Yazarlar gündemi nasıl değerlendirdi?

Medya
Takvim’den Bülent Erandaş, Star’dan Sibel Eraslan, Beril Dedeoğlu, Yeni Şafak’tan Ömer Lekesiz,  Hayrettin Karaman ve Sabah’tan Mehmet Barlas gündemdeki konuları değe...
EMOJİLE

Takvim’den Bülent Erandaş, Star’dan Sibel Eraslan, Beril Dedeoğlu, Yeni Şafak’tan Ömer Lekesiz,  Hayrettin Karaman ve Sabah’tan Mehmet Barlas gündemdeki konuları değerlendirdiler. İşte köşe yazarlarının gündemindeki ana maddeler… 

Hayrettin Karaman / Maksadınız nedir?

‘İmam Hatip Okulları ölmüştür veya buradan dindar nesil çıkmaz’ diyenler var.

Hayır ve hizmet için kurulmuş vakıflara ve derneklere devletin ve yerel yönetimlerin, doğrudan veya yönlendirme yoluyla yardım etmesine karşı çıkanlar; bunu rüşvet sayanlar veya bu yardımları alanların devletin/iktidarın uydusu olacağını iddia edenler var.

Ben de bu yazıları yazanlara, bu konuşmaları yapanlara soruyorum:

Maksadınız nedir?

Siz üzüm yemek mi istiyorsunuz, bağcıyı dövmek mi istiyorsunuz!

İmam Hatip okullarında Arapça, Kur’an-ı Kerim, tefsir, fıkıh, hadis, siyer gibi islamî derseler okutuluyor; bunların yanında diğer okullarda okutulan fen ve kültür dersleri de okutuluyor. Bu okullarda abdest alma ve namaz kılma yerleri var, öğrenciler ibadete teşvik ediliyorlar, güzel ahlak ve âdâba önem veriliyor, halkın ilgisi mükemmel, çocuklarını bu okullara vermek isteyenler çok… peki bu okullar nasıl ölmüş oluyor veya bu okullardan dindar nesil yetişmeyecek de nerede yetişecek!

Ben yalnızca bu okullarda dindar, ahlaklı ve edepli insanlar yetişir demiyorum (tekçi ve tekelci değilim), ama bu okulların bu maksat için daha uygun olduklarını söylüyorum.

Bu okulları ölü ilan edenlerin maksatlarını merak ediyorum: İmam Hatip okullarını bahane eden dindarlaşma düşmanları mısınız?

İmam Hatip Okulları sizin öğrenci sayınızı azaltarak menfaatinizi mi baltalıyor?

İmam Hatip Okullarından mezun olmuş ve ülkemizin her kademesinde, her alanında başarılı ve olabildiğince namuslu hizmetler veren, başarılara imza atan insanları mı kıskanıyorsunuz?

Yoksa kıskanmanın da ötesinde bu ülkeyi götürmek istediğiniz –İslam’a göre meşru ve makbul olmayan- noktaya götürmenize engel oluyorlar diye onları hedef tahtasına mı koydunuz?

Bu okullara -şimdiki durumlarını bilmiyorum ama- bir zamanlar TÜSİAD karşı idi, CHP oldum olası karşıdır, bazı dini ve ideolojik gruplar karşıdır; bütün bunları anlamak mümkündür de, Müslümanların safında görünmeye gayret eden bazı yazar çizerlerin onlarla saf tutmalarına ne diyeceğiz?

Yazının devamını okumak için tıklayın….

Beril Dedeoğlu / Cenevre’den ilk kareler

Suriye’nin geleceğine yönelik yol haritasının ele alındığı görüşmeler, önce tarafların birbirlerine olan öfkelerini boşaltmaları amacıyla Montrö’de yapıldı; sonra ‘resmi’ görüşmelere geçildi.

İster resmi, ister gayrı resmi olsun, toplantılardaki konuların ve tartışma konularının içerikleri değişmeyecek. Bir tür Suriye’nin Lozan’ı olabilecek bu görüşmelerde esas olan, Suriye rejiminin tezlerine kimin arka çıkıp kimin karşı çıkacağıyla ilgili.

Anlaşıldığı kadarıyla Suriye yönetimi görüşme stratejisini terörle mücadele üzerine kurmuş. Ne de olsa dünya güçlerinin son derece duyarlı oldukları bir konu diye düşünülmüş olmalılar. Özellikle radikal Sünni grupların terörist oldukları, onların rejimi devirip yerine şeriat devleti kurmak istedikleri, dolayısıyla devletin bu gruplarla mücadelesinin meşru olduğu savunuluyor. Üstelik bu gruplar vahşet uyguladıkları için, onları bertaraf ederek Suriye halkının korunduğu ileri sürülüyor. Ancak rejim vatandaşlarını pek koruyamamış olacak ki, 5 milyondan fazla kişi yurt dışına kaçmak zorunda kaldı, binlerce kişi de hayatını kaybetti, bütün ülke yakılıp yıkıldı.

