Kamhi: “Haliç kıyısındaki arazilerin çoğu bizimdi”

Şirketler
Radikal Gazetesi Yazarı Jale Özgentürk’in yeni kitabı ‘Gördüklerim Yaşadıklarım’da iş ve özel hayatına dair anekdotları paylaşan İşadamı Jak Kamhi ile yaptığı röportajdan ö...
EMOJİLE

Radikal Gazetesi Yazarı Jale Özgentürk’in yeni kitabı ‘Gördüklerim Yaşadıklarım’da iş ve özel hayatına dair anekdotları paylaşan İşadamı Jak Kamhi ile yaptığı röportajdan önemli başlıklar…

Sene 1925. Türkiye genç bir cumhuriyet. Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği doğrultuda yeni bir yola çıkılmış. 

Pera Palas’ın karşısındaki Şeyh Han’da bir çocuk doğuyor. Adı Jak Cordoba Sultana Hayim Kamhi. 

İsminin bu kadar uzun olmasının nedeni aile tarihinde gizli. 1492 yılında engizisyonun baskısından İspanya’yı terk etmek zorunda kalan ailesi İspanya’nın Cordoba kentinde yaşamış. Dinini değil ülkesini terk etmeyi tercih eden Museviler Sultan 2’nci Beyazıd’ın gönderdiği gemilerle İstanbul’a gelmişler. 

İşte o günlerde Tepebaşı’nda doğan bu çocuk, Türkiye’de elektronik sektöründe Profilo markasını yaratan önemli işadamlarından biri olan Jak Kamhi. 

Türkiye sevgisiyle, yıllardır bir iyi niyet elçisi gibi yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Kamhi, 88 yılını, yaşadıklarını, gördüklerini bir kitapta topladı. 

2012 yılında kaybettiği ve hayatının en büyük acısı olarak nitelediği oğlu Hayati Kamhi’ye adadığı ‘Gördüklerim Yaşadıklarım’ isimli 400 sayfalık kitapta, Koç ve Sabancı rekabeti, yabancı ortaklıklarında yaptığı hatalar ve özel hayatına dair ilginç anekdotlar yer alıyor. Kitapta “Mübalağa ettiğimi düşünenler olabilir ama hakikat buydu. Unkapanı’ndan Eyüp’e kadar Haliç kıyısındaki arazilerin büyük çoğunluğu Kamhilere aitti” diyen Kamhi Varlık Vergisi nedeniyle Aşkale’ye giden amcası Bensiyon Kamhi’nin dönmediğini de açıkladı. Devlet Üstün Hizmet Madalyalı Jak Kamhi’yle kitabını konuştuk: 

Türkiye’de biyografi kitapları son yıllarda arttı. Deneyimlerinizi paylaşmayı ne düşünceyle istediniz? 

Kitabımda vurguladığım gibi, not almaya 15 yaşımda başladım. Babamdan uğraş ve hatıraları hakkında bilgi istediğimizde, ilginç bilgiler alıyorduk. Bir gün babama “Hatıralarını neden yazmıyorsun” dediğimde, “Benden geçti sen seninkilerini yazmaya başla” dedi. Ben de 14-15 yaşlarında başladım. 70 yılı aşkın sürede binlerce sayfa yazdım, onu da önemli bir miktar kısaltarak bugünkü 470 sayfaya sığdırdım. Her bölüm bir özettir, tümüyle yazılırsa neredeyse hepsi ayrı kitap olur. 

Kitabınızda İkinci Dünya Savaşı Nazi Toplama Kampları, Varlık Vergisi dönemlerini anlatıyorsunuz. Hayatınızda çok acı var. Bu acılar ruh dünyanızı ve dünyaya bakışınızı nasıl şekillendirdi? 

Maalesef Musevi kökenliler, asırlardan beri baskı altında ve katliam tehlikesi içinde bulunmuşlar. En acısı, benzeri olmayan Avrupa’da bulunan Musevi soyundan olanlara vuku bulmuş katliamdır. Bu katliam dünyadaki bütün Musevileri de etkilemiş idi. O dönemde, Fransa Cumhurbaşkanı General Petain gibi ülke başkanı olma uğraşısında olanların melanetleridir. O baskı süreci, birçok aileyi mateme ve olumsuzluklara sokmuştur. 

Kitapta bilinmeyen açıklamalarınız var mı ailenizle ilgili? 

