Köşe yazarları bugün ne yazdı?

Medya
Pazartesi günü Şanlıurfa Suruç’ta meydana gelen patlama gündemdeki yerini koruyor. Köşe yazarları, 23 Temmuz Perşembe günü de Suruç’taki patlamayı ele aldılar. Ali Bayramoğlu-Yeni Şafak Al...
EMOJİLE

Pazartesi günü Şanlıurfa Suruç’ta meydana gelen patlama gündemdeki yerini koruyor. Köşe yazarları, 23 Temmuz Perşembe günü de Suruç’taki patlamayı ele aldılar.

Ali Bayramoğlu-Yeni Şafak

Ali Bayramoğlu Yenişafak gazetesindeki bugünkü köşesinde IŞİD ve koalisyon başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bayramoğlu’nun bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

/Olan ve olması gerekenler, bir kez daha ters istikametlere uçuşuyor. Suruç saldırısı sonrası pek çok başka ülkede, bir dönem İspanya’da, son olarak Fransa’da olduğu gibi şiddete, teröre karşı yek vücut olmak, farklılıkları unutup, siyasi tartışmaları bir kenara itmek, bir araya gelmek gerekirken, tersi oluyor. Siyasi aktörler birbirini suçluyor, basının çatışmacı tavrının da katkısıyla koalisyon görüşmelerinin zemini bu yolla tahrip ediliyor.

Olan bu…
Olması gereken ise AK Parti ve CHP arasında hızlı ve acil bir uzlaşmadır. Bu iki parti, iki büyük farklı sosyolojik ve politik kütle arasında kurulacak bir köprü, bir koalisyon şiddet karşısındaki en büyük meydan okuma ve güvence olacaktır. Bu uzlaşmada merkeze alınacak IŞİD meselesi dış politikadaki uzlaşmanın ayaklarından birisi haline getirilmeye son derece elverişlidir.

Devletin bölgeye bakışında revizyon ihtiyacı Suruç hadisesi sonrası iyice ortaya çıktı.

Nedir revizyona ihtiyacı olan politika ya da değerlendirme?

Bir süre önce üst düzey bir yetkilinin gazetecilere verdiği, benim de katıldığım bir brifingte, IŞİD tehdidi, devlet tarafından daha çok bu örgütün Suriye’nin Kuzey Batısı’na, 4 milyon insanın barındığı, nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu bölgeye saldırması ihtimaliyle ilişkilendiriliyordu. Böyle bir saldırı halinde ortaya çıkacak göç dalgası Türkiye’nin altından kalkmayacağı bir durum olarak değerlendiriliyor ve güvenli bölge arayışı böyle gerekçelendiriliyordu. Bunun yanında ‘üst düzey yetkili’ IŞİD’le mücadele için askere verilen direktifi anlatıyor, DEAŞ karşısındaki güçleri bu çatışma çerçevesinde dost unsur olarak tanımladıklarını söylüyor, Türkiye’nin verdiği desteği kimi örnekleriyle anlatıyordu. Ancak o gün, Ruşen Çakır’ın sorduğu ‘Türkiye IŞİD’in eylem alanına giriyor mu?’ sorusu üst düzey yetkili tarafından yanıtsız bırakılırken, IŞİD’i yapısı ve hedefleri açısından yerli olmayan unsurlarla tanımlanıyor, bir bakıma geçici niteliğinin altı çiziliyor, dahası bu örgütün Türkiye içindeki yapılanmasının anlamlı olmadığını söylüyordu…”

Suruç saldırısı ise söylenenlerin tersi istikametinde iki meseleyi açık bir şekilde ele alıp, tartışılması gerektiğini ortaya koydu.

1. IŞİD’in ifade ettiği tehlike sadece göçmen dalgasıyla sınırlı değildir. IŞİD’in yayınlarıyla, açıklamalarıyla git gide Türkiye’ye yönelen, İstanbul’un fethini hedef gösteren bir örgüttür.

2. IŞİD bir cihat hareketi olarak yeni bir dalgaya işaret etmekte, ciddi bir cazibe merkezi oluşturmaktadır. Bu durum Türkiye’yi de ciddi biçimde etkilemektedir. Sanıldığı ve söylendiğinin aksine IŞİD’in Türkiye’de yapılanması hafife alınmayacak bir düzeydedir.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Akif Emre-Yenişafak

Bir diğer Yenişafak gazetesi yazarı Akif Emre bugünkü köşesinde terör sorununu ele aldı ve “Terörle Terbiye Mühendisliği” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Akif Emre’nin bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

/Terör ve şiddetin siyasal ve toplumsal terbiye aracı olarak devreye sokulduğu bir bölgedeyiz. Bu yöntemin görünürdeki failleriyle niyetlenen ve devşirilmek istenen hedefler her zaman örtüşmez, hatta çoğu kez görünür olanla hedeflenmiş olan tam zıddıdır.

