“Tatil, sosyal hayatı öğrenme sürecidir”

Çocuk Eğitimi
Ekrem Altıntepe’nin röportajı Uzman Pedagog Adem Güneş: “Tatil, ders çalışma süreci değildir. Tatil gezme, eğlenme dönemidir. Aileler, ‘Çocuk ders kitabını yanına almıyor, bir şey öğ...
EMOJİLE

Ekrem Altıntepe’nin röportajı

Uzman Pedagog Adem Güneş: “Tatil, ders çalışma süreci değildir. Tatil gezme, eğlenme dönemidir. Aileler, ‘Çocuk ders kitabını yanına almıyor, bir şey öğrenmiyor’ diye korkmamalılar. Çocuk, bir otobüs yolculuğunda, bir şehre gezmeye gittiğinde, babası birisiyle konuşurken, rezervasyon yaptırıldığında, her bir faaliyette sosyal bir öğrenme gerçekleştirir. Bu sosyal öğrenmeler okulda olamayacak şeylerdir.”

Dünyada en çok tatil yapan ülkelerden birisi olarak, tatil süreci adeta bir boş kalma, iş yapmama süreci olarak algılanıyor maalesef. Okullar veya işyerleri tatil olmuş olabilir ama hayat devam ediyor, hem de tüm hızıyla. Dolayısıyla tatilde ailemizi, çocuklarımızı veya sosyal iletişimde olduğumuz insanları hayatımızdan çıkartamıyoruz.

Esasen tatilde şöyle bir durum da ortaya çıkıyor: Anne-babalar çocuklarıyla okul döneminden çok daha fazla zaman birlikte olmaya başlıyorlar. Tatile çocuk terbiyesi açısından baktığımızda aslında anne-babaların işi daha da artıyor.

Acaba çocuklarla tatili en iyi nasıl değerlendirebiliriz? Tatili çocuk terbiyesi açısından en verimli hale nasıl getirebiliriz?

Bu ve benzeri sorularımızı yönelttiğimiz Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve “Tatil Sürecinde Çocuk Eğitimi” kitabının yazarı, Uzman Pedagog Adem Güneş bu konuda önemli bilgiler verdi…

Siz Avrupa’da hem eğitim aldınız hem de eğitim verdiniz. Uzunca bir süre yurt dışında yaşayan birisi olarak Türkiye’de tatil süreci doğru değerlendirilip tatil psikolojisi doğru algılanabiliyor mu?

Batı’da tatilin öğrenmenin yeni bir süreci olarak algılandığını görüyoruz. Tatil süreci yaklaşmaya başladığı sürede kişiler hangi ülkeye tatile gideceğini, hangi ülkede ne yapacağını, neden o ülkeyi seçtiğini ya da ülkesi içerisinde tatil yapacaksa nerede bulunacağını, orada neler yapacağını planladıkları çok belirgin bir kültür var Batı’da. Bu planlama sürecinde tatil için gidilecek yerdeki etkinlikler ve orada ne gibi kazanımlar olacağı konuşuluyor. Örneğin; Yunanistan’ın Atina şehrine tatile gidilecekse, tarihî yerler, önceki yıllarda gitmiş olanların hatıraları, gazeteler, dergiler yoğun bir şekilde taranıyor.

Türkiye’de ise tatil bir boş kalma süreci, rahatlama süreci olarak algılanıyor. Gerilmiş, sıkılmış insanın birazcık rahatlayayım diyerek boşta kaldığı bir değer olarak algılanıyor. Bu bakımdan baktığınızda ikisi arasında çok ciddi fark vardır.

Bir pedagog olarak Türkiye’deki tatile bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tatil sürecinde de yaşam devam ediyor. Ailenin içerisinde henüz yaşamını kurmamış, öğrenme çağında olan çocuklar varsa, öğrenme süreci ve yaşam süreci hâlâ devam ediyor ise tatili boşta kalma süreci, rahatlama süreci olarak değerlendirmek gerçekçi değil. Öte yandan ülkemiz gökyüzü, güneşi, denizleriyle çok zengin bir ülke olduğu ve yoğun turizm yatırımı yapıldığından, yatırımın da çoğunun deniz ve sahil turizmine yönelik olduğundan tatil denizlerde rahatlama, deniz kenarında boş kalma olarak algılanıyor. Hâlbuki tatil böyle bir şey değildir.

