Başbuğ’un tutuklanmasına yazarlar ne dedi?

Medya
AKİF BEKİ – Radikal Amerikan  Büyükelçisi  Ross Wilson’un makalesini temel alarak yazdığı yazısında Wilson’ın 3 kritik tespitte bulunduğunu belirtiyor: Birincisi şu: İlker ...
EMOJİLE

AKİF BEKİ – Radikal
Amerikan  Büyükelçisi  Ross Wilson’un makalesini temel alarak yazdığı yazısında Wilson’ın 3 kritik tespitte bulunduğunu belirtiyor:
Birincisi şu: İlker Başbuğ’un genelkurmay başkanlığı döneminde sivil otoriteye tabi bir komutan profili çizdiğini ve bunun kendi camiasında pek de hoşnutluk yaratmadığını söylüyor.
Wilson, ikinci olarak, Başbuğ’un görevden ayrılışının komuta kademelerinde üzüntüyle karşılanmadığı görüşünde. Çünkü, askeri kamuoyunda birçok kimse, seleflerinin AK Parti iktidarına karşı takındığı hasmane tavrı Başbuğ’un yumuşatmasından, açıktan düşmanlık tonunu düşürmesinden rahatsız olmuş.
Yine Wilson’a göre, Başbuğ’un bugün tutuklanması da askerin gözünde talihsiz hikâyelerden yalnızca biri, fakat en önemlisi değil. Gösterilen tepkilerin nispeten vurdumduymaz, yükselen itiraz seslerinin görece cılız oluşunu bu tahlile dayandırıyor.
Tespitlerine katılırsınız katılmazsınız ama dikkate almamazlık edemezsiniz.
Çok hata kaldırmayacak bir süreç. Hassas, hassas olduğu kadar nazik, nazik olduğu kadar kırılgan… Sürecin kırılganlığını akıldan hiç çıkarmamakta sayısız fayda görünüyor.
Adaletin gecikmeden tecellisi, yarın da başkalarının ‘Ben nerede hata yaptım?’ sorusuna maruz kalmaması bakımından gerekli. Daha ne diyeyim?

CAN DÜNDAR – Milliyet
Ordunun boşluğu nasıl dolacak diye sorduğu yazısında:
Yassıada’da Menderes’in ilk duruşmadaki ezik tavrının, o ana kadar gergin bir bekleyişte olan Yüksek Adalet Divanı üyelerini nasıl rahatlattığını bizzat o yargıçlardan dinlemiştim.
Başbuğ için de benzer bir tablo çıktı ortaya…
Muktedir olduğu dönemde basın karşısında gösterdiği “Astığım astık” tavrını savcılar karşısında da gösterebilseydi, mesela 7 saat suçsuzluğuna dair dil dökeceğine; “Ben Genelkurmay Başkanıyım. Sadece Yüce Divan’a hesap veririm” diyebilseydi, hem hukuk öğretmiş olur, hem de itibarından taviz vermezdi. Muhtemelen Silivri’de de silah arkadaşlarınca yalnız bırakılmazdı.
Dik duruş gerektiren günlerdeyiz.
Eğilen, ezilir. Dedikten sonra siyasetle uyumlu çalıştığı için 27 Mayısta yargılanan Rüştü Erdelhun kompleksinden bahsederek;
1960’tan beri ilk kez bugün, bu kompleks ortadan kalkıyor.
Arada “tak diyorlar-şak yapıyorum”cu komutanlar gelse de Genelkurmay hiç bugünkü kadar “uyumlu” görüntü vermemişti.
Askeri vesayetin bitmesi açısından hayırlı bir gelişme…
Sıkıntı şu:
50 yıldır “Asker nasılsa halleder”in rehavetinde kılını kıpırdatmamış kesimler şaşkın ve umutsuz…

MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE- Zaman
Askerliğin namusu
İç Hizmet Kanunu’nun 37. maddesi, Silahlı Kuvvetler’e katılan herkesin içmesi gereken Ant’a yer verir. ‘Herkes’in içinde rütbesiz er de, genelkurmay başkanı da yer alır.
Bu Ant’a göre bir asker ancak ‘askerliğin namusunu canından aziz bilmeye yemin ederek ‘asker’ sıfatı kazanır..
İnternet Andıcı davası, askerin barışta da savaşta da uzak durması gereken siyasete müdahale etmek için işlenen suçları kapsıyor. Genelkurmay Karargâhı’nın bu suçlar işlenirken bir siyasî parti genel merkezi gibi çalışmasının, askerlik mesleği ile bir ilgisi yok. Çünkü darbeci aslında asker değil, iktidarı ele geçirmek için askerliği kullanan başıbozuk taifesidir. Ben bu yüzden, 37. maddedeki ‘askerliğin namusu’ yükümlülüğünün bu davanın sanıklarını kapsamadığını düşünüyorum.
Kapsasaydı, en tepedeki komutan ‘benim haberim yoktu’ savunması yapmazdı. Üstelik diğerleri ’emri o verdi’ derken. Şayet askerlik namusu söz konusu olsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın ‘bu suçlar benim komutam altında işlendiğine göre sorumluluk bana ait’ demesi gerekirdi. Ve hükümete tuzak kurmak ve ancak düşman bir ülkenin vereceği türden bir zararı kendi ülkesine vermek ithamı, onu 37. maddenin kapsamı dışında bırakır.

