‘ABD tarihinde bu kadar kendisini düşünen bir başkan görülmedi’

Ülkeler
ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da çalkantılarla geçen ilk 100 gününü doldururken, Harvard Üniversitesi’nin ünlü siyaset bilimcisi ve dış politika yazarı Prof. Dr. Stephen Walt, Trum...
EMOJİLE

ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray’da çalkantılarla geçen ilk 100 gününü doldururken, Harvard Üniversitesi’nin ünlü siyaset bilimcisi ve dış politika yazarı Prof. Dr. Stephen Walt, Trump’ın bu dönemini BBC Türkçe’ye değerlendirdi.

John F. Kennedy School of Government’taki ofisinde sorularımızı yanıtlayan ve Trump’ın görevindeki ilk üç ayı konusunda oldukça karamsar bir tablo çizen Dr. Walt, başkanın dış politikada pek çok gaf yaptığını, bunlardan en önemli olanın ise Asya’ya karşı izlenen politika olduğunu söyledi.

Trump’ın Ortadoğu’ya ilişkin politikasının ne olduğunun halen bilinmediğini, Türkiye ve Kürtlere dönük yaklaşımının da “çelişkilerle dolu” olduğunu ve müttefiklere güven vermediğini vurgulayan Dr. Walt, Trump’un son derece güçlü ve hassas bir egosu olduğunu da belirtti.

Walt Trump’ın hemen hemen tüm tavırlarını “popülarite kaygısıyla” belirlediğine dikkat çekti.

Dr. Walt, Trump yönetimi konusunda kendisini en çok endişelendiren şeyin, “bu dönemin Amerikan siyasi düzeni hakkında nasıl bir etki yaratacağı” olduğunu da belirtti ve “normal teamüllerin, alışılmış sınırların çok dışında olan ve ilk defa başkan olup da tamamen kendini, kendi ailesini, kendi servetini ve kendi dostlarını düşünen bir kişinin yaratacağı uzun dönemli etki; işte ben bundan kaygı duyuyorum” ifadesini kullandı.

BBC Türkçe’den Sema Emiroğlu’nun Walt’la yaptığı söyleşi, ana hatlarıyla şöyle:

Foreign Policy dergisindeki son köşe yazınızda, Trump’ın başkanlık görevine geldiğinden bu yana özellikle dış politikada bir hayli gaf yaptığını yazdınız. Sizce bunlardan en önemlisi hangisi?

Bence Trump’ın ilk 100 gün içinde izlediği dış politikadaki en büyük ve etkileri ve sonuçları en uzun dönemli olacak olan gafı, Amerika’nın Asya’daki ilişkilerini kötü yönetmesi oldu. Bunu söylememin nedeni, hem Asya’nın ekonomik merkez olarak giderek artan stratejik önemi, hem de Çin’in yükselişi. Amerika’nın gelecekte dünyada sahip olacağı pozisyonu ve etkisini düşünürseniz, küresel istikrar, Asya’daki ortaklarımızla iyi ilişkilerin muhafazası ve Çin’in Asya’da baskın bir güç haline dönüşmesini engellemek, temel bir stratejik hedeftir. Bazı düzeylerde Trump bununla hemfikir olabilir, ama ilk 100 günde yaptıkları, bu hedefi pek çok bakımdan sekteye uğrattı.

