Köşe yazarları bugün ne yazdı?

Medya
Köşe yazarlarının  gündeminde ‘Çözüm Süreci’ ve son günlerdeki PKK saldırıları var. İBRAHİM KARAGÜL-YENİŞAFAK Yenişafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül bugünkü köşe yazısında “S...
EMOJİLE

Köşe yazarlarının  gündeminde ‘Çözüm Süreci’ ve son günlerdeki PKK saldırıları var.

İBRAHİM KARAGÜL-YENİŞAFAK

Yenişafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül bugünkü köşe yazısında “Sizi Taksim’de Oynatırlar!” başlığını kullandı.

Karagül’ün köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Malazgirt’te Binbaşı Arslan Kulaksız, Şemdinli’de Uzman Çavuş Ziya Sarpkaya şehit edildi. Polislerimiz evlerinde infaz ediliyor. Türkiye’nin her köşesinde insanlar öldürülüyor, bazıları yaralı kurtuluyor, iş makineleri yakılıyor, terör üzerinden bütün ülke rehin alınmak isteniyor.

Bu durum sadece dar anlamda bir terör meselesi değil. Bu sadece PKK meselesi değil. Bu, Türkiye’nin varlığına karşı başlatılmış, geleceğini yok etmeye dönük kapsamlı bir çalışma. Bütün örgütler tek çatı altında toplanıyor. Bütün ideolojik gruplar, etnik ve mezhep kimliği üzerinden cepheye sürülüyor. Türkiye’nin varlığına karşı büyük bir saldırı söz konusu.

Unutmayın, saldırılar Türkiye’nin askeri operasyonlarından önce başlatıldı. Uzun süren barış süreci, birilerinin hırsı üzerinden istismar edildi, boşa çıkarıldı. Birileri bu ülkede barışın önünü kapattı. Son yıllarda olağanüstü sıçrama yakalayan ülkeyi diz çöktürmek için büyük bir plan devreye sokuldu. Türkiye’yi felç etmek isteyenler bunu AK Parti ve Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden pazarlar oldu.

Bu bir içeriden işgal girişimidir

7 Haziran seçimleri öncesi başlatılan çalışmayla kimlik eksenli siyaseti meclise taşıyanlar, bunun ikinci aşamasını silahlı çatışma olarak zaten planlamıştı. Bizlere Türk-Kürt çatışması, Alevi-Sünni çatışması olarak servis edecekleri bir şer plan, Türkiye’yi yeniden yönetilebilir alana çekmeye, yeniden Anadolu içine hapsetmeye, yeniden iç çatışmalardan başını kaldıramaz hale getirmeye dönüktü.

Bu yüzden çevremizdeki kaos fırtınasını Türkiye içlerine taşıyorlar. Siyasi mühendislik, içerideki bazı sermaye çevreleri, dışarıdaki ağababaları ve terör örgütleri üzerinden yürütülüyor.

Günlerdir “İç işgal”, “Türkiye içinde kurulan şer ekseni”, “Kuzey Kuşağı ile bazı sermaye çevreleri arasındaki ilişki” konusunda uyarı yazılarını bu yüzden yazdım. Dar anlamda terör tanımı bugünlerde gözlerimizi kör edecektir. Daha geniş anlamda, bir Türkiye projesi perspektifinde konuşmamız gereken şeyler var.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

ALİ BAYRAMOĞLU-YENİŞAFAK

Yenişafak gazetesi yazarı Ali Bayramoğlu’nun “Şiddet Evresi” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Cumhurbaşkanı dün noktayı koydu. “Çözüm sürecini milli birliğimize kastedenlerle devam ettirmek mümkün değil” sözleri bir evrenin kapandığına işaret ediyordu.
Her ne kadar hükümet çevreleri yaşanan gelişmelerin sadece bir kopuş, bir tashih gereği olduğunu ifade etseler, bir paradigma değişikliğinin söz konusu olmadığını söyleseler de, içinde bulunduğumuz keskin aşama ortada.

