‘İslamofobi suç sayılmalı’

Araştırma
İslamofobi veya İslam karşıtı ırkçılık Avrupa ülkelerinin bir çoğunda suç ya da nefret suçu teşviki olarak kabul edilmiyor. Aslında, halen İslamofobik olaylara dair ulusal ve Avrupa genelinde güvenili...
EMOJİLE

İslamofobi veya İslam karşıtı ırkçılık Avrupa ülkelerinin bir çoğunda suç ya da nefret suçu teşviki olarak kabul edilmiyor. Aslında, halen İslamofobik olaylara dair ulusal ve Avrupa genelinde güvenilir veriler eksikliği ile karşı karşıyayız.

2014 yılında, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (OSCE) üyesi 57 ülkenin sadece 5’i Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarını resmi olarak bildirirken, sivil toplum kuruluşları 21 ülkede bu tür suçlar işlendiğini rapor etti.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından yayımlanan Avrupa İslamofobi Raporu (EIR), 2015 yılında 25 Avrupa ülkesinde İslamofobiyi inceledi. EIR, konuyla ilgili boşluğun bir kısmını doldurmaya çalıştı. Boşluğun ikinci kısmını Avrupa’da halen çok sayıda insanın İslamofobi ya da Müslüman karşıtı ırkçılığın varlığını kabul etmeyi reddetmesi oluşturuyor.

Örneğin, Avusturya’da çıkan günlük gazete Der Standard’ta EIR’ın temel bulgularının vurgulandığı bir makale yayımlandı. Makale yayımlanmasından sonraki 6 saat içerisinde bin yorum, 1 gün içerisinde 2 bin 400 yorum alırken, bu yorumların içerisinde bir tane bile olumlu bir yorum yer almadı.

Yorumculardan biri “Avrupa’nın başka bir Prens Eugene’yi ihtiyacı var” ifadesini kullandı. Savoy Prensi Eugene, 1683’teki Viyana kuşatmasında Osmanlı ordusuna karşı koyan Kutsal Roma İmparatorluğu ordusunun bir generaliydi.

Anders Behring Breivik, “2083: Avrupa’nın Bağımsızlık İlanı” adlı bildirisinde Hristiyanlık ve İslam arasında sürekli devam eden bu savaş anlatısından yararlanır.

Diğer bir yorumda ise “İslam’ın sorunu, İslam’ın kendi kanunları olan kapsamlı bir totaliter ideoloji olmasıdır” ifadesi kullanıldı. Bu iki örnekte, açıkça bu kişilerin “İslam” olarak adlandırdıkları şeyi kayıtsız şartsız bir şekilde olumsuz şekilde nitelediklerini görüyoruz.

“Avrupa’nın İslamlaşması” söylemi

İslamofobi Müslümanlar olmadan da işleyen bir sistem. Bunu özellikle az sayıda Müslüman nüfusu olan ülkelerde görebiliyoruz. Gerçekler, bu ülkelerde yaşayan Müslümanların herhangi bir terörist saldırıda yer almadığını ortaya koysa da “Avrupa’nın İslamlaşması” söylemi bu ülkelerde çok sayıda üst düzey politikacı tarafından suistimal ediliyor.

Yalnızca sağ görüşlü politikacılar değil, birçok politikacı İslamofobiyi kötüye kullandı. Aşırı sağ görüşlü politikacılar, Müslüman ötekileştiren söylemlerden faydalandılar.

Rapordan bütün sağ kanat siyasi partilerin İslamofobiyi seçmenlerini harekete geçirmek ve politikalarını meşrulaştırmak için kullandıkları anlaşılıyor. Bu da birçok ülkede düşmanca bir dilin kullanılmasına yol açtı.

Terörist saldırıların olduğu Fransa ya da bu tür olayların yaşanmadığı Litvanya gibi ülkelerde dahil olmak üzere Avrupa’da 2015 yılında İslam ve Müslümanlarla ilgili tartışmaları üç faktörün belirlediği görülüyor. Bunlar, terör saldırılar, sığınmacı krizi, politik söylemlerde İslamofobinin kullanılmasındaki artış.

Paris’te meydan gelen terörist saldırıların ardından kamuoyu Müslümanlara karşı daha saldırgan bir tutum izledi. Sadece Fransa’da değil, diğer ülkelerde de camilere ve Müslümanlara saldırılarda bir artış görüldü.

Müslümanlara ve camilere yapılan baskınlarda ve İslamofobiyle ilgili söylemlerde özellikle Charlie Hebdo ve Bataclan saldırılarının ardından bir artış görüldü. Bunun diğer ülkelerde de etkisi büyük oldu. Paris saldırılarıyla hiç ilişkisi olmayan ülkelerde bile İslamofobide bir artış oldu. Örneğin, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti’nde Müslümanlar sokaklarda tacizlere maruz kaldı.

DAEŞ konusunun da ele alınması, siyasi partiler ve yeni sosyal akımları örgütlemede yardımcı olacaktır.

