İstanbul Sözleşmesi neden feshedilmeli?

Aile
11 Mayıs 2011 tarihinde TBMM’deki bütün partilerin oybirliğiyle kabul edilerek Türkiye’nin başına bela edilen İstanbul Sözleşmesi, ocakları söndürmeye devam ediyor. Bu virüslü sözleşmenin feshedilmesi...
EMOJİLE

11 Mayıs 2011 tarihinde TBMM’deki bütün partilerin oybirliğiyle kabul edilerek Türkiye’nin başına bela edilen İstanbul Sözleşmesi, ocakları söndürmeye devam ediyor.

Bu virüslü sözleşmenin feshedilmesinin artık bir zorunluluk olduğu yüksek sesle haykırılırken, sözleşmeye karşı çıkan kitlelerin sayısı da her geçen gün artıyor.

İşte, İstanbul Sözleşmesi’nin neden acilen feshedilmesi gerektiğinin madde madde izahı:

1- CİNSİ SAPKINLIĞIN ÖNÜ AÇILIYOR

İstanbul Sözleşmesi’nin merkezinde yer alan toplumsal cinsiyet kavramında kadınlık ve erkekliğin fıtratta yer alan bir durum olmadığı, sosyal şartlara bağlı olarak gelişen bir durum olarak inşaa edildiği savunuluyor. Yani cinsiyetin doğmayla değil sosyal yapıyla ilgili bir durum olduğu öne sürülüyor.

2- DİNİ HASSASİYETLER HEDEF ALINIYOR

Toplumsal cinsiyet kavramının sık sık vurgulandığı İstanbul Sözleşmesi’nde bu kavram üzerinden dini hassasiyetler de hedef alınıyor. Dinin ataerkil bir yapıda olduğunu savunan bu anlaşmaya göre, inanç sistemleri kadınları ikinci plana atıyor. Gerçeği yansıtmayan bu düşüncelere ek olarak, geleneksel değerler, örf ve kültür de yanlı eleştirilerle hedef alınıyor. Sözleşmenin 12. maddesinde, “Taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde ‘namusun’ işbu sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için mazeret oluşturmamasını sağlar” deniliyor. Burada en ön plana çıkan şey ‘namus’ kutsalının nasıl etkisiz hale getirilmeye çalışıldığı gözler önüne seriliyor.

3- SÖZLEŞME EN BASİT İNSANİ MÜDAHALELERİ ŞİDDET OLARAK TANIMLIYOR

İstanbul Sözleşmesi’nin şiddet tanımı oldukça geniş ve belirsiz. Sözleşmede şiddet, “kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” olarak tanımlanıyor. Yani bu tanımla birlikte kadına yönelik yapılabilecek her hareket şiddet sayılabiliyor ve muhattap ceza görebiliyor. Bu şiddet tanımı üzerinden oluşturulan kanun ve yasalar istismar edilebilir ve büyük mağduriyetler doğurmaya açık bir alan oluşturuluyor. Bir örnek vermek gerekirse Aile Bakanlığı’nın bir araştırma raporunda bir erkeğin hanımının kıyafetlerine “karışması” ya da Facebook ve Twitter hesabına “müdahale etmesi” şiddet olarak yer buluyor.

4- LGBT VE EŞCİNSEL SAPKINLIĞIN ÖNÜNDE KALKAN

İstanbul Sözleşmesi’nin geleceğe yönelik oluşturduğu tehlikenin nedeni cinsel yönelim ve cinsel kimlik kavramlarıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin Temel Haklar, Eşitlikler ve Ayrım Gözetme bendinde, cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, bu olgular legallik elde ediliyor. LGBTİ örgütleri sözleşmenin bu kısmına dayanarak azgınlıklarına ve sapkınlıklarına meşru zemin oluşturuyor. İstanbul Sözleşmesi LGBTİ’ye karşı koruyucu bir metin anlamına gelirken bu sözleşmeyle LGBTİ bir çok ayrıcalığa sahip olmuş oluyor. Sözleşme zinayı meşrulaştırmakla kalmamış aynı zamanda eşcinselliğe de zemin açıyor.

5- ŞİDDETİN ESAS BİLEŞENLERİ GÖRMEZDEN GELİNİYOR

İstanbul Sözleşmesi’nin girişinde, “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği toplumsal cinsiyete dayanmaktadır” deniliyor. Aile içi şiddet ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi için düzenlenen bu belgelerde her şey toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik oluyor. Bu da şiddetin temel nedenlerini görmezden gelmeye yol açıyor. Yani İstanbul Sözleşmesi, şiddetin önemli birleşenlerini görmezden geliyor denilebilir. Örneğin alkol ve şiddet arasındaki ilişki hiç ön plana çıkartılmıyor. Yapılan araştırmalara göre, erkeğin alkol aldığı gün şiddete meyilli olması 8 kat daha fazladır. Öte yandan şiddet ele alınırken ataerkillik üzerinde duruluyor. Şiddeti sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğine indirgeyen bu sözleşme, aslında şiddeti önlemek istiyor mu, istemiyor mu çok şüpheli ve şaibeli. Çünkü şiddeti yanlış bir şekilde ele alan ve şiddete ilişkin önemli etkenleri görmezden gelen bu sözleşme, hiçbir şeyi çözemeyecektir.