Kitabımda Varlık Vergisi’nden çok mağdur olan bir aileye mensup olduğumu açıklıyorum. Sevgili amcam Bensiyon Kamhi’yi Aşkale’de yitirdik. İstanbul’da bütün aile bu kayıptan çok kötü bir şekilde etkilendik. Dünyamızda Musevi kökenlileri yok etme hususunda uğraşan Antisemit olarak adlandırılanlar çoktur. Bu tehlikeyle yaşamaya alıştık. 

Türkiye konusunda her zaman duyarlı bir işadamı oldunuz. Kitabınızda da belirttiğiniz gibi “Musevi Türkleri” uzun yıllar tam bir çekingenlik içinde yaşamışlardı. Ancak siz siyasilere ve siyasete yakındınız. Şunu da yapsaydım, keşke dediğiniz bir şey var mı? 

Dünyaya gelebilmemi ve yaşamımı bir yönüyle Osmanlı Sultanı II. Beyazıt’ın, İspanya’dan kaçan ecdadım olan Sefarad Musevilerine sığınma olanağı sağlamasına borçluyum. Elbette ki daima başıma konan talih kuşundan gerektiği gibi yararlanamadım. En çok pişmanlık duyduğum konu “Güvendiğin kişilerle işbirliği yap” diyen babamın öğüdünü doğru yorumlayamayarak hatalı bir değerlendirmeyle en kötüsüyle ortaklık yaptım. Hayatımdaki önemli ‘keşke’lerden ve pişmanlıklardan biri budur. 

Kitapta Unkapanı’ndan Eyüp’e kadar Haliç kıyısındaki arazilerin büyük çoğunluğu Kamhilere ait olduğunu açıklıyorsunuz. Ne oldu arazilere? 

Babamlar kendi arazilerinin üzerine gemi söküm atölyeleri kurmuşlardı. Aslında bir süre öncesine kadar yine vardı böyle atölyeler. Ancak o ünlü Haliç temizliği sırasında büyük bir kısmı kaldırılıp başka yerlere taşınmıştı. O günlerde İBB Başkanı olan Bedrettin Dalan Haliç operasyonu başlatmıştı ve bizim tekne şantiyesi de istimlak edildiği için Ali Koçman ve Marmara Transport ile ortaklığa girip Tuzla’da yeni kurulan tersane bölgesinde 100 bin metrekarelik bir tersane yeri oluşturduk. Ancak daha sonra hem Koçman hem de Marmara Transport ortaklıktan çekildi ve şantiye bütünüyle bize kaldı. Biz de artık tümüyle Profilo’nun üzerine aldığımız şirketle Tuzla’da tekne imalatına devam ediyoruz. Haliç’te Kalkavanlar veya Sadıkoğulları gibi sonradan armatör olacak bazı Karadenizli aileler de gemi sökümünde amcam ve babamla çalışırlardı. 

Türkiye’nin yurtdışında gayri resmi elçiliğini yaptınız. Türkiye’nin bugünkü imajını doğruları ve yanlışlarıyla nasıl buluyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye nereye gidiyor? 

Buna cevap vermek zor. Türkiyemiz için daima iyimserim. Türkiye çok güçlü bir ülkedir. Bizleri kıskanan ve parçalamak isteyenler çoktur, bugüne kadar buna karşı mücadelemiz bizleri bu felaketten kurtarmıştır. AB’ye girme bu konuda ilave bir kalkandır. Gücümüz ve sorunları çözme konusunda kazandığımız beceri, bunu önleyecektir 

İsrail’le ilişkiler normal seyrinde gidiyor mu? Suriye gerginliğinin bu ilişkiye olumsuz etkilerini hissediyoruz. Siz nasıl yorumluyorsunuz? 

Ben bir Musevi olarak İsrail’e tabii bir sempati besliyorum. Ama esas olarak Türkiye İsrail dostluğunun ve işbirliğinin yakın geçmişte her iki ülke ve toplumlarına yararlı sonuçlar sağladığını düşünenlerdenim. Gerginliğin, işbirliğine nazaran hem Türkiyemizi, hem de İsrail’i bazı artılardan uzaklaştırmasından üzüntü duyduğum muhakkaktır. Aramızdaki dostluğun yeniden yükselmesi için ‘özür’ konusu da kapandığından, gecikme olmaksızın adımların atılacağını umut ediyorum. 

Kitabınızda anlatmak isteyip de anlatamadığınız çok şey var mı? 

Elbette var. Değerlendirmelerde hata yapabileceğim konulardan kaçınıyorum.

LİDERLERLE YAKIN İLİŞKİ

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile bir kez de Brüksel Zirvesi’nden önce 15 Kasım 2002’de ERT delegasyonunu öğle yemeğinde kabulü sırasında görüştüm ve Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in mektubunu takdim ettim. 

