Siyasal İslam yine mi öldü?

Eğitim Güncel
Geçtiğimiz günlerde Tunus Nahda hareketinin lideri Gannuşi’nin Arap Baharı sonrası Tunus’ta siyasi İslam’a yer kalmadığını söyleyip, “Siyasal İslam’ı bırakıp, demokratik ...
EMOJİLE

Geçtiğimiz günlerde Tunus Nahda hareketinin lideri Gannuşi’nin Arap Baharı sonrası Tunus’ta siyasi İslam’a yer kalmadığını söyleyip, “Siyasal İslam’ı bırakıp, demokratik İslam’a geçiyoruz. Siyasal İslam’ı temsil ettiğimizi iddia etmeyi bırakıp, Müslüman demokratlar olduğumuzu söylüyoruz” açıklaması, “Siyasal İslam öldü” cümlesini kurmak için hazırda bekleyenleri heyecanlandırdı. Müslüman toplumların verdikleri kimliğini bulma çabalarını İŞID ve Boko Haram’la eşitlemeye çalışan bu zihinler, bir süredir Mısır’daki darbe ve Suriye’deki iç savaş üzerinden Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği siyasal çizginin iflas ettiğini ilan ediyorlardı kendilerince.

Hükümete vurmak için Siyasal İslam’ı çökerttiler

Aslında Siyasal İslam konusu ülkemizde daha önce de gündeme getirilmişti. Özellikle AK Parti ile Siyasal İslam’ı eşitlemeye çalışan cemaatin kalemleri Ali Bulaç ve Mümtazer Türköne sık sık köşelerinden Siyasal İslam projesinin çöktüğünü ilan ediyordu. Ertuğrul Özkök de aynı çizgide “Siyasal İslam’ın çatır çatır çöküşü” başlıklı bir yazı yazmıştı. Tabi aslında temennilerini dile getiriyordu. Özkök geçtiğimiz günlerde de Hasan Bülent Kahraman’ın yazısına atıf yaparak Davutoğlu’nun, AK Parti’yi dinci bir parti yapmaya kalkıştığı, Binali Yıldırım’ın ise yine bir merkez partisi haline getireceği düşüncelerinin kendisini umutlandırdığını ilan etti.

Davutoğlu gibi olma 

Özkök gibi Binali Yıldırım’a selefi Ahmet Davutoğlu gibi ideolojik ve dindar bir çizgiye yanaşmaması yönünde yapılan başka telkinler de oldu. Üstelik sadece muhalifler tarafından değil içeriden dostça eleştiriler görünümünde bu telkinler yapılmaya başlandı. Mesela Akşam gazetesi Binali Yıldırım’ın başbakanlığı için, “İdeoloji değil, icraatlar konuşacak” manşetini attı. Anlamlandırılması zor bir manşetti bu. Çünkü Erdoğan’ın, Davutoğlu’nun kendisinin de paylaştığı ideolojiden uzak durması istediğini bilmiyorduk.

Darısı ne olsun?

Sabah gazetesi yazarlarından Melih Altınok’un Gannuşi’nin açıklamalarını kastederek “Darısı…” şeklinde attığı tweet ise birçok kişiye aynı soruyu sordurttu? “Altınok’un istediği tam olarak ne?” Diğer yandan Yine Sabah gazetesi yazarlarından Hilal Kaplan, Sultan Abdülhamit’le Erdoğan’ı özdeşleştirerek yazdığı yazısında “Abdülhamit’e vurulan darbenin en ‘işlevsel’ meşrulaştırıcıları, Müslüman tebanın öncüsü sayılanlardı” sözlerine yer verdi. Daha sonra bu isimlerin pişman olduğunu anlatan Kaplan, “Millet, ‘müsebbip’ olmaya tevessül edenleri, bugün hiç olmadığı kadar net görüyor” diye bitirdi yazısını. Erdoğan’a vurulacak darbeyi meşrulaştırmaya çalışan bu İslamcılar kimdi? Her gün birilerinin hain ilan edildiği bu ortamda, Siyasal İslamcılık tartışmalarının ardından yazılıp çizilenler, kafaları karıştırmaya yetti. Akif ve Abdülhamit meselesinin ortaya atılmasıyla bir fitnenin, ayrıştırmanın bugüne taşınması amaçlanıyor. Erdoğan’ı İslamcılardan koparıp, o sevgi ve dayanışmanın çökertilmesi isteniyor. Hilal Kaplan gibi isimler bu sinsi planın, bilerek ya da bilmeyerek, parçası oldular.

