Nevzat Çiçek: “Türkiye’de gazeteci çöplüğü var”

Medya
Zuhal Erkek’in röportajı Gençken başarıyı yakalayanlar yazı dizimiz Gazeteci Nevzat Çiçek ile devam ediyor. Başarılı gazeteci Nevzat Çiçek, gazetecilik mesleğine Nokta Dergisi’nde başlamış,...
EMOJİLE

Zuhal Erkek’in röportajı

Gençken başarıyı yakalayanlar yazı dizimiz Gazeteci Nevzat Çiçek ile devam ediyor. Başarılı gazeteci Nevzat Çiçek, gazetecilik mesleğine Nokta Dergisi’nde başlamış, Özgün Duruş, Sabah, Timetürk gibi birçok site ve gazetede haberleri yayınlanmış, yazarlık ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulunmuştur. Aynı zamanda Puşi ve Sarık, İtirafçı, Gerçek Cellat Kim, Kod adı düğün: Dağlıca ve Sivas Kampı isimli 5 kitabı da bulunmaktadır.

Bizlere Nevzat Çiçek ile gazetecilik mesleğini, medya sektörünü ve başarılarının sırrını konuştuk.

Kısaca biraz kendinizden bahseder misiniz? Bu mesleğe nasıl başladınız?

Adıyaman Gerger doğumluyum. İlkokulu Adıyaman’da bitirdikten sonra İstanbul’a geldim. Ortaokul ve liseyi burada bitirdim. Kamu yönetimini kazandım ama ailemin işleri nedeniyle gidememiştim. Ahmet Yesevi Üniversitesi’nde belli bir dönem sosyoloji okudum. Daha sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya İletişim Sistemleri bölümünden mezun oldum. Ama okurken yurtdışında sürekli saha araştırmaları yaptım. Üniversitede, daha 1. sınıftayken Nokta Dergisi’nde çalışmaya başladım. Aslında meslek hayatıma ilk başladığım yer Nokta dergisidir diyebilirim. İlk stajımı ise Aydın Doğan’ın, Mehmet Ali Birand’ın o zamanki Kanal D’sinde yapmıştım. Daha sonra Bugün Gazetesi, tekrar Nokta dergisi, Taraf Gazetesi, Sabah Gazetesi, Özgün Duruş, televizyonlar falan derken bugünlere kadar geldik.

Kitaplarınızdan bahseder misiniz? Kaç kitabınız var?

Yazılmış ve yayımlanan 5 kitabım var. Kitaplardan ilki ‘Puşi ve Sarık’tı; Güneydoğu’daki din olgusunu anlatıyor. ‘Gerçek Cellat Kim’ var,  topladığım bir kitap. Yazarı Abdülkadir Aygan’dır . Onun dışında ‘Dağlıca ve Sivas Kampı’ var,  5. kitabım da tetikçiler ile ilgili, faili meçhul cinayetleri anlatıyor. Kitaplarım dışında çok sayıda makale ve araştırmamda mevcut.

HEYECANI OLMAYAN GAZETECİLİK MESLEĞİNİ YAPAMAZ

Son yıllarda gerek başında olduğunuz Timetürk gerekse televizyonda gösterdiğiniz başarı ile oldukça ön plana çıktınız. Basın sektöründe başarılı olmanın yolu nelerdir?

