Sultan 2. Abdülhamid Han Kimdir

Biyografi
Sultan II. Abdülhamid Han’ın Vefatının Sene-i Devriyesi Sultan Abdülhamid bulunduğu dönem açısından hem sevilen hem de sevilmeyen bir sultan olmuştur. Kimine göre “Kızıl Sultan”, kimine göre “Ulu Haka...
EMOJİLE

Sultan II. Abdülhamid Han’ın Vefatının Sene-i Devriyesi

Sultan Abdülhamid bulunduğu dönem açısından hem sevilen hem de sevilmeyen bir sultan olmuştur. Kimine göre “Kızıl Sultan”, kimine göre “Ulu Hakan” olarak edebiyatta tarihte bu gibi sıfatlarla karşımıza çıkmakta. Osmanlı Tarihinin en tartışmalı olan padişahıdır. Osmanlının son dönemlerinde 33 sene tahtta kalarak yıkılmasını geciktirdiği gerçeği kabul edilir, hatta  her alanda yapılan reformlar ile ilelebed ayakta durmasını istemişti. Ancak Jön Türkler hareketi, Fransız İhtilali, dış borçların etkisi dönemin üzerine kasvetli bir şekilde gelmiştir. Özellikle Türk Demokrasi Tarihinde önemli bir boyut kazanan I. ve II. Meşrutiyet II. Abdülhamid döneminde gerçekleşmişti. Tabikide her padişah gibi Abdülhamid’in de taht süresi bitmiş, 31 Mart vakası ile tahttan hâl edilmiştir. Bu olaylar çerçevesinde Sultan II. Abdülhamid’in hayatını inceleyeceğiz…

Sultan Abdülhamid, 21 Eylül 1942 yılında Osmanlının başkenti olan İstanbul Topkapı Sarayında  dünyaya geldi. Babası Abdülmecid, Annesi Tirimüjgan hanımefendi. Sultan 10 yaşındayken annesinin ani ölümünün neticesinde erken yaşta annesiz kalmıştır. Abdülmecid’in Piristû hanımefendi kendi oğlu gibi büyüttü. Babasının ölümünden sonra Ekber-Erşet sistemine göre hanedanın büyüğü olan Sultan Abdülaziz geçmiştir. Şehzadelik döneminde eğitimini iyi almış ve özellikle marangozluk ile uğraşmıştır. Aldığı yabancı dil ile operaya olan ilgisi neticesinde çeşitli eserleri Türkçeye çevirmiştir. II. Abdülhamid kendisinden önceki diğer padişahların aksine şehzadeliği sırasında yurtdışı ziyaretlerine çıkmış, tahta çıkmasından 9 yıl önce amcası Sultan Abdülaziz’in 1867 yılında çıktığı Avrupa ziyaretinde amcasına refakat etmiştir.

Tahta çıkışı ise Sultan Abdülaziz’in 1876 yılında tahttan indirilmesi sonucunda ağabeyi V. Murad tahta geçmişti. Ancak 90 günlük bir taht serüveninden sonra akıl sağlının yerinde olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilince yerine diğer şehzade olan II. Abdülhamid  31 Ağustos 1876’da padişah ilân edildi. Böylelikle 33 yıl hüküm süresi başladı. Sultan olmasının getirdiği yükümlülüklerden daha çok devraldığı borçlar bunun yanı sıra Bab-ı Ali’deki sorunlar ve Rusların Balkan coğrafyasındaki Panslavizm politikası ülke içerisinde buhranlar yaşanmasına neden oldu. Halk içerisinde Meşruti yönetim veya Cumhuriyet rejimi oluşumu hakkında fikirler oluşmuştu. Taht değişikliklerinin mimarı olan Mithat Paşa Sultan Abdülhamid ile arasında geçen taahütte tahta geçerken Meşrutiyetin ilan edilmesi söz konusu olmuştu. 23 Aralık 1876 yılında Kanun-i Esasi ilan edilmiş, 19 Mart 1877’de ise Meclis-i Mebusan açılarak Meşruti yönetimi ilan etmişti.