Rüyalarını dillendiriyorlar

Tüm bu gelişmelerin ışığında İslamcılık düşüncesi ile ilgilenen isimlere Siyasal İslam’ın bitip bitmediğini, Tunus’taki gelişmelerin hangi bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini sorduk. Vahdettin Işık, Siyasal İslam bitti sözünün tespit değil temenni olduğuna değindi. Ercan Yıldırım bu tartışmalarla İslamcıların marjinalleştirilmeye çalışıldığını, Ömer Lekesiz ise Siyasal İslam gibi tanımlamaların bize ait olmadığını söyledi. Halime Kökçe bu tartışmaların İslam ve siyaset arasındaki ilişkiyi donmuş, belli bir forma mahkum yahut belli bir zamandaki biçimiyle kayıtlı algılamaktan kaynaklandığını ifade etti. Furkan Çalışkan da sorunun İslamcılık kelimesinin anlamlandırılmasında olduğunu belirtti. Yusuf Genç ise iddia edilenin aksine yeni bir doğumun eşiğinde olduğumuzu söyledi. Cevat Özkaya ise bunların popüler tartışmalar olduğunu, daha önce konjonktürel olarak bitti denilenin yeniden hayat bulduğunu, bugünkü gelişmeleri ise yeni bir sürece girildiği şeklinde değerlendirmek gerektiğini söylüyor.

FURKAN ÇALIŞKAN:
Bu İslamcılık’ın kaçıncı ölüşü!

Siyasal İslam veya daha dolaşımda olan tabiriyle İslamcılık, kim bilir kaçıncı kez bitti. Konuyu geriden almak lazım bu yüzden. Bilhassa da Türkiye ekseninden.

Devr-i Hamidi’den bugüne İttihad-ı İslam ideali ile başlayıp, Batı’nın sadece askeri değil ekonomik ve kültürel istilası karşısında, İslam vatanını ve Müslüman hayatını nasıl koruyabiliriz motivasyonu ile başlayan bir çare arayışının adıydı İslamcılık. İmparatorluğun bütünlüğü ile İslam birliğini beraber düşünen bu İslamcılık Sevr’de öldü. Balkanlarda İslam topraklarını terk etmek zorunda kalırken gidilebilecek bir yer vardı fakat Anadolu da işgal edilince gemiler kendiliğinden yandı ve İslamlık söz aldı. Böylece İslamcılık, Akif’in eliyle, milli mücadele sırasında İslamlık içinden konuşarak yeniden dirildi. Mesele namus ve haysiyet eksenine gelmişti artık. İstiklal harbi zaferle bitince İslamcılık bir kez daha öldü. 1945’den itibaren, yani ikinci büyük paylaşım savaşı bittikten sonra, özellikle de 60’larda hız kazanarak, tercümelerde hayata dönen bir başka İslamcılık çıktı karşımıza. Bir tarafta yer altına itilen İslami hayat, bilmediğimiz manada, gelenekten kopuk bir cemaatleşme eğilimine sürüklenirken, öte tarafta şehitlerin gerçekten şehit olup olmadıklarını tartışan, darülharp ilan ettikleri Türkiye’de camileri boykot eden tuhaf bir kitle oluştu.

Bugün geldiğimiz noktada şirketleşen ve hatta devletleşmeye cüret eden, yüzlerce yıllık birikim, adap ve usullerden kopuk modern cemaatler ile sanki onlardan zıt bir alanda duruyor gibi gözüken selefi eğilimler, nasıl belalara yol açtılar, İslam dünyasının ahvaline bakarak anlayabiliriz. İslam’ın asırlar boyu Müslüman olan kavimlerin özünde biriktirdiği tecrübeleri bir kenara bırakılıp, “meğer yanlış biliyormuşsunuz” yaklaşımını dile getirebilecekleri bu lanetli zemin sürekli ve ısrarla beslendi.

Meseleyi bu noktaya getirmemin sebebi şudur; bugün İslamcılığı tekrar toprağa vermeye hazır olanların yani Siyasal İslam projesinin çöktüğünü söyleyenlerin bizzat bu projenin bir ürünü olarak karşımızda duruyor olmaları. O zaman helvasını yemek istedikleri hangi İslamcılık? Bu soruyu sormamız gerek.

