversiteler, yargı ve yerleşik sermaye bu inancı kökleştiren söylemlere kaynaklık ederdi.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

YENİ ŞAFAK 

Markar Esayan / Beni lütfen ‘aydın’latın

Yeni okuma fırsatını bulduğum 100 aydının bildirisini değerlendirmek istiyorum bugün. Öncelikle bildiriyi okuyalım.

‘Yetti Artık! Yolsuzluğu da Ergenekoncuları da AK’lama’

‘Derin bir yolsuzluk soruşturması, inanılmaz bir hızla Balyoz ve Ergenekon davasından ceza yiyen darbecilerin yeniden yargılanması tartışmasına bağlandı.

Bu eğilim, hem yolsuzluk yapanları hem de Ergenekoncu ve Balyozcuları aklamayı hedefliyor.

HSYK’nın yapısını 2010 öncesine döndürerek tümüyle hükümete bağlamaktan yolsuzluk soruşturmasını yapan yargı mensuplarının ve kolluk güçlerinin tasfiye edilmesine kadar bir dizi hukuksuzluk gündemde. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

TÜRKİYE

Melih Altınok / Üçüncü yol yol değildir

Bir gazeteci arkadaşım 100 kişinin imzaladığı ve Zaman’ın sürmanşetten gördüğü “Yetti Artık! Yolsuzlukları da Ergenekoncuları da AK’lama” isimli bildiriyi okuyunca “dur” dedim. “İsimleri söyleme, birkaçını ben tahmin edeceğim!”

Saydığım 10 isimden ikisi dışında hepsi de listedeydi. O ikisinin de metni sahiplenmenin getirisini götürüsünü enine boyuna hesapladıktan sonra tavırlarını netleştireceklerinden şüphem yok. Bu arada bildiride imzası bulunanların büyük bir çoğunluğunun ismini ilk kez duyduğumu belirteyim de, kendilerine haksızlık etmiş olmayayım. Zira sözlerim de onlara değil, tanışlara…

Elbette bu başarılı loto performansımın nedeni kâhinliğimden falan değil. Ama dinlediğim metindeki gibi, en kritik politik süreçlerde, ilkesel bir üç yol duruşu tarif ederken aslında neye taraf olunduğunu defalarca gördüm. Ve bu tarzın kadim temsilcilerini de çok iyi tanırım.

Nerden mi? 28 Şubat’ta, 27 Nisan’da, ordu halkının, siyasetin üzerine yürüyünce  “ne darbe ne şeriat” diyerek meşru siyasetin acziyle askerî vesayetin fütursuzluğunu eşitlemelerinden mesela.

Ya da Esad’ın varil bombası taşıyan uçaklarına karşı muhaliflerin sapanlarıyla yürütülen savaşta “her iki taraf” tabirini kullanıp, zalimle mazlum arasındaki farkı silivermelerinden.

Eskiden askerî vesayetin açık darbe planları, provokasyonları, havada uçuşurken meşru siyasal iktidarın icraatlarında tehdit avına çıkarlardı. Şimdi de siyaset karşısında konumlanıp, siyaseten doğruculuk sloganlarıyla vesayete talip yeni bürokratik oligarşiye ürkekçe omuz veriyorlar.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

SABAH

Sevilay Yükselir / Evrensel mi, paralel evren kriterleri mi? 

Şimdi değil, ta en başından beri söylüyorum. “Bunlar… Devlet içinde kendilerine ayrı bir imparatorluk kuran bu paralellerin esas derdi çözüm sürecini baltalamak. Savaşın yeniden başlamasını sağlamak!” diye ama anlatamıyorum! İstemiyor kardeşim bu adamlar barış filan. Çünkü bu barış, kuyrukçuluğunu yaptıkları malum dış mihrakların işine gelmiyor. Çünkü o dış mihraklar biliyor ki, Türkler ve Kürtler el ele verdiğinde Türkiye bulunduğu bölgede en güçlü ülke olacak. Onun için de epey zamandır sinsi sinsi, el altından oyun üzerine oyun kuruyorlar!