Meşrutiyetin ilanından sonra hükümet oluştu. Özellikle Ruslar Balkanlardaki politikalarını ilerletmek için bir ıslahat projesini hükümete sundular ancak bunu reddederek savaş sebebi saymaları tarihte 93 Harbi adını taşıyan Osmanlı-Rus savaşının başlamasına neden oldu. Sultan Abdülhamid bu savaşa girilmemesi gerektiğini söylediği halde olumsuz cevaplarla karşılaştı. Rus ordusu, Osmanlı ordusunu bozguna uğratarak Ayestefanos (şuan ki Yeşilköy mevkisi) bölgesine kadar geldiler. Sultan meclisi toplayarak istişare yapmak istese de mebuslar hala savaşmanın gerektiği savunmasından ötürü 18 Şubat 1878’de meclisi süresiz tatil etti. 3 Mart’ta Ayestefanos Antlaşması imzalanmak istendi ancak çok büyük ve ağır şartları olan bu antlaşmayı Avrupa devletleri Rusların güçlenmesini engellemek amacıyla  13 Temmuz’da  Berlin Antlaşmasını öne sürdüler ve bu antlaşmaya sadık kalarak imzaladılar. Antlaşma gereği Romanya ve Karadağ’a bağımsızlık verilecek, Bulgaristan’a ise özerklik tanınacaktı.

Bu antlaşmadan sonra ülke parçalanma evresine girdi. Sırbistan’ın başını çektiği bu çetecilik faaliyetleri Osmanlıyı derin bir şekilde yıprattı. 1815’te özerklik tanınmış ama yarı bağımsız bir haledeydi. Karabağ’da aynı faaliyetler içerisine ve Sırbistan ile aynı statüye denklerdi. Berlin Antlaşmasıyla Karabağ, Sırbistan, Romanya bağımsızlık kazanırken Bosna-Hersek ve Bulgaristan özerklik kazandı. Balkanlarda büyük güç kaybedildiği burada dünyaya belli olunmuştu.

Mayıs 1878 yılında Birleşik Krallık Kıbrıs için Osmanlıya başvuru yaptı. Anlaşma taleblerini yumuşatmak istemelerine karşılık gerekirse zorla işgal ederiz mantığıyla Osmanlı yönetimine baskı kurmaya başladılar. 4 Haziran 1878’de Kıbrıs İngilizlere verildi. Geçici bir yönetim olacağını bildirseler de 12 Temmuz 1878’de Kıbrıs’a asker çıkaran İngilizler, Kıbrıs’taki Osmanlı bayrağını indirip yerine kendi bayraklarını çektiler. Kıbrıs tamamen İngilizlere bırakılmış oldu.

Fransa bu olaylardan boşluk bularak Tunus üzerine politikasını yürüttü. Fransız birlikleri 1881 yılının başlarında Tunus’a girdi. 12 Mayıs 1881 tarihinde Tunus Beyi ile Bardo Antlaşması’nı imzalayan Fransa, Tunus’u kendi himayesine aldığını duyurdu. Sürgünde olan Mithad Paşa’yı konsoloslarına götüren Fransızlar II. Abdülhamid ile aralarını bozmak istememelerinden dolayı Mithad Paşa’yı teslim ederek aralarındaki gerginliği yumuşattılar. II. Abdülhamid, Mithad Paşa sorunu ile uğraşırken 8 Haziran 1883’te Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus, Fransa’nın resmen idaresine girdi. Böylelikle Osmanlı Devleti de Tunus gibi çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir toprak parçasını daha kaybetmiş oldu.

Abdülhamid’in örfî idaresine karşı muhalefet de giderek güçlendi. 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyeti Kuruldu. 1908’de İttihat ve Terakkî yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik kentlerinde ayaklandı. Bu baskıların üzerine Abdülhamid, 24 Temmuz 1908’de anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve II. Meşrutiyet ilan edildi. Yapılan seçimlerle oluşturulan yeni meclis, 17 Aralık 1908’de açıldı. Ancak artan huzursuzluklar ve İttihat ve Terakkî muhaliflerinin baskıları sonucunda 13 Nisan 1909’da İstanbul’da isyan çıktı. Rumî takvimle 31 Mart günü patlak verdiği için bu isyan, 31 Mart Vakası olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23-24 Nisan gecesi İstanbul’a girerek isyanı bastırdı.

İkinci Meşrutiyet dönemi ağırlıklı olarak İttihat ve Terakkî hükûmetlerinin yönetiminde geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa  etkili oldu. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarb,I. ve II Balkan Svaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı ‘nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.

12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyi,n Hilmi Paşa hükûmeti isyancılarla uzlaşma yolunu seçti ve hükûmet üyeleri tek tek istifa etti.

İsyan, Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. O gün İttihat ve Terakki üyesi mebuslar, can güvenlikleri olmadığı için meclise gitmedi. Bazıları İstanbul’dan uzaklaşırken bazıları da şehir içinde saklandı. Bu arada isyancılar, İttihatçı subaylarla mebusları buldukları yerde öldürüyorlardı. Hükûmetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla II. Abdülhamid yeniden duruma hâkim oldu. İsyanı başlatan muhalefet ise herhangi bir programdan mahrum olduğundan önderliği elde edemedi. İsyanın bastırılmasından sonra sıkıyönetim ilan edildi ve isyancıların önderleri divan-ı harpte yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar. Muhalefet hareketi önemli kayıplara uğradı. Ama en önemli gelişme, Meclis-i Umumî Millî adı altında birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’ın 27 Nisan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed’in geçirilmesini kararlaştırmasıydı. Ayrıca II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması da mahzurlu bulunarak Selanik’te oturması münasip görüldü. Divan-ı Harp, II. Abdülhamid’i yargılamak istediyse de yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükûmeti bunu kabul etmedi.

