Atatürk’ün eğitim alanında yaptığı çalışmalar

Eğitim Güncel
Atatürk, büyük bir asker, büyük bir devlet adamı ve diplomat olduğu kadar, eğitim alanında önemli katkıları olmuş bir liderdir.  Atatürk; eğitim sisteminin ülkemizin ihtiyaçlarına ve çağın gerekl...
EMOJİLE

Atatürk, büyük bir asker, büyük bir devlet adamı ve diplomat olduğu kadar, eğitim alanında önemli katkıları olmuş bir liderdir.  Atatürk; eğitim sisteminin ülkemizin ihtiyaçlarına ve çağın gereklerine uygun olarak yeni baştan kurulmasını ve bu eğitimin aynı zamanda toplumun bütün kesimlerine yaygınlaştırılmasını gerekli görüyordu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında bu yaklaşımla belirlenen millî eğitim politikası, temelde üç ana amaca yönelmiştir. Bunlar; 

1- Millî kültür birliğinin sağlanması,

2-Vatandaşlık eğitiminin ve ilköğretimin yaygınlaştırılması,

3- Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu eğitilmiş insan gücünün yetiştirilmesi olarak özetlenebilir.

Atatürk, her alanda karşılaşılan güçlükleri aşmaya çalışmış; fakat diğer alanlarda karşılaşılan güçlüklerin aşılmasında eğitimin anahtar rolünün olduğuna inandığı için eğitime çok önem vermiş ve özel bir alaka göstermiştir. 

RESİM SANAT AKIMLARINI BİLİYOR MUYDUNUZ?

1923-1938 yılları arasında eğitimle ilgili yapılan çalışmalar özetle şöyledir:

3 Mart 1924 Eğitim ve Öğretimi Birleştirme Kanunu ile mektep-medrese ikiliği kaldırılarak Milli Eğitim Bakanlığının çatısı altında toplanmıştır. Milli eğitim, içte ve dışta ilgili uzmanlara danışılarak, modern, çağdaş görüşlere uygun programlar düzenlenmiştir. 1926-1927 den başlayarak karma eğitime geçilmiştir. 1 Kasım 1928’de ise Yeni Türk Harfleri kabul edilmiştir. Atatürk’ün önderliğindeki yeniliklerle eğitim savaşının temel ilkeleri bu kurumlara hakim prensip olarak getirilmiştir.

Cumhuriyet döneminin en önemli yeniliklerinden biride, Arap harflerinin yerine Latin harflerinin kabul edilmesidir. Yeni harflerin kabulünden sonra geniş halk kitlelerine okuma-yazma öğretmek üzere “Millet Mektepleri” kuruldu. Mustafa Kemal her alanda olduğu gibi Başöğretmen olarak toplumuna şimdi eğitim alanında da önderlik etmiştir.

1932 yılında kültür ve eğitim kurumları olarak Halkevleri faaliyete geçmiştir. Ülkede bulanan tek üniversite olan Darûl Fünun’da 1933 yılında İstanbul Üniversitesi olarak düzenlenmiş ve daha sonra her gün sayıları artan diğer üniversitelerle eğitim ve öğretim alanında çabalar devam etmiştir.

Atatürk Eğitime Önem Vermiştir

1 Mart 1922 günü TBMM’de yaptığı konuşmada: “Eğitim, hükümetin en verimli ve en mühim görevidir.” diyen Atatürk; Kurtuluş Savaşı’nın en buhranlı günlerinde millî eğitim sorunlarına eğilmiş ve 15 Temmuz 1921’de I. Maarif Kongresi’ni toplamıştır. Kongrede: “Asırlardır devlet bünyesinde süren derin idari ihmallerinin meydana getirdiği yaraların tedavisinde sarf edilecek emeğin en büyüğünü, hiç kuşkusuz eğitim yolunda göstermemiz lazımdır.” demiştir (MEB, 1993:11-12). 

Kurtuluş Savaşı’nın bitiği günlerde, “Memleketi kurtardınız; şimdi ne yapmak istersiniz?” sorusuna: “Millî eğitim bakanı olarak millî irfanı yükseltmeye çalışmak en büyük emelimdir.” (MEB, 2001b: 104) cevabını vermiştir.

Yeni kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet başkanı olması mecburiyetinden dolayı millî eğitim bakanı olmamış; fakat millî eğitimle çok ilgilenmiştir.