Türkiye’nin de şiddet ve kaos üzerinden terbiye edilmeye muhatap olmaktan muaf olduğunu kimse iddia edemez. Bu terbiye mühendisliğinin kapsama alanı ve derecesi bölgedeki uygulamalardan farklı olabilir. Nitekim geçmiş dönemde bu tür terbiye mühendisliğinin açık ve örtük sıcak çatışma ve kaos olarak sahada ne türden unsurlar kullanılarak sürdürüldüğünü, nasıl gerekçelendirildiğini gördük. Unutmamak gerekir ki hiç bir provokatif müdahale kendiliğinden ortaya çıkmaz; var olan sorunların niyetlenen amaç ve hedefler doğrultusunda yönlendirilmesi, istismar edilmesine dayanır. Mevcut sorunlarınızı siz kendi tarihsel, sosyal, kültürel imkânlarınızı kullanarak çöz/e/mezseniz birileri onu başka bir amaç için kullanır. Sanılanın aksine, var olmayan bir sorun dışarıdan icat edilerek buraya taşınmaz. Ne yazık ki, yüz yılı aşkın bir süredir, bölgemizin kendi imkânları, kendi dinamikleriyle ayağa kalkmasını, kendini bulmasını engelleyecek çok miktarda sorun var veya başka bir ifadeyle, sorunlar çözümsüzlüğe mahkûm edilerek boynumuzda tarihin prangasına dönüşüyor.

Suruç’ta patlayan bombanın siyasal mesajı ile muhtevasını birbirinden ayırmak gerekiyor. IŞİD militanının intihar saldırısı açısından örgütün kendi gündemi, hedefleri ve niyetinin ne olduğu bir yana, bunun nasıl algılandığı ve Türkiye’deki siyasi mücadelede ne tür mesajlar içerdiği üzerinde düşünülmeli. Türkiye’de siyasal belirsizliğin sürdüğü şu ortamda otuzdan fazla genci katledenlerin amaçları ile bunun muhtemel siyasal sonuçları çok farklı olabilir. Öncelikle merkez medya denilen, seçimlerden sonra eski buyurgan dili hemen kullanmaya başlayan yayın organları ve sözcülerine bakılacak olursa amaç şöyle özetlenebilir.

Kalın çizgilerle çizilen strateji şu şekilde ortaya çıkıyor:

* Cumhurbaşkanı ile başbakan arasında üslup ve siyaset farklılığı üzerinden bir ayrım, çatlak ortaya çıkarmak.

* Cumhurbaşkanını formel sınırlarına çekilmeye ikna etmek.

* Muhtemel hükümet için bir AKP-CHP koalisyonuna tarafları ikna ve icbar etmek.

* Sosyal mühendislik olarak da önümüzdeki on yıl içinde bir sol dizayn projesini hayata geçirmek. Bunun iki ayağı mevcut; biri

CHP’yi AKP yedeğinde iktidara alıştırarak dünya sisteminin isteklerini, hayati yatırımlarını sürdürülebilir kılmak. Diğer boyutu ise protest gençlik ve liberal-sol modernlerin oluşturduğu rahatsızları HDP ile harekete geçirmek.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Markar Esayan-Yenişafak

Markar Esayan bugünkü köşesinde “Tarihin En Büyük Rehin Operasyonu” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Esayan’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’ta can kaybı 32’ye yükseldi ve acımız daha derinleşti. Umarım yoğun bakımdaki gençlerimizden hayırlı haberler alır ve bu kederli günlerde bir nebze teselli bulabiliriz. (Bu satırları yazarken Ceylanpınar’da iki polisin şehit edildiği haber geldi. Allah rahmet eylesin. Söyleyecek söz bulamıyorum.)

/Saldırı hem DAİŞ’le etkin mücadele eden Türkiye’ye, hem de Kobani’ye Türkiye’den savaşçı gönderen Kürt siyasi hareketine bir mesaj niteliği taşırken, bir taşla bir sürü kuş da vurulmuş oluyor.

Ülkeyi vesayete almak, Türkler ve Kürtler, muhafazakâr Kürtler ile AK Parti ilişkisini kesmek, toplumsal fay hatları yaratmak için…
Bu kanlı saldırılar hem DAİŞ’e, hem PKK’ya, hem de bunların arkasına saklanan yerli/ecnebi akıllara sonsuz imkânlar yaratıyor.
Ne tesadüftür ki, 52 vatandaşın öldürüldüğü Kobani kalkışması için de aynı tesbiti yapmak mümkün, hatta zorunlu.
PKK/YPG ve DAİŞ, birbiri ile tezat, savaşan örgütler olarak konumlansalar da, uyguladıkları şiddet pratiklerinin sonucu aynı amaca hizmet ediyor, ne garip değil mi?

Hiç de değil.
Konu Ortadoğu olunca, örgütlerin amaç ve pratikleri çok karmaşık bir ilişki içindedir. Soğan zarını soyar gibi, maddi gerçekliğe ulaşmak hem zor, hem de çok aldatıcıdır. Bir katmanda karşılaştığınız durum, bir sonraki katmandaki fotoğrafla çelişir, kafalar karışır.