Ülkemizde dokuz ay boyunca gerek okulda gerekse ailede çocuklar ciddi bir eğitime ve terbiyeye tabi tutuluyorlar. Uzun bir süreç olan üç aylık tatil süreci içerisinde hem eğitime ara verilmiş olması, hem de ailenin rahatlama sürecine girerek çocuk terbiyesini gevşetmesi çocuk üzerine ne gibi etkiler yapar?

Eğitime ara verilmez. Tatili bir başkasının müfredatını uygulamaya ara vermek şeklinde algılamak gerekiyor. Okulların yoğun bir müfredat programı var. Sabahın erken saatlerinden akşamın geç saatlerine kadar sürüyor. Ayrıca sınav kaygısı, stres, üniversite ve liselerin giriş sınavları derken çocuklar hakikaten yoğun bir baskı altında tutuluyor. Tüm bunlara rağmen tatil öğrenmenin devam ettiği bir süreçtir. Bir başkasının programından çıkıp, kendi başınıza bir program yaparak ailece uygulayabilecek bir eğitim sürecine girildiği bir dönemdir. Üzerinizden bir otorite kalkmış oluyor. Tatilin okuldaki eğitimden tek farkı budur. Aile reisi olarak aile büyüklerinin yapacağı en önemli şey ailenin kendi müfredatını kendilerinin yapmasıdır.

Tatil sürecini ailenin kendi müfredatını uygulayabileceği serbest bir zaman olarak mı değerlendirmek gerekiyor?

Evet. Eğer programsız bir tatil olursa hangi gün, nerede ve niye sorularına cevap vermeden sabah kalkılıp bir yere gidilir, öğleden sonra hiçbir yere gidilmez, tatille alakalı hiçbir şey konuşulmazsa, anne veya babanın aklından geçen yere çocuklar sürüklenirse okuldaki o stresli süreci bile özler çocuklar. Çocukların söz hakkı olmadığı, hiçbir şekliyle ne olacağı belli olmayan kaotik bir tatil dinlenmeyi değil, stresi beraberinde getirir. Tatil dönemi bu tür kaotik plan ve programsızlıktan dolayı çok defa ailelerin mutlu başlayıp kavgayla bitirdikleri bir hal alıyor. Aile fertleri beklentilerini karşılayamıyor.

Milli Eğitim’in müfredatında belirlenmiş köşe taşları var. Yani şu kadar süre eğitim yapılır, şu tarihte şu sınav var, bu tarihte bu sınav var gibi bir müfredatı var ve bunu uyguluyor. Tatilde ise ailenin müfredatı devreye giriyor. İdeal bir tatil müfredatında hangi köşe taşlarının olması gerekir?

Tatilde ilk planlanacak şey zamandır. Yani tatil bir haftalık veya aylık tatilse harita üzerine yatırılır gibi zamanı planlamak lazım. Arkasından mekân planlaması yapılır. “Bir aylık tatilde 15 gün şuradayız, 5 gün buradayız, 2 gün buradayız” gibi mekân planlaması yapılmalıdır.

Sonra mekân planlamasının içinde aktivitelerin planlanması gerekir. Asıl problem burada çıkar. Çünkü genellikle burada beklentilerin çakışmasını görürüz. Aktiviteler planlanırken baba dinlenmek ister, anne ise annesine gitmek ister, çocuklar tatil köyüne gitmek isterler. Babanın burada aile reisi olarak planlanacak günlerin içerisinde hangi aktivitelerin olacağını problemsiz şekilde doldurmuş olması gerekir.

Peki tatilde çocukların ders çalışması için bir plan yapılması gerekir mi?