Düşünün… Devlet bütün riskleri göze alıp, 40 yıldır süren ve kardeşin kardeşi öldürdüğü bir savaşı sonlandırmak için masaya oturuyor. Çözüm için türlü türlü öneriler getiriyor. Muhatabına “İnin dağdan artık… Gelin birlikte siyaset yapalım!” diyor. Ama bir bakıyorsunuz, aynı devletin polisi ve yargısı bir torba açıyor, adını KCK koyduğu ve dağa çıkmayıp düz ovada siyaset yapmayı tercih eden ne kadar Kürt varsa “terörist” diye yaftalayıp cezaevlerine tıkıyor!

Devlet ileri demokrasiyi getireceğini savunup sadece Kürtler’e değil, Türkiye’nin tüm yurttaşlarına özgürlükler, insan hakları konusunda güvence verdiğini söylüyor. Ama bir bakıyorsunuz aynı devletin yargısı Türkiye’nin girilmesi çok zor olan Galatasaray Üniversitesi’ne yüzde 1’lik dilimle giren zekâ küpü 20 yaşındaki Cihan Kırmızıgül adlı genci “puşi” taktığı için 11 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıyor!

Bakın verdiğim bu iki örnek çok önemli. Devletin politikalarına evvelden beri kafa tutan paralel bir devletin olduğunun bariz kanıtıdır. Daha o günlerde belliydi devlet içinde başka bir devlet olduğu. Hükümet de ve hükümet yanlısı bir kısım medya mensubu da göremedi ayrı konu ama bana göre çok netti o günlerde bu yapının fotoğrafı! Keşke o gün görülebilseydi ve daha o günlerde alenen ülkenin iç huzurunu, dinamiklerini bozmak isteyen bu paralel yapıya müdahale edilseydi.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

SABAH

Mahmut Övür / Hanefi Avcı’nın çözüm süreci uyarısı

Türkiye’ye kurulan tuzağı en net biçimde o tuzağı kuranların kurbanı olan eski Emniyetçi Hanefi Avcı anlatıyor. Avcı Sabah’tan Sevilay Yükselir, Abdurrahman Şimşek ve Yahya Bostan’a, cezaevinde önemli açıklamalar yaptı. Avcı’ya göre ortada hükümetin politikalarıyla da yetinmeyen, tüm partileri dizayn etmeye çalışan ve Türkiye’yi köşeye sıkıştıran bir “örgüt” var.

Haksız tutuklama ve yargılamalarla bürokrasideki gücünü pekiştiren örgüt, 7 Şubat’ta ortaya çıkıp, 17-25 Aralık’ta hükümeti düşürmeye kalktı. 1 Ocak’ta ise TIR operasyonuyla Türkiye’yi hedef alabileceğini gösterdi. “Adana ve Hatay’da yaşananlar skandal ötesi” diyen Avcı, asıl tehlikenin 7 Şubat’ta ortaya çıktığını şu sözlerle dile getiriyor: “Alenen devletin politikalarına kafa tutan bir suikast söz konusuydu.”

Sol siyasetin ve bir kısım aydının, bu çatışmaya hâlâ bir “yolsuzluk” meselesi olarak bakmasına da en iyi cevabı Avcı veriyor. Avcı, “çözüm süreci”nin önemine dikkat çekip herkesi uyarıyor: “Çözüm süreci ülke için çok hayati. Hükümetin süreci ileriye götürmede temkinli olduğunu görüyorum, bence böyle olmamalı. Hükümet bir an önce başarıya ulaştırmak zorunda.”

Herkesin merak ettiği ve üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen çözülemeyen kaset komplolarıyla ilgili de çarpıcı bir açıklama yapıyor.

Yazının devamına ulaşmak için tıklayın..

SABAH

Emre Aköz / Gülen’in stratejisi: Kavgaya devam

Fethullah Gülen’in BBC televizyonuna söyledikleri önemli. Çünkü 16 yıl sonra ilk kez çıktığı ekranda irticalen konuşmuştu. Gülen’in temel fikirlerini az-çok biliyoruz. Beni asıl ilgilendiren, Başbakan Erdoğan ile yaptığı kavganın bugünkü aşamasında, bir uzlaşma arayışına girip girmeyeceğiydi. Kavgaya son verecek türde bir geri adım atması şart değildi. Hiç olmazsa ateşkes manasına gelecek bir mesaj verecek miydi? 