DAİŞ ve PKK/YPG, Sünnilere veya Kürtlere değil, kendilerine ait bir terör devleti kurmak istiyorlar. Onları birleştiren amaç bu. Türkiye’nin AK Parti ile toplumsal barışı, birliği ve demokrasiyi hedefleyen adımları, PKK’nın kendi amacına büyük tehdit saydığı bir durumdur. Hatta tiksindiği…

PKK/YPG ile MLKP gibi radikal sosyalist hareketler Stalinist pratik ortaklığında birbirlerine kolayca eklemleniyorlar. Çünkü bu görüşe göre, devrimin vuku bulması için liberal demokrasilerin her fırsatta zayıflatılması, çökmesi gerekir. Barış projelerine, müzakerelere ve diyaloğa tiksinti ile yaklaşılır ve bunlar nihai amaca “ihanet” olarak damgalanır, suikasta uğratılır.

Tabii devrimden ne anlaşıldığı Gulag’a, Pol-Pot’a, PKK’nın son 35 yılda bölgedeki ve son beş yıldır Rojava’daki pratiklerine bakarak kolayca anlaşılabilir. Mişel Temo suikastı ve Kuzey Suriye’den sürülen, öldürülen PYD haricindeki, KDP başta olmak üzere 16 Kürt siyasi hareketi mensuplarına bakmak da iyi olur.

PKK/Türk sosyalistler, şiddet pratiklerine iman üzerinden ideolojik yakınlık kurar ve ittifak yaparken, Beyaz Türkler de AK Parti nefreti ve içeriği İslamofobiye dönüşmüş laikçilik üzerinden onunla bağ kurdular. AK Parti önünde siyasi varlık gösteremeyen beyaz Türkler, askeri darbe olanağını da kaçırınca, paralel örgütün ve PKK’nın kucağına düştü. Bunun farkında bile değiller, çünkü koskoca bir medya bunun çarpıtılması/pazarlanması için seferberlik halinde.

Ve doğrusu bu üst yapılar medya ve siyasi güçleriyle tabanlarını etkilediler, dönüştürdüler.
Sol ve beyaz Türk burjuvazisini AK Parti’ye karşı PKK/YPG’ye lehimlemek için tabandaki en uygun sosyoloji ise maalesef gençlik. “DAİŞ’çi AK Parti ile laik yaşam biçimleri tehlike altında” algısı ile gençleri rehin alıyorlar. Onlar ölünce de ailelerini.. çünkü gençlerin ölüsü dirilerinden daha değerli.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Ahmet Taşgetiren-Star

Star gazetesi yazarlarından Ahmet Taşgetiren bugünkü köşe yazısında, Suruç’un da içinde bulunduğu olayları 9 maddede özetleyen bir köşe yazısı kaleme aldı.

Taşgetiren’in “Türkiye’ye DAİŞ Kumpası” başlıklı bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’un da içinde bulunduğu olayları doğru değerlendirmek için bazı temel parametreleri yeniden görmek gerektiğini düşünüyorum. Şöyle ki: 

/Bir: Ne Ak Parti’nin ne de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın DAİŞ’le hiçbir ideolojik birliktelik içinde olduğunu söylemek mümkün değildir. İslam dünyasında birbirinden sapkın onlarca akımdan söz edilebilir. Bunları alıp şu veya bu Müslümana monte etmek kadar çarpık bir yaklaşım olamaz. Kaldı ki DAİŞ, bir“islami akım” mıdır, yoksa Ortadoğu’daki siyasi hercümercin içine sokulmuş bir savaş aracı mıdır, onu da tartışmak gerekiyor.

İki: Ortadoğu’da yaşanan hercümerç dedim. Alt üst oluş ya da. Amerika’dan Rusya’ya, Avrupa’ya uzanan çok farklı güç bölgesel güçlerle de oynayarak bölgeyi yeniden tanzim etmeye çalışıyorlar. DAİŞ de o bölgesel enstrümanlardan birisi. DAİŞ’in hangi eyleminin hangi güç odağına malzeme taşıdığını doğru okumadan doğru kanaatler oluşturmak mümkün değildir.   

Üç: Suruç’ta gerçekleştirilen katliamın siyaseten en büyük zararının Ak Parti’ye olduğu muhakkak. En azından DAİŞ’in Ak Parti korumasında eylem yaptığı gibi bir propagandaya zemin hazırlaması ve Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a kadar herkesi “savunma söylemi” içine sürüklemesi tahribat olarak yeter.

Dört: DAİŞ’i koruma iddiası, HDP’ye baraj aştırma stratejisinde ciddi işe yaradı, HDP halen o malzemeyi kullanmaya devam ediyor, anlaşıldığı kadarıyla bu “etiketleme”nin, hala işe yaramakta olduğu kanaatini besliyor.

Beş: Suruç olayı, Türkiye’nin dört bir yanından gelen genç insanların dramatik ölümlerinin topluma yansıması dikkate alındığında, sadece Doğu-Güneydoğu’da değil, Türkiye çapında bir sosyal çalkalanmanın hedeflendiği izlenimini veriyor. Buradan bakıldığında Milliyet gazetesinde haberin“Ağıtlar sadece Kürtçe değil, Lazca, Çerkezce de yakıldı” gibi etnik aidiyetler bağlantısı içinde verilmesi çok anlamlı olmuştur. Yakında bu dilin, mesela HDP söylemlerinde bir şekilde yer alması yadırgatıcı olmayacaktır.