Tatil, ders çalışma süreci değildir. Tatil gezme, eğlenme dönemidir. Aileler; çocuk ders kitabını yanına almıyor, boş geçiyor, bir şey öğrenmiyor diye korkmamalılar. Çocuk; bir otobüs yolculuğunda, bir şehre gezmeye gittiğinde, babası birisiyle konuşurken, rezervasyon yaptırıldığında, tatil yerinde insanlarla ilişkide her bir faaliyette sosyal bir öğrenme gerçekleştirir. Bu sosyal öğrenmeler okulda olamayacak şeylerdir.

Eğer anne-babalar tatil döneminde de çocukların önüne ders kitabı koyarlarsa bu sosyal öğrenmenin önüne geçmiş olurlar. Bazı aileler vapur yolculuğunda çocuğun önüne vakti boş geçmesin diye kitap koyuyorlar. Çocuk midesi bulana bulana ders yapıyor. Oysa bir vapur yolculuğunda çocuğun öğreneceği çok şey vardır. Kaptanından tutun da oturma düzenine kadar pek çok şey öğrenebilir. Baba elinden tutup güverteyi, kaptanı, çapayı, vapurun nasıl gittiğini, suyun kaldırma kuvvetini anlatmış olsa hayatın içinden bir şeyler öğretmiş olur. Dolayısıyla öğrenme tatil sürecinin her aşamasında devam eder. 

Anne-babalar fırsatları kollasınlar. Öğrenmek demek illa ders kitabını okumak demek değildir. Tatil döneminde çocukların en ezildikleri nokta budur. Özellikle şunu belirtmek isterim: Öğretmenler tatil döneminde çocuklara tatil ödevi vermemeliler. Eğer bir tavsiyede bulunacaklarsa “Gittiğiniz yerlerde resim çekin, gittiğiniz yerdeki en meşhur yiyeceğin tarifini getirin” diyebilirler. Bunu notla değerlendirmek yerine tatil yerlerini daha dikkatli gezmelerini, bunları arkadaşlarıyla paylaşmalarını sağlayabilirler.

Ben burada başka bir konuya daha temas etmek istiyorum…

Tabii, buyurun…

Tatil, ailenin gerçekten de bir aile olup olmadığının anlaşıldığı bir dönemdir. Tatil döneminde çocuklar beraberken, anne-babalarıyla birlikteyken oflayıp pufluyorsa, “Ben sıkıldım” diyorsa, “Ben başka yere gideceğim” diyorsa, aile bir arada duramıyorsa burada bir sorun var demektir. Ailenin aile olma fonksiyonunun görüldüğü tek dönem tatil dönemidir. Çünkü okul ve çalışma döneminde anne-babalar 7-8 saat birbirlerinden ayrı kalıyorlar, çocuklar keza birbirlerinden ayrıdırlar. Çocuk bu süreçte aidiyet duygusuyla aileye bağlı olup olmadığını göremiyor. Tatil bunun en iyi görülecek yeridir. Aile eğer tatilde bir arada kalmayı beceremiyorsa, anne-babalar ailedeki aidiyet eksikliğini görmeliler.

Tatil süreci bu eksikliğin giderilmesi için nasıl değerlendirilmeli?

Tatil, aile fertlerinin birbirlerini daha yakından tanımaları için bir fırsat olarak değerlendirilebilir. Baba 18 yaşına gelmiş oğlunu daha yakından tanımak için bir banka oturup ne düşündüğünü konuşarak birbirlerini daha yakından tanımalarını sağlayabilir. İşte bu anın yaşanması tatilin en verimli geçtiği anlardandır diyebiliriz.  Yoksa mutlaka eğlenmek, birlikte bir boş vakti değerlendirmek, dinlenmek, rahatlama süreci yaşamak elbette önemlidir. Ama aidiyet yoksunluğu gibi ailenin bir takım temel unsurları varsa, kaç kere denize girilirse girilsin, kaç kere lunaparka gidilirse gidilsin bir netice alamayacaktır. Tatil süreci, ailedeki aidiyet yoksunluğunun giderilmesi için en iyi şekilde değerlendirilmelidir.