Hayır, vermedi… Sadece bir ara… “Bu fırtınanın dineceğine inancımı hiç kaybetmedim. Allah’ın izni ve inayetiyle… İcabında sükût dururuz” diyor ama o kadar… 

“Sükût dururuz” derken, ateşkes yapmayı veya Başbakan’ın otoritesine tabi olmayı değil; sabretmeyi kastediyor. Zaten lafı kurduğu okullara devletin el koymasına getiriyor ki… Bence “yapacakları en fazla budur, biz de buna tahammül ederiz” diyor.

Neden böyle? Bence kavgayı kazanacağını hesaplıyor. Neye dayanarak? Gülen’in fikrini (kendi sözlerinden hareketle) şöyle özetleyebilirim: 

1) Emniyet ve Yargı’daki görevden almalar, kurunun yanında yaşı da yaktığı için, diğer kesimlerde de hoşnutsuzluk yaratacak.

2) Yolsuzluklar konusunda Başbakan halkı ve elitleri ikna edemeyecek. 

3) ABD ve Avrupa, demokrasi ve hukuk alanındaki sorunlar nedeniyle, Başbakan’ı desteklemeyecek. 

4) Başbakan, Barış Süreci’yle amaçladığı noktaya varamayacak.

Gerçekleşmeleri halinde, bu dört temel nokta, Başbakan Erdoğan karşısında Cemaat’i galip getirebilir mi? Sanmıyorum. 

Çünkü kavga süreci Cemaat’i fena halde örselerken, halkın Başbakan’a olan güçlü desteği hâlâ devam ediyor. 

Yazının devamına ulaşmak için tıklayın…

STAR

Yalçın Akdoğan / Ma’şeri vicdan asla yanılmaz

Parti kurulduğu günden itibaren çok ciddi siyasi saldırılara maruz kaldı. Bir siyasi partinin başına ne tür devirme, kapatma, yıpratma, engelleme operasyonu gelebilirse AK Parti’nin başına hepsi geldi. En son yapılan saldırı da gösterdi ki, AK Parti ‘YA TUTARSA’ türü saldırılarla alaşağı edilebilecek veya yıpratılabilecek bir siyasi hareket değildir.

Nitekim saldırı dalgasının tersine çevrilmesi sonrasında ‘ya tutarsa ittifakı’nın çözülmeye başladığı görülüyor. Birçok ülke ve çevre önce ‘bu işin arkasında biz yokuz’ savunması yaptı, ardından da ‘paralel yapıyı tasvip etmeyiz ve bunlarla iş tutmayız’ vurgusuna başladı.

Kamuoyu algısını yansıtan anketler vatandaşın da hükümetin söylemini desteklediğini gösteriyor.

Cemaatler hükümetten yana

AK Parti iktidarı dönemindeki genel demokratikleşme her toplum kesiminin rahat nefes almasını ve kendi alanında ciddi gelişmeler yaşamasını sağladı. Geçmişten bu yana büyük mağduriyetler yaşayan sivil toplum kuruluşları nereden nereye gelindiğini çok iyi takdir ediyorlar.

Yazının devamına ulaşmak için tıklayın…

STAR

Ahmet Taşgetiren / ‘Sükut durmak’

Bugün’den ayrılmamıştım. Hadise büyümeye başlamıştı. Manşetler alev alevdi.

Bir gün benim önerimle Gazeteciler Yazarlar Vakfı’nın Kuzguncuk’taki yalısında, Mustafa Yeşil, Erkam Tufan Aytav, Mümtazer Türköne ve Ahmet Turan Alkan’la bir araya geldik.