İSMAİL KÜÇÜKKAYA – Akşam
Başbakan’ın iki yıl iyi ilişkiler kurduğu ve uyumlu bir birliktelik yürüttüğü Genelkurmay başkanına sahip çıktığını ve bunun Erdoğan’ın devlet içindeki yerini belirlediğini yazıyor.

MESAİ ARKADAŞINA SAHİP ÇIKTI
Üzerinde suç şüphesi bulunan herkes gibi Başbuğ’un yargılanması normaldir. ‘İnternet Andıcı’nda ya da başka bir konuda suçu varsa cezasını da çeker. Kimsenin imtiyazı yok. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin iki yıl önceki genelkurmay başkanına terör örgütü yöneticisi suçlaması yöneltmek kabul edilebilir bir itham olamaz.
Niye Yüce Divan yargılamasın ki? Referandum buna hükmetmedi mi? Milli irade bu yönde oy vermedi mi? Yüce Divan’a güvenmeyecek miyiz?
Başbakan’ın akşam üzeri gelen ‘Arzumuz tutuksuz yargılanmasıdır’ temennisi dünün en büyük sürprizidir. Bu tutum ayrıca, Erdoğan’ın devlet içindeki konumu açısından olağanüstü önemdeki göstergelerin birincisidir.

ALİ BAYRAMOĞLU – Yeni Şafak
Hukuk Başbuğ’a da lazım oldu başlığını attığı yazısında:
Ortada bir suç var, bu bizce açık. Ve tutuklamanın simgesel anlamı büyük… Büyük zira suç kişiler ile tüm bir karargâh politikası arasında ilişki kuruyor. Fiili anlamı da büyük… Zira "politik askeri çıkışlar"a bu düzeyde bir yargısal müdahale ilk kez oluyor.
Bununla birlikte ortada kimi sorular dolaşıyor… dedikten son ra Türkiye’ye karşı batıda algının değişmeye başladığını ve batının tutuklamaları “iktidar mücadelesi ve özgürlükleri bastırmaya yönelik olarak” görmeye başladığını belirtiyor.
Bu algının oluşmasının temelinde “ Terörle Mücadele Yasası geliyor. Özel yetkili adli birimler bu yasa etrafında hareket ediyorlar.
Bu yasa bugün Ergenekoncuları, yürüyüş yapan sıradan öğrencileri, FB yöneticilerini, emekli genelkurmay başkanını eşitleyen bir yapıda… Dahası fikir ile eylem, suç ile siyaset eşitleyebilen bir yapıda… dedikten sonra  “Emekli bir Genelkurmay Başkanı’nın, genelkurmay başkanı olduğu sırada terör örgütü kurmak ve liderlik yapmakla suçlanması, suçun emir-komuta içinde işlendiği dikkate alınırsa, tüm bir orduyu bir terör örgütü gibi tanımlamaya giden aşırılıklar, saçmalıklar dizisine kapı açar…” dedikten sonra;
Başbuğ’un tutuksuz yargılanması, dosyasının tefrik edilerek ya da hükümeti yıkma teşebbüsünü düzenleyen yasa çerçevesinde Yüce Divan’a gönderilmesi yargısal işlemin meşruiyetini arttırmaz mı, örneğin?
Hükümetin bu durumun, bu meşruiyet yıpranmasının, bu demokrasi kaybının farkında olmaması mümkün mü?
O zaman neden önlem almıyor?

BİLAL ÇETİN – Vatan  
“Hukuk, yargı ve demokrasi..” başlıklı yazısında, İlker Başbuğ’u yargılayacak mahkeme konusundaki  tartışmaları aktardıktan sonra, hukuk çevrelerinin ikiye bölündüğünü belirterek yazısını;
“Bu tartışmadan sonuç çıkar mı?
Özel yetkili yargı alanında bugüne kadar görülen uygulamaya bakıldığında sonuç çıkması zayıf ihtimal.
Zaten sözkonusu davanın İstanbul’da görülüyor olması bile başlı başına “özel” bir uygulama. Çünkü iddia edilen suçun işlendiği alan Genelkurmay Karargahı. Yani Ankara. Ama dava başından beri İstanbul’da görülüyor. Niye Ankara’da değil? Ankara’daki özel yetkili mahkemeye güven mi duyulmuyor?” diyerek bitiriyor.