Altı: DAİŞ’le irtibatlandırmaların, Türkiye’nin Ortadoğu politikalarını kuşatma altına almanın bir aracı olduğu her geçen gün daha net gözleniyor. Amerika, nam-ı diğer üst akıl, Mısır’da Sisi darbesine arka çıkmak, Suudiler’i ve Körfez ülkelerini Sisi’nin arkasına yerleştirmek, HAMAS’ı izole etmek, Suriye’de İran ve Rusya ile adeta paralel hareket ederek Esed’in ömrünü uzatmak ve bölgedeki tüm sorunu DAİŞ’le mücadeleye indirgemek suretiyle Türkiye’ye ders vermeye yöneldi. Kuşkusuz bütün amacı Türkiye’ye ders vermek değildi, ama “Sen ki benden bağımsız oyun kuruyorsun, al sana…” modunda girdi olaya. Bir süredir içerde iyi niyetli birilerimizin “rasyonaliteye çağrı” niteliğinde söylemler içine girmesi, yani işin özünde “Politikanız rasyonal değil, bu coğrafyada büyük güçleri dikkate almadan yapılanlara izin verilmez, bunlar boyumuzu aşıyor” mesajının verilmesi, Ak Parti politikalarını eleştiriyor gözükse de, sonuçta Türkiye’ye yönelik bir alan daraltma niteliğine büründü.

Yedi: Bu genel iklim, herhangi bir muhalefet söylemi ya da dost uyarısı olarak ayrı bir anlam taşır. İktidar, bu değerlendirmelerden istifade eder ve yeni güç muhasebeleri yapar. Yapmalı mı, yapmalı. Sonuçta diplomasi de bir güç değerlendirmesinin uzantısıdır ve o güç değerlendirmesi içine kendi siyasi –  ekonomik – askeri birikimleriniz yanında bölgesel ilişkiler de girer, global güçlerle ilişkiler de. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Orhan Miroğlu-Star

Star gazetesi yazarlarından Orhan Miroğlu bugünkü köşe yazısında Suruç katliamını ele aldı. Miroğlu’nun “Suruç Katliamının Hedefinde Kim Vardı?” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Mersin, Adana ve Diyarbakır’da patlayan bombaların hedefinde kim varsa, Suruç’ta patlayan bombanın hedefinde de o vardı: HDP/PKK’yi siyasi olarak destekleyen, bu desteği Kobani ve Rojava’dan yükselen yeni Kürt milliyetçi dinamiğiyle farklı bir dinamizme taşıyan geniş kitleler, Suruç’ta patlayan canlı bombanın hedefindeydi.

/Saldırı son derece profesyonel. HDP bileşenlerinden Ezilenlerin Sosyalist Partisi -ki kurucu genel başkanları Sayın Figen Yüksekdağ’dır- mensubu gençler, bir hazırlık yapıyorlar. Kobani’ye gidecekler ve kendi fikir zaviyelerinin gereği olarak Kobanililerle bir enternasyonalist dayanışma gösterecekler. Söylendiğine göre kütüphane kurmak, ağaç dikmek, çocuklara çeşitli hediyeler götürmek istiyorlar. Bu son derece insani duygularla yola çıkıyorlar ve Suruç’a geliyorlar. O canlı bombayı gençlerin geldiği kültür merkezinde patlatmayı düşünen akıl, kişi, örgüt, her kimse, başından beri gençlerin bu eyleminden şüphe yok ki, haberdardı. Bu karanlık ve hain gözün, bu gençleri adım adım ama gizlice izlediğinden hiç kuşku duymamak lazım. Sosyalist gençler Suruç’a dayanışmaya gelmişler, hadi gidip bombayı patlatalım gibi anlık bir durum yok yani. Bu nokta önemli. Önemli çünkü, canlı bomba eylemini planlayan güç, Kobani üzerinde zaten bir  hayli yüksekte seyreden ve şiddet eylemleriyle malul bir ‘siyasi dinamiği’, kitlesel ve ulusal bir psikolojiyi harekete geçirmek istiyordu.

Bunun için en uygun ortam, 300 civarında ve yegane amaçları Kobani’yi desteklemek olan gençlerin ortasında canlı bomba patlatmaktan geçiyordu.

Eylemi planlayanlar, Kobani’yle dayanışma içinde olan bu gençlik grubunu adım adım izlediler. Başından beri, yani bu fikir bu genç topluluğun içinde paylaşıldığı ve zaten kamuoyuyla, çeşitli vesilelerle, medya ve sosyal medya üzerinden bilindiği andan itibaren gençleri adım adım izlediler.

Öte yandan, katliamın, IŞİD’in Türkiye’den ve PYD/PKK’den intikam almak amacıyla gerçekleşmiş olduğu fikri, oldukça şüpheli bir fikir gibi duruyor… Katliamın IŞİD tarafından yapılmış olması, böyle bir varsayımı doğru ve haklı kılmaz. Besbelli ki, bu katliamı planlayanlar, Kürtlerin ulusal psikolojisine, Kobani’den bu yana oluşmuş ulusal hassasiyetlere, onlarca insanı katlederek bir kez daha ‘dokunmak’ istediler. Ama katliamda hayatını kaybedenlerin sadece Kürt değil, Türkiye’nin birçok şehrinden gelen, Türk veya başka etnik kimlikten gençler olması da, herhalde katliamcıları bir değil iki kez sevindirmiştir.

