New York’ta ışıklar sönünce…

Olaylar
Dilay Yalçın’ın yazısı Fırtınanın ardından gelen sessizliğin New York sakinlerini nasıl alt üst ettiğine dair bir yazı… Kentin birçok noktasında telefon ve iPad ler için şarj noktaları kur...
EMOJİLE

Dilay Yalçın’ın yazısı

Fırtınanın ardından gelen sessizliğin New York sakinlerini nasıl alt üst ettiğine dair bir yazı… Kentin birçok noktasında telefon ve iPad ler için şarj noktaları kuruldu. Sağda, elektrik kesintisine karşı el feneri alan bir kadın görülüyor.

Geçen pazartesi gecesi, fırtınanın kendisi başlamadan elektrikler gitti. Ertesi gün buz gibi bir eve, alıştığımızdan çok daha sessiz bir New York ’a uyandık. Sokaktan vızır vızır arabalar geçmiyordu; uzun, sinirli korna sesleri duymuyorduk. Elektriği, suyu, interneti olmayan bir şehirde, alabildiğine yürümekten başka yapacak bir şey yoktu. Biz de kendimizi sokağa attık.

Dışarı çıktığımızda fark ettik ki herkes sokakta. Sessizliğin sebebi ise şaşkınlıkları. Herkes birbirinin yüzüne, bir sonraki adımı sorar gibi bakıyor. New York’ta yaşayan insanların hepsi birbirinden çok farklı. Ama bir tek ortak özellikleri varsa o da hepsinin çok yoğun çalışmaya alışık olması. Çalışmadan geçecek dördüncü bir gün ve bundan sonraki belirsizliğin yarattığı huzursuzluk şehrin havasında hissediliyor. Hep zamansızlıktan şikâyet eden New Yorklular, zamanı bol bulunca elleri ayaklarına dolanıyor.

Ama en büyük huzursuzluk ‘iletişim çağında’, telefon-internetin konforu olmadan hayatımızı sürdürme zorunluluğundan kaynaklanıyor. Biz de ilk olarak, telefonla arayamadığımız arkadaşımızın evine yürüyoruz. Evin önüne geldiğimizde, zilini de çalamayacağımızı fark ediyoruz. Sokağın ortasında avazımız çıktığı kadar ismini bağırıyoruz; taş bulamıyoruz ama camına ağaçlardan kopan küçük dalları fırlatmayı başarıyoruz. Sonunda kavuşuyoruz.

Kahve ve şarj peşinde

Bir sonraki adım, kahve bulmak. Yolda elinde karton kahve bardağıyla yürüyen herkes, ‘kaynağı’ açıklamak üzere sorguya çekiliyor. ‘Sokakta dolaşan bilgiye göre’ adanın ‘ortasında’ ve 40’lı sokakların kuzeyinden itibaren elektrik var. Ama kısa süre sonra anlıyoruz ki, elektrik olması dükkânların açık olduğu anlamına gelmiyor. Müşteriye kahve getirmekle sorumlu kişi, tabii ki kira ortalamasının 3600 doların üstünde olduğu Manhattan’da yaşamıyor. Tabii ki o sabah nehri geçip işe gelememiş, dükkânı açamamış.

Sonunda kendimizi, normalde yüzüne bakmayacağımız bir kafenin üst katında, onlarca insanla beraber kahve içerken buluyoruz. Kafenin tavanlarındaki prizlerden farklı kılıflarda, onlarca iPhone sarkıyor. Herkes görev bilinciyle telefonunu, bilgisayarını, iPad ’ini şarj ediyor ama bu aletlerin hiçbir işe yaradığı yok.

Gazete, elektrik, TV yok…

Telefonların çektiği bir an yakalayıp ailelerimizle konuşuyoruz. “Televizyonda feci şeyler gösteriyorlar” diyorlar. Ne gösteriyor olabilirler ki? Hiçbir fikrimiz yok.
O sırada New York’un en popüler insanları, elektrik dağıtıcısı, Con-Edison’ın çalışanları. Herkes sokakta bulduğu Con-Edison çalışanını sorguya çekiyor: “Biz bilmem hangi sokakta yaşıyoruz, elektrikler ne zaman gelir?” İlk gün, aynı soruyu sorduğumuz bir görevli bize eliyle ‘5’ yapıyor. “5 saat?” Kafasını sağa sola sallıyor. “5 gün?!” Kafasını aşağı yukarı sallıyor.
Salı, çarşamba, perşembe her yerde gazete arıyoruz. Yok. Bir gece, ne hikmetse, telefonun çekeceği tutuyor. Uykumuzdan art arda gelen mesaj sesleriyle uyanıyoruz: “İyi misiniz? Televizyonda feci şeyler gösteriyorlar.” Ne gösteriyor olabilirler?

Üç gün boyunca sokaklarda dolaşırken, arada bir çalışan televizyonlara rastlıyoruz. Ama kalabalıktan ne olduğunu görmek ya da ne gördüğümüzü anlamak mümkün olmuyor. Bütün gün oradan oraya yürüyüp bir yandan, normalde insanların yerlerinde yuvarlandığı sokaklarda bir tane barın bile açık olmayışına şaşıyoruz, diğer yandan taksicilerden, sokaktaki vatandaştan son haberleri almaya çalışıyoruz. Kapkaç başlamış, New Jersey’de şu kadar yıkım olmuş, bir arabanın köprülerden üç kişiden az kişi geçirmesi yasaklanmış, bilmem ne caddesinde ücretsiz otobüs seferleri başlamış vs.

‘Habersizliğimi’ özledim

Cuma akşamı mahalleye elektrikler gelene kadar bu durum böyle devam etti. Ancak o zamana kadar izine rastlamadığım için sevindiğim (felaket filmlerinden tanıdık) ‘dünyanın merkezi’ vurgusu, internetin başına oturmamla beraber karşıma çıktı. ABD yüzünden belini doğrultamayan Haiti’de, iki milyon insan bir darbe de Sandy’den yemişken, bütün haber kaynaklarında “Sandy, ABD başkanlık seçimlerini nasıl etkileyecek?” sorusuna dair uzun uzun makaleler, New York Times’ın pazar ekinde hemen ‘felaket sonrası şok terapi’ye dair cin fikirler. Tam o anda dört günlük ‘habersizliğimi’ özlemeye başladım.
(Yazıya katkılarından ötürü Atıf Akın ve Bilge Yılmaz’a teşekkürler.)
P.S.: Seneler boyunca Beyoğlu ’nda yaşamış insanlar olarak, her türlü kesintiye bağışıklık kazanmamızı sağlayan Ahmet Misbah Demircan’a buradan teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Radikal