ODTÜ’de ‘Sürekli Namaz Hareketi’ Başkanı konuştu

Eğitim Güncel
Türkiye’de genel olarak gençliği üçe ayırabiliriz. Sol gençlik, İslami gençlik ve bunların dışında kalan gençlik. Türkiye’de bu üç gençlik de zaman zaman çeşitli nedenlerle ve taleplerle g...
EMOJİLE

Türkiye’de genel olarak gençliği üçe ayırabiliriz. Sol gençlik, İslami gençlik ve bunların dışında kalan gençlik. Türkiye’de bu üç gençlik de zaman zaman çeşitli nedenlerle ve taleplerle gündeme gelebiliyor. ODTÜ’de yaşanan olaylardan sonra sol gençlik gündeme geldiği için özellikle bu gençliği İslami gençlikle karşılaştırmalı olarak tahlil edelim. Zira meydanlarda görülmesi beklenen bir gençlik de İslami gençlik. Ancak bu gençlik çeşitli vesilelerle meydanlardan çekildi ya da bir kısmı meydanlara hiç çıkmadı. Bunun da nedenleri üzerinde düşünmek gerekiyor.

Solun üniversitelerde çok az bir kitlesi olmasına karşın, üniversite gençliğinin aksiyon yönü, muhalif yönü hep sol ile gündeme geliyor. Çünkü sol hem örgütlenmeyi başarabiliyor hem de eylem yapmak solun kendisini var ettiği bir alan. Gündemdeki eylemlere bakıp üniversite gençliği iktidara karşı olduğu çıkarımına varmak yanlış olur. Bunlar solun ayakta durabilmek, kitlesini motive edebilmek için zaman zaman yaptığı olağan eylemler olarak görülmeli. Her din ve ideolojinin ritüelleri vardır. Nasıl ki namaz İslamın olmazsa olmaz bir ritüeli ise, eylemler de Sosyalist ideolojinin eylemleridir. Nasıl ki bir Müslüman namaz kılmadan, diğer ibadetleri yerine getirmeden imanını muhafaza edemezse, ayakta duramazsa, sol da sosyalizme olan imanını kaybetmemek için sürekli bir mücadele ve karşı çıkış halinde olması gerekir. O yüzden solun eylem ve afiş kültürü çok gelişmiştir. Sol haber sitelerine ve eylemlerine baktığımızda bunu açıkça görmekteyiz. Sanırsınız herkes yanlış yolda ve herkese karşı gelmeliyiz. Sol, siyaset arenasında karşısına alacak birini bulamazsa, kendi üniversitesindeki rektörü veya okul yönetiminin herhangi bir uygulamasını hedef tahtasına koyup protesto edebiliyor.

Solun eylemleri zaman zaman ülke içinde gündemi belirleyebilir, ki bu da çok normal, her şey ülke gündemini bir süre işgal edebilir, ancak solun eylemleri ve yakındığı konular ülke gündemine oturacak ve uzun süre ayrılmayacak demek çok gerçekçi olmaz. Zira sol bazı haksızlıklara karşı halkın yanında dursa da, halka rağmen halk için anlayışı ile hareket ettiğinden kitlesel bir harekete hiçbir zaman dönüşemeyecektir.

İHH Başkanı Bülent Yıldırım, eğer Filistinliler İsraillilere zulüm ve ambargo uyguluyor olsaydı, Mavi Marmara onlar için de yola çıkardı demişti. Başbakan eğer bir zalim olsaydı, ya da bu ülkede bazı kesimlere zulüm uyguluyor olsaydı, ODTÜ Sürekli Namaz Hareketi olarak biz de okulumuzda Başbakanı protesto etmeye giderdik. Başbakan hatasız değil elbette. İslami camianın da 10 yıldır karşılanmayı bekleyen beklentileri var. Ancak bu ülkenin de bir gerçeği var. Başbakan’ın da belli bir gücü var. Bazı işler süreç gerektiriyor. Başbakan’ın elinde sihirli bir değnek yok ne yazık ki. Bugün Türkiye’de İslami camiada açılan dernek sayısı giderek artıyor. Artık İslam ve gericilik diye tehlike söz konusu değil. Aksine teşvik ediliyor. Destekleniyor. Artık Müslümanlar gizli daveti bırakıp derneklerle, vakıflarla, programlarla, dergilerle ve en önemlisi hatta en ilginci sosyal medyayla açıktan davete başladılar. Programlarında fotoğraf bile çektirmeye karşı olan bazı cemaatler artık programlarının duyurusunu sosyal medyada yapıyor. 2 sene önce üniversitelerde verilen başörtüsü mücadelesi de önce Allah’a sonra iktidara güvenilerek verilmedi mi? Ama şu da var ki, Ak Parti iktidarıyla birlikte Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi, İslami camiada bunlar nasılsa bizden anlayışı tezahür etti. Bu anlayış, Müslüman kardeşlerimiz hakkında bizi hüsnü zana götürmeli evet ama onların hatalarını, yanlışlarını görmemeyi, ya da göz yummaya da götürmemeli. Müslümanlar sisteme entegre olup pasifleşmemeli. Zira böyle bir tehlike de var ve bu da İslamın özüne aykırı.