Sadece bu gerekçeyle bile, rejimin varlığını sürdüremeyeceği ortada.

Türkiye’yi suçlama stratejisi

Suriye dışişleri bakanının açıklamalarına bakılırsa, terörle mücadelenin daha az maliyetle yapılması mümkündü; komşuları yani Türkiye onlara yardım etmeseydi. Türkiye’yi açıkça teröristlere yardım yapmakla suçlayarak ortaya çıkan durumun sorumlusu olarak da gösterilmesi söz konusu.

Türkiye rejim karşıtlarını destekledi mi? Evet. Bu tutumunu gizledi mi? Hayır. Türkiye tek başına mı bu politikayı uyguladı? Hayır. Türkiye muhaliflere yardım gönderdi mi? Evet. Bu yardımlar sadece Türkiye’nin yardımları mıydı? Hayır. Bunlar gizlenebildi mi? Ne yazık ki Hayır, biz kendi kendimizi deşifre ettik. Türkiye, muhalefetin radikal unsurlar dışındaki gruplarla şekillenmesine uğraşı mı? Evet. Bunu gizledi mi? Hayır, Türkiye’de muhalif gruplarla yapılan tüm toplantıları dünya kamuoyu izledi. Üç yıldır bu politika sürerken Türkiye’yi teröre destek vermekle suçlayan Suriye dışında bir ülke oldu mu? Hayır.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Sibel Eraslan / ‘Uzun Adam’ hey!

Bunlar da benim bildiklerimdir senin hakkında:

Biz seni, Besmele’nden biliriz Uzun Adam!

Henüz gün doğmadan evvel uyanışlarında, avuçlarına dolan soğuk sudan tanırız seni. Kıblemiz birdir seninle, alnımızın değdiği secdelerden tanırız.

Biz seni, içimizden birisi olduğun için sevdik Uzun Adam… Yeditepeli Şehrin, arka sokaklarındaki çocukların arasından yürüdüğün için sevdik… Biz seni gariplerin sesi olduğun için sevdik Uzun Adam! Sesimizi sırtlayıp taşıdığın için, onurla süreceğimiz hayatın büyük bir gaye ama asla ham hayal olmadığını bize söylediğin için sevdik seni. Sevdik, bildik ve inandık. Yürüdüğümüz zorlu ve meşakkatli yolda, bizi bırakmadın, bizden vazgeçmedin. Biz senin vazgeçmeyişlerini sevdikUzun Adam!  

Biz senin sadece gündüzlerini değil, gecelerini de biliriz. Herkes kapısını örtüp, lambalarını söndürdükten sonra gizlice sokaklara çıkışını… Kaldırım köşelerine, köprü altlarına sığınmış yetimleri toparlayışlarını… Çaresiz yataklarında inleyen ihtiyarları, yetim torunlarını nasıl avutacağını şaşırmış neneleri, yatalak babasına ilaç bulmak için yola çıkmış kızları, soğuktan titreyen çocuklarının ağır yüküyle çökmüş babaları… Karanlığın içinden arayıp bulmalarını, çekip çevirmelerini, sahip çıkışlarını sevdik Uzun Adam!… Ayakkabılarını çıkarıp da boyunu kısarak girdiğin o alçak tavanlı fukara evlerinden biliriz seni, annelerin ettiği iyilik dualarından tanırız…

Biz seni kimsesizlerin kimsesi olarak tanıdık, bildik ve sevdik Uzun Adam!

Sana dokunabildikleri için sevdi ihtiyar kadınlar seni, isminle çağırdılar kendi evlatlarını çağırır gibi babalar seni… Üsküp’te, Gostivar’da; “Tayyıbcâzımızı bekleriz be ya…” diyen dedeler, belki bir asra yakındır duvarlarına yaslandıkları yıkık, yorgun, mahzun camilerde yollarını gözlediler… Priştine’nin gelinlik kızları, doğacak çocuklarına senin ismini vermeyi, nikahlarına şart koştular. Bosna’da okumaya çıkan çocukların defterlerine yazdığı isim, senin ismindir… Çünkü sen… Umudusun tüm gurbetlerin. Somali’de, Kenya’da, Sudan’da açlığın ve susuzluğun cehenneminden titrek elleriyle son kez insanlığa uzanan nefeslerin umudusun… Arakan’da dünyanın en hazin uğultusuyla ağlaştığı halde kimsenin işitmediği sesleri dünyaya taşıyan itirazlı sessin sen!