Aslında Türkiye’nin en büyük sorunlarından bir tanesi şu; insanları bir mesleğe yönlendirirken hakikatten ne için iş yapacağı çok önemli. Para için mi, yoksa gerçek anlamda sevebileceği bir iş mi? Ben basın için de sürekli aynı şeyi söylüyorum. Basın benim küçüklüğümden beri istediğim bir meslekti. 3 meslek vardı. Hukuk, kamu yönetimi ve diğeri de basın. Türkiye’de bu işi severek yapmadığınız zaman, yapma şansınız yok, birinci kuralı bu. İkinci kuralı Türkiye’de uzmanlık alanındaki sıkıntı. Bir konuda uzman olmak çok önemli. “Ben her şeyi bilmeyeceğim” dedim. “3-4 meseleyi bileceğim ama tam bileceğim” dedim. Bu noktada hiç kimseye söz hakkı tanımayacak kadar tam bileceğim dedim. En büyük başarı etkenlerinden bir tanesi bu. Tabi araştırma, yerine gidip görme, okuma, gündemden kopmama gibi durumlar başarıyı etkileyen etmenlerin başında gelmekte.  Ama bunlar içerisinde hangisinin temel etkisi var diye sorarsanız; her sabah geldiğiniz işte yeni bir heyecan duymalısınız. Duymuyorsanız bu mesleği yapma ve başarılı olma şansınız yoktur.

TÜRKİYE’DE GERÇEK KİMSENİN UMRUNDA DEĞİL

En zorlu ve stresli mesleklerin başında gazetecilik geliyor. Size göre bu mesleğin zorlukları neler?

Bu  mesleğin Türkiye’de özgür ve bağımsız bir meslek olduğunu söylemek çok zor. Eskiden gazetecilik mesleğinin arka planında bir karizması, cazibesi vardı. İnsanlar tarafından güvenilir bulunurdu. Güç anlamında devlet otoritesi gibi bir şeydi aslında gazetecilik. Ama şimdi çok fazla dejenere oldu. Artık gazeteci dediğinizde; bu mesleği yalancı hikâyesi ile sizi eşdeğer tutuyorlar. O yüzden en büyük zorluklardan bir tanesi halktaki intiba. İkinci zorluk, Türkiye’de özellikle gazetecilik sermaye kaynaklı yapının değişmesi ve bunun muhabirlere yansıması. Bir muhabirden artık her şeyi istiyorsunuz. Yani bir yere muhabir göndereceksiniz;  hem kameraman, fotoğrafçı olacak, hem de haberi yazmayı bilecek. Etinden, sütünden yararlanma meselesi başladı. Üçüncüsü, Türkiye’de siyasal anlamda kamplaşma ile birlikte basındaki kamplaşmanın çok fazla ortaya çıktı. Haberden ziyade kimin ne görüş öne sürdüğü meselesi ortaya çıkmaya başladı. Yani gerçek kimsenin bir derdi olmamaya başladı. Bir de ciddi anlamda habercilik sıkıntısını getirdi. Artık muhabirler sahada yetişmiyor. Gelen stajyerler bile artık masa başında kes, yapıştır, kopyala mantığı ile iş yapıyor. Bütün bunları topladığınızda aslında Türkiye’deki gazetecilik mesleği açısından; böyle bir sıkıntı başladı. Dünyadaki örneklerine baktığımızda aynı şeyin dünyada da olduğunu görmeye başlıyorsunuz. Gelişen kitle iletişim araçları karşısında gazetecilerin konumlandığı yerde ciddi bir sıkıntı oluşmaya başladı.

TÜRKİYE’DE GAZETECİ ÇÖPLÜĞÜ VAR

Aslında dejenere  olmasını da bu sıkıntılara bağlayabilir miyiz?

Tabi ki, mutlaka etkisi var. Yani siz bir muhabiri iyi bir şekilde yetiştiremiyorsanız, yatırım yapamıyorsanız. O muhabir, işin kolayına kaçmaya başlayacaktır. Ayrıca sahada bir şekilde eğer haber alamıyorsanız, haber alma noktasında herhangi bir çabanız yoksa bu sizin güvenliğinizi etkileyecektir. Ayrıca bir haberi yaparken; onu reklam almak için, şantaj amaçlı, ekonomik amaçlı kullanıyorsanız, ki Türkiye bunun örnekleriyle doludur, bu yüzden Türkiye bu anlamda gazeteci çöplüğü ile dolmuştur. Gazetecilik kimliği adı altında çöplükteki insanlarla doludur. Süpür süpür bitmiyor.