PKK her yerde teröre, şiddete başvuruyor, kan döküyor. Askere, polise, kamu binalarına saldırılar, karakol baskınları, köprülerin havaya uçurulması her geçen dakika artıyor. Kurulan pusularla, üç polisin ardından, Muş’ta bir binbaşı, Siirt’te bir astsubay hayatını kaybetti. Savaş uçakları 4 yıl sonra havalandı. Türk Silahlı Kuvvetleri PKK kampalarına bomba yağdırıyor. PKK ve YPG’ye yönelik tutuklamalar sıkı yönetim rejimi havası içinde ve yoğunluğunda gerçekleşiyor.

Yıllar sonra ilk kez bir siyasi partinin kapatılması telaffuz ediliyor. Seçimlerin üzerinden daha 2 ay geçmeden, 1995 ve sonuçları hiç akla getirilmeden… Örneğin cumhurbaşkanı, “HDP yöneticilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve cezalandırılmaları” gerektiğini söylüyor. HDP daha bir süre öncesine kadar Kandil-İmralı-Hükümet arasındaki bağları kuran, kurması istenen bir siyasi partiyken, bugün aynı özellikleri yüzünden suçlu sandalyesine oturtulmaya hazırlanıyor. Üstelik Kürt Hareketinin şiddet evresinin açılmasındaki açık sorumluluğuna rağmen, HDP’nin tüm ölümcül hatalarına (örneğin Demirtaş’ın yaptığı “Tayyip Erdoğan darbesi, sivil cunta rejimi” gibi çatışma ve eylemleri doğrulayan açıklamalara) rağmen bu partiye şiddetten siyaset evrilmek için hareket alanı ve imkanı vermek gereken şu günlerde…

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

ABDÜLKADİR SELVİ-YENİŞAFAK

Yenişafak gazetesi köşe yazarı Abdülkadir Selvi, bugünkü köşe yazısında “Türkiye Test Ediliyor” başlığını kullandı.

Selvi’nin köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Tansu Çiller, Meclis kürsüsünden hükümet programını okumaya çalışıyor, ama bir türlü doğru düzgün cümle kuramıyordu.

Çiller, hükümet kurma görevini almış ama Türkiye yangın yerine dönüştürüldüğü için üç gündür gözüne uyku girmemişti.

Siyasi danışmanlarından birine bu durumu sorduğumda, ”Devlet bizi test ediyor” demişti.

Özal, bir kalp kriziyle ani bir şekilde aramızdan çekilmiş, Özal’ın ölümüyle birlikte devlet içindeki, ”Değişimciler” savaşı kaybetmiş, Demirel’le birlikte Eski Türkiye ”Çankaya’ya çıkmış, başbakanlık koltuğuna ise Batılı, modern yüzüyle Tansu Çiller oturmuştu.

Çiller hükümeti kurmuş ama daha güvenoyu alamadan, ”Türkiye’nin 11 Eylül’ü” olarak gösterilen Madımak ve Başbağlar katliamları yaşanmıştı.

Tansu Çiller yakasına siyah kurdele takıp, “Radyoma özgürlük” kampanyası başlatmış, Kürt sorunun çözümünden Bask modelinden söz etmişti.

Ama Başbakanlık koltuğuna oturduğunda önceliği terörle mücadeleye verdi. Sağına Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’i soluna Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ı aldı.

Geçiş dönemleri ürkütücüdür. Siyasi iradenin güç kaybettiği dönemlerde, ”Derin devlet” gizlendiği yerden çıkar, ipleri ele geçirmek için hamle yapar.

Geçmişte bunları yaptı, başarılı oldu.

7 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye’de 13 yıl süren güçlü ve tek parti iktidarı sona erdi. Koalisyon hükümetleri dönemi başladı. Derin devletin çok sevdiği, ”parçalı hükümetler” sürecine girildi.

3 Kasım 2002 seçimleriyle birlikte Türkiye, tam 9 seçimde güçlü bir siyasi irade ortaya çıkardı. Siyasi irade ne denli güçlü olursa derin devlet o kadar geriler, siyasi irade ne denli zayıflarsa derin devlet o kadar güçlenirdi.

8 Haziran’da koalisyona uyanınca, ”Eski Türkiye” ye gün doğdu.

Türkiye bir yol ayrımına geldi.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

AHMET KEKEÇ-STAR

Star gazetesi yazarı Ahmet Kekeç, bugünkü köşe yazısında HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a yüklendi. Kekeç’in “Sana savaş yaptırmayacağız PKK’ diyebiliyor musun Selocan?” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Gördünüz mü? Suruç’taki katliamı Saray’a bağlı “özel gladyo örgütü” yapmış. Bu örgütün MİT’le de bağlantısı varmış. 