Cumhurbaşkanlığı yaptığı 15 yılda eğitimle ilgili 39 kanun çıkarmıştır (Fidan ve Erden, 1993:123).

Atatürk’ün Eğitim Felsefesi 

“Mustafa Kemal, esas itibariyle katı bir doktrin taraftarı değildi, aksiyon adamıydı. Kendisini hiçbir felsefe doktrini ile sınırlamayan Atatürk’ün, idealist; idealist olduğu kadar pragmatist olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Atatürkçülüğü felsefî yönden ifade eden en uygun terim özgürlükçü demokrasinin de temeli olan “plüralizm” (çokçuluk) olabilir.” ( Giritli, 2001:59-72).

Aytaç’a (2001) göre; Atatürk, “akılcı” ve “millîyetçi” dünya görüşüne sahip bir düşünür ve inkılâpçıdır. O, bu dünya görüşüne dayalı bir “Millî Kalkınma Stratejisi” geliştirmiştir. Kendisi bunu “Memleket Davalarının İdeolojisi” olarak adlandırır. Bu ideolojinin en önemli unsurlarından birini, onun taslağını çizdiği yeni eğitim politikasının programı teşkil eder.

Atatürk’ün eğitim politikası, kendi zamanının diğer ideolojilerinin eğitim politikalarıyla mukayese edilirse, onlardan temelde ayrıldığı rahatlıkla anlaşılabilir. Diğer ideolojilerin hepsi belirli bir unsuru alıp onu “mutlaklaştırmak”tadır. İdeolojiler “devlet”, “ırk”, “işçi sınıfı”, “din” veya “sermaye” gibi unsurlardan yalnızca bir unsuru eğitim politikasının yegane temeli olarak kabul etmektedir. Yani bunların hepsi de, felsefi dilde söylemek gerekirse “monist”, yani tekçidirler. Atatürk, böyle tek yanlı bir düşünür değildir. Eğitim politikasının temelinde, birden fazla unsur yer almıştır (Aytaç, 2001: 112-113).

Doğan (1982), Atatürk’ün eğitim politikasının bu özelliğini şöyle açıklamaktadır; Atatürk dönemindeki eğitim politikası şekillendirilirken ve uygulamalar yönlendirilirken çeşitli dönemlerde eğitim sistemlerini yönlendiren skolastizm, hümanizm, realizm, pragmatizm vb. doktrinlerin hiçbirine bağlı kalınmadığı ve çeşitli görüşlerden faydalanarak Türkiye’nin sorunlarını çözecek şekilde bir senteze gidildiği görülmektedir.

Atatürk Nasıl Bir Eğitim Öngörmüştür?

(Atatürk, hangi amaçlarla öğrencilerin neyi bilmesini ve neleri yapabilmesini gerekli görmüştür?):

1-Eğitim Millî Olmalıdır:

Atatürk 1924’te:“Yeni Türk Cumhuriyeti’nin, yeni nesle vereceği eğitim, millî eğitimdir.” diyor (MEB, 2001a: 291).

1 Mart 1924’te yaptığı TBMM’nin açış konuşmasında ise: “Türkiye’nin eğitim politikasının her derecesini, tam bir netlik ve hiçbir tereddüde yer vermeyen açıklık ile ifade temek ve uygulamak lazımdır. Bu politika, tam anlamıyla millî bir mahiyette tayin olunabilir.” diyor (MEB, 2001b: 107). Eğitimin mutlaka millî olmasının gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Millî olmayan eğitim, yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel sebeplerindendir.” (Akyüz 1994: 292).

1 Mart 1922’de TBMM’nin 3. toplanma yılı başında yaptığı açış konuşmada: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”diyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyordu:

“Dünyadaki milletlerarası vaziyete göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî ruha sahip olmayan fertler ve bu nitelikte fertlerden oluşan cemiyetlere hayat ve bağımsızlık yoktur. Silahla olduğu gibi dimağımız ile de mücadele etmek mecburiyetindeyiz.” (MEB, 2001a: 299).

16 Temmuz 1921 I. Maarif Kongresi’nde: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” diyor (MEB, 1993: 12).

Eğitimin millî olmamasının mahzurlarını şu örnekle açıklıyordu: “Bugün yeryüzünde 300 milyondan fazla İslam vardır. Ne yazık ki, tamamı şunun bunun kölelik zincirleri altındadır. Aldıkları manevî terbiye onlara bu kölelik zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini vermemiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin amacı millî değildir.” (Akyüz, 1993: 291).