Bunun karşısında durma şansınız var mı?

Bir muhabir düşünün, bir haber müdürünün verdiği işi ben yapmıyorum dediğinde, çarkın dışına çıkması lazım ya da bu mesleğin dışına çıkması lazım. Bunu başarma şansı çok fazla yok. Önce patronlarımız, sonra idarecilerimiz, sonra muhabirlerimiz kirlendi. Sonra alta kadar herkes kirlenmeye başladı ve şimdi kirli bir şekilde bu meslek devam ediyor. Bunun yanında bu işi namuslu yapmaya çalışan birçok insan da var. Çok yetenekli olmalarına ve bu işi çok iyi yapmalarına rağmen bu gazetecilere imkân verilmiyor. Yani bir gazeteci düşünün, daha 3 yıl önce bir yazı yazıyor, 3 yıl sonra 180 derece farklı bir yazı yazabildiğini görüyorsunuz. Ve bu insan topluma, kamuoyuna güven aşılayacak, doğruluğu aşılayacak. 1960’ta Menderes hükümetinin yargılanması sırasındaki basının tavrına bakın, 28 Şubat’tan farklı değildir. Bugün Mısır’da Sisi’nin yargılanması sırasında darbe basınına bakın, bizim 12 Eylül basınımızdan farksız değildir. Bu yüzden topyekûn bir kirlenme söz konusu. Tabi bu demokrasiyle de alakalı bir durum. Yani baskıların olduğu, sermaye yapısının düzgün olmadığı, insanların kendilerini ifade etmesinin mümkün olmadığı yerlerde medyanın bu şekil işlemesine şaşırmamak gerekir.

TÜRKİYE’DE TEMATİK GAZETECİLİĞE ÖNEM VERİLMELİ

Özellikle internet medyasının ortaya çıkmasından sonra sizce yazılı medya nasıl bir değişime uğradı?

Bu çağ kitle iletişim araçları ile şekillenen bir çağ. Bizden önce mektuplar, gazeteler ile şekillenen bir çağ vardı. Yani biri gazete manşeti attığı zaman  toplumun büyük bir kısmını bir şekilde inandırabiliyordu. Ama şimdi bir gazetenin attığı bir manşet internet medyasından destek almıyorsa ve internet medyası ile yayılmıyorsa çok ciddi bir sıkıntı var. Şimdi Harran’da bir mağarada bir adam düşünün; adam mağarada bir uydu takıyor,eline kumanda alıyor, İstanbul’da en lüks hotelin kral dairesinde kalan adam ile aynı hakka sahip. Şimdi bir haber çıkıyor, saat 3’te bir basın toplantısı. Bunu bir internet medyası 10 dakika sonra yayınlayabiliyor. Bununla ilgili birçok yorum sosyal medyadan toplanıyor. Birçok siyasi görüş onun yanına ek olarak konuluyor. Bir de bu haberin gazete de işleyişini düşünün. Muhabir bilgileri toplayacak, işleyecek, kendisine ait bir başlık atacak, ertesi gün bunu okutmaya çalışacak. Zaten vatandaş o anda habere doyuyor. Yani çoğu haber onun artık ilgisini çekmiyor. Çünkü internet medyasından alıyor, radyodan dinliyor, akşam televizyona bakıyor ve dolayısıyla gazetelerin bence yapması gereken temel bir olgu var. Artık tematik kanallar gibi tematik gazeteciliğe çok önem verilmesi gerekiyor. Bence Türkiye’de bunun açığı yavaş yavaş çıkmaya başladı.  Yani mesela işte bir spor gazetesi, ekonomi gazetesi, haber gazetesi, düşünce gazetesi, İslam yorum gazetesi vb. şeyler. Bunlar olmadığı sürece yazılı basının çok ciddi anlamda itibar kaybettiğini zaten görüyoruz. Eğer bunu yazılı basın bir şekilde başarırsa ve bu işi biraz daha kaliteli bir duruma getirirse, insanlar ondan kolay kolay vazgeçmezler. Çünkü kolay bir alışkanlık değildir. Yani e-kitap alırsınız ama kitabın sayfalarını çevirmek ona bir not düşmek apayrı bir şeydir. O yüzden ben Türkiye’de en fazla 7-8 yıl içerisinde internet gazetelerinin çok ciddi anlamda etkili olacağına ve paralı olacağına inanıyorum. Ama Türkiye’de eğer gazeteciler gerçek anlamda bir tematik yayına doğru kayabilirler, internet ortamında paralı bir hale de getirirlerse yaşama şansları olur. Yoksa artık arka sayfaya güzel bayan basalım, manşetleri atalım, karalıyayım gibi şeyler de kar etmiyor. Yazılı basının işin ekonomik maliyeti açısından da çok ağır bir yükü var. Bir dönüşüm yaşanacak fakat mesele bu dönüşümün Türkiye’de sağlıklı yaşanabilmesi. Bir başka sıkıntıda internet medyasının bu kadar büyük güce rağmen bir internet yasasının olmaması. Mesele Başbakanın, Dışişleri Bakanlığı’nın kendi gezilerine hala internet medyasından kimseyi götürmemeleri, bunu sürekli gözardı etmeleri.  Ama er ya da geç internet medyası bu ülkede hak ettiği yeri fazlasıyla alacak. Zaten şuan toplumun büyük bir kısmını şekillendirildiği açıkça görülmekte.