Hükümet, bu örgütü kullanarak kirli bir savaş yürütüyormuş.

Selahattin Demirtaş böyle diyor…

Üşenmemiş, Cemaat trollerinin internette dolaştırdığı ne kadar kirli tezvirat varsa, “derleyip toparlamış”, grup toplantısında peş peşe sıralıyor.

Peki, Saray’a bağlı bu özel gladyo örgütünün, “Çiller Özel Örgütü”yle de bir bağlantısı var mıymış?

Mutlaka vardır.

Çiller’le varsa, Amerika’yla da vardır.

Hani, tepesinde “Serok Obama”nın bulunduğu Amerika.

Durum böyleyse (ki, böyle olduğunu PYD Başkanı’nın, “Artık safımız bellidir. Emperyalizme karşı Suriye Ordusu’nun yanında savaşacağız” beyanından anlıyoruz), Amerika büyük bir kazık attı demektir. Bunu da, Kobani sokaklarında “Biji Obama” pankartlarını dolaştıran “genç devrimciler” ve çocuklarına “Obama” ismini veren idealist Hevaller düşünsün.

Biz gelelim Selahattin Demirtaş’ın açıklamalarına…

Diyor ki, “Bir hafta sonra iş bitiyordu…”

Barış tesis ediliyormuş, tam sonuna gelinmiş, ama işi Erdoğan bozmuş.

Nasıl bozmuş?

Dolmabahçe mutabakatını yok saymış… Böyle olunca da haliyle barış ihtimali ortadan kalkmış.

Peki, olmayan Dolmabahçe mutabakatını gerekçe gösteren Selahattin Demirtaş, sair mutabakatlara uymayan, yani sınır dışına çekilmeyen, silah bırakmayan, Öcalan’ın “Silah bırak kongresi toplansın” çağrısını kulak arkası eden, “Bu aşamada silah bırakmak stratejik olmayabilir” diyerek mütemadiyen “halkımız silahlansın” çağrıları yapan, yol kesen, haraç toplayan, dağa adam kaldıran, trafik denetlemesi yapan, yollara mayın döşeyen, karakollara roketatarla saldıran, uykuda polis boğazlayan, iş makinalarını yakan, ambulans deviren, çarşı ortasında Garnizon Komutanı kurşunlayan PKK’nın tutumunu nasıl açıklıyor?

Daha doğrusu, açıklayabiliyor mu?

Hadi Erdoğan “olmayan” Dolmabahçe mutabakatını yok saydı…

Siz, niçin “olan” mutabakatları yok sayıyorsunuz?

Niçin lideriniz Öcalan’ın “PKK sınır dışına çekilsin, silah bırakılsın” çağrılarına kulak vermiyorsunuz?

Niçin yüzde 13’lük temsilin değerini bilmiyorsunuz?

Niçin bir türlü Kandil’in yörüngesinden çıkmıyorsunuz?

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

BERİL DEDEOĞLU-STAR

Star gazetesi yazarı Beril Dedeoğlu’nun “Dervişin Fikri Neyse, Zikri Odur” başlıklı bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Türkiye’nin IŞİD ve PKK’ya yönelik askeri operasyonları, birçok ülkenin içinde tuttuğunu dışarı çıkarmasına yol açtı. Ülkeler, fikir beyan ederken hem kendi aralarındaki temel görüş farklarını sergilediler, hem de esas politikaları hakkında epeyce ipucu verdiler.

ABD, Türkiye’nin IŞİD ile mücadelesinde zaten en yakın ortak durumunda, dolayısıyla bu konudaki tutumu gereği zaten operasyonları gerekli, meşru ve uluslararası hukuka uygun bulduğunu açıkladı. Bugüne kadar alışık olunmayan ise ABD’nin aynı zamanda PKK eylemlerini de şiddetle kınamasıydı.

Hem PKK hem de IŞİD’le olan mücadelenin olumlu bulunması, ABD’nin PKK eylemlerini başlatma emri veren “kesim”i açıkça desteklemediğinin ifadesi oldu. ABD, PKK eylemlerinin ABD-Türkiye ikilisinin Suriye’de etki yaratmaması için yapıldığını anladığını ima etti. Diğer bir ifadeyle Obama, Türkiye ile dostane ilişkiler kuran Kürt hareketini desteklediğini söylemiş oldu.