Başı boş bırakılmış Pegida ve benzeri İslamofobi örgütleri yanında kimliği öne çıkaran sosyal akımlar, Avrupa’daki Yeni Sağ akımın manifestosu niteliğindedir. Burada iki çok bilinen sosyal akımından söz etmeliyiz.

Kurumsal Ayrımcılık 

Örneğin İrlanda eğitim sisteminde öğrencilerin okula kayıtlarında ayrımcılık yapıldığı ortaya çıkmıştı. Azınlıkların inançları ve ait oldukları etnik yapıları ile ilgili inançlarını içeriyordu bu ayrımcılık. İrlanda’daki eşitlikçi yasalarda , bazı inanç gruplarına ait öğrencilerin okullara kaydının reddedileceği belirtilmiştir. Ülkede okullar çoğunlukla Katolik Kilisesinin himayesi ve kontrolünde eğitimini sürdürür.

Ülkede 2015 yasa değişikliğine gidilmiş olmasına karşın, okullarda Müslüman başörtülü öğrencilere karşı kurumsal dışlayıcılık söz konusudur.

Avusturya Dışişleri Bakanlığı raporunda, Müslümanlara ait anaokullarında dini aşırılığın görüldüğüne yer verildi.

Öte yandan Viyana Valiliğinden yapılan açıklamada, Müslümanlara ait anaokullarında aşırıcılığın olduğu yönündeki iddiaları yalanladı.

Anaokulu çalışanı, anaokulunda çocuklara dua etmenin, Kur’an-ı Kerim öğretildiğinin yetkililerce sorgulandığını söyledi. Öte yandan anaokulunda Noel kutlamasının yapılıp yapılmadığı yönünde de kendilerine sorular sorulduğunu kaydetti. “Avusturya eğitim sistemi tüzüğünün hiç bir yerine ‘Avusturya değerleri’, ‘gelenekleri’ ile ilgili herhangi bir ifade yer almıyor.” açıklamasında bulundu.

Medya İslamofobiyi yayıyor

Bu negatif atmosferin yaratılmasına yardımcı olan asıl unsur medyadır. Tüm Avrupa’da medya kuruluşlarının hepsi, Müslüman toplulukları tanıtırken sıklıkla “bize karşı onlar” sunumuna başvuruyor. Bu sunum, “İslam” ile Avrupa değerleri arasında sözde bir uyuşmazlığı bünyesinde barındırıyor.

Batılı değerlerin çoğunlukla Hristiyan inancıyla ilişkilendirildiği görülürken, Doğulu değerler aksine Müslüman inancıyla bağdaştırılıyor.

İslam’a karşı Müslümanlık ya da “aydınlanmaya” ve “ilericiliğe” karşı “gerici İslam” şeklinde yorumlanan bu Doğu’ya karşı Batı ikiliği, kimlik yapılanmalarını ve homojenize “bize” karşı “onlar” anlatımlarını güçlendiriyor, neticede çok kültürlü ve çeşitli Avrupa toplumlarının kucaklayıcı anlayışını tehdit ediyor.

Sadece gazeteciler ve blog yazarları değil aynı zamanda internet moderatörleri ve sıradan halk, medyayı ve sanal ortamı, Müslümanlardan nefret ve korkuyu yayma aracı olarak kullanıyor.

Araştırmamıza göre, İslamofobiye neredeyse hiç rastlanmayan Litvanya gibi ülkelerde bile internet, İslamofobik yaklaşımların ortaya çıkması ve yayılmasında çok önemli bir rol oynuyor görünüyor.

Çek Cumhuriyeti’nde yalnızca İslamofobik yaklaşımların oluşmasında değil aynı zamanda ön yargıların yayılmasında internetin başlıca rol oynadığı görülebilir. Burada, “İslam Karşıtı Blok”, sosyal medyada ve cami karşıtı yerel gösterilerde aktif grupların içinden çıktı.

İslamofobinin önlenmesi

Terörle ilgili asıl konuya dönersek İslamofobinin, Norveç’teki kitlesel katil Anders Breivik’te olduğu gibi bazı bireyleri son derece aşırı görüşlere ve terör eylemlerine yönlendirecek bir etkisinin de olduğunu unutmamak gerek.

Müslümanlar, İslamofobinin önlenmesinden desteklenmeli ve sadece aşırıcılıkla mücadelede değil, özellikle Avrupa’daki ırkçılıkla mücadelede müttefik olarak görülmeli.

Bu konudaki olumlu örnekler, Danimarka’daki “Meld Islamofobie!” girişimi ya da Avusturya’da insanların Müslüman karşıtı nefret suçlarını rapor ettiği “Dokustelle Muslime” girişimidir.

Özellikle siyasi partilere toplumlarında ister sağ kanat siyasetçilerden gelsin isterse özel sektördeki ayrımcılıktan, İslamofobiye karşı tavır almaları uyarısında bulunuyoruz.

Hem sivil toplum aktörleri hem de devletler, konunun ciddiyetinin farkına varmalı ve İslamofobiyi önlemek için somut politikalar geliştirmelidir. En önemlisi de İslamofobi, suç sayılmalı ve Avrupa’da tüm ulusal ve bölgesel istatistiklere dahil edilmelidir.