Ancak bir pasifleşmeden söz edilecekse, bu da Muhafazakarlığın getirdiği pasifliktir. ODTÜ öğrencileri ayaktayken, mescid ahalisi secdedeydi. Namazın bir şartı da kıyamdır. Gerektiğinde haksızlığa karşı kıyam etmeye hazırlanıyor Müslümanlar namazla. Ancak İslami gençliğin çoğu bunu hayata geçiremiyor. Başörtüsü mücadelesi süresince bile Müslüman gençlik bayan kardeşlerini yalnız bıraktı. Çünkü Türkiye’de İslami bilgi ve bilinç genelde ailede veya camide alınıyor. Bazı cemaatler de özellikle muhafazakar İslam’ı aşılıyor. Böylelikle haksızlıklara karşı mücadeleci bir İslam yerine; haksızlıkları, bozuklukları ve aksaklıkları muhafaza eden muhafazakar bir İslam ortaya çıkıyor. Bu da sistemi her şeyiyle aynen kabul etmek ve ses çıkarmamak anlamına geliyor.

Muhafazakar bir İslami anlayış gençleri, üniversitelerinde kendilerini de etkileyen bir uygulamaya bile karşı gelmekten alıkoyabiliyor. Oysa solun duruşu nedeniyle üniversitelerde, en başta da ODTÜ’de bir sürü kazanımından söz etmek mümkün. Yemekhanedeki yemeklerin fiyatındaki indirim bunların başında geliyor. Sol gruplar bu amaçla yemekhaneye zorla ücretsiz giriş yaptılar. Olmadı yemekhanedeki yemekleri boykot edip yemekhanede açtıkları masalarda “Kafayı ekmek peynirle yiyoruz” sloganıyla ekmek ve peynir yediler. Birçok öğrenci kendilerine destek verdi ve onlara katılarak öğle vakti ekmek peynir yedi. Sonuç da alındı ve şu an gayet makul bir ücretle yemek yeniyor yemekhanede. Ama mesela sol grupların bu haklı ve makul isteğine karşın başörtülü kızlar bu boykota destek vermek yerine bu organizasyonu görmezden gelerek gidip yemekhanede yemek yediler. Orada İslami olarak yanlış bir ortam ya da uygulama söz konusu değilken, başörtülü kızların bu davranışı ancak muhafazarlık, cemaatlerde aldıkları hiçbir şeye karışma bilinci ve haksızlığa karşı dur de ve örgütlen bilincinden mahrumiyetle açıklanabilir. Kapanmanın dış dünyaya kendini kapatmak olmadığını bilmek gerekiyor. O yüzden Cihan Aktaş kendisine kapandım diyen bir başörtülü kıza şu cevabı veriyor: “Ben hayatımda hiçbir zaman kapanmadım. Aksine daha da açıldım. Başörtüsü daha da ufkumu açtı.”