Çünkü Türk halkı, Kobani’de Rojava’da neler oluyor, bu olanlar Türkiye’yi neden bu kadar etkiliyor diye kafa yorup dururken, Kobani’yle ilişkili ölü bedenleri bu defa kapısının önünde buldu.

Dolayısıyla katliamın amacı, Türkiye’yi Suriye’ye çekmek değil, Türkiye’yi Suriyelileştirmektir. Başından beri, Türkiye’nin Suriye bataklığına çekilmesi denenmedi değil. Türkiye’nin Suriye’de, kendi Vietnam’ına çekilmesi için çabalar oldu tabi. Ama bu çabalar sonuç vermedi.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Engin Ardıç-Sabah

Sabah gazetesi yazarı Engin Ardıç bugünkü köşe yazısında “İç Savaşı Yeniden Başlattılar” başlığını kullandı.

Ardıç’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

İstanbul sermayesi ve onun yayın organları, her ne pahasına olursa olsun CHP’yi bir koalisyona sokmak için çırpınıyorlar… 

/Amaç, bir şekilde, ama nasıl olursa olsun, AKP’nin gücünü kırmak, Erdoğan’ın da elini kolunu bağlayabildikleri ölçüde bağlamak. Hepten deviremeyeceklerini biliyorlar. 
Bu yüzden, kimi postalcı yazarların “raf ömrü doldu” dedikleri ve hiç mi hiç tutmadıkları “siyasi gariban” Kılıçdaroğlu’nu bile yıkayıp parlatma çabası içindeler. Ellerinde başka adam da yok. 

Koalisyon uğruna her şeyi, ama her şeyi kullanmaya çalışmaktan da utanmıyorlar. 
Suruç’ta bomba patladı, aman hemen bir koalisyon… 
Denize giren köylüler boğuldu, bu ne biçim hükümet, hemen koalisyon… 
Trafik kazaları oldu, en iyisi koalisyon… 

Koalisyon o kadar iyi bir şeymiş ki, neredeyse partilerin tek başlarına iktidara gelmek için çalışmaları ayıp sayılacak! “Yandaş” sıfatının küfür niyetine kullanıldığı gibi. 
Eh, bu da “değişik partiler” fikrine her zaman soğuk bakmış bürokrat efendilerinin kafası, onun uzantısı işte… 

Tuttukları, tutmak zorunda kaldıkları hiçbir partinin (gerek CHP gerekse MHP) tek başına iktidara gelecek hali olmadığına ve daha uzun bir süre de olmayacağına, hatta hiçbir zaman olmayacağına göre, kaçınılmaz kurtuluş yolu koalisyon… 
Nereden mi kurtuluş? Anadolu sermayesinin rekabetinden… 

Oysa “fetret devri” hiçbir soruna çözüm değildir. Bulanık suda balık avlamak isteyen İstanbul sermayesinin ekonomik çıkarlarından başka hiçbir şeye de hizmet etmez. 
Fetret devri 7 Haziran seçimleriyle başlamıştır, iki aya yakın bir süredir “nafile koalisyon turlarıyla” sürmektedir ve de o koalisyon kurulsa bile sürmeye devam edecektir. 
Yeni bir seçime kadar… Yeni bir seçimde “güçlü iktidar” ortaya çıkana kadar… 
Fakat gerçek çözüm yeni bir anayasa ve başkanlık sistemidir. Bunun için de önce parlamenter sistem içinde güçlü iktidar şarttır tabii. Bundan da çok korkuyorlar, ya seçim yenilenir de 22 Kasım’da AKP kazanırsa? 

Böyle olmayabilirdi. Tarihi bir fırsat yakalanmıştı. Bir AKP-HDP koalisyonu, kendi başına çözüm olmasa bile, bir ilk adım olarak tıkanmış sistemi tasfiye eder, yeni bir anayasa şıpın işi hazırlanabilirdi… 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Haşmet Babaoğlu-Sabah

Haşmet Babaoğlu’nun Sabah gazetesindeki ‘Yok Artık!’ Dediğimiz Ne Varsa, Oldu! başlıklı köşe yazsının bir bölümü şöyle;

Ben bunu demiştim, ben bunu anlamıştım, ben bunu analiz etmiştim…

/Ülkenin geldiği noktayı bu sözlerle değerlendirmenin ne anlamı var, ne de faydası!
Kabul edelim ki…
En tepedeki siyasetçi de, siyaset yorumcusu da, eş dost muhabbetinde olup bitene anlam vermeye çalışan insan da…
Gerçeği ancak kıyısından köşesinden yakalayıp tanımlayabildi.
İçimizden hep “yok artık o kadar da değil” diye geçirdik ve her seferinde “o kadar”la yüzleştik.
Ve hep geç kaldık bu yüzleşmeye.
Hatta kaçtık!
Eğriye eğri, doğruya doğru. 