Konuştuk, konuştuk, konuştuk. Herkes problemin daha da büyüyeceği kaygısını taşıyor ve herkes durduğu yere göre bir okuma ve haklılık değerlendirmesi yapıyordu. Ben de Hizmet adına verilen görüntünün problemli olduğuna işaret ediyordum. Bir ara, Erkam Tufan Bey’di sanıyorum, “Ne yapmalı?” diye sordu doğrudan bana hitaben. Ben de “Susuyoruz’ diye bir manşet atsın Hizmet’in gazeteleri” dedim. Orada bulunan arkadaşlardan biri “Bu çok naif bir düşünce, dedi, bundan sonra olmaz bu.”  

Fethullah Hocaefendi, BBC’ye uzunca bir demeç vermiş. Pek çok soru sorulmuş, eminim bugün o demecin pek çok boyutu tartışma konusu olacaktır. Ben de tartışma getirecek o konuların farkında olmama rağmen, bir hususu öne çıkaracağım.

Sorulan bir soru şu: “Hem hizmet hareketinden hem de karşı taraftan bazı figürler, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar gerginliğin durulmayacağı ve Türkiye’de sulhun hakim olmayacağı anlamında ifadelerde bulundular. Siz Türkiye’nin ve Hizmet’in yakın geleceğini nasıl görüyorsunuz bu anlamda?”

Hocaefendi bu soruyu cevaplandırırken, Başbakan’ı kastederek “Arkadaşın bir mabeyn-i Hümayunu var” diyor. “Meseleleri zannediyorum farklı intikal ettiriyorlar.”

Sonra “Ben haşa bir insanda öyle bir dengesizlik, hele paranoya falan var, buna ne kalbim ne de vicdanım, ne de dilim varmaz böyle bir şey söylemeye. Ama bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevkediyorlar sanıyorum” diyor.

Bunlar da, çok kolaylıkla “Dilim varmaz ama…” diye başlayıp, basbayağı söylenmiş şeyler olarak okunma riski taşıyor olmasına rağmen ben gene de bir alttaki cümleyi önemsemeyi tercih ediyorum.

Diyor ki orada Hocaefendi: “Fakat bu fırtınaların dineceğine inancımı hiç kaybetmedim. Allah’ın izni inayetiyle.İcabında sükut dururuz.”

Diyorum ki, şayet “icabında sükut durulabilseydi” bugünkü noktalara asla gelinmezdi. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

STAR

Fadime ÖZKAN / Bu arkadaş!

16 yıl aradan sonra ilk televizyon mülakatını verdi, diye anonslandı Fethullah Gülen’in BBC röportajı. “İlk” vurgusu, konuşmayan birinin suskunluğunu bozması iması taşısa da daha sadece bir hafta önce, rutin açıklamaları dışında bir de Wall Street Journal’e konuşmuştu Gülen Hoca.

Öncesi de var. İçinden ananas, ihale planlaması, patronlara selam vesaire geçen ve buram buram dünya kokan konuşma -her ne kadarkendini dine-ilme adamış hocaefendi imajınıyerle yeksan etse de biz fanilere ulaşmış ilginç bir haberdi elbet.

Rutin konuşmaları dışında adamlarının, kurumlarının, medyasının yahut polis-adliye ekibinin yapıp ettikleri de fikir vermekteydi kumanda merkezinin siyasetine dair.

Fısıltıyla sızanı, kendisi bir biçimde onaylamamaktaydı sonradan. Nitekim Başbakan’a yönelik sarf edilen Yezid, Firavun, diktatör, Ebu Leheb, boşbakan, başcanavar gibi tahkir ve tahrik edici ifadelerin devamını da o getirdi: “Bu arkadaş”.

Kendi adıyla anılan bir cemaati ve devlet içine çöreklenmiş, dilediğinde harekete geçirebildiği bir çetesi olan, Pensilvanya ikametli Fethullah Gülen, Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş yetkilendirilmiş meşru Başbakanı’na “bu” diyor.

Beddua ederken “post”una, buyurduğunda “taht”ına oturan zatı-âlileri tam olarak şöyle diyor hatta: “Bir mabeyni hümayun var herhalde zannediyorum çevresinde. Mabeyn, padişahların etrafındaki insanlara deniyordu. Çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar. Bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum bu arkadaşı”.

Yeni yerli sömürgeci

“Mabeyn-padişah” anıştırması, üzerinde durulmaya değer bir yenilik taşımıyor.