“Bir dakika!” dedin ve Sodom’la Gomore’nin titrediği günü hatırladı zaman!

“Bir Filistin vardı ve bir Filistin hep olacak” diye isyan eden de sendin Dünya muktedirlerine. Üzerine bomba yağan Gazzeli kadınların çocuklarına verdiği isimsin sen. Oğlun Bilal ile birlikte, bombaların altındaydık o gün, yarın Mahşerde de; “oradaydım ve gördüm” diyeceğim Allah’a…  

Senin o baş eğmez ve zaptedilemez sağ işaret parmağının ucundadır masumların “Lâ”ları… Lailahe illallah diyenlerin parmak uçlarıyla tanırız seni biz Uzun Adam! Sen zulme itiraz, sen haksızlığa isyansın. Umudusun Hilal’in ve Hilal’lerin…

Sen vazgeçmeyensin Uzun Adam!

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ömer Lekesiz / Rüya-tabir-sanat

‘İyi kitap okumak istiyorum, tavsiyede bulunur musunuz?’ diyen bir gence, ikisi de Büyüyenay Yayınları’nca kitaplaştırılan Filibeli Ahmed Hilmi’den ‘A’mâk-ı Hayâl’ ile Yurdagül Mehmedoğlu’ndan ‘Sen de Rivayet Etsen’ adlı ‘rüya roman’larını okumasını önermiştim.

Tekrar karşılaştığımızda okuyup okumadığını sordum. Okumuş okumasına ama ikisini de anlamamış. ‘Bir gariplik var’ diye belirtti; rüyanın her iki kitapta da merkeze alınmasını kendi gerçeklik bilgisiyle bağdaştıramamış.

Doğrusu zikrettiğim iki kitap da ‘iyi okurlar için, iyi kitaplar.’ Ortalama bir okurun velev ki Müslüman da olsa kolay okuyabileceği, hazmedebileceği kitaplar değil. Her ikisini de doğru okuyabilmek, anlayabilmek için tasavvufu ve ancak onun bahçesinde boy verebilen İslam sanatını bilmek gerekiyor. Dolayısıyla burada farklı bir kültürle yüz yüzeyiz; ‘iyi ama biz Müslümanız, kültürümüzü biliriz’ dediğimiz yerde bile kültürsüzlük kültürüyle kuşatılmış olduğumuzun farkında değiliz.

Bu bağlamda, asıl kültürümüzün açığa çıkması için Hüsn ü Aşk vb. kimi meşhur mesnevilerin, divanların yayınlanmasını da başka zorluklara gebe bir çaba olarak görüyorum, çünkü ‘hal olarak’ onların dünyasından çok çok uzakta olmamızın yanı sıra, dil (terminoloji) olarak da onların çok uzağındayız; daha net bir söyleyişle mevcut zihniyetimizin sıkleti o zihniyeti içerecek bir yeterliliğe sahip değil.

Mazmunları unuttuk, dilsel simgeleri bilmiyoruz, ‘Istılahat-ı Edebiyye’den haberimiz yok. Şairin ay ve yıldızdan söz ettiği yerde aslında Hz. Peygamber’den ve Çehar-yâr-i Güzin’den söz ettiğini bile bilmeyince söz konusu metinler okuyana zevk vermiyor. Çünkü risalet, sıdk, ilim, sezgi ve edep kelimelerinin ‘ay ve dört yıldız’da gömülü olduğunu ıskalamakla onların çağrışımlarını da ıskalamış oluyor ve dolayısıyla mananın kendini geriye çekmesiyle metinlerdeki kuru lafza yani kabuğa tosluyoruz.

Rüya dedim örneğin. Öyle sanıyorum ki kendisine kitap tavsiye ettiğim kişi öncelikle ‘rüya terbiyesi’ eksik olduğundan zikrettiğim o kitapları okudu ama anlayamadı.

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Mehmet Barlas / Gülenciler Türkiye’ye de siyasal İslam’a da ayıp ediyorlar

Türk siyasetinde karşı konumda olanların birbirleri hakkında “Vatana ihanet” suçlamasında bulunmaları yalama olmuş bir söylemdir.

Bunun en somut örneğine Özal’ın iktidarda olduğu yıllarda tanık olmuştum.

Ana muhalefetin o dönemdeki lideri rahmetli Erdal İnönü’nün de bulunduğu seçim otobüsünde Trakya’daki bir seçim gezisine katılmıştım. Bir meydanda kürsüye gelen konuşmacılardan biri ayçiçeğine devlet tarafından verilen fiyatın çok düşük olduğunu söyledikten sonra “Bu bir nevi vatana ihanettir, Trakya çiftçisini hedef alan bir soykırım girişimidir” dedi. Bu sırada Erdal İnönü’nün yanındaydım. Ona “Bu söylenenler hakkında ne düşünüyorsunuz” diye sorduğumda filozofça gülmüş ve “Siyasi meydan konuşmalarında söylenenleri saçmalıkların eleğinden geçirdiğinizde geriye çok az şey kalır” diye cevap vermişti. 