Gazetecilik yaparken sizi en çok etkileyen olay hangisiydi?

Beni en çok etkileyen 3 olay var, bunu bütün konferanslarda da söylüyorum. Birinci olay Somali’de bir çocuğun açlıktan öldüğüne şahit olmaktı. Bu gerçekten çok etkilemişti. Hani açlıktan insan ölür mü, kendiniz bile tereddüt ediyorsunuz. Ama yanı başınızda bir çocuk açlıktan son nefesini verirken, bir gelgit yaşıyorsunuz. Yani ona şahit olmanın verdiğini bir şeyi ve bunu aktarmadaki görevinizi hatırlıyorsunuz. İkincisi Kenya Doha kampında, yine Somali’den gelen insanlar ile ilgili bir iftar verdiğimizde, bir amcanın bir tabak pirincin 2 avuç kadarını yemesi ve geri kalanını bir mendile koyup cebine koymasıydı. “Niye böyle yapıyorsun” dediğimizde de, torunuma götürüyorum sözü hakikatten beni çok etkilemişti. Çünkü 1 kilo pirincin ne demek olduğunu, nasıl bir umut olduğunu orada görmüştüm.

Üçüncüsü bir Arakanlı babanın sandalda yer olmaması, kendisi binememesine rağmen, kızını hiç tanımadığı insanlara teslim etmesi ve Bangladeş’e yollamasıydı. Ve son olarak da Suriye’de gerçekten açlıktan ölen insanların varlığına, yavaş yavaş ölmelerine şahitlik etmekti. Suriye dramına şahitlik etmekti ama bütün bunların yanında bir bütün olarak, hangisi en çok etkiledi derseniz; Adeviye’de Esma’nın kardeşi ile babası ile defalarca görüşmüştük ama Esma ile görüşememiştik. Çünkü onlar kadınların olduğu yerdeydi. Adeviye’den geldikten sonra, Muhammed El Biltacı yakalandığı zaman ve Esma’nın öldürülüşüydü. Çünkü ben o ailenin dramına çok yakinen tanıklık ettim, çok yakinen tanıdım ben o insanları. Bir babanın bu kadar kısa süre içinde, 40-45 gün içinde nasıl yaşlanabildiği, nasıl saçlarının beyazladığını, bu baskıların nasıl bir ruh hali yarattığını ben onda gördüm. Ve hala Muhammed El Biltacı’nın fotoğrafını gördüğümde böyle bir hüzünlenirim. Çünkü ondaki o inancın, kararlılığın, kızının şehit haberi geldiğinde onun cesedi başındaki tavrını da biliyorum. Yani bazen bir pirinç sizi alıp bir yere götürüyor, bir pirinç, altı üstü bir pirinç; bazen Afrika’da siyah bir çocuk gördüğünüzde her şeyiniz gidiyor. Bazen Adeviye deyince gözleriniz doluyor ve böyle dalıyorsunuz.