Sivil siyasi iktidar üzerinde baskı kuramayanlar koalisyonu, kaybedilen her seçimden sonra dozajını biraz daha artırıp diş gıcırdatarak bunu demekteydi zaten koro halinde. O yüzden geçiniz. Ama “bu arkadaş” vurgusu mühim bir yenilik taşıyor.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

AKŞAM 

Mehmet Ocaktan / İkibuçuk liberal cemaat ve TÜSİAD ittifakı

Seçime ayarlı 17 Aralık operasyonu, her şeye rağmen tavrını milli iradeden yana koyanlarla devlet içinde cunta yapılanmalarına arka çıkan, bir şekilde şantaj ve kaset çetelerine bulaşmış olanların saflarını kesin bir şekilde netleştirdi. 

Operasyon esas itibarıyla Tayyip Erdoğan’dan kurtulma hedefiyle yola çıktığı için, ipten kazıktan kurtulmuş “ikibuçuk liberal tayfa” da, Ergenekon artığı ulusalcılar da, iş dünyasının şişman kedileri de, cemaatin tepesindeki isimler de bir anda paralel cuntanın arkasında kuyruğa giriverdiler. 

Düne kadar otoriterleşmeden, vesayet rejiminden şikâyet edenler ne hikmetse, bugün devlet içinde gizli bir güçten emir alan paralel cuntanın oluşturduğu korku imparatorluğunu görmezden geliyorlar. 

Geçmişte günlerce “Özel yetkili” savcıların aleyhinde yazı yazan buçuk liberaller, şimdi toplumu ve siyaseti esir almaya çalışan yargı içindeki paralel yapının faziletlerini anlata anlata bitiremiyorlar. Öyle ki, Balyoz ve Şike davalarında olup bitenleri “Otonom yapının sorumluluğunda olan şüpheli deliller” olarak tanımlayanlar, şimdi kendilerini bile inkâr etme pahasına, sırf Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapmak için paralel cunta yalayıcılığı yapmakta bir beis görmüyorlar. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

VATAN

Hüseyin Yayman / Leyla Zana’nın İmralı ziyareti neden önemli?

Leyla Zana 3 Mayıs 1961’de Silvan’ın Bahçe Köyü’nde doğdu. On dört yaşında gelin oldu. On beş yaşında anne oldu. 11 Aralık 1977 yerel seçimlerinde eşi Mehdi Zana Diyarbakır Belediye Başkanı seçildi. Darbe günlerinde kucağında iki çocuğuyla eşini cezaevi kapılarında bekledi.

Otuz yaşında SHP’den milletvekili oldu. Türkiye onu 6 Kasım 1991’deki yemin gecesinde tanıdı. ‘Bu yemini Türk ve Kürt kardeşliği adına okudum’ sözünü Kürtçe söylediği için ülkede küçük çaplı deprem oldu. 2 Mart 1994’te TBMM’den beyaz bir ‘Toros’a bindirilip Ulucanlar Cezaevi’ne götürüldü.

Ulucanlar Cezaevi’nde tam on yıl yattı. Cezaevi süreci Zana’nın hayatında milat oldu. Siyasetçi girdiği cezaevinden bilge biri olarak çıktı. 9 Haziran 2004’te tahliye edildiğinde henüz kırk üç yaşındaydı. Sonrasını zaten biliyorsunuz. Önce DTP denemesi, parti içi tartışmalar derken 2011 yeniden vekil oldu.

Leyla Zana: Sorunu Erdoğan çözer…

PKK 2012’yi final yılı ilan edip, ‘Devrimci Halk Savaşı’ çağrısı yaptığında Leyla Zana, ‘Kürtler en büyük devrimini zaten yaptı, biz halk savaşını Türklere karşı mı vereceğiz’ diyerek bu konsepte karşı çıktı. Asıl itirazını 14 Haziran 2012’de Hürriyet’teki söyleşisinde yaptı. Leyla Zana’nın bu çıkışı çözüm sürecinin ilk adımı oldu. Tabutların geldiği bir ortamda ‘sorunu Erdoğan çözer’ demek cesaret istiyordu. Başbakan’la yaptığı görüşme umutların tükendiği zamanda çözümü yükselten bir girişim oldu. Aykırı açıklamaları ve Başbakan’la teması BDP çevrelerinden eleştiri aldı.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

HÜRRİYET 

Akif Beki / TÜSİAD’ı kim kandırıyor?