Yaz Okulları

Her yıl giderek yaygınlaşan yaz okulları konusunda birkaç hususu belirtmekte fayda var. Bilindiği gibi yaz okulları gerek öğrencilere gerekse yetişkinlere yönelik olarak organize edilmektedir. Yetişkinlere yönelik yaz okullarının arasında, ebru kursları, ney kursları, yabancı dil kurslarını sayabiliriz. Böylesi kurslara gitmek, tatil sonrasına da bir avantaj olduğu için bunları tavsiye edebiliriz.
 

Ancak öğrencilere yönelik olarak düzenlenen yaz okullarında anne-babaların bazı kriterleri gözden geçirerek karar vermeleri gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Yaz tatilleri kötü alışkanlıkların kazanıldığı dönemlerin başında gelmektedir. Tatilde gençler, birbirleriyle ilk defa karşılaşıyor olmanın ve (ihtimal ki) bir daha da karşılaşmayacak olmanın verdiği rahatlık içinde davranabiliyorlar. Böylesi bir rahatlık suni dostlukların ve mas¬keli iletişimlerin de zemini oluyor.
İşte bu itibarla bakıldığında, her ne kadar yaz okullarının faydası, takdir edilecek boyutlarda olsa da yaz okulu organizatörlerinin bu ve benzeri konulardaki hassasiyeti bilinmedikten sonra çocukların böyle¬si bir aktiviteye katılmaları sakıncalı olabilir.

Özellikle kız-erkek karışık yapılan organizelerde, ergenlik döneminin de verdiği çalkantıların tesiriyle maskeli ve suni iletişimler, çocukların yaz tatilini hüsrana çevirebilir. Bu türlü sorunlar, sokakta da markette de bir alışveriş merkezinde de yaşanabilir, dememek lazım. Çünkü toplu bulunan yerlerde dostluklar çabuk gelişir. Kişilerin bir daha birbirlerini (belki de) hiç göremeyecek oluşu, onları cesur davranmaya itebilmektedir.

Yaz okulları seçiminde dikkat edilecek diğer bir konu ise tercih edilen yaz okulunun hangi gelir seviyesinden veya sosyal seviyeden kişilere hitap ediyor olduğudur. Sosyal çevre farklılığı yetişkinler arasında sorun olmasa da gençler arasında ciddi bir kırılganlığın nedeni olabilir. Henüz cep telefonu bile olmayan bir çocuğun, katıldığı yaz okulundaki arkadaşlarının hepsinde, “iPad” veya “PSP 2” elektronik cihazları varsa bu çocuk onların yanında kendini ezik hissedebilir.
O nedenle, tatillerine yaz okulu programı alan anne-babaların bu hususlara dikkat etmesini öneririz.

Üç aylar ve çocuk terbiyesi

Son bir kaç yıldır yaz ayları ve tatiller artık Ramazan orucu ile beraber anılıyor. Bilindiği gibi Ramazan ayı, üç aylar olarak bilinen Recep ve Şaban’dan sonraki üçüncü aydır. Ramazan’dan önceki bu iki ay içinde, birçok kişi Ramazan ayına hazırlık olarak oruç tutmakta, hayır işlerine daha çok zaman ayırmaktadır.

Böylesi yoğun bir dinî atmosferin yaşanacağı dönemin tatile denk geliyor olması, birçok aile için bulunmaz bir fırsattır. Zira çocuklarını oruca alıştıracak olan aileler, okul zamanını değil; tatil zamanını kullanmış olacaklardır. Mübarek gün ve gecelerden çocukların daha çok istifade edebilmesi için çocuklarla birlikte ziyaretler ve geziler düzenlenebilir. Bu günlerde, çocuklarla birlikte farklı camilerde namaz kılmak, mevlit dinlemek, türbeleri ziyaret etmek vb. faaliyetlerde bulunmak onların sosyal ve manevî gelişimine katkı sağlayacaktır.