1929 tarihli ilk mektepler talimatnamesinde şu amaçlara yer verilmiştir: “İlk mekteplerde eğitimin ilk ve son maksadı; çocukların, millî hayata layıkıyla intibak etmeleridir. Eğitimde Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir. Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlenmesi için her fırsattan istifade edilmelidir” (Akyüz, 1993: 301).

2- Millî Dehamızın Gelişmesi Millî Kültürle Sağlanabilir:

“Şimdiye kadar Takip edilen eğitim-öğretim biçimlerinin, milletimizin geri kalmasında en önemli sebep olduğu kanaatindeyim. Onun için millî eğitim programından bahsederken eski devrin asılsız uydurmalarından ve yaradılışımızla hiç alakası olmayan yabancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelebilen tesirlerden tamamen uzak, millî karakterimiz ve tarihimizle uyumlu kültürü kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam olarak gelişmesi ancak millî kültürle mümkündür. Herhangi bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir.”diyor (MEB, 1993: 11-12).

Atatürk 20 Mart 1923’te Konyalı gençlere hitaben konuşurken: “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve millîyetimize bu hürmeti hissen, fiilen davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.” diyor ( MEB, 2001a: 85).

3- Başkalarını Taklitle Gelişme Sağlanamaz:

Atatürk diyor ki: “Biz, Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuzu benimsiyoruz” (Cumhur, 1981: 73).

1930 yılında bir Alman gazetecinin; Batı yolunda durabilmesi için, Türk’ün bütün ihtiyaçlarını yine Batıdan iktibas etmesi lüzumuna dikkat çekmesi üzerine, Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir: “Asla.. Biz Türklüğümüzü muhafaza etmek için, gayretle itina edeceğiz. Türkler medeniyette asildirler. Yunan’dan evvel Türklerin İzmir taraflarında sakin eski bir millet olduğunu ilmi surette ispat etmeye çalışıyoruz”diyor (Cumhur, 1981:73).

20 Mart 1923’te Konyalı gençlere yaptığı konuşmada; başka milletleri taklit ederek başarılı olmanın imkansızlığını açıklayan Atatürk: “Aydınlarımız, milletimi en mesut millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmamıştır. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız” diyor (MEB, 2001a: 273).

4- Eğitimde Birlik Sağlanmalıdır:  

Eğitimde birliğin sağlaması için 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidî Tedrisat (Eğitim Birliği) Kanunu ile eğitim sistemimizde Tanzimat’tan beri süregelen “dinî-dünyevî” eğitim ikiliği giderilmiştir.

5- Eğitim Yaygınlaştırılmalı ve Bilgisizliği Gidermelidir:

Atatürk; eğitim, toplumu cehaletten kurtarmalı, toplumun bilgi ve ahlak düzeyini yükseltmeli ve öğrencilerin kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmelidir, diyordu.

Cumhuriyetin ilk yıllarında halkımızın % 90’nı okur-yazar değildi. Bundan rahatsız olan Atatürk; “Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır. Memlekette cehaleti süratle ortadan kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.” diyordu.

Kadınların ve köylü nüfusun eğitim-öğretim görmelerini isteyen Atatürk, şöyle diyordu: “Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki bilgi ışığından  yoksun bırakılmıştır.” (Akyüz, 1993: 290). 1928 yılında bu konuda şöyle diyordu: “Bir toplumun yüzde onu, yüzde yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır.”(Akyüz, 1993:299).

Eğitimi yaygınlaştırmak için 1353 sayılı yasayla yeni Türk Alfabesi kabul edilmiştir. 

6-Genel Bilginin Yanında Meslekî Teknik Bilgileri Kazandırmalı:

1 Mart 1922 günü TBMM’de yaptığı açış konuşmasında: “Milletimizin dehasının gelişmesi ve layık olduğu medeniyet seviyesine ulaşması ancak, yüksek bilim ve teknik elemanların yetiştirilmesi ve millî kültürümüzün yüceltilmesiyle mümkündür. Ortaöğretimin gayesi, memleketin muhtaç olduğu muhtelif hizmet ve sanat erbabı elamanlar yetiştirmek, yüksek öğretime aday hazırlamaktır. Ortaöğretimde dahi eğitim öğretim yöntemlerinin ameli ve tatbiki olmasına riayet şarttır ”(MEB 1993: 11-12)

7- Ülkemizin İhtiyaç Duyduğu Eğitilmiş İnsan Gücü Yetiştirilmelidir: 

İzmir iktisat Kongresi’nde: “Evlatlarımızı o süratle eğitmeliyiz ki, alemî ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir (faydalı, verimli) olsunlar, müessir (etkili) olsunlar, faal olsunlar, amelî bir uzuv olsunlar. Maarif programımız gerek ilköğretimde gerek ortaöğretimde verilecek bütün şeyler bu noktayı nazara göre olmalıdır.”diyor (MEB, 2001b: 108).