Ölüm ilanı verilen İslamcılık, Namık Kemal’den Mehmet Akif’e, Necip Fazıl’dan İsmet Özel’e ve Sezai Karakoç’a, Türkçe’nin hikmeti üzerinden yürüyen bir İslamcılık. Bu halkanın etrafında oluşan dönüştürücü enerjinin, kökü derinlerde ve içeride olan gerçekliği kurban edilmek isteniyor. Bu yüzden politik molozların, modern tasarımların arasında boğulmaya çalışılan bu büyük düşüncenin, “İslamcılık” kelimesi altında değerlendirilmesi, kapladığı ve durduğu alanı göstermek açısından bir yetersizliğe ve kargaşaya yol açıyor. İslamcılık kelimesi üzerine bir hafriyat kamyonu dolusu zerzevat boca edilmiş durumda. Velhasıl İslamcılık, bir anlam suikastına kurban gitti. Sürekli öldü sanılmasının nedeni de biraz budur. Çünkü İslamlık içinden konuşmak isteyen “İslamcılık”tır bugün hedef tahtasında olan.

CEVAT ÖZKAYA:

Siyasal İslam bitti sözü tespit değil temenni

Yaklaşık bir buçuk asırdan beri Müslümanların küresel iktidar odakları ile yaşadığı “Büyük Sorun”, büyük ölçüde “içeri”deki tartışmaları da etkilemeye devam ediyor. Tunus en- Nahda Hareketi’nin Lideri Raşid el-Gannuşi’nin 10’uncu Genel Kongre öncesinde, “dava faaliyetleri” ile “siyasi parti faaliyetleri”ni birbirinden ayıracaklarını beyan etmesinin ardından canlanan tartışmaların da bu süreklilik içerisinde anlaşılması gerekiyor.

Tartışmalarda “siyasal İslam’ın bittiği” şeklinde değerlendirenler çoğunluğu oluşturuyor. Kanaatimce konuşmanın siyasal İslam’ın bittiği şeklinde bir noktaya teksif edilerek tartışılması meseleyi sığ bir zemine taşıyor. Zira, Akif Emre’nin de yerinde tespitiyle söylersek, modern-seküler siyaset zemininde İslami hareketlerin siyaset yapma tecrübeleri uzun ve girift süreçlerden geçti. İslami hareketler bir yanda irşad, tebliğ ve ihya gibi kavramlar çerçevesinde topluma yönelik çalışmalar yaparken diğer tarafta da siyaset alanı, hayatın farklı alanlarına dair “İslam ne diyor”u gösterecek bir mücadele alanı olarak belirginleşti.

Bu da İslam dünyasındaki mevcut seküler sistemlerle yüzleşmeyi ve ilişkilerini ona göre şekillendirmeyi gerektirdi. İslam dünyasının baskıcı yönetimleri altında toplumsal taleplerin siyasete doğal ve meşru yollardan aktarılamadığı, temsil edilemediği göz önüne alındığında, İslami hareketlerin temel sorunlarının nelerden kaynaklandığı daha iyi anlaşılır. Bu sorunun en belirgin yaşandığı yerlerden birisi de Tunus’tu.

Bugün Tunus İslami hareketinin en etkili lideri olan Gannuşi’nin belirlediği yeni stratejiyi de bu çerçevede ele almak lazım. Bu yüzden, Gannuşi’nin sözlerinden “Tunus’ta siyasal İslam kaybetti, laiklik kazandı’ diye bir sonuç çıkarmak, kanaatimce bir çıkarımdan ziyade bir beklentiyi ifade ediyor. Nitekim, Gannuşi’nin “Tunus’ta Siyasal İslam’a devam etme ihtiyacımız yok çünkü Siyasal İslam diktatörlüğe ve laikliğe karşı bir tepkidir. Biz İslam’ın çatışmalarda bir araç olmasını istemiyoruz. İslam şu an devletle barışık halde varlığını koruyor. Ve anayasamızda belirtildiği üzere devletimiz İslam’ı koruyor. Müslümanlar ve özgür toplumumuz da İslam’ı koruyor. Yani İslam’ın siyasal bir partinin himayesinde olmasına gerek yok. Ancak başka ülkelerde siyasal İslam diktatörlüklere karşı önemli bir rol oynayabilir. İnsanları diktatörlüğe karşı örgütleyebilir. Neden olmasın?” şeklinde yaptığı açıklama, en-Nahda’nın aldığı kararın Tunus özelinde ihtiyaç duyulan bir yenilenme olduğunu açıkça gösteriyor.

Netice-i Kelam; meseleyi Müslümanların “İslamlaşma” iradelerinin “yeni bir form”da tezahür etmesi olarak görebilirsek, Müslümanların tecrübesini mevcut açıklama biçimleri dışında bir gözle görmemiz mümkün olabilir.