Söz konusu açıklamanın bir ucu PKK’ya değiyorsa, diğer ucunun da HDP, PYD gibi diğer kuruluşlara değdiği ve uyarı taşıdığı açık.

Batı ülkeleri

Almanya’dan gelen açıklamalar ise PKK’ya karşı yürütülen mücadelenin kınanması şeklinde oldu. Bu, Türkiye’nin PKK’yı bırakıp sadece IŞİD’le mücadele etmesinin istendiğini gösterdi. Ancak diğer bazı açıklamalar, Türkiye’nin IŞİD’le tek başına ya da sadece ABD ile birlikte mücadele etmesinin de o kadar “hayırlı” görülmediğini ima etti. Zira Almanya, İncirlik gibi üslerin tüm koalisyon güçlerine açılmasını talep etti.

Söz konusu talep, Almanya’nın Suriye’ye öyle ya da böyle müdahil olma arzusu anlamına gelir. PKK konusundaki tutumu belliyken bu işi Türkiye ile ittifak kurarak yapamayacağına göre, elinde koalisyon ya da NATO yolu kalır. Ancak bu durum aynı zamanda zaten Suriye konusuna bulaşmış olan Almanya’nın ABD-Türkiye denetiminde bir “açılım” yapabileceği sonucunu da getirir. Belki Obama Almanya’yı bu yolla kanatları altına almayı hesaplamıştır.

Fransa ise, tıpkı Almanya ve AB’den gelen açıklamalarda olduğu gibi, kabaca “PKK’yı bırak, IŞİD’e bak” diyen cephede yer alıyor. Ancak onlar “Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesini inandırıcı buluyor musunuz?” türü sorularla anketler yapıp iç kamuoylarının derdine düştüklerinden büyük politikaları hakkında bilgi sahibi  olamıyoruz. Birleşik Krallık ise, ABD’yi Kürtler yerine Türkiye ile işbirliği yapmakla eleştiriyor; zira bu durumun Britanya’nın manipülasyon imkanlarını daraltacağı ima ediliyor.

Doğu ülkeleri

IŞİD’le mücadele adına Irak ve Suriye’de kendisine epeyce alan açan İran ise Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesinde aşırıya kaçmaması tavsiyesinde bulunuyor. Bu, İran’ın operasyonlardan gayet rahatsız olduğunu gösteriyor. Zira IŞİD ile sadece kendisinin mücadele etmesini savunarak o alana Türkiye’nin girmesi halinde etki alanının daralacağını biliyor.

Ayrıca İran, baş düşmanı IŞİD’le Türkiye de mücadele ediyor diye sevineceğine, kızgınlık ifadesi göstererek Esad’ın yanında ancak kendisinin yer alacağını, Türkiye ya da başka oyuncuların kendisinden rol kapmasına taraftar olmadığını itiraf ediyor.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

AHMET TAŞGETİREN-STAR

Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren bugünkü köşe yazısında “Süreci Ne Yapmalı?” başlığını kullandı. Taşgetiren’in köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Süreç buzdolabına mı kondu? Süreç rafa mı kaldırıldı? Süreç iptal mi edildi? 

Süreç devam ediyor mu?

PKK’ya karşı yürütülen operasyonla birlikte gündeme düşen en önemli soru, hiç şüphesiz sürecin akıbeti ile ilgili.

Süreçte bir problem olduğu belliydi ve benim gibi birçok insan, işlerin iyiye gitmediğini seslendiriyorduk.

Özellikle silahlı yapının devam ettiğini, üstelik bölgede devletten daha etkin bir pozisyon oluşturduğunu, bunun en bariz etkisinin 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıktığını yazıp, söyleyip durduk.

Süreçteki sapmanın en olumsuz etkisi ise, Kürtler’in oylarının Ak Parti’den kopup, etnik siyaset yapan bir partide yoğunlaşması idi. Bu vakıa, Ak Parti’nin oy ve tek başına iktidar kaybından öte bir anlam taşıyor, asıl olarak etnik siyaset yapmayan bir partinin bütün Türkiye’yi kapsayan niteliğini zaafa uğratıyordu.