***

Bir buçuk yıl içinde en olmayacak şeylerin nasıl hızla olduğunu kavramak için belki tek bir örnek yeter.
Kürt siyasal hareketi” örneğini ele alalım…
Birincisi
Herkesin diline pelesenk olan bu deyim baştan problemli.
Teröre meyyal silahların kazandırdığı toplumsal mevzilerin aniden siyasallaşması kolay mıydı? Nasıl oldu da bu deyimi kabullendik?
İkincisi
“Kürtlerin siyasal temsili neden sadece bu harekete bağlı olsun?” diye sormak işi yokuşa sürmek sayıldı.
Diğer Kürt siyasal örgütlerini geçtim, bölgede çoğunluğu oluşturan muhafazakârların AK Parti’ye oy vermeleri de bir “siyasal temsil” değil miydi?
Ama bu noktaya hiç özen gösterilmediğini son seçimdeki AK Parti aday listelerigösteriyordu. 

***

Gün geldi, HDP ortaya çıktı.
Çevresine güzel bir kavramın halesi konuldu: Türkiyelileşmek.
E iyi de siyasi ömürlerinin hiçbir döneminde yerli olmayı becerememiş döküntü sol yapılarla cephe kurmanın neresi Türkiyelileşmek olabilirdi!
Buna kimse inanmazdı.
Fakat beyaz medya derhal imdada yetişti.
Muazzam bir Demirtaş rüzgârı yaratıldı.
Derken Suriye sınırımızın kıyısında küçücük bir kasaba “hümanistik bir ütopya“ya dönüştürüldü.

Köşe yazısının tammaını okumak için tıklayınız

Etyen Mahçupyan-Akşam

Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan bugünkü köşe yazısında Suruç katliamının öncesi ve sonrasını ele aldı. 

Mahçupyan’ın Suruç’un Öncesi ve Sonrası başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Birileri Türkiye’yi Ortadoğu’ya sokamadığını görünce, herhalde şimdi Ortadoğu’yu Türkiye’ye sokmaya çalışıyor. Suruç’taki canlı bomba katliamının basit okuması bu… Ötesinin spekülasyon olduğunu gözden kaçırmamakta yarar var. Birileri Türkiye’nin sanki ‘dokunulmazlığa’ sahipmiş gibi barış ortamını sürdürmesinden memnun değil. Bu birilerinin kim olduğuna geldiğimizde karşımıza o kadar geniş bir yelpaze çıkıyor ki tahminin anlamı kalmıyor. Ancak şunu söylemek mümkün: Amerika’daki bazı ‘medeni’ siyasi gruplardan Ortadoğu’nun beşeri coğrafyasının tipik özelliği haline gelen ‘ideolojik bedevilere’ kadar birçok aktör Suruç’taki katliamdan gizli veya açık bir memnuniyet duymuştur. Verilen mesaj Türkiye’nin ‘işinin’ hiç de kolay olmayacağı, daha doğrusu kolay olmasına müsaade edilmeyeceğidir. 

/Dolayısıyla Türkiye’nin ‘işinin’ ne olduğu, nasıl algılandığı konusuna gelmemiz lazım. AKP iktidarı altında Türkiye klasik Batı takipçiliğini bırakmakla kalmadı, İslami dünyada da çoğulcu ve demokratik bir yapılanmanın teşvikçisi ve destekçisi oldu. Diktatörlüklere karşı mücadele eden gruplara yardım etti, bunu bir söylem, bir ilkesel duruş haline getirdi. Toplumlarla uzun vadede doğru ilişkilerin kurulması mantığına dayanan bu dış politikayı tek bir kelimeyle özetlemek mümkün: Sorumluluk… Türkiye tarihsel mirasının farkında olarak doğal coğrafi çevresine yönelik ahlaki ve beşeri bir sorumluluk duygusu içinde davranıyor ve bu duyguyu bir dış politika stratejisi olarak hayata geçirmeye çalışıyor. Böyle bakıldığında Çözüm Süreci’nin de aynı sorumluluk yaklaşımının parçası olduğunu söylemek mümkün. AKP Türkiye’yi barışa yönelttiği oranda Ortadoğu’yu merkezinde Türkiye’nin yer alacağı bir barış havzasına dönüştürebilmeyi hayal ediyor. 
Burada hassas bir denge var. Çok fazla yurtiçi perspektife saplanırsanız, Ortadoğu’yu etkileme imkanını yitirebilirsiniz. Buna karşılık çok fazla Ortadoğu çerçevesi içinden bakmaya başlarsanız Türkiye’deki barış sürecini elden kaçırabilirsiniz. AKP yönetimi şu ana kadar birinci yaklaşıma daha yakın durdu. Ne var ki bu politikanın başarılı olması Kürt siyasetinin de buna uygun davranmasına muhtaçtı. Oysa çeşitli vesilelerle yaşanan gelgitler Kandil’in Türkiye’den ‘bağımsız’ bir siyaset üretmesini mümkün kıldı. Böylece Çözüm Süreci’nin kırılganlığı arttı ve PKK stratejik davranış ve işbirliği yelpazesini genişletti. Gelinen noktada Çözüm Süreci Türkiye’nin hem barış yaratma potansiyelini, hem de kaosa rehin düşmesine neden olabilecek yumuşak karnını ifade ediyor. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Vedat Bilgin-Akşam

Akşam gazetesi yazarlarından Vedat Bilgin de IŞİD terörünü ele alanlardan…Bilgin’in akşam gazetesindeki bugünkü köşe yazısının başlığı IŞİD Tuzağı…

Vedat Bilginin bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

/Türkiye’nin terör üzerinden istikrarsızlaştırılması çalışmalarında yeni bir aşamaya girildiği görülmektedir. Urfa’da meydana gelen katliam sadece bir terör saldırısı değil, bu ülkeye karşı yapılan saldırıların belli bir strateji ekseninde yürütüldüğünün dolayısıyla politik ve uluslararası niteliği olduğunu gösteren bir olaydır. IŞİD terörü terörün Türkiye’ye taşınması için bir tuzak olarak kullanılmak istenmektedir. 