TÜRKİYE’DE BU ŞARTLAR ALTINDA GAZETECİLİK YAPMAK İSTEMİYORUM

Zaman zaman bu mesleği bırakmayı düşündüğünüz oldu mu? Olduysa neden?

Türkiye’nin bu şartları altında gazetecilik yapmak istemem, bunu açıkça da söylüyorum ama yapıyoruz mecburiyetten. Çünkü kamplaşma çok fazla, iki fikirlere tahammül sınırı çok çok azaldı. Üçüncüsü Türkiye’de eskiden bir sağ sol vardı. Şimdi ya Ak Partili’sin ya Ak Parti karşıtısın, ya cemaatçisin, ya cemaat karşıtısın. Böyle bir kronik bir taraf tutma işine geldi gazetecilik. Gazetecilik bu değil, yani olması gereken gazetecilik bu değil. Gerçekten gazeteci dediğiniz olayları alır, yorumlar, gider gelir, aktarır. Tüm bunların hiçbiri yok ve bu ciddi anlamda insanları yoruyor. Bir şeye şahit oluyorsunuz, o gazeteciliği yardım amaçlı kullanmaya çalışıyorsunuz. Ama insanlar bunu bir taraftar gibi algılıyor. Yani işte Suriye’yi konuşuyorsunuz, Suriye’de ölüleri görüyorsunuz. Gazeteci meslektaşlarınız Suriye’yi, Mısır’ bilmiyor, aynı şekilde Arakan’ı bilmiyor. Size ahkam kesiyor. Saygı diye bir şey kalmıyor. Yani üsluplarını seviyesizliklerini görüyoruz. Gazetecilikteki seviyesizlikler çok çok fazla. Bu kamplaşmadan dolayı yalan söyleyene, yalan söylüyorsun diye direkt açıktan söyleyemiyorsunuz. Yanlış yapanı eleştiremiyorsunuz. Çünkü insanlar sizi alıp bir tarafa koyuyor. Yani o yüzden çok sağlıklı bir ortam değil. Bu sağlıklı ortam olmadığı için de gazetecilik yapmak istemiyorum, imkân olsa 2-3 sene gazeteciliğe ara vermek isterim.

İDEALİ VE DAVASI OLMAYAN BU MESLEĞİ YAPMASIN

Son olarak bu mesleği seçmek isteyen gençlere neler önerirsiniz?