Soru şu idi:

Kürt oyları Ak Parti’den etnik hassasiyet sebebiyle mi koptu yoksa, Doğu-Güneydoğu’da silahlı yapının oluşturduğu boğucu iklim sebebiyle mi etnik siyaset yapan partiye yöneldi?

Örgüt baskısı bir vakıa idi. Örgütle aynı çizgide olmayan Kürtlerin rahatsızlığı da bir gerçekti. Seçimlerde örgütün dayatmasına karşı koymanın can, mal, evlat bedeli de biliniyordu. Örtülü bir demografik- ideolojik tasfiye süreci işlemekteydi.  

Böyle devam ederse, diye başlayan cümleler sadece derin endişeleri seslendiriyordu.

Bu arada örgüt terörü yanında, Uludere, Kobani gibi olayların PKK-HDP’nin gerçekten etkili propagandasıyla etnik milliyetçilik duygularını devreye soktuğu gerçeğini de gözden ırak tutmamak gerekiyor.

Ve nihayet devlet örgüt terörü karşısında devletliğini gösterdi. “Kamu düzenini koruyacağım” diye harekete geçti ve operasyonlar başladı.

Bu operasyonlar ne anlama geliyor?

“Devlet devletliğini gösterdi” denince, nasıl bir devlet formunu anlıyoruz? Ak Parti öncesinde sergilenen hani “90’lardaki” diye nitelenen devlet diline mi dönüyoruz, yoksa ne?

PKK-HDP cenahının, teröre yönelik her devlet hamlesini “90’lara dönüş” diye nitelemesi beklenen bir tavırdır. 90’lar, JİTEM’li, yargısız infazlı zamanlardır. 80’lerde Diyarbakır Cezaevi’ndeki uygulamalarla daha kötü bir devlet tavrı vardır.

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

FADİME ÖZKAN-STAR

Star gazetesi yazarı Fadime Özkan’ın “Oğlum Bak Git!” başlıklı bugünkü köşe yazısının bir bölümü şöyle;

DAEŞ terör örgütüne olduğu gibi PKK terör örgütüne karşı da yapılan askeri ve adli operasyonlar -gecikmiş olmasına rağmen- gayet yerindedir. Hukuk içinde kalınması, isabet kaydedilmesi tek talebimiz. 

Peki, çözüm süreci bitti mi? Bildiğimiz mekanizma ve muhataplar açısından evet. Ama sürecin nihai hedefi olan “PKK’nın silah bırakması sağlanarak ülkede huzur ve kardeşlik ortamının tesisi” hedefi yerli yerinde duruyor.

Terörün haksızlığı hukuksuzluğu, siyaseten ve ahlaken savunulamaz oluşu, terörden medet umanların kimliği ve niyeti şu süreçte iyot gibi açığa çıktı. Çözüm sürecine destek veren büyük kitlenin operasyonları da destekliyor olması bu açıdan çok anlamlı.

***

Şehit cenazeleri uzaktan tanıklık eden bizler için bile dayanılır değil. Aileler perişan… Hele de el ayak çekildikten, kalabalıklar dağıldıktan sonra, onlardan geriye kalan boşluğa yerleşecek yokluk ve özlem duygusu… Allah yardımcıları olsun. Şehit yakını olmanın metaneti ve asaletiyle acılarını hafifletsin inşallah. Şehitlerimize bin rahmet olsun!

Halihazırda hepimizin güvenliği ve huzuru için can pahasına görev ifa edenleri de terör eylemlerinden, tuzaklardan, kazadan beladan korusun Allah, sevdiklerine bağışlasın!

Zor zamanlar… Yasımız da duamız da ortak.

***

Ama vaktiyle Başbakan asan askeri darbeye darbe diyemeyen çevreler, bugün de kanlı elini Ortadoğu’dan çekmeyen “emperyalistlerin” Türkiye’ye karşı beslediği ve işine geldiğinde kullandığı, gelmediğinde diğerine peşkeş çektiği terör taşeronu PKK’ya kıyamıyor mesela. Hem de sinsice asker-polis öldürdüğü günlerde kıyamıyor. “İki polis için Kandil’i bombalamak reva mıdır” diyebiliyor mesela tashihçiliği tarihçiliğinin önüne geçmiş bir A.H.