Suriye’de kendi halkına karşı katliamlar yapan, bir vahşet düzenini ayakta tutmak için yapabileceği her şeyi yapan BAAS rejiminin, uluslararası güçlerin katılımı sayesinde ömrünü uzatan olayların içinde terör örgütlerinin ayrı bir rolü bulunmaktadır. IŞİD, PKK/PYD gibi cinayet örgütleri, İran ve İsrail gibi bölge ülkelerinin istihbarat örgütleri başta olmak üzere, çeşitli Batılı servislerin de çalışmalarıyla birlikte yeni bir Ortadoğu’nun şekillenmesinde adeta eşgüdüm içinde faaliyet göstermektedirler. Önce Irak ve Suriye için yürütülen bu politikaların asıl hedeflerinden birinin Türkiye olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü bölgeyi yeniden düzenlemek için Türkiye’nin etkisizleştirilmesi gerektiği fikri yaygındır. Bu bağlamda Türkiye’ye karşı kurulan tuzağın işleyebilmesi için Irak veya Suriye’de süren iç savaşın terör örgütleri vasıtasıyla bu ülkeye ihraç edilmesi gerekmektedir. 

Teröre dayalı bir strateji 

Mesele şudur: Suriye rejimine karşı halk ayaklanması başladığı tarihten itibaren BAAS rejiminin kanlı yüzü korkunç bir hal almıştır. BAAS bütün insanlık dışı saldırılarına, acımasız devlet terörünü kullanmasına rağmen hızlı bir biçimde çöküşe gitmekten kurtulamayacağını görmüştür. Bu durumda daha önce kimlik dahi vermediği Kürt muhalefetinin temsilcisi şahıslara, kabilelere karşı PKK örgütü üzerinden cevap vermeye girişmiş, önce PYD aracılığıyla Suriyeli muhalif Kürt unsurları etkisiz hale getirerek, PKK/PYD ile ittifakını yeni bir aşamaya taşımıştır. Arkasından IŞİD yapılanması ve bu örgütün işgal-terör faaliyetlerine karşı uluslararası desteği yanına alacak bir taktik geliştirmiştir. 

Peki bu nasıl mümkün olmuştur, yani Batılı ülkeler Türkiye’ye rağmen nasıl olmuş da BAAS rejiminin hayatta kalmasına rıza göstermişlerdir? Türkiye NATO üyesi, Lozan’dan bu yana Batı sisteminin içinde yer alan bir ülke değil midir? 
Bahar devrimleri başladığı zamandan sonra, Arap coğrafyasında bütün anti demokratik rejimlerinin alternatifinin kendiliğinden Türkiye modeli olması, kaçınılmaz bir biçimde bütün Ortadoğu bölgesinde Türkiye’nin sadece konumunu yükseltmekle kalmamış, Batı dünyasında da ‘ne oluyor’ sorusunun sıkça sorulmasına neden olmuştu. Mesele açıktır, Batı Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olmasına tahammülsüzdür. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Ceren Kenar-Türkiye 

Ceren Kenar’ın Türkiye gazetesindeki Türkiyelileşme mi Hizbullahlaşma mı? başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Suruç’ta IŞİD’in düzenlediği saldırı sonrası PKK intikam alıyor… Kimden? IŞİD’den mi?

Hayır.

Bir Türk askerden ve iki polisten.

Suçları ne bu üç gencin? Suruç’ta hayatını kaybeden gençlerden daha mı az masumlar, daha mı az insanlar?

Ölümü hak edecek ne yaptı bu üç gencecik insan?

/Bir akıl tutulmasından geçtiğimiz bu günler, bir imtihan zamanı içindeyiz. AK Parti ve Erdoğan nefreti ile kör olmuş gözler barış sürecini baltalamak için ellerinden geleni yaptılar bu son üç sene içinde. Çözüm süreci nedeniyle devlete başkaldıran cemaat, şu an HDP saflarında, eski ulusalcılar yeni “gerilla”severler oldular.

Türkiye cumhuriyetini, AK Partiyi, bu ülkenin Cumhurbaşkanını, Başbakanını son derece çirkin, ahlaksız ve densiz bir şekilde IŞİD’le özdeş göstererek, PKK’ya hedef gösteriyorlar.

Sandıkta yenemedikleri rakiplerini, bir savaş meydanı oluşturarak yenme gayretindeler.

Sonucu bu ülkenin gençlerini tabutlara koyacak, gariban annelerin gözyaşı olacak bir stratejinin karargâhı steril pozisyondakilerce kurulmuş.

Buradan aldığı cesaret ve ahlaki üstünlük duygusu ile Kürt hareketi ise “Türkiyelileşmek”ten Hizbullahlaşma’ya geçiş yapıyor.