Uğur Dündar ilk dersimize geldiğinde sormuştuk, “Bu mesleği yapmayın derim” demişti. Biz de arkasından bayağı bir saymıştık. Daha sonra birçok tanınmış gazeteci derslere geldi. Hepsi  “bu işi yapmayın” diyordu. Biz o gün onlara kızıyorduk. Hani niye bunu bize söylüyorlar, paralarını kazanıyorlar, ekrana çıkıyorlar diye düşünüyorduk. Şimdi bu işin bir cazibesi var. Bir ekran cazibesi var, gazetecilik cazibesi var. Bunlar işin başka kısmı. Eğer bir adamın gerçekten ideali, davası, toplum için bir kaygısı, çok kültürlülük anlamında bir kaygısı yoksa, bu mesleği yapmasın. Sevmiyorsa hiç yapmasın, seviyorsa da branşını ayırsın. Yani televizyonda mı, gazetede mi, radyoda mı, internette mi, reklamda mı olacak? Nerede olacaksa branşını ayırsın. Ama bütün bunları yapabilmesi içinde sağlam bir eğitim alması gerekiyor. Türkiye’de İletişim Fakülteleri’ndeki zaten bu konu sorunun temel taşı. Türkiye’de iletişim fakültelerinde o verilen 4 senelik eğitimin hiçbir tanesine inanmıyorum. Çünkü o eğitimin hepsi aslında  1-1,5 yıl içinde çok rahat bir biçimde verilebilir. Yani bir adam kameraman olacaksa, 4 sene okumanın bir anlamı yok. 6 ay teori, 7 ay pratikle bu adamı kameran yaparsınız, herhangi bir sıkıntı yok. Aynı şekilde muhabir için 2 sene dediler, ama zaten o süreyi uzatıyor. Süreyi uzattığın zaman da bir kadro şişirmesi oluyor. Kadro şişirmesi ile birlikte, çocuk doğru dürüst eğitim alamıyor. Doğru dürüst eğitim alamadığı için, alaylıyla arasında bir sürü sıkıntı olmuş oluyor. Bu yüzden ben bu işi yapacak arkadaşların öncelikle okula başladıkları andan itibaren işin hamallığına girmelerinin gerektiğini anlatıyorum hep. Hamallığını yapacaklar bu işin, ezilecekler. Okulumu bitireyim, sonra gelip gazeteci olayım diye böyle bir şey yok, bitti. Türkiye’de de böyle bir şey yok. Yani çünkü herkes gazeteci, gazeteciliğin tanımı da değişti. O yüzden arkadaşlar gerçekten bu işi yapacaklarsa; bir, seviyorlar mı sevmiyorlar mı? Sevmiyorlarsa da hemen bıraksınlar, sevdiği bölümlere gitsinler. İki, seviyorlarsa branşlara ayrılsınlar, hangi branşı yapacaklarını tartsınlar. Üçüncüsü, branşını belirledikten sonra hemen hızlı bir şekilde mesleğe atılsınlar. Dördüncüsü bu mesleği yaptıktan sonra evlensinler. Yani mesleği 3-4 sene yapsınlar, evliliği götürüp götürmediğini o zaman anlasınlar, o zaman evlensinler. Çünkü bu meslek boşanmanın en yüksek olduğu mesleklerden bir tanesidir. Biz kendi haberlerimizi kendimiz yapmayız, böyle bir şeyi var diye. O yüzden tüm bunları alsınlar, tartsınlar, mesleğe öyle başlasınlar. Bir de ideali yoksa, davası yoksa gerçekten ekonomik anlamda da çok büyük bir beklentisi varsa, bu işi yapmasın.

GAZETECİLİK MESLEĞİ ÖLÜ YILDIZLARLA DOLU

Ortası yok diyorsunuz…

Evet, ortası yok. Çünkü çok ünlüsünüzdür, birden siyasetin ters yerine düşersiniz. Mesleğimizin en büyük handikabı, ölü yıldızlar ile donanan bir meslek olmasıdır. Çünkü bir şeyi hak etmediği halde yıldız yaparsınız, o yıldız orada düştükten sonra eski işleri de yapamaz, gurur oluşur. Muhabirlikten başlamıştır, daha sonra genel müdür yaparsınız, haber koordinatörü yaparsınız; haber koordinatörlüğünden alıp bu adam bir daha bu adam muhabirlik yapamadığı için ölür. İşte buna biz ölü yıldız diyoruz. O yüzden bu meslekte ölü yıldızlardan biri olmak istemiyorlarsa biraz önce saydığım yollardan bir tanesi seçsinler.