VAHDETTİN IŞIK

Türkiye biricik örnek

“Siyasal İslam bitti” yahut “İslamcılık bitti” gibi tartışmalar daha çok İslam ve siyaset arasındaki ilişkiyi donmuş, belli bir forma mahkum yahut belli bir zamandaki biçimiyle kayıtlı algılamaktan kaynaklı bana göre.

Kuşkusuz Türkiye özelinde 80’ler yahut 90’lardaki gibi bir vasatta değiliz ve bu doğal olarak kavramsallaştırmalara da yansıyor. Siyasal İslam dediğimizde en temelde iki yaklaşımdan bahsetmek mümkün, parlamentoda temsili ve iktidarı hedefleyen ‘legal’ bir mücadele. O geleneğin bir uzantısı şu an iktidarda olan AK Parti. Bir de ‘müesses nizam’a rağmen dönüştürücü bir İslami uyanış olamayacağına hükmeden ‘devrimci’ bir İslamcılıktan söz edebiliriz. Her iki yaklaşımın da dönüştüğü muhakkak. Ama sürece dair negatif okuma yapmanın ‘siyaset dışı’ bir yaklaşım olduğunu da görmek durumundayız.

Bugün bile sol ideolojinin kendini var etmek adına sokağı hareketlendirmeye çabaladığı bir vasatta siyasal İslam’ın bittiğinden değil de ancak Türkiye özelinde toplumun hakim rengine büründüğünden ve marjinal yönlerinin törpülendiğinden söz etmek daha isabetli olabilir.

Tunus ve Gannuşi örneğini ise birebir oturmasa bile Türkiye tecrübesini taklit etmeye çalışan bir süreç olarak okumak gerektiği kanaatindeyim.

İslamcılığı demokrasi karşıtı bir pozisyon olarak kodlayanlar da “İslamcılık bitti” diyor, demokratik yolları takip ederek toplumu ve sistemi dönüştürdüğünü teslim edenler de…

Arap Baharı tecrübesi evet özünde bir demokrasi talebi değildi belki ama demokrasiden yoksun olmanın sonucu olarak toplumların patladığı bir an olarak tarihe geçti. ‘Siyasal İslam’ bitti derken nereye bakacağız? İhvan’ı terör listesine alanlar mı ‘siyasal İslam’ı bitirdi. Gannuşi’nin İslamcılığı değil Müslümanlığı ve demokrasiyi öne çıkarması mı siyasal İslam’ın sonunu getirdi.Yoksa Türkiye’de 14 yıllık AK parti tecrübesi mi?

Çok kestirmeci değerlendirmeler bunlar kuşkusuz. ‘Siyasal İslam’ dediğimiz şeyin bir ansiklopedi maddesine sığacak şekilde efradını cami ağyarını mani bir tarifi varsa onu ölçü alıp mevcut örneklerin yanına bitti bitmedi diye işaret koyalım. Ama yok öyle bir şey.

DAEŞ gibi terör eylemleri icra eden örneklerin yarattığı bozucu etkiyi de düşününce ‘Siyasal İslam’ın demokratik tecrübelerinin arttığı her örnek bence daha değerli. Türkiye örnekliği ise hala biricikliğini koruyor.

HALİME KÖKÇE

Siyasal İslam Müslümanların meselesi değildi

Siyasal İslam, kültürel İslam, ılımlı İslam, diyalogcu İslam vb. terimler, İslam dünyasının kendi içinden ürettiği terimler değildir.

Bu terimler, Batı’nın coğrafyalarına fiili tecavüzüne, dini hayatlarını ve düşüncelerini tahribine rağmen halen dize getirmediğini düşündüğü Müslümanlara, kendi içlerinden indirmek istediği son siyasal darbeye mahsus ideolojik terimlerdir.

Siyasal İslam, İran İslam Devrimi’yle birlikte kullanılmaya başlanmış sonra kapsamı Sünni dünya olarak genişletilmiş ve giderek sadece Sünni dünyadaki İslami hareketler için kullanılmaya başlanmıştır.