Öte yandan maalesef her Ramazan ayında oruç ile ilgili medyada bazı haberler yapılmakta, senaryosu önceden hazırlanmış gibi birtakım olaylar ekranlara getirilmektedir. Çoğunluğu itibari ile dine çok saygılı olan Türkiye’de böylesi haberler gençlerin kafalarını karıştırmakta, oruç ve Ramazan ayı ile ilgili tereddütlerinin oluşmasına zemin hazırlamaktadır.

Örneğin, bir dönemde televizyonların en hararetli tartışma konusu olan “İçkili iken oruç tutmak orucu bozar mı?” gençlerin tek başına cevap bulamayacağı sorulardan birini oluşturuyordu. Bunun yanında, özellikle tatil beldelerinde oruç tutmaların en asgari seviyeye iniyor olması, oruç tutan gençlerin kendileri ile çelişmesine de sebebiyet verebilir. Bir tatil bölgesinde sadece kendisinin oruç tuttuğunu bilen bir genç –popüler tabir ile– mahallenin psikolojik baskısı ile oruç tutmaktan çekinebilir.
Bu veya buna benzer soruların bu yıllarda da yaşanacağı dikkate alınarak dinî hassasiyeti bulunan ailelerin çocuklarına birer “ilmihal” almalarında ve gençlerin tatil döneminin belli bir kısmını ilmihal bilgilerini gözden geçirmeye ayırmalarında fayda vardır.

Öte yandan, özellikle dinî günlere denk gelen tatil günleri, dinî hassasiyeti kırabilecek olan tatil beldelerinden uzakta geçirilebilinir. Aksi takdirde, oruç tutabilecek yaşa gelmiş olan gençler, bir yandan denize girmek, diğer yandan da oruçlu olmak arasında çelişki yaşayabilirler. Özel gün ve gecelerde tatil mekânı olarak, yaylalar, ormanlık alanlar, sefire bölgeleri ve köyler seçilebilir. Böylece hem daha çok tefekkür etme fırsatı yakalanacağı gibi, Ramazan ayında dışarıdan gelecek negatif sinyallerden de uzak durulmuş olur.

Bunlarla birlikte bazı aileler, çocuklarına dinî eğitim verme noktasında çok aceleci ve ısrarcı da olabiliyorlar. Örneğin fizyolojik gelişimini henüz tamamlamamış olan çocuklardan oruç tutmasını beklemek, çok doğru bir davranış değildir. Ergenlik dönemine girmemiş olan çocuklardan olsa olsa, anne babasına özenden kaynaklanan mutluluğu yaşatma adına, birkaç saat yahut yarım gün aç kalmaları istenebilir. Bütün gün boyunca oruç tutmaya teşvik etmek, doğru bir davranış değildir.

Tatil sonrası sendromuna dikkat

Güzel bir tatilin en kötü yanı çabucak bitmesidir. Bitmesinin de ötesinde, asıl sorun, tatil sonrasındaki eski hayata yeniden uyum sağlama sırasında çekilen güçlüklerdir.
Bilinen bir gerçek var ki planlı ve programlı yapılan tatil, insan hayatında önemli bir yer tutmakta ve tatil sonrası hayata geçişte zorluklar daha az yaşanmaktadır.
Ne zaman ki tatil dönemi bir kaos ve plansızlıkla geçtiyse tatil sonrasına ayak uydurmak da o derece zor olmaktadır. Zira planlı yapılan tatilde insanın biyolojik ritmi tahrip olmamış, dengesi kaybolmamıştır. Plansız ve programsız yapılan tatillerde, bozulan biyolojik ritmin yeniden ayarlanması hayli zahmetli olmaktadır.

Tatilde geç kalkmaya alışmış çocuklar, tatil sonrasında erken kalkmakta zorluk çekmekte, uykusuz ve yorgun okul yolunu tutmaktalar. Okulun ilk haftasının böyle verimsiz başlaması, sonraki haftaların da sıkıntılı geçeceğinin ilk sinyalidir.
Bu itibarla bakıldığında, tatildeki düzensizliğin tatil sonrasına yansımaması için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Moral Dünyası dergisi

Moral dünyası dergisine göz atmak için tıklayın!