GAZETECİ OLMAK İÇİN MUHALİF OLUN

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Türkiye’de eskiden bize hep şu söylenirdi; Türkiye’de demokrasi, özgürlük, şu ülkenin düzelmesi falan. Türkiye’de basın düzelmediği zaman, cami hocalarımız dört dörtlük olsa da Türkiye düzelmez. Başbakanımız dört dörtlük olsa da Türkiye düzelmez. Bütün herkes cennetlik olsa da Türkiye düzelmez. Yani eğer sizin basınınız düzgün değilse, bu ülkede hiçbir şeyin düzelme şansı yok. Çünkü düşünün bir cami hocasının etkileyebileceği en fazla cemaat sayısı 10 bin, 20 bin, 30 bin’dir. Bir gazete çıkarıyorsunuz 500 bin, 600 bin gazete satıyorsunuz. Bu sayıyı 3 ile çarparsanız, 2 milyon insan eder. Bir internet haberi yapıyorsunuz, aynı şekilde milyonlara hitap ediyorsunuz. O yüzden bu mesleği yapacak olan arkadaşların idealist olması lazım. Yani biz bu mesleği düzeltiyoruz demeleri lazım. Ya da mesleğin kirliliğine bulaşmamaları lazım. Ama ne yazık ki bu ülkede plaza gazeteciliği çok moda olduğu için, arkadaşlar bir şekilde plazalarda, o gazetelerin düşünce yapıları içerisinde torna gibi eğitiliyorlar. Bir tornadan çıkmış gibi oluyorlar. O yüzden muhalif damarlarını sürekli açık tutsunlar. Yani muhalif değiller ise bu işe girmesinler. Muhalif demek körü körüne bir şeye karşı olmak değil. Yani bir şeyin sürekli olarak yeterli olmayacağını söylesinler. Yani diyelim Marmaray haberi veriyorsun, Marmaray’ın eksik haberi vermek ayrı bir şeydir, bunun demiryolu entegrasyonunun haberini yapmak ayrı bir şeydir. Olanla da yetinmesin. Türkiye’de ne yazık ki bizim meslektaşlarımızın en önemli handikabı bu, olanla yetiniyorlar. Bir de eğittiğimiz adam ile ilgili sıkıntılar mevcut.  Şimdi fakültelerden gönderiyorlar insanları; bu insanlar eğitilsin ve gazeteci olsunlar diye. Şöyle bir mantık olabilir mi? Sürekli olarak stajyere çanta taşıtan bir mantık. Adam 3 ay staja geliyor, 3 ay çanta taşıyor. Şimdi bu adamın öğrenebileceği bir şey yok ve bu adam da göreve geldiği zaman, uç olduğu zaman, o da çanta taşıtır. Dolayısıyla yöneticilerin değişmesi gerekiyor. Mesleğin handikaplarından biri de şudu; Türkiye’de gelir dağılımının en adaletsiz olduğu yer basın sektörüdür. Bir kameraman düşünün adam saatlerce çalışır, milyon dolarlık programı çeker, kendisinin sosyal güvenliği  bile yoktur. Ve bu adamın penceresinden siz doğru bir şey görme derdinizdesiniz. O adam bir şey aktarmaya çalışır o penceresinden, ama o adamın onu aktarabilmesi için kafasının net olması lazım. Kimseye minnet duymaması lazım. Bu ülke basınla şekillenmiş; 28 Şubat’ta, 27 Mayıs’ta, 12 Eylül’de şekillenmiş, yıllarca şekillenmiş. O yüzden bence Türkiye’de neyin ne olduğunu anlamak için Hitler’in propaganda bakanı olan Goebbels’e bakmak lazım ki bütün bu mesleği yapacak arkadaşlara tavsiye ediyorum. Yani bir mesleği nasıl yapmak gerektiğini öğrenmek  istiyorsanız, bunun en iyi yeri Goebbels’dir. Çünkü adam bu mesleği bir ırkı yok etme üzere kurdu. O yüzden ben de son olarak şunu söylüyorum. Gazetecilik şerefli meslektir, ben şerefli olmaya çalışırım ama gazeteciden önce ben bir insanım. Bunun idrağında olmak gerekiyor, böyle düşünüyorum.

On5yirmi5