Görevinin üçüncü gününde yaptığı en aşikar şey, Trans-Pasifik Ortaklığı’nı yırtıp atmak oldu; oysa bu, önemli bir ekonomik bir anlaşma, hatta ABD ile kilit önemdeki Asya ekonomilerini birbiriyle bağlayan ve bir ölçüde onları Amerika’yla yakın biçimde birbirine bağlayan siyasi ve stratejik bir anlaşmaydı. Sanırım bunu, uluslararası ticaret düzeninin nasıl işlediğini bilmediği için yaptı. Bu bir kampanya vaadiydi, üzerinde düşünmeden bu sözü verdi ve bir bakıma Çin’in giderek artan nüfuzuna kapıyı açtı. İkinci olarak, Asya’da ne olup bittiğini anlamadığını ve yakından takip etmediğini çeşitli biçimlerde ortaya koymuş oldu. Daha başkan olmadan önce bile Amerika’nın normal uygulamalarıyla bağdaşmayan bir şekilde Tayvan Devlet Başkanı’yla telefon görüşmesi yaptı. Amerika’nın 1970’den beri yürürlükte olan “Tek Çin” politikasını sorguladı, arkadan da geri adım attı. Kuzey Kore’ye karşı daha çatışmacı bir tavır takındı. Bu ülkeyle ilgili endişelerimiz gözönüne alındığında bu anlaşılır bir durum, ama iyi düşünülmüş bir stratejisi varmış gibi gözükmüyor. Tüm bunlar Asya’daki ülkelere “Amerikan başkanı, gerçekten ne olup bittiğini anlamıyor” sinyalini veriyor. Tabii bir de tecrübesiz bir Dışişleri Bakanı var. Asya’daki önemli başkentlerdeki büyükelçilikler de dahil, kilit önemdeki birçok atamayı yapmadı.

Ortadoğu’ya baktığımız zaman, bu yönetimin örneğin Irak ve Suriye politikalarının ne olduğunu biliyor muyuz? Ya da Trump’ın İsrail ya da Filistin için iyi olacağını?

İsrail ya da Filistin konusunda iyi olacağını söylemek için hiçbir kanıt yok. Trump’ın Ortadoğu’ya şu ana kadar olan ve bundan sonra da bağlı kalacağını sandığım yaklaşımı, esas olarak bölgedeki dostlarımıza gidip, “yapmak istediğiniz hemen her şeyi yapabilirsiniz, sizi destekleyeceğiz” demek. Örneğin Mısır hükümetine bir çeşit “gidin, istediğinizi yapın, sizi eleştirmeyeceğiz”dedi. Suudilere ve İsraillilere de öyle. Bu bir ölçüde Türkiye için de geçerli. Ama ne o, ne de yönetimden herhangi bir kişi, gerçekte uygulanacak stratejinin ne olduğunu açıklamış değil. Mesela Yemen’e ilişkin Amerikan politikası nedir? Suudi Arabistan’ın Yemen’de yaptığı şeyin bizim çıkarımıza olduğunu düşünüyor muyuz? Suriye’ye yönelik politikamız nedir? Suriye’ye Cruise füzeleri fırlatmak, oradaki bir kaç şeyi havaya uçurmak bir politika değil. Esad’ın gitmesini istiyor muyuz? Eğer Esad yönetimden uzaklaştırılırsa, bunun sonuçlarıyla başa çıkmaya hazır mıyız? Esad’ın yönetimde kalmasını mı istiyoruz? O zaman bir çeşit çözüm baskısı yapmaya hazır mıyız? Suriye’de kimin iktidarda olacağı hakikaten bizim için önemli mi? Bunların hiçbiri açıklığa kavuşturulmadı.

Trump, İran’ı düşman olarak algılar gözüküyor. İran’la ilgili nükleer anlaşmaya bağlı kaldılar, ama istemeye istemeye. İran’la değişik bir tarzda ilişki kurmaya çalışmak için bu anlaşmanın üzerine başka şeyler inşa edeceklerine dair hiçbir işaret yok. Hatta İran’a daha fazla baskı uygulamaya başlayacaklarını gösteren bazı işaretler mevcut. Yeni yönetimdeki bazı kişiler, müthiş İran karşıtı. O zaman bunun nereye gideceğini sormak durumundasınız. Yani ABD İran’a daha fazla baskı yaparsa, o zaman bir noktada İran, nükleer anlaşmanın kendisi için bir anlam ifade etmediği sonucuna varabilir. Bu da sorunu Amerika’nın sahasına geri getirir. Böyle bir durumda İran’ın nükleer silaha sahip olmasına izin mi vereceksiniz, yoksa bunu durduracak bir şey mi yapacaksınız, ki bu savaşa gitmek demektir. Yapılacak tercihler bunlar.