6- SÖZLEŞMENİN ÇIKIŞ NOKTASI AVRUPA’DA, KADINA ŞİDDET ÜRKÜTÜCÜ BOYUTLARDA

Avrupa Birliği, İstanbul Sözleşmesi ile toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek seçenekmiş gibi dayatıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin üst sıralarda olduğu Avrupa ülkelerinde kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının yüksek oluşu bu teoriyi çökertiyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50, Danimarka’da 24 bin kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Ülkemizde de sapkın sözleşmeye dair politikaların uygulanmaya başlamasından sonra istatistikler şiddetin azalmadığını açıkça gösteriyor. Adalet Bakanlığı verilerine göre aile ve asliye mahkemelerinde onaylanan kolluk kuvveti kararları her geçen yıl artıyor.

7- ARABULUCULUK AÇIKÇA YASAKLANIYOR

İstanbul Sözleşmesi boşanma aşamasında olan eşler arasında arabuluculuğu açıkça yasaklıyor. Sözleşmenin 48. maddesinde, “Taraflar işbu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır” denmektedir. Bu maddeden de anlaşılacağı gibi, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere kesinlikle yer verilmiyor. Toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar bile İstanbul Sözleşmesi tarafından dışlanıyor.

8- SÖZLEŞMEYE KARŞI KÜRESEL BİR MUHALEFET DALGASI OLUŞUYOR

İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan bazı maddeler açık uçlu ifadeler içeriyor. İlk akla gelen anlamlarıyla şiddetin varlığına ilişkin tespitler sunan sözleşme içerisinde birçok kavramın tanımları açıkça belirtilmiyor. Şiddete çözümden çok toplumsal cinsiyet eşitliğini ideolojik yaklaşımla sergileyen sözleşmeye birçok ülkede tepkiler çığ gibi büyüyor. Sözleşmeyi ortaya koyan Avrupa Birliği ülkelerinde bile kilise başta olmak üzere sağ partilerden, liberal politika karşıtlarından, toplumun farklı kesimlerinden büyük tepkiler yükseliyor. Bulgaristan, Polonya ve Hırvatistan’ın İstanbul Sözleşmesi’ni reddeden ülkeler arasında yer alması sözleşmenin toplum açısından tehlikesini gözler önüne seriyor.

9- AİLEMİZİN NASIL KORUNACAĞINA AVRUPA KARAR VERİYOR

Sözde kadına yönelik şiddeti ve ailelerin parçalanmasını önleyen İstanbul Sözleşmesi, tüm hukuk hiyerarşisinin de üstünde bulunuyor. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 2. maddesinin a bendi, kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alındığını açıkça belirtiyor. Bu madde ile aslında Türkiye’de hukuk kurallarını iktidarın değil, Avrupa Birliği’nin belirlediğini gösteriyor. Ayrıca sözleşmenin 78. maddesinde sınırlı sayıda çekince konulabileceğinin belirtilmesi İstanbul Sözleşmesi’ne olan bütün itiraz kanallarının kapatılmasına neden oluyor.

10- SÖZLEŞMENİN İPTALİ AİLENİN GERÇEKTEN KORUNMASI İÇİNDİR

İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı yükselen her haklı itirazda; kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmak istendiği, kadınların ailenin dağılmaması uğruna can güvenliğinin hiçe sayıldığı yönünde yanlış bir algı oluşturuluyor. Halbuki İstanbul Sözleşmesi’nin iptalini istemek, kadına yönelik şiddetin araç haline gelmesine karşı çıkmanın yanı sıra aile kurumu üzerindeki bu baskının da kalkması için büyük bir önem arz ediyor. İstanbul Sözleşmesi ile aile politikilalarının feminist ideolojilerin insafına bırakılması, ülkenin geleceği için büyük bir tehlikeye neden oluyor. Oysaki ülkemizde yaşanan kadına yönelik şiddeti durdurmanın tek yolu kadına hak ettiği değeri veren İslamiyet’ten, kendi kültür, gelenek ve göreneklerimize uygun hazırlanan yasalardan geçiyor.

 

 

KAYNAK: MİLLİ GAZETE