Paralel yapının veya Doğan medyanın politik ergenleri bir yana, bir devlet üniversitesinde kadrolu öğretim üyesi olan bir K.Ç tüm mesaisini harcadığı medyada-sosyal medyada korkunç maddi hatalar ve açık manipülasyonlarla şiddet-dehşet sarmalını kişisel Erdoğan nefreti için büyütebiliyor.

Ya da canlı yayında savcı katleden DHKP-C’ye kefil olanların Star gazetesine konulan tahrip gücü yüksek, zaman ayarlı bomba dolayısıyla, dostlar alışverişte görsün kabilinden dahi olsa MKLP’yi kınıyorum, çok geçmiş olsun arkadaşlar diyememesi şaşırtıcı mı mesela? Bence değil. “Ama binim tirüristim Teyyibi beşken yeptirmeyecek”  ideolojisi bunu gerektirir çünkü.

Tuhaf olan şu ki teröriste terörist diyemeyenler, vahşice merhametsizce insan öldüren, pusu kuran, ambulans çağırıp sağlık görevlilerini, kaza oldu diye trafik aracı çağırıp polis memurunu kaçırmayı, şehit etmeyi “onurlu mücadele” diye yutturmaya çalışıyorlar!

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

CEMİL ERTEM-AKŞAM

Akşam gazetesi köşe yazarı Cemil Ertem bugünkü köşe yazısında “Türkiye, Çin ve Terörün Nedeni Üzerine Bir Not” başlığını kullandı.

Ertem’in köşe yazısının bir bölümü şöyle;

Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgeye, küresel krizin şimdiki dinamiklerine ve kriz sonrası Türkiye’nin-beklenen- siyasi ekonomik konumuna baktığımızda şu anda başımıza gelenler beklenmeliydi.  

Şu sıra Çin’de olan bitene bakalım… Çin’de olanlarla Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı alçakça saldırılar arasında ne bağlantı var demeyin…    
Çin mali piyasaları şu sıra neden ısrarla baş aşağı gidiyor; en kestirme cevap Çin’ in sanayi üretiminde kârların hızla düşmekte olduğudur. Ama bu zaten beklenen bir gelişmeydi; çünkü Çin uzun zamandır içeride düşük ücrete dayalı ve yalnızca ihracat odaklı büyümeden vazgeçme hazırlıkları yapıyor. Tam aksine içeride ücretleri yukarıya çekiyor ve küresel alt yapı yatırımlarına hız veriyor. 
Çin’in dış ticaret fazlası 2008 yılında 420 milyar dolara ulaşmışken bu rakam 2013 yılında 182 milyar dolara kadar gerilemiştir. Çin sadece Uzak Doğu’da değil dünyada küresel ticaretin en önemli aktörü olmuş durumdadır. Artan alt yapı yatırımlarında Uzak Doğuda kontrol Japonya’dan Çin’e geçmiştir. 1966 yılında kurulan Asya Kalkınma Bankası’nda (Asian Development Bank) ABD ve Japonya hakim oyuncu iken (Japonya 15.67%, ABD  15.56%, Çin 6.47%, Hindistan  6.36%, ve Avustralya 5.81%.) Çin bu durumdan rahatsız olmuş ve kendi bölgesinde alt yapı sorumluluğunu yeniden yapılandırmak amacıyla 2014 yılında  Asya Yatırım ve Kalkınma Bankası AIID (Asian Infrastructure Investment Bank) adıyla  yeni bir banka kuruluşu için bölgedeki 21 ülkeyi yanına alarak bir insiyatif başlatmıştır.
ABD bu insiyatife şiddetle karşı çıkmış, Japonya ve Kanada’nın bu oluşumda olmasını engellemiştir. Buna rağmen İngiltere adına Ekonomi ve Maliye Bakanı George Osborne, Mart 2015 te bu projeye destek vereceğini açıklamış, ardından ABD’nin tüm uyarılarına ve şiddetli muhalefetine rağmen  Avustralya ve Güney Kore’de Mart sonunda kurucu üye olarak katılacaklarını ilan etmişlerdir.  Ingiltere’nin hemen arkasından Almanya, Fransa ve İtalya da bankanın ortakları arasına katılmayı kabul etmişlerdir.
AIID ilk etapta 50 Milyar USD olan sermayesini yeni üyelerin katılımı üzerine 100 milyar USD olarak revize etmiş ve bankanın kuruluş süreci tamamlanmak üzeredir. Ingiltere’den sonra ve diğer Avrupa ülkeleri ile birlikte Türkiye de bölge dışı muhtemel kurucu üye (Prospective Founding Member) statüsü ile üyelik başvurusu yapmıştır. Son durumda bölgeden 37, bölge dışından 20 üyenin katılımı ile Dünya Bankası’na rakip olacak yeni bir Yatırım Bankası kurulma süreci bitmek üzeredir. 
Yeni bankada (WIIB) Çin % 30.34 paya sahiptir. Hindistan % 8.52, Rusya % 6.66, Almanya % 4.57, Güney Kore % 3.81, Avusturalya % 3.76, Fransa % 3.44, Endonezya % 3.42, Brezilya % 3.24, İngiltere % 3.11 ve Türkiye % 2.66 ile büyük ortakları oluşturmaktadırlar.
İngiltere WIIB üyelik kararının hemen ardından yine Osborne’un ağzından Çin’in yeni nesil nükleer santralleri yatırımlarını destekleyeceklerini ve daha da önemlisi Londra da Asya dışındaki ilk YUAN Takas Merkezini (clearing house) kuracaklarını açıkladı.
15 Ocak 2015 tarihinde BRICS ülkeleri yine 100 milyar dolar sermayeli bir gelişme (Development) Bankası kuracaklarını ilan ettiler. Bu bankaya Çin 41 milyar dolar, Rusya, Hindistan ve Brezilya 18 er Milyar Dolar Güney Afrika’da 5 milyar dolar ile katılıyor.
Tüm bu gelişmeler giderek Dolar’ı tek küresel rezerv para olmaktan uzaklaştıran ve tek kutuplu dünyadan Çin’in de yeni egemen güç olacağı 2 kutuplu dünyaya geçileceğini gösteriyor. İngiltere ise dolar ve euroya dayanan para sistemini dengelemek adına Çin’in bu yükselişini el altından destekliyor. 
Doların tahtına son veren bu gelişmelerin en önemli bacağı ise ulusal paralarla (National Currency) yapılan ikili ticaret anlaşmaları(Bilateral Trade). Burada da Çin başı çekiyor. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