Belki de esas istenen bu. Sizce Trump yönetimi bunu kasten mi yapıyor? Yani İran’la bilerek savaşa mı gidilmek isteniyor?

Bence bu, karşı karşıya kalınacak oldukça tatsız bir tercih olur. Başkan Obama bu duruma baktı. İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemediği açıktı, ama aynı zamanda Ortadoğu’da yeni bir savaşın çıkarlarımıza uygun olmadığını açıkça anladı, o nedenle de İran’la diplomatik bir anlaşma yaptı. Çünkü bu şekilde, birbirinden kötü bu iki alternatiften de kaçınmış oluyordu. Şimdi bu diplomatik anlaşmayı ortadan kaldırırsanız, o zaman bu iki temel alternatifle yeniden karşı karşıya kalırsınız. Ve bu seçeneklerin hiçbiri, İran’ın bu anlaşmaya uyması ve İran’la ilişkilerin zaman içinde geliştirilmesi kadar iyi gözükmüyor. Dolayısıyla Trump yönetiminin gerçek Ortadoğu stratejisinin ne olduğuna dair açık bir anlayışları yok.

Nihayetinde Türkiye ile ilişkilerimiz için de bu geçerli. Çünkü Trump bir yandan Erdoğan’la iyi, en azından işleyebilir bir ilişki kurmak istiyor, ama diğer yandan ABD, şu anda Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı savaşan Kürtleri destekliyor ki bu, sözkonusu iki hedefin birbiriyle doğrudan çatışması demek. Bir müttefiğimiz, diğer müttefiklerimizden birini bombalıyor, bu ise ABD’yi bir politikası varmış ya da olaylar üzerinde gerçek anlamda kontrol sahibiymiş gibi göstermiyor. Dolayısıyla Ortadoğu konusunda Trump yönetiminden hiç iyi bir şey gelmesini beklemiyorum.

Trump’ın, Türkiye’de cumhurbaşkanının yetkilerini olağanüstü biçimde arttıran anayasa değişikliğinin tartışmalı bir referandumda kabul edilmesinin ardından Erdoğan’ı arayıp tebrik etmesi, buradaki bazı çevrelerde “Erdoğan’ın otokratik yönetim tarzına destek vermesi” olarak yorumlandı. Trump, Putin ve Sisi gibi liderlere yakınlığından dolayı da “otokratları destekleme” eğiliminde olmakla eleştiriliyor, sizce de öyle mi?

Bence bu hiç Trump’ın umrunda değil. Bu, onun otokratları doğal olarak çekici bulup bulmadığı konusu değil. Gerçi kendisini onların yanında daha rahat hissediyor olabilir, bilmiyorum. Bence bu, daha çok onun, kurallara göre hareket etmeyen bir liderde herhangi bir yanlışlık görmemesi ile alakalı. Çünkü Trump’ın kendisi de kurallara göre oynamıyor. Demokratik kurumların kullanılmasına fazla önem vermiyor. Dolayısıyla Trump’ın yönetim anlayışı, medyaya baskı yapmaya çalışması, kendisine direnen devlet memurlarına baskı yapmak istemesi ve buna çalışması ile Türkiye’de yapılanlar arasında gerçek anlamda bazı benzerlikler var. Ama en önemlisi, Trump, bu liderlerin hiçbirini demokrasideki başarısızlıkları ya da daha otoktratik bir yöne doğru gitmelerinden dolayı eleştirmeyecek. Bence bu çok temel biçimde uzağı göremeyen bir yaklaşım, ama Trump’un büyük ölçüdeki dünya görüşü, ABD’nin diğer hükümetlere ülkelerinin içişlerini nasıl yöneteceklerini söylememesi gerektiği yönünde.