Sözü dolaştırmadan söyleyecek olursak Siyasal İslam ile İhvan, Cemaati İslami, en-Nahda, İslami Selamet vb. hareketlerin Şeriat esaslı taleplerinden vaz geçip, uygulama tarzlarını Batı’nın belirlediği güya demokratik bir zeminde, Batılı manada legal partiler olarak sürdürmeleri şartını içerdiği gibi, aynı zamanda bu demokratikleşme sürecinin şeriata evrilebilecek aşırılıklara karşı korunabilmesi için de (tıpkı geçmişte Türkiye’de, en son Mısır’da olduğu gibi) Batı tarafından denetlenebilir ve müdahaleye açık bir süreç olması öngörülüyor.

Gannuşi’nin en-Nahda’yı temsilen Tunus’un yeni ihtiyacı (ya da seçimi) olarak dile getirdiği ilgili hususlarda ise Türkiye’nin tecrübesini gözettiği anlaşılıyor. Milli görüş gömleğini çıkaran ve İslamcı olmadığını hemen her vesileyle beyan eden AK Parti’nin seçim ve yönetme başarısı belli ki Gannuşi’yi çok etkilemiş.

Bu durumda Ganuşi’nin söz konusu seçimiyle giderek düzenle bütünleşmeye, kamusal alanı seküler planda yapılandırılmaya ve İslamizasyonu öne çıkarmaya yönelik riskleri göğüslemek istediğine hükmedilebilir. Çünkü, onun bakışıyla zikredilen riskleri üstlenen Türkiye’de siyasetten ekonomiye, kültürden yatırıma her şey çok iyi gidiyor.

Bunun doğru bir yaklaşım olduğunu söylemek oldukça zor, çünkü öncelikle Türkiye’nin gerçekleriyle Tunus’un gerçekleri tümüyle örtüşmüyor. Öte yandan Milli Görüş (ve ondan beslenen AK Parti) ile en-Nahda’nın var oluş şartları, amaçları çok büyük farklılıkları içeriyor.

Bu manada, Türkiye’deki kimi Batı temsilcilerinin ve dindar görünümlü liberallerin yerli İslamcılığın ölümüne hükmedişleri üzerinden yürütülen tartışmanın da aslında siyasal İslam’la fazlaca bir ilgisinin olmadığını söylememiz gerekiyor.

Bu tartışma Paralelciler tarafından aktif siyaset yapan Müslümanların tasfiye edilmesi, onların yerine Paralel yapıya tabi (dolayısıyla Batı’dan onaylı) diyalogcuların ikame edilmesini önceliyordu. Materyalizmi dert edinen ama Batılı emperyalistlere hiç eleştiri getirmeyen Sait Nursi’nin bu bağlamda bir parlatma nesnesi olarak seçilmesi de oldukça anlamlıydı. Neyse ki, sesleri çabuk kesildi.

Sonuç olarak, Siyasal İslam’ın (zaten Müslümanlara ait bir mesele de olmadığı için) bittiğini söylemek, Müslümanların siyasetten el-etek çekmelerini / çekebileceklerini vaat etmiyor. Bilakis, zalim, baskıcı, sömürgeci Batı karşısında, son tahlilde onu da memnun ederek ayakta kalmanın bir arayışı olarak beliriyor.
Kur’ani bir çerçeve içinde, bu vb. arayışların sürmesi ise doğaldır. Âl-i İmran Suresi’nin 103 ila 120. ayetleri Müslümanların siyasette esas alacakları hususları belirlediği gibi, ilgili arayışların Müslümanlar için bir hak olduğunu da belirliyor.

Dolayısıyla telaş edecek bir durum yoktur; İslam hayatla birlikte devam ediyor.

ÖMER LEKESİZ:

Ölüm değil yeni bir doğumun eşiğindeyiz

“İslamcılık bitti”, nedenini bile sormamamız istenen sihirli bir cümle. Hala tartışmaların bu çeperde sürmesi aslında İslamcılığın ve en sahici özeleştiri mekanizmasını geliştirebilmiş tek çevre olan İslamcıların bırakın ölümle anılmayı, aksine yeni bir yorumun, yeni bir doğumun eşiğinde olduklarının göstergesi. Net olan bir şey var: İslamcılığı doğuran şartlar yeryüzünde ortadan kalktı mı ki İslamcılığın bitişi ilan edilebilsin. İslamcılık bitti diyenler, Müslümanların küresel medeniyetle bir uzlaşma arayışına girdiklerini söylemek istiyorlarsa eğer, sadece coğrafyamızdaki İslam yorumlarının çeşitliliğine bakıp bir açıklama yapmak zorundalar. Küresel medeniyete itirazın bayrağını DEAŞ’a devredip, Müslümanları ya o çerçevenin içine ya da bir şekilde uzlaşmacı bir çerçevenin içine hapsetme zekasının parlak olduğunu sanmak ancak ‘İslamcılık bitti’ diyenlerin çevirebileceği bir arsa. İnşa etmeye çalıştıkları bu binanın zemini yok ne yazık ki. Gannuşi, elbette ne tek başına temsil yeteneği olan ne de Türkiye tecrübesine doğrudan zenginlik katabilecek bir isim. Fakat yine de Gannuşi’nin aktüel gerçekliği okuyabilmesi, ‘İslamcılık bitti’ diyenlerin kulağına İslamcılığın bittiğini salık verenleri şaşırtacak kadar büyük bir gerçek.