Nurettin Topçu’ya göre namuslu adam, namussuzluk yapan değildir. Kötülük yapmamak da namuslu adam olmak için yeterli değildir. Yani namus olmak demek bazı şeylerden sakınmaktan ziyade, hayatımızda bazı işleri ön plana çıkarmak demektir. Dolayısıyla namusumuz hareketsizliğimizde değil, bilâkis bir takım hareketlerimizde, hattâ bütün hareketlerimizde aranmalıdır. Topçu’ya göre, namuslu adam, elinin ve iradesinin uzanabildiği kadar ge¬niş sahada harekete geçmeyi vazife bilir. Hareketsizliğinin günah olduğuna inanır. Yine namuslu adam, hareketinin, kendine ve kendi varlığının dar çerçevesine kapanıp kalmayarak bütün âleme yayılacağına ve âlem nizâmını değiştirebileceğine inanır. Yani iyi olmak yetmiyor. Mustafa İslamoğlunun da vurguladığı gibi aktif iyi olmak gerekiyor. Aliya İzzetbegoviç de bu konuya dikkatleri çekiyor. Gençlere ecdadımızın yaptığı camileri, tarihi eserleri anlatmayı bırakıp gençlerle beraber mahallemizdeki caminin çatısını tamire gitmeliyiz diyor. Günümüzde cemaatlerde anlatılan İslam, yetiştirilen İslami gençlik bu tanımlara uymuyor. Ali İmran 104. ayette Allah kurtuluşa erenlerin örgütlenenler olduğunu söylüyor. Ancak ne yazık ki Türkiye’de İslami gençlik genel olarak örgütlenme bilincinden hayli uzakta bir İslam yaşıyor. Cemaatle kılınan namaza verilen 27 kat sevap da aslında örgütlenme bilincini kazandırmak için bir teşvik. Camide örgütlenip namaz kıldığınız gibi, dışarda da örgütlenin diyor. Ancak örgütlenme bilincinin Müslüman gençlerden ziyade solcularda görüyoruz. Bu da bizi İhsan Eliaçık’ın altı çizilesi tespitine götürüyor: Sol, Allah’ı bırakıp diğer İslami kavramları aldı. Yani sol aslında dikkatle incelendiğinde Allah’sız bir İslam yaşıyor. Bir başka örnek verecek olursak, bütün sol gruplar, yani cemaatler, gerektiğinde sol için tehlike olan bir düşmana karşı birleşip aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakıp sol tabanında bir araya gelerek birlikte mücadele verebiliyor. Ama İslami cemaatlerin çoğunda ne yazık ki bu İş Ahlakını, Hareket Ahlakını göremiyoruz.

Hayata soldan bakanların dünyasında ve hayatında oluşmuş bir jargon var. Gerekli yazılı gerek de sözlü ifadelerde bu jargona karşı bir hassasiyet gösteriliyor. Kavramlara ve bu kavramların gelebileceği anlamlara dikkat edilerek metinler, afişler, pankartlar, basın açıklamaları ve konuşmalar hazırlanıyor. İslami camia için dinci, gerici, faşist, cemaatçi kavramlar kullanılıyor. İslami gençlik acilen kavramlar ve kavramların dili konusunda eğitilmeli. Zira İslama ait bir kavram için İslam karşıtlarının kullandığı kavramlar bilinçsizce tercih edilebiliyor. Başörtüsü için türban sözcüğünü tercih eden Müslümanların sayısı az değil. Belli bir cemaate sahip Müslümanlara cemaatçi diyen Müslümanlar da var. Hatta dinci diyen bile var. Mesela Türkiye’de bazı kesimler bilerek ve ısrarla AKP demeyi tercih ederken, bu partiye oy veren veya vermeyen bazı kesimler de Ak Parti demeyi tercih ediyor. Ancak partiye oy verenlerden bile bir bilinçsizlikle AKP diyenler var. Bu ayrım neden mi önemli?
Önemli çünkü Yasin Aktay’ın Ak Partiye katılmadan önce yazdığı kitabında belirttiği gibi, Ak Parti demeyi tercih ediyorum ama bu illa Ak Partili olduğum ve desteklediğim için değil ama AKP diyenlerden de olmadığımı ve olmak istemediğimi vurgulamak istiyorum. Başörtüsü özgürlüğüne destek için afiş asan bazı solcular hazırladıkları bu afişte, “başörtüsü serbestisine evet” demeyi tercih ettiler. “Başörtüsüne evet” demediler. Zira onlar başörtüsünü değil başörtüsü takma özgürlüğünü savunuyorlar. Bu kadar hassaslar kavramlar konusunda.