EMİN PAZARCI-AKŞAM

Akşam gazetesi köşe yazarı Emin Pazarcı’nın “Çözülmedik, bölünmedik” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

“Çözüm Süreci” denince yıllardır belli çevrelerden gelen eleştiriler hep aynı. Onlara bakılırsa “çözüm” ile “bölünme” ve “parçalanma” kelimeleri eşanlamlı. Süreçten yana yer alanların tamamı da “vatana ihanet” içinde. 

Suçlamalar ilk günden bu yana devam etti, gitti… 
Ülkenin birlik ve bütünlüğü için “acaba işe yarar mı?” düşüncesiyle Öcalan’ı kullanıp devreye sokmaya çalışanlar “Apocu” ilan edildi. PKK’yı silahsızlandırma çabaları “Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne kastetmek” olarak değerlendirildi. 
Meclis’te siyasi parti grup toplantılarının yapıldığı her salı günü “Ülke bölündü, bölünüyor, bölecekler” iddiaları tekrarlanıp durdu. 
Söylenmedik söz bırakılmadı… 
Edilmedik hakaret kalmadı 
* * *
Gelinen nokta ortada. Çözüm Süreci tek taraflı da olsa devam ediyor; ama PKK’nın da başına bomba yağıyor. 
Ülke bölündü mü, parçalandı mı? 
Üstelik, çatışmasızlık sürecini sonlandıran, Çözüm Süreci’ni baltalayan da terör örgütü PKK oldu. Ucuz siyasete devam edip şimdi de şunu mu söylemek gerekiyor: 
-Çözüm karşıtları, nasıl da PKK ile aynı noktada buluştunuz! 
Boşa demedim “ucuz siyaset” diye! Yıllardır sürüp giden “Katil Öcalan’la kol kola ne güzel de anlaşıyorsunuz” türünden saçma sapan ve sığ değerlendirmelere verilecek cevap ancak bu olabilir! 
* * *
Oysa Türkiye yıllardır ciddi bir sorunla karşı karşıya… 
Kimine göre “terör”, kimine göre “bölücülük”, kimine göre de “Kürt” sorunu… Yılardır huzur ve barışı tehdit ediyor. Ülke kaynaklarını öğütüyor, kan ve gözyaşı üretiyor. Üstelik, her an alevlendirilmeye müsait bir biçimde yerinde duruyor. 
İşte “Barış ve Kardeşlik” ya da “Çözüm Süreci” denilen proje, bu ciddi sorunu çözmeye yönelikti. 
O ya da bu istediği için yapılmadı. Milli bir proje olarak uygulamaya konuldu. Sorunun çözülmesi gerektiğine inanıldığı için adım atıldı. Siyaseten de son derece büyük riskler alındı. 
Kısacası… 
Birileri elini taşın altına koydu. 