Tabii Türkiye ile kıyaslandığında bizim 200 yılı aşkın bir süredir devam eden ve zaman içinde değişikliklere uğramasına rağmen az çok aynı kalan bir siyasal sistemimiz var. Türkiye’de ise demokrasi çok daha az süredir yaşanıyor ve çok daha kırılgan. Toplumda uzun bir otoriter gelenek mevcut, o nedenle yeni bir sultan arama ya da yeni bir sultanı hoşgörme isteği, daha yüksek olacak. Bence dünyanın çok zor geçirdiği bu son on yıl içinde, çok çeşitli yerlerde, insanların politikadan uzaklaşmasına şahit oluyoruz ve işlerin yürütülmesini güçlü bir kişiye, dinamik bir lidere bırakma eğiliminin çok cazip geldiğini görüyoruz. Bu Rusya, Macaristan, Türkiye ve başka yerler için de geçerli. İnsanlar “şu lider ne yaptığını biliyor gibi gözüküyor, işte ben bu lidere güvenmek, inanmak istiyorum” diyor ki, bu sadece ABD’de değil, dünyanın pek çok yerinde böyle ve oldukça tehlikeli.

Yani vatandaşlar kendi sorumluluklarından vaz mı geçiyorlar?

Kesinlikle. Ve burada kilit önemde olan şey şu: Hiç kimse yanılmaz, şaşmaz durumda değil. Dolayısıyla tek bir lidere güvenmek demek, onun vereceği yargıya güveniyorsunuz demektir. Ve hata yaptıkları zaman, onu düzeltmenin bir yolu da yok.

Trump, yönetime geldikten sonra bazı hatalarının farkına varıp düzeltme de yaptı. Örneğin Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn’i uzaklaştırdı, Steve Bannon’u Ulusal Güvenlik Konseyi’nden çıkardı. Bunlar size umut veriyor mu gelecek için?

Flynn’in istifası ve Bannon’un dış politikadaki rolünün marjinal hale getirilmesi, kesinlikle iyi, olumlu adımlar. Bundan öğrendiğimiz bir kaç şey var: Bir tanesi, Trump’ın kendisinden kaynaklanan derin inançları yok. Şimdiye kadar takınıp da aralarında, eğer işlemiyorsa ve popüler değilse vazgeçme yanlısı olmayacağı hiçbir tavır mevcut değil. Belki buna, “iyi ama bu onun güçlü bir tarafı, çünkü işlemeyen şeylere takılıp kalmıyor” diyebilirsiniz. Ama diğer yandan bu bir sorun, zira eğer bir şeyi sürekli olarak tekrar ediyor, ama ardından tam tersini yapıyorsa, hiç kimse neye inanacağını bilmeyecek, değil mi? Bu bir inandırıcılık meselesi. Trump ayrıca fikrini çok çabuk ve çok keyfi biçimde değiştirebilen bir kişi. Bence bu gerçek anlamda bir endişe kaynağı. Bütün başkanların göreve ilk geldikleri zaman bir sarsılma ve değişiklik yapma dönemi yaşadığı doğrudur…

Bir çeşit öğrenme süreci?

Evet. Kesinlikle öğreniyorsunuz. Bazı kişiler yaptıkları işte iyi, diğerleri çok iyi değil. Herkes hükümeti, Beyaz Saray’ı kendi istediği gibi kurup organize ediyor ve hiçbiri bunu ilk denemede mükemmel olarak yapmıyor. Bu Reagan’da da böyleydi, Clinton’da da, Obama’da da, Bush’da da. Dolayısıyla Trump’ın ilk 100 gününün böyle sıkıntılı ve acemi biçimde geçmesi, geçmişte örneği olmayan bir durum değil. Bunu söylemekle birlikte şunu da belirtmemiz lazım: İlk 100 günde hiç bu kadar kaotik, karmaşık bir durumla karşılaşmadık. Bu hakikaten kendi başına bir kategori oluşturdu.