İslami gençliğin bir sorunu da gerektiğinde tarafını belli edememe sorunu. Bazı Müslüman öğrenciler durması gereken yerde değil. Hayatın içinde, hayatın içindeki mekanlarda, ortamlarda ve sosyal medyada durması gereken yerde değil. Bunu Başbakanın ODTÜ’ye gelişiyle yaşanan olaylar sonrasında sosyal medyada açıkça gördük. Mescid ahalisinden arkadaşlar bile ne yazık ki sol grupların hazırladıkları haberleri beğenip paylaştılar sayfalarında. Sol grupların protestosunu destekleyen, Başbakanın gelişini eleştiren başörtülü kızlar bile olduğunu görünce artık İslami gençliğin içinde bulunduğu durumu bir düşünelim. Okula ziyarete gelen sosyalist Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder ile fotoğraf çeken başörtülü kızların Müslüman bir Başbakan’ın okula gelişi sonrası yaşananlarda Başbakanı eleştirmesi hayli düşündürücü. Ki bu okulda başörtüsü mücadelesi -elbette ki önce Allah’a- sonra iktidara güvenilerek verildi. Kimse Başbakanı sevmek ya da desteklemek zorunda değil ama solculardan yana taraf olmak, onlara sahip çıkmak zorunda hiç değil. Deniz Gezmiş’e, Yılmaz Güney’e hayranlık duyan Müslüman gençler de var. Deniz Gezmiş ve arkadaşları zamanında ODTÜ’de Müslümanların mescidleri basılıp az dayak atılmadı. Sonuçta sol kanaat önderlerinin dünya görüşleri bellidir. Bunlara duyulan hayranlık bizi farkında olmadan davalarına da hayranlık duymaya götürebilir.

Başbakan ve İslami camia gençliğe el atmaya karar verdi. Artık İslami yazarların ve hocaların sohbetlerinde gençlere özel konular ayrıldığını görüyoruz. Nurettin Yıldız bazı gençler için, ki bu bazı gençlik, gençliğin çoğunluğunu oluşturuyor, evlilik farz dedi. Neredeyse tüm İslami camia gençliği ve gençliğin içinde bulunduğu sorunların görmezden gelinmesi durumunda olanları ve olacakları farketti. Ancak gençliğe mutlaka Hareket Ahlakı, İsyan Ahlakı, örgütlenme bilinci de kazandırılmalı. Sadece maneviyatı zenginleştirilip bırakılmamalı. Aliya İzzetbegoviç’in dediği gibi, gençlere sadece İslam’ın 5 şartının olduğu bir İslam değil aksine altıncı şartı mücadele olan bir İslam anlatılmalı.

Mustafa İslamoğlu’na bir gençten şöyle bir soru gelmişti. Hocam İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyorum. Harama bulaşmamak için kendimi zor tutuyorum. Beni buradan kurtarabilir misiniz, yanınıza alabilir misiniz? İslamoğlu cevap olarak diyor ki, “hergün böyle onlarca mail geliyor. Hangi birinizi yanıma alayım? Hangi imkanla ve hangi zamanla? Ne olursunuz kendinize sahip çıkın, ne olur koyvermeyin.” Oysa hani iman en büyük imkandı. Hani Allah varsa imkan vardı. İslamoğlu hoca bu gençleri yanına alıp yetiştirmesi, örgütlemesi ve bir davetçi olarak başka gençleri bulup getirmek ve kurtarmak için topluma yollaması gerekmez mi? Bir İslam alimi böyle mi demeli? Gençlere tavsiyesi bu mu olmalı? Birkaç çapulcu bile örgütlenebiliyorsa, bir İslam alimi gençleri nasıl örgütleyemez? Örgütlenme bilincinden nasıl uzak durabilir?

Son olarak, İslami cemaatlerin içine düştükleri en büyük hatalardan biri de gençliği kategorikleştirmedir. Gençliği böyle bir kategoriye tabi tutmak hem modern zamanlardaki bir uygulama hem de başka bir kesimin yapmadığı bir şey. Sol gruplarda genç yaşlı ayrımı yoktur. Görev vermek için yaşına değil bilgisine ve tecrübesine bakılır. Ancak İslami cemaatler ısrarla gençlik grupları ve bunlara özel uygulamalar oluşturma gayreti içerisine girmektedir. Bu da gençliğe özel program uygulayayım derken, gençliği bazı konularda ihmal etme ve bazı konularda isteklerini, beklentilerini ve iradesini yok saymaya kadar götürebilir. İslami camia dolayısıyla bazı kavramlarını yeniden tanımlamalı, onları doğru yerine koymalı ve bazı kavramlarını da tekrar diriltmelidir. Bunların başında da gençlik, cemaat, örgütlenme, mücadele ve haksızlığa dur diyen bir namaz geliyor.

iletisim:sureklinamazhareketi@gmail.com