Musevi kökenli ABD’li Charles Zwick’le samimiyetimizi pekiştirmek suretiyle, Başkan Ronald Reagan’la daha yakın olma fırsatı da bulduk ve bu yakınlığımız Reagan başkanlıktan ayrıldıktan sonra da devam etti. 

ABD’nin son Başkanı Obama, başlangıçta bazı olumsuz odakların etkisinde kalarak ülkemiz aleyhinde bir tutum sergiledi ancak yerinde müdahalelerimiz sayesinde bu tutumunu değiştirdi. 

Erdoğan ile ilk olarak, İstanbul Belediye Başkanlığı’nı üstlendiği süreçte, Fransız Büyükelçiliği kutlamasında karşılaştım. 

Süleyman Demirel’i, 1965-1969, 1969-1971, 1975-1977, 1977-1978, 1979-1980 ve 1991-1993 yıllarındaki 6 başbakanlık döneminde ve 1993-2000 yılları arasındaki Cumhurbaşkanlığı döneminde hep ziyaret ettim ve İKV Yönetim Kurulu Başkanı iken de Avrupa Birliği ile ilişkiler konusunda müteaddit kereler bilgilendirdim. Onun geniş vukufuna hayrandım. Her suale verdiği ilginç cevapları meşhur idi. 

Özel sektörde bulunduğu dönemde kendilerini ve çok yakın görüştükleri Adnan Kahveci ve eşlerini evimde ağırlama onuruna nail olmuştum. 

Ecevit Profilo Alışveriş Merkezi’ni ziyaret eden tek liderdi. Bu hatıralarımı yakından bilenler, hatırlayacaklardır; Rahşan Ecevit vakfının kuruluş aşamasında üye olmamı sağlayarak beni onurlandırdılar.

HALİÇ İSTİMLAK PROJESİ NEYDİ?

Dönemin Belediye Başkanı Bedrettin Dalan 5 Haziran 1981’de yapılan “Çevre Günü Sempozyumu”nda “Haliç’i gözlerim gibi mavi yapacağım” vaadiyle Haliç’i temizlemek için bazı projeler üretilmeye başladı. Haliç Üst Kurulu, buna bağlı olarak Haliç Çalışma Grubu kuruldu. 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı, İstanbul Belediye Başkanlığı, Boğaziçi Üniversitesi, İTÜ, İÜ, İSKİ Genel Müdürlüğü gibi, 18 kısım ve kuruluşun temsilcilerinden meydana gelen üst kurulun başkanlığı İstanbul Valisi’ne verilmiş; kurul, Haliç çevresinde bulunan, 696 fabrika ve 2020 küçük esnafa ait işyerini kaldırmaya kararı aldı.

KİTAPTAN NOTLAR 

Ben doğduğumda babam muhtardan nüfus işlemlerini yapmasını rica etmiş, o da büyük bir gönül rahatlığıyla benim nüfus cüzdanımın din hanesine İslam yazdırmıştı. Yedek subaylığa gireceğim zaman nüfus cüzdanımı eline alan subay din hanesinde ‘İslam’ yazdığını görünce çok şaşırmıştı. Neyse ki, askere giderken durum fark edilmiş ve düzeltilmişti. 

Cumhurbaşkanı olmadan önce İstanbul’a her gelişlerinde Pera Palas’ta kalırdı İnönü ailesi. Onların kaldığı oda, bizim evin tam karşısına düştüğü için de kısa sürede Ömer ve Erdal ile arkadaş oluvermiştik. 

Ticarete ilişkin ilk bilgileri babam ve amcamdan aldım gerçi ama mahalle bakkalımızın katkısını da ihmal etmemem lazım. Evimizin hemen karşı sırasında bulunan bu bakkaldan bütün ihtiyaçlarımızı karşılardık. Bu işi de genellikle ben yapardım. (…) Bana ticarete dair kimi incelikleri öğreten bu bakkal İzzet amca, sonradan bütün Türkiye’nin tanıdığı bir isim İzzet Özilhan oldu. 

Varlık Vergisi’nde Tahakkuk eden meblağları on beş gün içinde ödeyemeyenler tutuklanıyor ve kamplara gönderiliyordu. Amcam Bensiyon Kamhi’yi Sirkeci Garı’ndan uğurladiğimiz günü hiç unutamıyorum. Bir hafta içinde Tiflis’te yakalandığını vefat ettiğini öğrenecektik. 

Haberin devamını okumak için tıklayınız!