Vatana ihanet mi? 

Bir dini cemaatin devletin yönetimini ele geçirmek için örgütlenmesini ve darbe girişiminde bulunmasını da, şimdi “Vatana ihanet” şeklinde suçlamaya eğilimli pek çok kişinin bulunduğunu görmekteyiz.

Oysa bu bir ihanet değil olsa olsa bir nankörlüktür… Ya da İslam coğrafyasının da Türkiye’nin de gerçeklerinin farkında olmayan, sapkın ve cahilce bir düşünce tarzının yansımasıdır.

Demokrasi ve çoğulculuk İslam coğrafyasındaki çoğu ülkenin aşina olmadığı siyasal hayat tarzıdır. Özellikle Ortadoğu’da petrol gelirleri ile despotik veya teokratik rejimlerin fonlandığını da hepimiz görmekteyiz.

Muhalif partilere hayat hakkı tanınmayan ve devletin ve toplumun dini İslam olduğu halde “Siyasal İslam”ı siyasetin dışında tutan bu ülkelerde, muhalif akımlar genellikle din eksenli olarak kendilerini cemaatler, medreseler benzeri zeminlerde ve yer altına inerek oluşturur. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…

Ufuk Ulutaş / Gammazcı ruh hali

Gammaz Arapça bir kelime. Bizde ispiyoncuyla eşanlamlı olarak kullanılıyor. Türk Dil Kurumu, “birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözlemleyip başkalarına bildirerek çıkar sağlayan kimse” olarak tanımlıyor gammazı. Arapça anlamı ve aynı kökten türeyen diğer kelimelerin anlamı da bayağı ilginç. Ğ-M-Z kökünden türeyen kelimeler arasında halk arasında “fitlemek” olarak da bilinen bizde de gammaza denk gelen anlamın dışında, tetikçinin kökü tetik de var. Aslında Ğ-M-Z göz kırpmak da demek. Bu ğâmızı göz kırpan kişi yapıyor. Bizdeki deyim anlamıyla oraya buraya göz kırpmak da benim eklemem olsun. Liste uzayıp gider… 

Gammaz her yerde çoktur da ben gammazı uluslararası bağlamında kullanmayı tercih ediyorum. Yani, başı sıkıştığında millete değil şikayet eder tonda “dış mihraklara” başvuran çevreleri kastediyorum. Ben şahsen garipsiyorum, eminim millet de bunu sadece garipsemiyor aynı zamanda ayıplıyordur. Hele hele gammazcılık faaliyetleri için kullanılan iddialar, iftira ve kara propaganda içeriğine sahip olunca, millet sadece ayıplamıyor aynı zamanda ülke adına öfkeleniyordur. 

Hatırlayın Amerikan gazetelerine boy boy “AK Parti hükümeti kötü” seviyesinde ilan verenleri. Hükümetten kurtulmanın yolunu New York Times’in sayfalarında aramışlardı. 17 Aralık’tan sonra Allah’tan bu ilanlar verilmedi. Fakat, başka bir metotla belki daha da sinsice oraya buraya göz kırpıp, Türkiye’yi dışarıya fitleyip tetikçilik yapan kısaca gammazcı faaliyetlere girişildi. 

Alo Obama yardım hattı 

Ne mi yapıldı? ABD’den AB’ye kadar birçok yerde yetkililere “hükümet yolsuzluklukları örtmek için bizim gibi dünya tatlısı bir STK’yı hedef alıyor” hikayeleri anlatıldı. Uluslararası toplum nezdinde bir taraftan özellikle hükümetin ve Başbakan Erdoğan’ın otoriterleştiği ve Suriye’de El-Kaide’ye destek verdiği temaları sıklıkla işlediler. Diğer taraftan ise sanki Türkiye’nin seçilmiş hükümetine bir alternatiflermiş gibi bir hava estirdiler. Grup gazetelerinden Obama’yı, ABD’deki “birtakım çevreleri”, AB’yi vs. Türk hükümetine karşı göreve çağırdılar. Hükümete karşı neden sert değilsiniz serzenişinde bulunurken, Türkiye’ye karşı sert davranırsanız bir şey kaybetmezsiniz güvencesini veren ve Türkiye ile ilişkisi AK Parti düşmanlığı üzerine kurulu Batılı propagandistlerden fikir aldılar. 

Yazının devamını okumak için tıklayın…