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

ABDURRAHMAN DİLİPAK-YENİ AKİT

Yeni Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak’ın “CHP ile nasıl bir koalisyon” başlıklı köşe yazısının bir bölümü şöyle;

CHP ile nasıl bir koalisyon düşünülüyor acaba..

Hangi CHP ile ne konuşuluyor.. İlhan Özkes’in Balçiçek İlter’e anlattıklarını iyi okumak gerek.. Tek bir CHP yok.. “Akıllısı” bu kadar çok olan bir partide uzlaşı mümkün değil.. Özkes bile dayanamadı, bakalım Bekaroğlu ne kadar dayanabilecek..

Meclis başkanı Başkanlık divanı üyeleri ile Beştepe’ye çıkıyor, CHP ve HDP’li üyeler heyette yok.

Yarın, Cumhurbaşkanlığının başkanlığında toplanacak Bakanlar Kurulu toplantısı ya da MGK’da aynı şeyin yaşanması durumunda ne olacak. Bunu hükümet protokolüne mi yazacaksınız..

30 Ağustos, 29 Ekim resepsiyonlarında Beştepe’de yine aynı kriz yaşanmayacak mı? Bir takım bakanlar, Cumhurbaşkanını boykot edecek.. Hadi çık işin içinden çıkabilirsen.. Bir deli bir kuyuya bir taş attı, artık, 40 akıllı, 40 gün uğraşsın çıkartabilirse..

Bugün koalisyon görüşmeleri Kılıçdaroğlu’nun ekibi ile konuşuluyor da, yarın bir kongrede CHP bir yönetim değişikliği olduğunda durum ne olacak.. Bu durum uzak bir ihtimal değil..

CHP ile anlaşsanız, yarın CHP’nin bakanlık için önerdiği isimler Kılıçdaroğlu’na yakın isimler olacak.. Bu da parti içinde ciddi tartışmalara, hatta bölünmelere yol açabilir.. Ne CHP rahat eder, ne hükümet, ne de AK Parti.. Böyle bir koalisyonu kurmak da zor, sürdürmek de.. Bu koalisyonu ne CHP tabanı içine sindirir, ne AK Parti tabanı..

Bir takım “Paralel akıllılar”, güya, CHP’yi, AK Parti ve Erdoğan için fren balata olarak kullanacaklar.. AK Parti seçime gitse tek başına gelecek, ama bu şartlarda bir hükümet kurulursa, hiç olmazsa başkanlık konusu, Anayasa konusu masada kalır. Dönem sonunda da Allah kerim.. Yani AK Parti’nin üstüne Demoklesin kılıcı gibi CHP’nin altı okunu asacaklar..

Erdoğan’a siyaset yasağı getirenler, daha sonra bu yasağı kaldırırken, iktidarda Erdoğan’a fren olması için Cumhurbaşkanı olarak Baykal’ı düşünmüşlerdi.. Baykal rolünü iyi oynamayınca o gitti, Kılıçdaroğlu geldi. Ama bu arada cin şişeden çıktı.. Şimdi Baykal’ın rolünü Kılıçdaroğlu’na vermek istiyorlar. Ama o da başarısız olursa ki, olacak, gidici demektir.. Ya da bu hükümet hiç kurulmaz, ya da kurulacaksa da büyük bir ihtimalle sürdürülemez..

Köşe yazısının tamamını okumak için tıklayınız

On5yirmi5