1 Mart 1922 yılanda TBMM’de yaptığı konuşma: “Bir taraftan cahilliğin giderilmesine uğraşırken, bir taraftan memleket evladını sosyal ve ekonomik hayatta fiilen müessir (etkili) ve müsmir (faydalı, verimli) kılabilmek için elzem olan ilk bilgileri işe dayalı olarak vermek usulü, maarifimizin esasını teşkil etmelidir”diyor ( MEB,2001c: 138).

Özetle O, eğitimin, her şeyi biraz bilen fakat hiçbir şeyi iyi bilmeyen, sefalet ve açlığa mahkum insanlar değil;  üretici, yararlı, hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmesini istemiştir.

8- Eğitim Bilime Dayanmalı ve Laik olmalıdır:

Atatürk; dünyada her şey için, maddiyat için, manevîyat için, hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fen dışın kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, delalettir, diyor.

Atatürk, Ansiklopedik Bilgi Yüklemeyi Esas Alan Ezber Eğitime Karşıydı:

Atatürk’ün eğitime ilişkin görüş ve direktifleri ve döneminin eğitim uygulamaları dikkatle incelendiğinde; Onun, ‘ansiklopedik bilgileri ezberletmeye’ dayalı eğitime karşı olduğu, teori ile uygulamayı bütünleştiren bir eğitim programını uygulamaya çalıştığı çok net olarak anlaşılır.

Türkiye, öğretim programları bakımından Fransa’yı model almış; Tanzimat’tan günümüze kadar Fransa gibi ‘ansiklopedik bilgi yüklü öğretim programlarını’ uygulamaktadır. Atatürk, ansiklopedik bilgilerin öğrencilere yüklenmesinden duyduğu rahatsızlığı şöyle açıklamıştır: “Kitapların cansız teorileriyle karşı karşıya gelen genç beyinler, öğrendikleriyle memleketin gerçek durumları ve menfaatleri arasında ilişki kuramıyorlar. Yazarların ve nazariyatçıların tek taraflı dinleyicisi durumunda kalan Türk çocukları, hayata atıldıkları zaman bu ilişkisizlik ve uyumsuzluk yüzünden tenkitçi, karamsar, millî şuur ve düzene uyumsuz kitleler meydana getirirler.” MEB,2001c:138).

Atatürk, başka bir konuşmasında şöyle diyordu: “Eğitimimizin amacı; kendini, hayatı bilmeyen her konuda yüzeysel bilgi sahibi, tüketici insan yetiştirmek olmuştur. Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş birtakım insanlar… Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı bilmiş!. Fakat neyi bilmemiş? Kendini bilmemiş hayatını, ihtiyacını bilmemiş ve aç kalmış! İşte bu öğrenim tarzının uğursuz sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın olmak demek çok bilmiş olmak demektir, sefalette ve fakirliğe mahkum olmak demektir.” (Akyüz, 1993: 292). 

1 Mart 1923’te TBMM’nin 4. toplanma yılının açış konuşmasında: “Eğitim, işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir. Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir baskı aracı, yahut medeni bir zevkten ziyade, maddi hayatta başarılı olmayı temin eden işe dönük ve kullanılabilir bir vasıta haline getirmektir.” diyor (MEB, 2001c: 140).

1931’de şöyle der: “İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmî ve tekniği versin. Fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun.” (MEB, 2001a: 299).

Ayrıca, dersler yalnızca kitaptan değil, hayatın içinde öğretilmelidir.” diyor (Akyüz,1993: 286). 1932’de “İlim tercüme ile olmaz, tetkikle olur.” diyordu ( Cumhur, 1981: 72).

Ege Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Nilgün Nurhan Kara ve Milli Eğitim Dergisi’nin 160. Sayısında yayınlanan Şerife Budak’ın makalelerinde yer alan bilgilerden derlenmiştir.