‘Ne yani Başbakan’ı kandırıyorlar mı’ diye sormuşum hayretle. Bir avukat mektubu hatırlattı, Bülent Arınç’ın deyimiyle ‘meğer çok safmışım’. 

Dünkü Sabah’ta, Hanefi Avcı’yla konuşmuşlar. Başbakan’ın paralel örgüte geç müdahale ettiğini, çünkü yanıltıldığını söylüyor. Ne yani, ‘paraleller’i hâlâ göremiyorlar diye bugün TÜSİAD’ı da, Bahçeli’yi de, Kılıçdaroğlu’nu da bir kandıran mı var?

Aynı saflıkla şunu da merak ediyorum: Yargıya güveni kim sarsıyor yahu? “Mesela bir davamda Hâkim Ömer Diken, aynı gün hem mahkeme üyesi hem de mahkeme başkanı görünüyordu. Şikâyet ettim. Hâkim inceledi, ‘Ben suç görmedim’ dedi. Sonra onu (Ali Alçık) Yargıtay üyeliğine terfi ettirdiler” diyor Hanefi Avcı… 

“Fiilen ayrı bir paralel hukuk yapısı üretildi. Tabii vatandaşın devlete güveni sarsıldı” diyor…

Kim bu Hanefi Avcı? Emniyet istihbaratının ciğerini bilen, bu yargının da sillesini yiyen eski polis şefi. Ona mukabil, TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz ne görüşte peki? Önde gelen bazı işadamlarına, delil dosyalarının kapağını bile kaldırmadan gözü kapalı tutuklama kararı verilmesine bir şey demiyor. Böyle işlemler, iş âleminde hukuka güveni sarsmıyor zira. Ama çivisi çıkmış bir yargıya çekidüzen verecek yasal düzenlemeler, yabancı yatırımcıların hemen gözünü korkutuyor… 

Küresel sermaye, ayyuka çıkan paralel örgütlenme abukluğundan değil de… Meclis’in, ona müdahale eden yasama faaliyetinden dolayı Türkiye’den kaçacakmış! Bir işadamları örgütü düşünün; işadamlarının hakkına, hukukuna sahip çıkmak yerine… 

Amacı sadece yolsuzlukları ortaya çıkarmakmış, yargı hiçbir karanlık emele alet edilmiyormuş gibi yapıyor… Gözü boyanmış olan hangisidir öyleyse; Hanefi Avcı mı, Muharrem Yılmaz mı?

Yazının devamını okumak için tıklayın…

MİLLİYET

Nihat Ali Özcan / Türkiye’nin ‘örtülü operasyon’ hafızası

MİT’e ait TIR’ların aranması gündemdeki yerini koruyor. Başka bir ifade ile hükümetin Suriye politikası ve atılan adımları tartışmaya devam ediyoruz.  

Hükümet, Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunlarını ciddiye aldığını iki yıl önce ilan etti. Ardından da TSK’yı görevlendirmek için TBMM’den yetki aldı.

İç savaşın hüküm sürdüğü bir komşunuz varsa ve bir milyon mülteciye ev sahipliği yapıyorsanız elbette kaygı duymalısınız. Sınırın öteki tarafındaki siyaset ve güvenlik ortamını şekillendirmek zorundasınız. Üstelik Türkiye bunu ilk defa da yapmıyor.       

Tarihi hafıza ve Yarbay Şefik Özdemir

Kurtuluş Savaşı devam ederken, TBMM Hükümeti İngilizlere karşı bir “örtülü operasyon” kararı aldı. Operasyon,  Şubat 1922’de planlandı. Batı cephesinde ise Büyük Taarruz hazırlıkları sürüyordu. Amaç, İngiliz işgalindeki Musul’da siyasi ve askeri ortamı Ankara hükümeti lehine şekillendirmekti.        

Yazının devamını okumak için tıklayın…