Üç sene Selanik’teki Alatini Köşkü’nde ev hapsinde tutuldu. Bu sırada, köşke gittiğinde yatacak yatak bulunmaması gibi sıkıntılarla karşılaştı. II. Abdülhamid 1912’de İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayına ‘na getirildi. 10 Şubat 1918’de İstanbul’da öldü. Mezarı, büyük babası için Divanyolu’nda yaptırılmış Sultan II. Mahmud Türbesi ‘nde bulunmaktadır.

İttihat ve Terakkî, asıl güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi. Böylece isyanı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. İsyancılar 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş çabasından sonra teslim oldular. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan da bir gece önce Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun girişiminin meşruluğunu tasdik etti.

Fiziki Özellikleri

Sultan Abdülhamid, Osmanlı ailesinin bütün özelliklerini taşımaktaydı. İri burunlu, parlak ve iri gözlü idi. Soğukkanlı fakat vehimli bir mizaca sahipti. Yürürken ve otururken biraz öne doğru meylederdi. Titrek fakat kalın bir sesi vardı; çok dinler, az konuşurdu. Kendisiyle konuşanlara saygı telkin eder, herkese karşı nazik davranırdı. Hoşlanmadığı kimselere bile güler yüz gösterir ve sevmediğini belli etmezdi. Karşısındakinin duygu ve düşüncelerini sezmekte mâhirdi. Herkesin gönlünü almasını iyi bilirdi. Fevkalâde bir zekâya ve hâfızaya sahipti. Bir kere gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmazdı. İradesi kuvvetli, fikir ve kararlarında istiklâl sahibi, tehlike karşısında metanetli idi. Anne ve babasının veremden ölmüş olmaları, onu genç yaşından itibaren temkinli yaşamaya sevketmişti. İçki içmez, her türlü sefahatten uzak durur, sade bir hayat yaşardı. Ölünceye kadar her sabah ılık su ile duş yapmayı alışkanlık haline getirmişti. Jimnastiğe meraklı olup kılıç ve tabanca kullanmakta mahir idi. Batı müziğinden, opera ve tiyatrodan hoşlanırdı. Çalışmayı sever ve düzenli bir program uygulardı. Devlet işlerini her şeyin üstünde tutar ve önemli haberler alındığında uykusundan dahi uyandırılmasını isterdi. Devlet işlerinde değişik karakterdeki kimselerden faydalanmayı iyi bilir ve onlara mizaçlarına uygun hizmetler verirdi. Önemli devlet meselelerinde karar vermeden önce değişik fikirdeki devlet adamlarının görüşlerini alır, hatta bazan zıt görüşlü kimseleri huzurunda münakaşa ettirir, daha sonra kesin kararını verirdi. Sorumluluk taşıyan kararlarda konuyu meclise havale eder ve kararın oradan çıkmasını sağlardı.

Hakkındaki Görüşler

Özellikle Ermeni isyanlarını bastırırken kullandığı yöntemler sebebiyle Batılı tarihçiler ve muhalifleri tarafından “kızıl sultan” diye anılmıştır. Diğer taraftan taraftarları onu “ulu hakan” gibi yüceltici lakaplarla anarlar.

Önceleri İttihat ve Terakki Fırkası içinde Abdülhamid’e karşı olan filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif, sonradan duymuş oldukları pişmanlıklarını şiirleri ile dile getirmişlerdir.

Kızıl Sultan iddiası,Albert Vandal adlı bir Fransız yazar tarafından ortaya atılmıştı. Atılış sebebi, Abdülhamid’in Ermeni isyanlarını bastırtmış olmasıdır. Başta İngilizler ve Fransızlar olmak üzere Ruslar tarafından Avrupa kamuoyunda Abdülhamid’in kan dökücü, zalim bir padişah olduğu yazıldı ve karikatürler çizildi.

Prof. Dr. Emre Kongar Abdülhamit döneminde yakılan kitapları listelediği yazısında “bu sansürün arkasında “ideolojik bir toplum mühendisliği” amacıyla, din, siyaset, tarih ve edebiyat kitaplarını da kapsayan biçimde yapılan “düşünce yasaklamaları” ve “toplumsal manipülasyon vardır” ifadelerini kullanmaktadır.