Türkiye’de ‘İslamcılık öldü’ tartışmalarının da hatırlarsınız yoğunlukla yapıldığı günlerde, reyini ölümden yana kullananlar gerçeğin izharından ziyade temennilerini dile getirmişlerdi. Ya kendine yeni yer arayanlar ya da hikayelerinin İslamcılığa değen yerine ‘eski’ diyenlerdi bunlar. Nedenlerini ayrıca konuşmak gerekir.

YUSUF GENÇ

İslamcıları marjinalleştirmeye çalışıyorlar

Raşid Gannuşi’nin çıkışıyla başlayan “Siyasi İslam bitti” tartışması 2011’e, AK Parti’nin başarısından sonra bir araya gelmez denen kesimlerin yaptığı ittifaka kadar uzanıyor. Halbuki mesele “kazanma ve kaybetme”nin ötesinde, siyasi İslam’ın farklı bir kanaldan akmaya devam etmesidir.

Ben bu anlamda Tunus’taki yeni dönemi “hızlandırılmış Türk İslamcılığı” olarak görüyorum. Tunus daha düne kadar insanların inancı yüzünden kovuşturmaya uğradığı, hapislere atıldığı “Müslüman bir ülke” idi; aynen Tek Parti Türkiyesi gibi… Bu anlamda 1950 Türkiyesi ile 2011 sonrası Tunus benzer aşamalar geçiriyor. Tunus İslamcıları, 2011 ile başlayan serbestliklerin, yitirilmemesinin mücadelesini veriyor 1950 sonrasında Türkiye’de olduğu gibi.

Türkiye’de İslamcılık 1980 sonrasında İslamlaştırmadan çok devlete girme, iktidara gelme ve laik elitleri saf dışı etmeyi öne çekti. AK Parti hareketi devletin dinamikleriyle çatışmadan, iç ve dış müdahaleye uğramadan siyasi faaliyetleri yürütmeyi hesapladı. Gannuşi’nin yeni modeli de aynen Türkiye deneyimi gibi kazanımları kaybetmeme, sistemi değiştirmeyi medeniyet tahayyülüne bırakma, laikliği reddederken seküler ortamı muhafaza etme, kök değerleri koruma, iktidarda kalarak yerleşik laik elitleri saf dışı etmeye dayanıyor. Tunus 5 yıl gibi kısa sürede bizim 1950-1980-1990 tecrübelerimizi geçti; hedefleri 2000 sonrası… Tunus İslamcılığı ufkuna “ümmetçilik”ten çok Arap dünyasının birliğine ve AK Parti modeline geçişi koymuş görünüyor.

Gannuşi’yi “İslami dönüşümden vazgeçti, sistemle uzlaştı” diye eleştirenler Nahda’nın iktidardaki kalıcılığını gördükçe aynen Türkiye’de olduğu gibi net bir şekilde destekleyecektir. “Türkiye’de İslamcılık bitti, Tunus’ta sekülerizm kazandı” diyenler, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı batıya “İslamcı iktidar otoriterleşti” iddiasıyla şikâyet edip İslamcılığın dış müdahaleyle ortadan kaldırılmasını da talep edenlerdir. Bu anlamda İslamcılık tükenmekten ziyade farklı bir kanalda fakat sorunlu bir şekilde güçlenerek devam ediyor. Hem Türkiye’de hem Tunus’ta İslamcılar Soğuk Savaş dönemi İslamcı iddialarını devam ettirdiklerini söylediklerinde Graham Fuller’in son kitabında aba altından sopa gösterdiği açmazda “demokratik İslam ile IŞİD-Boko Haram tipi yönetim” arasında IŞİD tipini destekliyor durumuna düşecekler.

İslamcılık iflas etti, cümlesinin altında İslamcıları tahrik ederek tekrar marjinalleştirme girişimleri de var. ERCAN YILDIRIM- Yenişafak