PKK ne istiyor? Belki de önce şu soru ile başlamak daha doğru: PKK ne istemiyor?..

Silah bırakmak gündeminde yok, bunu liderlerinin tekrar tekrar yaptıkları vurguda görmek mümkün. Barış sürecinin gelip düğümlendiği yer olan silahlarını militanlarını Türkiye’den çekmeyi de düşünmüyor. Hatta, HDP lideri Selahattin Demirtaş, Kürt sivillerin bile silahlanması ve kendi güvenlik önlemlerini alması gerektiği çağrısında bulunuyor.

Suriye savaşının bir aktörü olan PYD’ye militan ve destek sağlamak için, Suriye’deki gerginliği Türkiye’ye taşımak da istiyor PKK. Türkiye’de savaşmak için geçerli bir sebep bulamamasını, Suriye meselesi ile örtüyor. İstanbul’dan, Van’dan Kürt ve Türk gençlerini, Suriye’de IŞİD’e karşı son derece tehlikeli bir savaşın ortasına atmakta, bu eline silah almamış gençleri cepheye sürmekte beis görmüyor.

Bu doğrultuda, tabanında Türkiye devletine olan nefreti ve öfkeyi AK Parti eşittir IŞİD gibi son derece izansız ve tehlikeli bir denklem üzerinden körüklüyor.

Peki günün sonunda plan ne? Amaçlanan hedef ne?

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

Abdurrahman Dilipak-Yeni Akit

Yeni Akit gazetesi yazarlarından Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşe yazısında Büyük Oyun başlığını kullandı.

Dilipak’ın bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Abdulkadir Selvi’ye göre son 3 yılda Türkiye’den savaşmak için Suriye’ye ve Irak’a 10.000 civarında insan gitmiş. Bunların 7000’i DAEŞ’e katılmış.

DAEŞ’de Türkî ülkelerden, Balkanlar ve Avrupa’dan gelen bir o kadar daha kişiden söz ediliyor.. Önemli bir bölümü Arap aşiretlerinden gelen feodal ilişki içindeki milliyetçi unsurlar ve diğer bir kısmı ise Selefi unsurlar. Türkiye’den ve Türkî ülkelerden gelenlerin bir kısmı da Selefi özelliğe sahip insanlar.

DAEŞ’in düne kadar Kürt sorunu yoktu. Alamet-i farikaları Şii ve Esed karşıtlığı idi. Musul’a girdikten sonra Esed karşıtlığının yerini özellikle Ayn el Arab’dan sonra buna PKK karşıtlığı da eklendi.

Şimdi bölgede yeni bir durumla karşı karşıyayız. PKK, son Suruç olayı da gösterdi ki, Sosyalistlerle ortak bir cephe oluşturuyor.. HDP üzerinden liberal çevrelerle temas sağlanıyor. HDP’nin bugünkü yapısı bunu gösteriyor zaten..

Öte yandan; PKK, KCK, PYD ile Suriye Süryani silahlı savunma gücü MFS arasında güç birliğine gidildi. Böylece PKK MFS üzerinden Christian Army ile dirsek teması sağlanıyor.. Bu bağlantı üzerinden Suriye’ye, Avrupa, Amerika, Asya ve Afrika’dan Hristiyan savaşçılar bölgeye gelmeye başlarlarsa sürpriz olmayacak. 

HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Suruç’ta yaşanan bombalı saldırının ardından “Önlemler alınmazsa bu bombalar her yerde patlayabilir, Gezi benzeri ya da 6-8 Ekim benzeri bir kalkışma gelebilir” dedi.

Bakın, Kürt halkının tek meşru temsilcisi PKK değil, HDP de değil. Eğer iş kontrolden çıkarsa, HDP’lilerin öz savunma refleksine benzer bir refleks HDP dışındaki unsurları harekete geçirirse nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalırız, hiç düşündünüz mü? PKK, İsrail, ABD, İngiltere ve Fransa’nın desteğinde, Hristiyan gruplar ve Aleviler, Sosyalistlerle kiminle karşı karşıya gelir.. HÜDA PAR ya da korucular, milliyetçiler, Selefi gruplar ne yapar acaba. Tabi DAEŞ’in olduğu yerde İran da karşı safta yerini alır. Türkiye’de resmi güçler ve bölgede yaşayan halk, Kürt aşiretleri ve mollalar bu durumda olanları seyredecek değil herhalde..

PKK’nın yöntemi ile PKK’ya karşı savaşacak, dindar Kürtlerle işbirliği yapacak, bir DAEŞ ile PKK’nın başetmesi çok kolay olmayabilir. Yani evdeki hesaplar çarşıya uymayabilir.. Bu kirli oyun PKK içinde, HDP, KCK içinde ciddi bölünmelere yol açabilir..

Böyle bir senaryo, Türkiye’yi Suriyeleştirme projesidir.. Bana kalırsa bu senaryo tutmaz. Evdeki hesap çarşıya uymaz.. Haçlı güçlerini, Siyonistleri arasına alanların başarı şansı sıfır. Bu kilitli senaryoda rol alanlar çok ağır bir bedel öderler.

Bu tartışmalar muhalefet partileri, derin yapı ve paralel yapının imajını da yerle bir edecektir..

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

On5yirmi5