Trump hakkında öğrendiğimiz başka bir şey de, diğer kişilerin onun hakkında ne düşündüğü konusunda hassas olduğu. Çok hassas bir egosu var. Bu 100 gün içinde herhangi bir değişiklik yapıldığını gördüysek, bunun nedeni bu insanların Trump’ın hemfikir olmadığı politikaları izlemesi değil, bunda başarısız olmaları. Bu onu dış dünyaya beceriksiz gösterdi. Yani onun için mahcup edici oldu. Dolayısıyla ilginç olan bir nokta, yetersizlik imajı verme ya da ne yaptığını bilmiyor gözükme konusunda hassas olan bir kişi. Trump ayrıca çok çabuk kıskanabilen liderlerden biri olabilir, özellikle de danışmanlarından biri kendisinden daha fazla ilgi topluyorsa kıskanıyor. Bannon’un rolünü azaltmasının nedeninin, onun kendisinden daha fazla medyada yer alması olduğuna ilişkin söylentiler var. Bu da tabii çok ilginç. Şu ana kadar gördüğümüz şey, Donald Trump’ın başkanlığının gerçekten de sadece Donald Trump üzerine olduğudur. Bu başkanlık, halkın işini yapmak değil, Amerikan halkına hizmet etmek üzerine değildir. Hatta Amerika’yı yeniden “büyük” yapmak da değildir. Bu, Donald Trump’ın büyük şan ve şöhreti, onun görkemi üzerinedir. Ve bu hakikaten talihsiz bir durum, çünkü ülkeyi en iyi biçimde yönetmenin yolu bu değil.

Bir siyaset bilimci olarak, hatta öğrencilerine savaşların nedenleriyle ilgili ders veren bir profesör olarak, Trump’un böyle gerçeklerden uzak, sabun köpüğü içinde yaşıyor görüntüsü vermesi sizi endişelendiriyor mu? Böyle bir kişinin, imajını korumak uğruna ülkeyi gereksiz bir savaşa sürüklemesi olasılığından kaygı duyuyor musunuz?

Kesinlikle. İyi bir bilgilendirmeye dayandırılmamış ani kararlar alma eğilimi, önemli bir endişe kaynağı. Bir de son olarak Suriye’ye hava vuruşları emri vermesine bakın. Böyle sorumluluk isteyen bir karar aldığından dolayı aniden övgü toplayınca, bundan şunu öğrenmiş olabilir: Demek ki popülarite kazanmanın yolu, bir yerlerde bir şeyleri havaya uçurmak. Bu kaygı verici. Ama bir de şöyle bir soru var: Öbür tarafın size karşılık verip geri vurma ihtimali karşısında, bu riski almaya hazır mısınız? Suriye’ye bomba atmak ya da Cruise füzesi fırlatmak karşısında Beşar Esad’ın bize karşı yapacağı fazla bir şey yoktu. Ama başka durumlarda bazılarının bize daha büyük bedeller ödetmesi ihtimali olduğu zaman, Amerika’ya bu işin bedeli olmayacağını vaad edemezsiniz. İşte o zaman Trump’ın egosunun bir işe yarayıp yaramayacağını merak ediyorum. Yani Trump, kendisini popüler yapmayacak her şeyden o kadar kaçınacak ki, öyle bir adımı atmayacak belki. Bilmiyorum, göreceğiz. Ama başkanın haberlerinin büyük çoğunluğunu Fox ya da diğer kablo televizyonlardan aldığını görmek, insana fazla güven vermiyor kesinlikle.

Beni Trump yönetimi konusunda en çok endişelendiren şey, bu dönemin Amerikan siyasi düzeni hakkında nasıl bir etki yaratacağı. Normal teamüllerin, alışılmış sınırların çok dışında olan ve ilk defa başkan olup da tamamen kendini, kendi ailesini, kendi servetini ve kendi dostlarını düşünen bir kişinin yaratacağı uzun dönemli etki, işte ben bundan kaygı duyuyorum. Bence geçmişimizde, özellikle de 20’inci yüzyılda çok kötü bazı başkanlarımız oldu. Ama bunların hemen hepsi, samimi biçimde kamu çıkarlarına hizmet etmeye kendilerini adamışlardı. Bazıları hakikaten bunu çok kötü biçimde yaptı; hem fikir olursunuz ya da olmazsınız ama hepsinin en azından o hedef uğrunda çaba gösterdiğini söyleyebilirsiniz. Şu ana kadar Trump’ı iten, yönlendiren şeyin bu olduğuna dair hiçbir kanıt yok.